Fýkhus Sire
Pages: 1
Sosyal ve ekonomik boykot By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 17:54:30
3- Sosyal Ve Ekonomik Boykot
 

îbn tshâk, Mûsâ bin Ukbe ve baþkalarýndan çeþitli isnatlarla þöyle rivayet edilmiþtir: Kureyþ kâfirleri Resûlullah (s.a.v.)'ý öldür­me hususunda sözbirliði ettiler. Bu konuda, Muttalib Oðullarýyla da, Hâþim Oðullarýyla da gidip, konuþtular; ama onlar Hz. Peygamber'i Kureyþ kâfirlerine teslim etmeye yanaþmadýlar.

Kureyþ, Resûlullah'ý öldürmeyi baþaramayýnca; Resûlullah, ona tâbi olanlar, Resûlullah'ý koruyanlar, bir de Hâþim Oðullarý ve Mut­talib Oðullarýyla iliþkileri kesmeye karar verdiler. Bu münâsebetle de kendi aralarýnda þu aþaðýdaki konularý içeren bir protokol im­zalayýp, Kabe'nin içine astýlar:

a - Onlardan kýz alýnýp, verilmeyecek,

b - Onlardan hiçbir þey alýnýp, satýlmayacak,

c - Onlara gidip ulaþacak bir rýzýk yolu býrakýlmayacak,

d-Onlardan gelen bir barýþ teklifi kabul edilmeyecek,

e - Onlara herhangi bir þefkat ve merhamet gösterilmeyecek.

Bu konularð, Muttalib Oðullarý'nýn Resûlullah'ý öldürmek için kendilerine teslim edinceye kadar geçerlidir.

Kureyþ, bu anlaþma metnine, bi'setin yedinci yýlýnýn Muharrem ayýndan baþlamak üzere, onuncu yýlýna kadar baðlý kaldý. Bu söz­leþmenin yalnýzca iki yýl devam ettiði de söylenmektedir.

Mûsâ bin Ukbe'nln rivayeti, bu olayýn, Resûlullah'ýn. ashabýna Habeþistan'a hicret etmelerini emretmesinden önce vuku bulduðunu göstermektedir. Halbuki Resûlullah, onlara bu muhasara sýrasýnda hicret etmelerini emretmiþti, tbn Ýshak'ýn rivayeti ise; bu belgenin, Ashabýn, Habeþistan'a hicretinden ve Hz. Osman'ýn müslüman olma­sýndan sonra kaleme alýndýðýný göstermektedir.

Hâþim Oðullarý, Muttalib Oðullarý, onlarla birlikte bulunan müs-lümanlar ve Peygamberimiz, Muttalib Oðullarý Mahallesinde muha­sara altýna alýndý. Zaten Mekke'de çeþitli mahalleler bulunmaktaydý. Muttalib ve Hâþim Oðullarýnda müslümanlarla kâfirler bu mahal­lede toplandýlar. Müslümanlar dindarlýklarýndan, kâfirler ise onlarý koruduklarýndan dolayý bu hâdiseye mâruz kalmýþlardý. Ebû Leheb bu hâdisenin dýþýnda idi. Çünkü o, çýkýp Kureyþ'in yanma gitmiþti. Böylece de Hz. Peygamber'e ve ashabýna karþý müþriklerin yanýnda yer almýþtý.

Hz. Peygamber Efendimiz ve Ashabý, bu üç yýl boyunca çok dar­lýk içinde yaþadýlar. Belâ ve musibet gittikçe artmýþtý. Sahih-i Buhâ-rî'de, müslümanlarýn aðaç yapraklarýný yiyecek kadar açlýða ve sýkýntýya düþtükleri rivayet edilmektedir. Süheyl! þunu nakleder: Mekke'ye bir ticaret kervaný gelince, Resûlullah'ýn ashabýndan her­hangi biri, çoluðuna çocuðuna azýk olacak herhangi bir yiyecek satýn almak için çarþýya gelir, bunu gören Ebû Leheb hemen aya­ða kalkarak þöyle derdi: «Ey tacirler! Muhammed'in ashabýna fiat-larý öyle yükseltin ki, sizden birþey satýn planlasýnlar. Mallarýn fi-atýný kat kat artýrýn ki, açlýktan inim inim inleyen çocuklarýnýn ya­nýna, elleri boþ olarak dönsünler.»

Bu iktisadî kuþatmanýn üçüncü yýlýnýn baþlarýnda Kusay Oðullarýndan bir grup bu olayý kýnayýnca kendi aralarýnda yaptýklarý an­laþmayý bozmak üzere karar aldýlar. Halbuki, Yüce Allah, anlaþma metninin yazýldýðý sahifenin üzerine bir aðaç kurdu (güve) musal­lat etmiþti. Ýçinde sözleþme metninin bulunduðu bu sahifenin büyük kýsmýný, bu kurt yiyip bitirivermiþti. Ýçinde Allah'ýn zikredildiði cüm­leler hariç, ondan hiçbir þey geriye kalmamýþtý.

Resûlullah (s.a.v.) bu olayý, amcasý Ebû Tâlib'e haber verince, o da: «Bunu sana Rabbl'n mi haber verdi?» dedi. Resûlullah da «evet» diye cevab verdi. Ebû Tâlib taraftarlarýyla birlikte doðruca Kureyþ'in yanýna gitti. Sahifeyi kendisine getirmelerini istedi. Onlar da, dü-rülmüþ bir þekilde getirdiler sahifeyi. Ebû Tâlib: «Yeðenim bana þöy­le bir haber getirdi. Bugüne kadar bana asla yalan söylemedi. O, (Allahü Teâlâ'nm, sizin yazmýþ olduðunuz sahifeye bir kurdu mu­sallat ettiðini, içinde zulüm ve akraba ile münâsebeti kesmeyi ih­tiva eden maddelerin tümünü yiyip bitirdiðini savunuyor.) dedi. Eðer olay söylediði gibi olmuþsa, artýk bu sahifeyi kaldýrýnýz ve yan­lýþ görüþünüzden vazgeçiniz! Vallahi, bizden en son kiþi can verin­ceye kadar onu size teslim etmeyiz. Yok eðer söylediði boþ lâf ise; . yeðenimizi size teslim edeceðiz, ne istiyorsanýz onu yapýn.» diye ilâve etti. Onlar da: «Söylediðin hususa razýyýz.» Sahifeyi açtýkla­rýnda, Resûlullah'ýn anlattýðýný olduðu gibi gördüler. Ama yine de, Ebû Tâlib'e «Bu yeðeninin bir büyüsüdür» demekten kendilerini ala­madýlar. Bu olay, onlarýn zulüm ve taþkýnlýklarýný artýrdý.

Sonra Kureyþ müþriklerinin Heri gelenlerinden beþ kiþi, bu ik­tisadi kuþatmaya son vermek ve sahifeyi yýrtmak için Kabe'ye git­tiler. Bunlar: Hiþâm bin Amr bin el-Hâris, Zübeyr bin Ümeyye, Mut'-ým bin Adiyy, Ebû'l-BuhterÝ bin Hiþâm ve Zem'a bin el-Esed idi.

Bu anlaþmayý bozmak için, açýk bir þekilde çalýþanlarýn ilki Zü­beyr bin Ümeyye idi. Bir gün, o Kâbenin yanýnda bulunan halkýn yanýna gelerek: «Ey Mekke halký! Biz yiyelim içel'm, güzel elbiseler giyinelim, öbür taraftan, Hâþim ve Muttalib Oðullarý alýþveriþten mahrum edilsinler, sefalet içinde kývranýp helak olsunlar; doðru mu­dur?... Vallahi, akrabalýk baðlarýný kesen bu zalim sahife yýrtýlma-dýkça, yerime oturmam dedi.

Bunun üzerine beþ kiþiden diðerleri de Zübeyr'in sözlerine ben­zer þeyler söylediler. Hemen Mut'ým bin Adiyy yerinden kalkarak doðruca, Hâþim ve Muttalib Oðullarý Mahallesine giderek, orada bulunanlara çýkýp evlerine gitmelerini söylediler. [38]

 

Ýbretler Ve Öðütler
 

Bu zalim ambargo, Resûlullah'm ve Ashabýnýn üç yýl boyunca karþýlaþtýðý sýkýntý ve þiddetin zirvesini teþk.l eder. Okuyucu, Hâþim ve Muttalib Oðullan müþriklerinin, sýkýntýlara katlanma konusunda müslümanlarla beraber olduklarýný, Resûlullah'ý terketmeye razý ol­madýklarýný görmüþtür.

Bu müþriklerden ve onlarýn bu tür davranýþlarýndan söz etmek Ýstemiyoruz. Zaten onlarý buna sevkeden âmil, akrabalýk taassubu ve kendilerine de bulaþan zilleti ortadan kaldýrma duygusu olmuþ­tu. Þayet onlar, Hâþim ve Muttalib Oðullarýnýn dýþýndaki Kureyþ müþrikleri ile Hz. Muhammed'in arasýndan çekilmiþ olsalardý, bir fýrsatýný gözetip hemen Hz. Muhammed'i inanç ve dine bakmadan öldürürlerdi.

Öyle ise onlar gönüllerinde besledikleri iki arzuyu birleþtirmeyi tercih ettiler:

1.  Arzu: Þirk üzerinde sebat ve Hz. Muhammed'in getirdiði ger-çeðe karþý direnmekte ýsrar etmek.

2.  Arzu:  îster hak,  ister  bâtýl  üzere  olsun  yakýný,  yabancýnýn zulmünden ve saldýrýsýndan korumaya çaðýran hamiyyet duygusuna uymak.

Baþlarýnda îlesûlullah olmak üzere, müslümanlan bu duruma sabretmeye zorlayan faktör; Allah'ýn emrine uymak, dünyaya kar­þý âhireti tercih etmektir. Onlarýn nazarýnda dünya; Allah'ýn rýza­sýnýn yanýnda sözünü etmeye deðmeyecek kadar basittir.

Bir kýsým îslâm düþmanlarýnýn þöyle konuþtuklarý duyulur: Hz. Muhammed'in da'vetinin ardýnda, Muttalib ve Hâþim Oðullarý mil­liyetçiliði yatmaktadýr!

Kureyþ müþriklerinin müslümanlara karþý uyguladýklarý boykot­taki olumsuz tavýrlarý buna delildir!

Aslýnda bu sözler açýkça bir safsatadýr. Þeklen bile olsa, her­hangi bir mantýk örgüsüne dayanmamaktadýr.

Bu itibarla, bir yabancý elin Hz. Muhammed'e uzanmasýnda ve­ya içeriden birinin ona kötülük yapmaya kalkýþmasýnda; câhiliyyet taassubunun, Hâþim ve Muttalib Oðullarýný yeðenlerinin hayatýný kurtarmaya sevketmesi çok normaldir.

Câhiliyyet hamiyyeti, akrabalýk duygusunun bu gibi bir taas­suba sevkettiði vakit hiçbir prensibe, kaideye bakmaz. Bu konuda hak veya bâtýl ile etkilenmez. O, sadece bir asabiyettir. Asabiyyetin dýþýnda baþka birþey deðildir.

Þundan dolayý, Resûlullah'ýn akrabalarýnda, görünüþe göre, iki tezat sýfatýn bulunmasý imkân dahilindedir. Bunlardan biri; Resû-lulaah'ýn da'vetini inkar ve da'veti küçümseme. Öbürü ise; diðer müþriklere karþý ona yardým etme.

Bununla birlikte, Resûlullah'ý korumalarýnýn ardýndan, Peygam­berimiz için ne gibi bir fayda saðlanmýþtýr? Resûlullah'ýn ve asha­býnýn uðradýklarý iþkenceye, onlar da uðradýlar. Kureyþ müslüman^ lara ilân ettiði boykotun aynýsýný, hiçbir eksiitme yapmadan Hâþim ve Muttalib Oðullarýna da ilân etti.

Akrabalarýnýn Resûlullah'ý korumalarý, da'vetini korumak an­lamýna gelmez. Bu himaye yalnýzca onun þahsýna aittir. Bu himaye, müslümanlar tarafýndan, düþmanýn tuzaðýný bozma, kâfirleri yen­me ve cîhad etme metodlanndan biri gibi kârlý bir iþ yapma imkâ­nýna sahib olsaydý, þübhesiz ki bu, beðenilen bir gayret, tutunula-cak bir yol olurdu.

Resûlullah ve Ashabýna gelince; onlarý bu dar boðazda tutan þey neydi, acaba? Bu zor duruma katlanmanýn ardýndan ne gibi bir sonucu umuyorlardý?

Hz. Peygamber'in risâletini, Ashabýnýn ona inanmasýný sol bir devrim olarak yâni; fakir ve yoksullarýn zenginlere karþý ayaklan­malarý olarak yorumlayan kiþiler, bu sorulara ne ile cevab verecek­ler?!

Müþriklerin, Hz. Peygamber'e ve müslümanlara uyguladýklarý zulüm ve iþkencelerin bir halkasýný sunmuþ olduk. Bu zulüm ve iþkencelerin tümünü düþünerek onlarýn ýþýðýnda þu soruya cevab aramak lâzým. Soru þu: Mekke tüccarýna ve Mekke'deki iktisadî fa­aliyetleri yürüten zenginlere karþý  duyulan kinin öncülük yaptýðý ye açlýðýn ilham ettiði iktisadi bir devrimin, Ýslâm Da'veti olduðunu iddia etmek nasýl doðru olur?

Müþrikler, Ýslâm'a da'vetten vazgeçmek þartýyla, Peygamberi­mize, mal-mülk ve baþkanlýk teklif etmiþlerdi. Resûlullah buna ni­çin razý olmadý? Resûlullah'ýn ashabý, - madem ki gayeleri karýn­larýný doyurmaktýr- Kureyþ'in teklifini kabul etmesi için niye Re-sûlullah'ý buna zorlamadýlar?

Hiç sol bir devrimi yapanlar, ceplerine girecek paradan elleri­ne geçecek egemenlikten daha fazla birþey isterler mi? Hz. Peygam-ber'e ve ashabýna, kavmiyle arasmdaki her türlü iktisadî ve içtimai münâsebet yollarý kapatýlmýþtý. Ellerine geçecek ne bir ticari eþya, ne de; evlerine girecek herhangi bir gýda maddesi býrakýlýyordu. Hat­tâ aðaç yapraklarýný yemeye kadar vardýlar. Onlar yine bu duruma sabrediyor ve peygamberler ini içtenlikle seviyorlardý. Bir lokma ek­mek için içinde ihtilâl arzusu dalgalanan kiþiler böyle mi yapar?

Hz. Peygamber ve ashabý Medine'ye hicret ederken, çeþitli mal ve mülklerini býrakýp, Medine'nin yolunu tuttular. Mala karþý bes­ledikleri arzularýn tümünden sýyrýldýlar. Allah'a olan imanlarýndan, dolayý, bir karþýlýk beklemediler. Arkalarýnda býraktýklarý mülke, ter-kettikleri dünya malýna hiçbir kýymet vermediler. Ýslâm Da'veti'nin, bir lokma yiyecek için yapýlan sol bir ihtilâl olduðuna, hiç delil olur mu bunlar?!

Bazan bu kiþiler kendi düþüncelerine, þu aþaðýdaki iki mülâha­zayý delil gösteriyorlar:

1— Hz. Peygamber'e Mekke'de inananlarýn ilk grubu, genellik­le, fakirlerden, kölelerden ve kimsesizlerden oluþmaktaydý. Bu du­rum, onlarýn sýkýntýlarýný gidermek için Hz. Muhammed.'e uydukla­rým gösteriyor, yâni bir delildir. Bu fakir müslümanlar, yeni dinin gölgesinde kendilerine daha iyi bir iktisadi  gelecek saðlayacakla­rým umuyorlardý. Bu da, yine bir delildir.

2— Bu fakir müslümanlara, çok geçmeden dünyanýn ufuklarý açýldý. Mal ve servet, onlara âdeta koþtu. Resûlullah'ýn hareketi, bu gayeye varmayý hedef edinmiþti. Bu da bir delildir.

Bu kiþilerin, bu iki varsayýmla iddialarýna delil getirdiklerini kavrayýnca, düþüncelerinin nasýl bir hayal mahsûlü olduðunu daha iyi anlarýz.

Hz. Peygamber'in ilk arkadaþlarýnýn, çoðunlukla fakir ve köle­lerden olduðu doðrudur. Fakat bu hakikat ile þu vehim ve hayal mahsûlü düþünce arasýnda herhangi bir alâka veya münâsebet mev­cut deðil. Çünkü bir nizam halk arasýnda adalet mekanizmasýný ça­lýþtýrmak da, zalim, mütecaviz ve gaddarlarýn elini kýrmakta ise; hayatlarým zulüm ve gaddarlýkla sürdürenlerin ona tavýr almasý hattâ harb açmasý tabiidir... Çünkü bu þeriat onlara yaðma ve be­leþ kazanç yerine malî sorumluluk yüklemektedir. Yine zayýflarýn ve ezilmiþlerin böyle bir nizama koþmasý tabiîdir. Hattâ sömürü ve vurgunculukta hesabý olmayan her insanýn da ona itibar etmesi ka­çýnýlmazdýr. Çünkü bu þeriat onlara yaðma ve vurgun deðil helâ-lýndan nimet takdim etmektedir. Yahut en azýndan, bu nizam o tip insanlara angarya ve fuzuli yük yüklemiyor da, ondan raðbet ediyorlar...

Resûlullah'm etrafýnda bulunanlarýn tümü, onun hak üzere bu­lunduðunu, Allah tarafýndan gönderilmiþ bir elçi olduðunu kesin­likle kabul ediyorlardý. Fakat Kureyþ liderlerinin içinde, onun ge­tirdiði hakikati kabullenmeye engel teþkil edecek duygular vardý. Ama fakir müslümanlann ise, inandýklarýna boyun eðmeye engel olacak duygularý yoktu.

Her araþtýrmacýnýn anlayacaðý bu hakikat ile, bu kiþilerin id­dialarý arasýnda bir baðýntý var mý hiç?

Resûlullah'm îslâmi da'vette tak:p ettiði stratejinin; müslüman-larýn çeþitli servet kaynaklarýný ele geçirmelerini, krallarýn taht­larýna konmalarýný, egemenliklerini ellerinden almalarýný, hedef edin­diði hususuna gelince, - ki müslümanlann buna daha sonra fiilen ulaþtýklarýný delil gösteriyorlar- vallahi, bu konu, doðu ile batýyý birleþtirmeye gayret göstermek gibi birþeydir. Bu ise imkânsýzdýr.

Müslümanlar, müslümanhklarýnda sadýk kalarak kýsa bir za­man içinde, Ýran ve Bizans topraklarýný ellerine geçirmiþ iseler; bu hiç onlarýn, Bizans ve Ýran'ýn tahtýný ele geçirmek maksadýyla müs-lüman olduklarýna delâlet eder mi?

Eðer onlar, Ýslâmlýklarýnýn arkasýnda, ne olursa olsun dünya nimetlerinden birine kavuþmayý, gaye edinselerdi, elbette bu fetih­ler gerçekleþemezdi. Bu fetihlerin mucize olacak bir tarafý da kal­mazdý.

Hz. Ömer (r.a.) Kadisiye ordusunu hazýrlayýp, komutaný Sa'd b. Ebi Vakkas'ý uðurlarken, Kisrâ'mn hazinelerine göz dikseydi ve onun tahtý gibi bir tahta oturmayý ve Kisrâ gibi bolluk içinde ya­þamayý arzu etseydi; ordu komutaný Sa'd (r.a.) eli boþ ve yenilgi­ye uðramýþ olarak geri dönerdi. Ama onlar, Allah'ýn dinine yardým

etmek için cihad konusunda Allah'a verdikleri söze sadýk kaldýlar. Allah da onlarýn bu sadakati arýndan dolayý, kendilerine hiç bekle­medikleri zenginlikleri ve hâkimiyeti ellerine geçirmeyi nasîb etti. Kadislye savaþýnda müslümanlarýn gayesi, servete kavuþmak, ni­metler içinde yüzmek ve hayatýn tadýný çýkarmak olsaydý; Rýb'i bin Âmir, lükse boðulmuþ çadýrý küçümseyerek Rüstem'in yanýna gir­mezdi. Mýzraðýnýn ucuyla, yerdeki halýya ve kýymetli yastýklara bas­mazdý. Rüstem'e de: «Eðer Ýslâm'ý kabul ederseniz, sizleri serbest bý­rakacaðýz, mallarýnýzý ve arazilerinizi de size terkedeceðiz!» demez­di. Mah-mülkü, topraðý ele geçirmek için gelen bir adam hiç böy­le konuþur mu?

Gerçekten Allahü Teâlâ, tüm dünyanýn mukadderatýný onlara vermiþti. Çünkü onlar bunu hiç düþünmemiþlerdi. Onlarýn düþün­cesi, yalnýzca Allah'ýn rýzâsýný kazanmaya yönelikti. Eðer onlar, cihad ederken bu gayeleri hedef edinselerdi, hiçbir þeye ulaþamaz­lardý.

Bunlarla ilgili mes'ele yalnýzca Allah'ýn kanununun gerçekleþ­mesiyle ilgilidir. Bu konuda Yüce Allah þöyle buyuruyor;

«Biz de istiyorduk ki, o yerde, ezilmekte olanlara lütuf yapa­lým .onlarý hayýrda önderler yapalým ve kendilerini (Fir'avun'un ye­rine) mirasçýlar kýlalým» (Kasas, âyet: 5). Her akýl, bu kanunu, ko­laylýkla kavrayabilir. Yalnýz bir þartla. O da: bu aklý taþýyan kiþi­nin, herhangi b"r arzu ve gayeye köle olmaktan baðýmsýz olmasý lâ­zým. [39]

 

4- Ýslâm'da Ýlk Hicret
 

Resûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem, Ashabýnýn karþýlaþtýðý musibetleri görünce ve onlarý korumaya, onlara yapýlan iþkencele­re engel olmaya güç yetiremeyince, onlara þöyle buyurdu: «Siz Ha­beþistan'a gitseniz iyi olur. Habeþ hükümdarýnýn yanýnda hiç kim­se zulme uðramaz. Orasý emniyetli bir ülkedir. Allah sizi belki ora­da ferahlýða kavuþturur».

Bunun üzerine müslümanlar fitne çýkmasýndan çekinerek ve dinlerini muhafaza için Allah'a sýðýnarak, Habeþistan'a gitmek üze­re yola çýktýlar. Ýslâm'da ilk hicret, bu oldu. Muhacirlerin baþta ge­lenleri arasýnda:

Osman bin Affan ve Hanýmý (Hz. Peygamber'Ýn kýzý) Rukýyye,

Ebû Huzeyfe ve Hanýmý,

Zübeyr bin Avvam,

Mus'ab bin Umeyr,

Abdurrahman bin Avf gibi sahâbe-i kiram bulunmaktaydý. Böy­lece Habeþistan'da toplanan sah&bllerin sayýsý 80 küsur kiþiye var­mýþtý[40].

Kureyþ müþrikleri, bu olup bitenleri görünce, hemen Abdullah bin Ebî Rebia ile Amr bin Âs'ý (henüz müslüman olmamýþtý) Habeþ Kralý Necaþi'ye gönderdiler. Bu iki elçi yanlarýnda Krala ve etrafýn­daki yüksek rütbeli subaylarla, bir kýsým devlet büyüklerine sunul­mak üzere birçok hediyeler götürdüler. Gayeleri, Necaþî'den, yanýna sýðýnmýþ olan bu müslümanlarý kabul etmemesini ve onlarý tekrar düþmanlarýna teslim etmesini rica etmekti.

Ýki elçi, bu konuda Necaþî ile konuþunca esasen Necaþî ile ko­nuþmadan önce onlar, komutanlarla konuþup getirdikleri hediyeleri onlara takdim etmiþlerdi. Necaþî, müslümanlarla bu yeni din hak­kýnda konuþmadýkça onlardan hiçbirini kendilerine teslim etmeyi kabul etmedi. Kureyþ elçileri, Necaþî'nin huzurunda iken müslü­manlar da onun yanma getirildiler. Necaþi onlara: «Kavminizle ara­nýzýn açýlmasýna sebeb olan bu din nedir? Halbuki siz, ne benim dinime, ne de diðer milletlerden herhangi birinin dinine girdiniz» diye sordu.

Necaþi'nirý huzurunda konuþmak için Ca'fer bin Ebû Tâlib se­çilmiþti. Ca'fer, NecaþÝ'ye hitaben: «Ey Hükümdar! Biz cahil bir millettik. Putlara tapardýk. Lâþeleri yerdik. Her kötülüðü yapardýk, iþlerdik. Akrabalarýmýzla münâsebetlerimizi keserdik. Komþularý­mýza kötülük yapardýk. Kuvvetli olanlarýmýz, güçsüz olanlarýmýzý ezerdi.

Yüce Allah, bize kendimizden soyunu sopunu, doðruluðunu eminliðini, iffet ve nezahetini b'lip tanýdýðýmýz bir peygamber gön-derinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik. O peygam­ber, bizi Allah'a, Allah'ýn birliðine inanmaya, O'na ibâdete, bizim ve atalarýmýzýn Allah'tan baþka tapýnageldiðimiz taþlan ve putlarý býrakmaya da'vet etti. Doðru sözlü olmayý, emanetleri yerine ge­tirmeyi, komþularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmek­ten sakýnmayý bize emretti. Her türlü ahlâksýzlýktan bizi nehyetti... Biz de onu tasdik ve ona iman ettik. Onun Allah'tan getirip, teblið eylediði þeylere tâbi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düþman ke­sildi. Zulmetti. Bizi dinimizden döndürmek, Allah'a ibâdetten vaz-geçirip tekrar putlara taptýrmak için türlü iþkencelere ve mihnet­lere uðrattýlar. Bizi periþan edip çeþitli zulüm ve iþkencelere uðra­týp, iyice sýkýþtýrýnca biz de senin ülkene sýðýndýk. Seni baþkalarýna tercih ettik. Senin himayene ve komþuluðuna can attýk. Senin ya­nýnda zulme, haksýzlýða uðramýyacaðýmýzý ummaktayýz»  dedi.

Bu sözler üzerine, Necaþî, Ca'fer'den Hz. Peygamber'in Allah katýndan getirdiði Kur'an'dan blrþeyler okumasýný istedi.

Hz. Ca'fer (r.a.), Meryem sûresinin baþýndan bir miktar oku­du. Necaþi kendisini tutamayýp, sakalý ýslanýncaya kadar aðladý. Sonra onlara þöyle dedi: «Gerçekten bu, tsâ Aleyhisselâm'in getirdi­ði ayný kandilden fýþkýrmýþ bir nurdur» dedi. Kureyþ elçilerine dö­nüp: «Gidiniz, vallahi, ben ne onlarý size teslim ederim, ne de onlara bir kötülük düþünürüm» dedi.

Kureyþ elçileri gelip, Necaþi'ye: «Ey Hükümdar! Onlar Meryem oðlu îsâ'ya aðýr bir söz söylüyorlar. Onlara adam gönderip îsâ için ne söylediklerini bir sor» dediler. Necaþi, Hz. îsâ hakkýndaki dü­þüncelerini sormak üzere muhacirlere adam gönderdi: Hz. Ca'fer bin Ebû Tâllb gelip: «Biz, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bize getirdiðini söyleriz. Peygamberimiz, Îsâ hakkýnda þöyle diyor: «O, Allah'ýn kulu, ruhu, dünyadan ve erden vazgeçerek kendini Al­lah'a adamýþ bir kýz olan Meryem'e ilkâ eylediði kelimesidir» dedi. Hz. Ca'fer'in bu sözleri üzerine Necaþi elini yere uzatýp, yerden bir saman çöpü aldý ve: «Vallahi, Meryem oðlu îsâ da zaten, sizin söylediðinizden fazla birþey deðildir. Arada bu çöp kadar bile fark ,yoktur!» dedi. Sonra elçilerin hediyelerini kendilerine iade etti ve kendi ülkesine sýðýnmýþ olan müsîümanlarý daha fazla koruyacaðý­ný belirtti. Elçiler de eli boþ olarak Kureyþ'in yanma döndüler.

Bir zaman geçtikten sonra, Habeþistan'daki muhacirlere, Mekke halkýnýn müslüman olduðu haberi ulaþtý. Onlar da bu haber üzeri­ne ülkelerine geri döndüler. Mekke'ye yaklaþtýklarý vakit, Mekke halkýnýn müslümaniýðý kabul etmeleriyle ilgili duyduklarý haberin asýlsýz olduðunu öðrendiler. Muhacirler ya gizlice veya bazý müþ­riklerin himayesi altýnda Mekke'ye girebildiler. Onlarýn toplamý otuzüç erkekten ibaretti. Bunlarýn arasýnda altý tane de kadýn var­dý. Böylece sayýlarý 39'a yükselmiþ oluyor. Bir kýsmý Osman.bin Maz'un'un, bir kýsmý da Velid bin el-Muðîre'ntn himayesinde Mek­ke'ye girdiler. Ebû Seleme de Ebû Tâlib'in himayesinde Mekke'ye girdi. [41]

 

Ýbretler Ve Öðütler
 

Müslümanlarýn Habeþistan'a hicret etmeleri olayýndan üç tane önemli iþaret çýkarýyoruz:

Birinci Ýþaret: Hakikaten din müessesesi, dine sarýlma ve dinin direklerini ayakta tutma, her türlü gücün kaynaðý ve esasýdýr. Din her türlü mal, mülk ve hürriyet hakkým ve þerefini korumak için bir surdur, hisardýr. Bunun için Ýslâm da'vetçilerinin ve mücahidlerinin baþta gelen ödevleri dini ve dinin prensiplerini korumak için bü­tün imkânlarýný seferber etmek, inancý korumak ve kalblere iyice yerleþtirmek için de, yeri-yurdu, malý ve caný vasýta yapmaktýr. Hat­tâ inanç uðrunda bunlarý feda etmek gerektiði zaman, hepsini fe­da etmek farz olur.

Zira din ortadan kaybolunca veya yenik düþünce artýk onun ardýndan ne yerin-yurdun, ne de mahn-mülkün bir yararý olur. Bi­lâkis onun arkasýndan yine bunlarýn gitmesi çok çabuk olur. Ama dinin durumu güçlü, dayanaklarý toplumda dimdik, inanç prensip­leri de kalblere iyice kök salmýþ ise, onun yolunda gitmiþ olan, ma­lýn, yerin ve yurdun tümü geri döner... Hattâ, basiret, þeref ve kuv­vet surlarý bunlarý koruduðu için eskisinden daha güçlü olarak ge­ri döner.

Tarihin akýþýna göre, Allah'ýn kanunu dünyada þöyle cereyan etmiþtir: Maneviyatý kuvvetli olanlar, kazançlarýný ve maddî güç­lerini daha iyi korumuþlardýr. Bir millet, ahlâki bakýmdan zengin, inanç yönünden dürüst, sosyal prensipler bakýmýndan saðlam ise; o milletin birbirine olan baðý daha saðlam, kalýcýlýðý daha köklü, her yönü daha güçlü olur. Bir millet de, ahlâki bakýmdan fakir, inanç yönünden zayýf, sosyal düzen ve prensipler bakýmýndan eðri ve çarpýk ise-, o milletin maddi saltanatý çöküntüye, maddî kazanç­larý da zevale doðru gidiyor demektir.

Bazan inanç konusunda bir milletin doðru yoldan uzaklaþmýþ, ahlâkî ve sosyal seviyesinin düþmüþ olduðuna rastlamak mümkün­dür. Bununla birlikte o millet, maddi saltanatý ve gücü yönünden ayakta durmaktadýr. Fakat o millet gerçekte korkunç bir felâkete doðru yuvarlanmaktadýr. Bu gidiþin hareketini ve sür'atini duyma­manýn asýl sebebi; tarihin ve çaðlarýn ömrünün uzunluðu karþý­sýnda, insan hayatýnýn kýsa oluþudur. Bu gibi hareketi ancak tari­hin uyanýk gözü görür, yanýlan ve gafil olan insanýn gözü deðil...

Bazan yine, saðlam inancý koruma uðrunda ve düzgün bir sos­yal nizamý kurma yolunda maldan, servetten ve vatandan oluþan maddi dayanaklarýnýn tümünü yitirmiþ bir millete rastlamak müm­kündür. Fakat bu kýsa bir dönemdir. Sonunda bu saðlam akide üe ona baðh olan ahlâk ve sosyal nizamýn sahipleri; ellerinden alýn­mýþ vatanlarýný, gasbedllmiþ mallarým tekrar ellerine geçirirler. Es­ki kuvvetleri daha fazlasýyla kendilerine geri gelir.

tnsan hayatýnda ve dünyada bunun en güzel þekli ancak Ýs­lâm inancýnda bulunmaktadýr. O da Allah'ýn yeryüzündeki kulla­rýna gönderdiði kendi dinidir. Âdil ve dürüst sosyal bir nizam da, yine ancak Ýslâm nizamýnda bulunmaktadýr. Bunun için îslâm'a da'vetin esasý, onun uðrunda malý, vataný ve hayatý feda etmek ol­muþtur. Müslümanlar ancak bununla malý, vataný ve hayatý kendile­rine garanti edebilirler!..

Ýslâm'daki hicret prensibi bunun için meþru olmuþtur. Resû-lullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Ashabýna - müþriklerin eziyetin­den dolayý kendisiyle birlikte onlarýn üzerine bir fitne kopacaðý korkusu ortaya çýktýktan sonra - hicrete ve vataný terketmeye izin verdi.

Herkes bilir ki, bu hicret din uðrunda çekilen azab ve iþken­celer arasýnda en zorundan bir iþtir. Hicret hakikatta, iþkence ve eziyetten dolayý kaçmak deðil, aksine zafer ve kurtuluþa gelinceye kadar, çileyi deðiþtirmektir. Yine bilinen bir gerçektir ki, o vakit Mekke, Dâr-i Ýslâm deðildi ki, akla þöyle bir soru gelebilsin: Saha-be-i Kiram nasýl Ýslâm diyarýný terkedip canlarým kurtarmayý arzu , ederek bir kâfir memleketine sýðýndýlar?

Mekke, Habeþistan ve diðer yerler o zaman, müsavi idi. Bir sahâbi için o yerlerden hangisi dinin icaplarýný yerine  getirmeye ve dînin: yaymaya daha yararlý ise ikamet için orasý ona daha uy­gun oluyordu.

Dâr-ý Ýslâm'dan hicretin hükmü ise, farz, caiz ve haramlýk ara­sýnda deðiþiklik arzeder. Bir müslümanýn yaþadýðý yerde, namaz, oruç, ezan, hacc gibi Þeâir-i îslâmiye'yi yerine getirme imkâný ol­madýðý zaman, oradan hicret etmesi farz olur. Bir müslümanýn, ya­þadýðý ülkede kendisini sýkýntýya sokan bir belâ baþýna gelirse, o vakit, bir baþka Ýslâm ülkesine hicret etmesi caiz olur. Yine bir müs­lümanýn ülkesini terk etmesi, Islâmi farzlardan birinin ihmalini ge­rektiriyor ve o farzý yerine getirecek bir baþkasý da bulunmuyorsa, o zaman hicret haram olur[42].

Ýkinci Ýþaret: Bu iþaretten, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Hz. îsâ (a.s.)'nm getirdikleri arasýnda bulunan gerçek alâkayý öðreniyo­ruz. Necaþi, Hz. Ýsa'nýn dini üzere amel etmiyordu. Sam.mî bir Hris-tiyandý. Hristiyanlýðý terkedip baþka bir dine geçmeyiþi; akideleri Ýncil'e ve Hz. Ýsa'nýn getirdiklerine ters düþen müþrik elçilere yar­dým etmeyiþi, samimiyetinin bir gereðiydi.

Yâni Ýncil'e ve Hz. Ýsa'ya baðlý olduklarýný savunan bugünkü hrisUyanlarýn: -tsâ Allah'ýn oðludur. O, üçün üçüncüsüdür» gibi sözleri doðru olsaydý; þübhesiz ki, Necaþi bu söze sarýlarak, müs-lümanlann sözünü reddeder; Kureyþ elçilerine, geldikleri konuda yardýmcý olurdu.

Fakat biz Necaþî'nin; Hz. Ýsa'nýn hayatýyla ilgili Kur'an'ýn ver­diði bilgilere ve Kur'an âyetlerinden dinlediði þeylere þu sözüyle açýklama getirdiðini görüyoruz : Necaþi: «Hz. îsâ'nýn getirdiði þey­lerle, bu Kur'an âyetleri ayný kandilden fýþkýran bir nurdur» demiþ­tir. Necaþî bu sözünü, etrafýnda bulunan ehl-i kitab bilginleriyle yüksek düzeydeki görevlilerinden oluþan bir dinleyici grubunun hu­zurunda söylüyor.

Bu durum, bütün peygamberlerin sadece tek inancý (iman esas­larýný) getirdiklerini ve inanç hususunda birbirinden kýl payý bile ayrýlmadýklarým te'kid ediyor. Ve yine ehl-i kitabýn kendi aralarýn­daki ihtilâflarý (Cenâb-ý Hakk'm da buyurduðu gibi) baþka birþey-den dolayý deðil de, ancak onlara ilim geldikten sonra, kendi ne­fislerinden doðan ihtiras yüzünden meydana geldiðini te'yid edi­yor.

Üçüncü Ýþaret: Müslümanlarýn, ihtiyaç duyulduðu zaman, gayr-ý müsYým\erýn himayesine girmeleri caizdir. Himayelerine girilen kiþi Necaþî gibi - ki o vakit Hristiyandý, sonradan Müslüman oldu -ister ehl-i kitabtan[43] olsun, isterse müþriklerden biri olsun eþittir. Nitekim müslümanlar Habeþistan'dan geri geldikleri vakit; Ebû Se­leme, Peygamberimizin amcasý Ebû Tâlib'in himayesinde Mekke'ye girdiði gibi, diðerleri de baþka müþriklerin himayesinde girmiþti. Yi­ne Resûlullah (s.a.v.) TâTden geri döndüðü zaman Mut'ým bin Adiyy'-in himayesinde þehre girmiþti.

Bu gibi bir himayenin; islâm da'vetini zor duruma düþürecek veya bir kýsým dini hükümleri deðiþtirebilecek ya da bazý haram­larýn iþlenmesine göz yumduracak þekilde olmamasý þart koþulmuþ­tur. Aksi takdirde, bir Müslümanýn bu tür bir himayeye girmesi caiz deðildir. Ebû Tâlib'in Itesûlullah'tan, müþriklerin putlarýna ha­karet etmemesini, güç yetiremediði þeyi kendisine yüklememesini ve kendisinin yakasýný býrakmasýný istediði zaman; Resûlullah (s.a. v.)'m o vakit amcasýnýn himayesinden çýkmaya karar verdiðini açýk­lamasý yâni kendisine farz olan b'rþey karþýsýnda susmayý kabul et­memesi, buna açýk bir delildir. [44]

 

5- Allah Resulüne Gelen Ýlk Heyet
 

Resûlullah ve Ashabý karþýlaþtýklarý iþkence ve eziyetin ezikli­ði içinde iken; Ýslâm'ý öðrenmek için Mekke dýþýndan ilk olarak, Resûlullah'a bir hey'et geldi Sayýlarý otuz kadardý. Onlar, Ca'fer bin Ebî Tâlib'in, Mekke'ye dönüþünde onunla birlikte gelmiþlerdi. Bu misafir topluluk gelip ResûluIIah'ýn yanma oturunca ve onun özelliklerini, hâllerini yakýndan tanýyýp, kendilerine okunan Kur'ân'ý KerÝm'i dinleyince; hemen hepsi birden iman ettiler. Bunu öðrenen Ebû Cehil, doðru yanlarýna gelip onlara þöyle dedi;

«—Biz sizden daha akýlsýz bir topluluk görmedik. Kavminiz si­zi, bu adamýn durumunu öðrenesiniz diye gönderdi. Onun yanýnda oturup, dinlenmeden, sözlerine iyice kanaat getirmeden, siz hemen dininizden ayrýlýp onun söylediklerini tasdik ettiniz». Onlar da, Ebû Cehil'in bu sözleri üzerine :

«—Biz size esenlikler dileriz. Sizin yaptýðýnýz cahilliði, biz si­ze karþý yapamayýz. Bizim kanaatlerimiz bize, sizinki ise sizedir. Cahillerin sözüne bakýp da, bize yönelmiþ olan hayýrdan dönmeyiz» dediler. Kur'ân-ý Kerim'in þu âyetleri onlarýn hakkýnda idi: «Bun­dan önce, kendilerine kitab verdiðimiz nice kimseler vardýr ki, on­lar buna (Kur'an'a) inandýlar. Onlara Kur'an okunduðu zaman (Bu­na inandýk. Þübhe yok ki, bu Rabbýmýzdan gelen bir hak ve gerçek­tir. Hakikaten biz bundan önce de, Ýslâm'ý kabul etmiþ kimselerdik!) dediler. Ýþte bunlara sabýr ve sebatlarýndan dolayý mükâfatlan iki kat verilecektir. Bunlar kötülüðü iyilikle savarlar. Kendilerine ver­diðimiz rýzýktan hayra sarfederler. Bunlar yaramaz lâkýrdý iþitince, ondan yüz çevirdiler de: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Size selâm olsun. Biz cahillerle ilgilenmeyiz,  dediler[45]».

 

Ýbretler Ve Öðütler
 

Bu hey'et olayýnda dikkatimizi çekmesi gereken iki husus var:

Birinci Husus: Müslümanlarýn iþkence, eziyet, boykot ve her tür­lü sýkýþtýrmaya göðüs gerdikleri bir sýrada; Ýslâm'ý öðrenmek, Resû-lullah ile buluþmak için bu hey'etin Mekke'ye geliþinde; Ýslâm da'-vetçilerinin, yollarýnda daðýlmak nedir bilmeyen musibetlere ve elem­lere göðüs germeleri gerektiðine, zayýflama, býrakýp gitme ve ümit­sizliðe kapýlma gibi bir tutumun caiz olmadýðýna açýkça iþaretler vardýr. Yukarýda da dediðimiz gibi, iþkence ve zulme uðrama, ba­þarýya ve zafere ulaþmak için, mutlaka girilmesi gereken bir yol­dur. Hristiyanlardan sayýlarý otuzu aþkýn bir hey'et Mekke'ye gel­di. (Sayýlarýnýn kýrkýn üzerinde olduðunu söyleyenler bile vardýr). Onlar yeni da'vete karþý sevgilerini bildirmek için geldiler. Ýslâm düþmanlarý müslümanlarý ne kadar sikýþtýrýrlarsa sýkýþtýrsýnlar, ne kadar iþkence yaparlarsa yapsýnlar; müslümanlara ne kadar eziyet ederlerse etsinler, ne kdar onlarla alâkalarýný kesip boykot eder­lerse etsinler, ne kadar onlarýn aleyhine toplantý yaparlarsa yap­sýnlar; onlarýn bu da'vetin meyve vermesine engel olamýyacaklarmý, yeryüzünün doðusuna ve batýsýna yayýlmasýný önleyemeyeceklerini lisan-ý halleriyle açýklamak için deniz ötesinden Allah Resûlü'ne gel­diler... Sanki Ebû Cehil bu hakikati sezmiþti de o hakikatin etkisi nefsinde ve bu hey'efn yüzüne karþý söylediði kin kusan kelimeler­de kendini göstermiþtir. Fakat Ebû Cehil'den ne yapmasý beklenirdi ki? Onun ve onun gibilerin yapabilecekleri þeyler sadece müslüman-larýn baþýna zulüm ve iþkence yaðdýrmak. Ama da'vetin hedefine varmasýna ve meyvesini vermesine engel olamazlar.

Ýkinci Husus: Bu hey'et fertlerinin inandýklarý imanýn türü ne­dir? Bu iman, küfür karanlýklarýndan nura çýkan kiþinin imaný mý­dýr?

Gerçek þudur ki, onlarýn imanlarý, eski inançlarýnýn devamýn­dan ve sýmsýkýya tutunduklarý dinin ve inancýn gereði olarak Ýs­lâm'a girmekten ibaretti. Hakikaten onlar (siyret nakilcilerinin kesin olarak açýklamalarýna göre) Ýncil ehli idiler, Ýncil'e iman ediyorlar ve onun hidâyeti üzere yürüyorlardý. încü Ýsa (a.s.)'dan sonra ge­lecek olan peygambere uymayý emredince ve o peygamberin özel­liklerinden, bir kýsým sýfatlarýndan bahsedince; artýk bu peygambe­re, yâni Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a iman etmek devam eden imanýn, gereði olmuþtu.

O halde bu hey'et fertlerinin Resûlullah'a iman etmeleri, birin­den diðerine tercih sebebiyle bir dinden diðer bir dine geçiþ iþlemi deðildir. Zaten onlarýn Peygamberimize iman etmeleri, Hz. Ýsa'ya verpna indirilene imanýn devamý olmuþtu. Âyette geçen onlarýn þu sözlerinin mânâsý da budur. Âyet þudur: «Kendilerine Kur'an oku­nunca (Biz ona inandýk ve þübhe yok ki, bu Rabbýmýzdan gelen bir hak ve gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de Ýslâm'ý kabul et­miþ kimselerdik) dediler». Yâni bizler müslümandýk ve Hz. Mu-hammed'in da'vet ettiðine, onun peygamber olarak gönderiliþinden önce de inanan mü'minlerdik. Çünkü încil ona inanmaya çaðýrý­yordu...

Isâ Aleyhlsselâm'ýn veya Mûsâ Aleyhisselâm'ýn getirdiði ilâhi hakikatlara gerçekten baðlanan kiþilerin tümünün durumu budur. Çünkü, Ýncil'e ve Tevrat'a inanmak, Kur'an'a ve Hz. Muhammed' (s.a.v.) Te inanmayý gerektirir. Bunun için Yüce Allah, Resûlü'ne, ehl-i kitabý Ýslâm'a da'vet ederken sadece kendi talebettikleri þey­lerin iman iddiasýnda bulunduklarý incil veya Tevrat'ta bulunan þeyleri tatbik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda þaný yüce Allah: «.Ey Resulüm, de ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat'ý, Ýncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereðince uygulamadýkça, siz hiçbir þey (din ve kanaat) üzerinde deðilsiniz[46]» diye buyurmaktadýr.

Bu durum, daha önce de açýklamýþ olduðumuz: «Hz. Âdem'in yaratýlýþýndan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönde­riliþine kadar, hak dinin tek olduðu, birden fazla olmadýðý» kanaati­ni te'kid etse gerektir.

Hakikaten, bir kýsým insanlarýn kullanmýþ olduðu, «semavî din­ler» tabiri anlamý olmayan bir terimdir.

Evet... Bunlar müteaddit semavi þeriatlardýr. Her semavi þeriat, kendinden önceki þeriatý yürürlükten kaldýrýr. Fakat genel anlam­da veya bir akideye ad olarak verilen «Þeriat» kelimesini birbirine karýþtýrmamamýz gerekir. [47]


[38] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 125-127.

[39] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 127-131.

[40] Ýbn Hiþâm'ýn Siyreti:  (l/330)nde zikrettiði gibi doðrusu budur. Bak: FethU'l-B.ýri.1/30.

[41] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 132-134.

[42] Bakýnýz:  Kurtubi Tefsiri:  5/350,  Îbmý'1-Ara.bl  Ahkâraü'I-Kur'an:   2/887.

[43] NecasÝ,  Resûlullah'a  inananlardan  olmuþtu.   Öldüðü  zaman   Peygamberimiz onun ölüm olayýný sahâbilerýne bildirmiþti. Sonra sahâbîlerle musallaya gidip, gýyabýnda cenaze namazý kýldýrdý. Bu olayý, Müslim rivayet etmiþtir

[44] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 134-137.

[45] Kasas sûresi, âyet: 52 - 55. Bu olayý, tbn Ýshâk ve Mukatil rivayet etmiþtir. Taberânî ise Said bin Cübeyr'den nakletmiþtir. Ýbn Kesir, Kurtubi ve Nisabu-rl'nin bu âyetleri tefsir ederken yaptýklarý rivayetlere bakýnýz.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 138.

[46] Mâide sûresi, âyet: 68.

[47] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 139-140.


radyobeyan