Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Hepimiz sorumluyuz By: sumeyye Date: 07 Ekim 2010, 15:29:13
Hepimiz Sorumluyuz

Müslüman’ýn aksiyonu da, sabrý da, ümidi de imanýndan kaynaklanýr. Onun inancýna göre, günler ALLAH’ýn (cc) elindedir ve dilediði gibi evirip çevirmektedir. O’nun (c.c.) bu tasarrufu ise, inananlarýn liyakatlerine göre deðiþmektedir. Bu yüzden muvakkat sýkýntý ve zorluk zamanlarýnda müminlerin dinde sabýr ve sebat göstermeleri gerekir.


Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i þeriflerinde þöyle buyurmuþtur: “ALLAH’ýn menettiði hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kur’a ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazýlarý geminin üst katýna, bazýlarý ise, geminin alt katýna yerleþirler. Geminin alt katýnda olanlar, susadýklarý zaman üst kattakilere uðrayarak, “kendi bulunduðumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek” derler. Bu durumda, eðer üst kattakiler, onlarý bu istekleriyle baþ baþa býrakýrlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkumdur. Eðer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur.” (Buharî, Þerike, 6)

Peygamberimizin (s.a.s.) bu hadis-i þeriflerinde, toplum bir gemiye benzetilir. Ýnsanlar da geminin içindeki birer yolcu misalidir. Bu geminin alt katýnda bulunanlar, su ihtiyaçlarýný gidermek bahanesiyle gemiyi delmeye yeltendiklerinde, þayet üst katta olanlar buna engel olmazlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Yani, bir kötülüðe sebep olanlar kadar, imkan ve sorumluluk dairesi içinde olduðu halde onu önlemeyip iþlenmesine göz yumanlar da sorumludur. Bu sebeple, iyiliði emretmek ve kötülüðü yasaklamak, bütün peygamberlerin gönderiliþ gayelerinden biri olmuþtur ve her Müslüman’ýn hayat felsefesini oluþturur. En azýndan Müslümanlardan bir grubun bu görevi îfâ etmesi, dînî bir sorumluluktur. Fasit daire karþýsýnda salih daire oluþturmaya çalýþma, bu sorumluluðun gereðidir.

Toplumlarý kemiren ve yok eden faktörlerin hepsi, Kur’ân terminolojisinde bir yönüyle zulüm kelimesiyle ifade edilir. Ayrýca iktisadî ve insanî boyutlarýyla fesat kelimesi, insanlýðýn bozulmasýna ve bir kaosa sürüklenmesine yol açan ahlâkî çözülme ve içtimaî tefessühle ilgilidir. Salâh ise, fesadýn zýddýdýr ve insan onuruna yaraþýr bir hayat oluþturma ameliyesidir. Maalesef bir çok müfsit insan, yaptýðý ifsadý salâh olarak göstermeye çalýþmaktadýr.

Kur’ân-ý Kerim’de, çoðu yerde iman ve salih amel peþ peþe zikredilir. Çünkü gerek ibadetlerde, gerek helal ve haramlarda, gerekse ahlâkî ve içtimaî nitelikli amellerde hep iman esas alýnýr. Belki de bu sebeple, Kur’ân-ý Kerimde ýsrarla ihlas ve samimiyetin önemine vurgu yapýlýr; ALLAH’tan sakýnma, korunma ve korkma anlamlarýna gelen “takva” ile, ALLAH’ýn her an gördüðü ve gözettiði þuurunu ifade eden “ihsan” müminlerin vasfý olarak ön plana çýkarýlýr.

Bunun tam aksi bir durum olarak, kalpleri hastalýklý olanlardan ve münafýklardan da bahsedilir. Münafýklarýn namaza tembel tembel kalkýþlarý anlatýldýðý gibi, içtimaî nitelikli amellerdeki ihmalleri de çoðu zaman iman zaafýna baðlanýr. Tembel tembel namaza kalkmak bir münafýk sýfatýdýr. Esasen, iman ve Ýslâm ayrýmý bu noktada yapýlýr.

Ýman deruni duyguyu, Ýslâm ise tezahürü ifade eder. Normalde iç ve dýþýn uyumlu ve ahenkli olmasý gerekir ve bu uyum “mümin müslim” sýfatýyla tanýmlanýr. Eðer kiþinin ibadet kategorisinde deðerlendirilen amelleri imanýndan kaynaklanmýyorsa, “münafýk” olarak adlandýrýlýr. Münafýklarýn Ýslâm toplumuna zararlarý fazla olduðu için, ahiretteki azaplarý da daha büyük olacaktýr. Yalnýz münafýk sýfatýnýn, üçüncü þahýslarý suçlamadan ziyade, öncelikle Müslümanlarýn vicdan muhasebesiyle ilgili olduðu unutulmamalýdýr.

Bilindiði gibi, ayet ve hadislerdeki münafýk tiplemesinde hep sýfatlar ve davranýþlar esas alýnýr. Bu sebeple, bu sýfatlarý her müminin kendisini devamlý sorgulayacaðý davranýþ kriterleri olarak deðerlendirmek mümkündür. Bu da, kiþilerin imanlarýyla doðru orantýlý olacaktýr. Büyük zatlarýn kendi nifaklarýndan endiþe etmelerini, elbette onlarýn kýlý kýrk yaran dînî hassasiyetlerinde aramak gerekir. Esasen toplumu ayakta tutan da, bu hassasiyettir. Çünkü, nefis sorgulamasýndaki ihmaller, topluma ve toplumla ilgili bütün sistemlere ergeç yansýyacaktýr. Sonuçta, ALLAH’ýn “Bir toplum kendinde olan durumu deðiþtirmedikçe, ALLAH o toplumda olan hali deðiþtirmez” (13/11; bkz. 8/53) hükmü iþleyecektir ki, buna tarih felsefesi de denebilir. Zaten, deðiþmez sosyal yasalarý ifade eden “sünnetullah” kavramý, Kur’ân-ý Kerim’de benzeri vakalar için kullanýlýr.

Dinimizde namaz, oruç, hac ve zekat ibadet kategorisinde deðerlendirildiði gibi, ALLAH yolunda gayret göstermek de ibadet kategorisinde deðerlendirilir. Bu özelliðiyle her Müslüman’ýn dinini hem yaþamasý hem de yaþatmasý için çabalamasý inancýnýn gereðidir. Elbette yaþatma ideali için maddî ve manevî gayret göstermek gerekecektir. Bu da, malla ve canla olacaktýr. ALLAH yolunda malla ve canla gayret gösterenler, ALLAH’ýn övgüsüne mazhar olur. Bu uðurda servet ve imkan sahibi Müslümanlarýn mazeret beyan etmeleri ise, yerilir.

Bazen müminlerden geride kalýp kadýnlar gibi oturanlar, bazen de münafýklardan baygýn baygýn bakan ve çeþitli bahaneler ileri süren tipler anlatýlýr. Bu tiplerin mevsimin sýcaklýðýna itirazlarý, evimiz açýk türü mazeretleri hep iman zaafýna baðlanýr. Bazen de Peygamberimizin (s.a.s.) seferlerinden birini, dönüþü olmayan gidiþ zannettikleri durumda, “Peygamber ölecek de, siz ölmeyecek misiniz?” þeklinde hakikati görmeye çaðýran ifadeler kullanýlýr ve “sanki ölüm insana kendi evinde bile gelmiyor mu?” ihtarý yapýlýr.

Ka’b b. Malik (r.a) gibiler ise, Tebük seferine katýlamadýðý için elli gün süreyle adeta cehennemî bir hayatý bu dünyada yaþamýþtýr. Kur’ân-ý Kerim’de onlarýn vicdan azaplarý, “olanca geniþliðine raðmen dünya onlara dar gelmiþti” (Tevbe, 9/119) ifadeleriyle tanýmlanýr.

Bu duyguyla sorumluluklarýný ifa eden inananlarýn, ahlâkî ve içtimaî davranýþlarýnda herhangi bir olumsuzluklarý olmasa bile, yine de, zaman zaman ideolojik suçlamalarla çeþitli tehditlere, hak mahrumiyetlerine, sürgünlere, hatta iþkencelere maruz kaldýklarý tarihî bir gerçektir. Zamanýn zorba güçleri tarafýndan, ateþ ve mancýnýk Hz. Ýbrahim (a.s) için hazýrlanýr. Hz. Zekeriya (a.s) þehit edilir. Oðlu Hz. Yahya (as) için testere eðelenir ve vücudu baþtan ayaða biçilir. Hz. Ýsa (a.s) için çarmýh dikilir.

Hz. Yusuf (a.s) ise, ayrý bir destandýr. Rüyasýnda 11 yýldýz, güneþ ve ayýn kendisine secde ettiðini görür. Babasý, rüyasýný yorumlar ve endiþelerini belirtir. Daha çocukluk dönemindeyken, kardeþlerinin hasediyle karþýlaþýr. Ölümüne ferman verirler. Fakat kuyuya atmakla yetinirler. Mýsýr’da kaçan bir köle olarak deðersiz birkaç dirhem paha biçerler. O ise, reva görülen her þeye sabýrla ve ümitle katlanýr. Hatta, hapis hayatýný iffetsiz yaþamaya tercih eder. ALLAH’ý anlatmaya orada da devam eder. Gerçekler anlaþýlýnca, aklanýr. Babasýnýn ümidi içinde saklýdýr. Kardeþlerine kavuþunca, “bugün size kýnama yok” (Yusuf, 12/92) ifadesini kullanýr. Ayný söz bir kez de, Kainatýn Efendisi (s.a.s.) tarafýndan Mekke fethinde tekrarlanýr. Zaten, Yusuf suresi Peygamberimize (s.a.s.) hitapla baþlar ve O’na hitapla sona erer.

Bu olaylara tarihî perspektiften bakýldýðýnda, sonuç bazýlarýnýn beklentilerinin tam tersi tecelli etmiþtir. Elbette diri diri yakmak için zevkle odun taþýyanlar, Hz. Ýbrahim’in (a.s) bütün semavî dinlerin ortak paydasý olacaðýný düþünmemiþlerdi. Haksýz olarak peygamberleri öldürenler, kendilerine zillet ve meskenet vurulacaðýný beklememiþlerdi. Hz. Musa’nýn (a.s) öldürülmesine bahaneler arayanlar, O’nun (a.s) küçüklüðünden itibaren ALLAH’ýn korumasýnda olduðunu anlayamamýþlardý. Çarmýhta iþkenceyle asýlmasýna hükmedenler, Hz. Ýsa’nýn (a.s) en çok tâbîsi olan peygamberlerden biri olacaðýný ummamýþlardý. Baþýna ödül koyarak Mekke’de yaþamasýna bile tahammülleri olmayanlar, ALLAH’ýn (c.c.) Hz. Muhammed’i (s.a.s.) tekrar anavatanýna izzetle döndüreceðine ihtimal vermemiþlerdi.

Kur’ân-ý Kerim’de, dînî inancý uðruna önceki milletlerin gösterdikleri fedakarlýklar da anlatýlýr. Firavunun iman eden sihirbazlara karþý savurduðu tehditler (A’raf, 7/124; Tâhâ, 20/71; Þuarâ, 26/49), ashab-ý uhdud (Burûc, 85/4) ve ashabý kehf olaylarý (Kehf, 18/9) fikrî sukutun kaba güç gösterisine dönüþmesini sergiler. Peygamberimiz (s.a.s.) de, Habbab b. Eret’in (r.a) müþriklerden karþýlaþtýðý eziyetleri þikayet etmesi üzerine þöyle buyurur: “Sizden önce öyleleri vardý ki, yakalanýyor, kendisi için hazýrlanan çukura konuyor, sonra bir testere ile vücudu baþýnýn ortasýndan ikiye bölünüyordu. Bazýlarýnýn etleri, demir taraklarla taranýyordu. Ama bütün bunlar yine de onlarý dinlerinden döndüremiyordu. Yemin ederek ifade ediyorum ki, ALLAH bu dini tamamlayacaktýr. Öyle ki, bir kadýn devesine binecek, San’a’dan kalkýp Hadramevt’e kadar gidecek, ALLAH’tan baþka hiçbir þeyden korku ve endiþe duymayacaktýr. Sadece, koyunu için saldýran kurt müstesna. Fakat siz acele ediyorsunuz.” (Buhari, Menakýb, 25)

Müslüman’ýn aksiyonu da, sabrý da, ümidi de imanýndan kaynaklanýr. Onun inancýna göre, günler ALLAH’ýn (c.c.) elindedir ve dilediði gibi evirip çevirmektedir. O’nun (c.c.) bu tasarrufu ise, inananlarýn liyakatlerine göre deðiþmektedir. Bu yüzden muvakkat sýkýntý ve zorluk zamanlarýnda müminlerin dinde sabýr ve sebat göstermeleri gerekir. Böyle davrananlar, “sadýk ve takvalý olanlardýr” (Bakara, 2/177). Zaten Kur’ân-ý Kerim’deki sadakat kelimesini sadece “doðru sözlü” olarak yorumlamak eksik bir anlayýþtýr. Dikkat çekicidir ki, dinini terk eden dönek tipleri tanýmlayan irtidat kelimesi, Kur’ân-ý Kerim’de bazen sadakat, genelde vefa kelimelerinin karþýtý olarak kullanýlýr.

Dinî duyarsýzlýk karþýsýnda ise, “ALLAH yolunda malýnýzý harcayýn da, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayýn ve hep güzel davranýn. ALLAH güzel davrananlarý sever” (Bakara, 2/195) uyarýsý yapýlýr. Dine karþý vefasýz milletlerin yerine, yeni bir milletin getirileceði vaat edilir. Böyle milletler koflaþtýklarý için, Kaf daðýnýn arkasýna atýlmayý zaten hak etmiþlerdir. Bunlarýn dünyalarý da ahiretleri de hüsrandýr. Doðrusu, dünyevî zillet veya izzet de, uhrevî ceza veya sevap da inananlarýn ferdî ve içtimaî amellerine baðlanýr. ALLAH’ýn hoþnutluðu da, bu amellerle kazanýlýr. Elbette kim ALLAH yolunda gayret gösterirse, kendisi için gayret gösterir. Aksi takdirde, “Ýçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de mi helak edeceksin ALLAH’ým!” (A’raf, 7/155) demenin vakti geçmiþ olabilir ve ALLAH korusun batan geminin yolcularý arasýnda biz de olabiliriz.


Dr. Ahmet Güneþ
Ynt: Hepimiz sorumluyuz By: SevD@_GüLü Date: 07 Ekim 2010, 16:44:11
Ýnsan olmak sorumlu olmaktýr.

Resulullah buyurdular ki: “Hepiniz çobansýnýz ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. Ýmam çobandýr ve sürüsünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanýdýr ve sürüsünden mesuldür. Kadýn, kocasýnýn evinde çobandýr, o da sürüsünden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin malýndan sorumludur ve sürüsünden mesuldür.” Ýbn-u Ömer der ki: “Bunlarý Resulullah`tan iþitmiþtim. Zannediyorum ki þöyle de demiþti: “Kiþi babasýnýn malýnda çobandýr, o da sürüsünden mesuldür.” 1
“Gerçek þu ki, biz emanetleri göklere, yere ve daðlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçýndýlar ve ondan korkuya kapýldýlar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab 33/72)
Her insan, öyle veya böyle çobandýr. Güttüðü bir sürüsü, sahip olduðu bir otorite alaný, imkanlarý, gücü ve bunlarý nasýl idare edeceðine dair deðer yargýlarý vardýr. Kiminin sürüleri daðlarý, ovalarý kaplayacak kadar çok; kimininki ise birkaç taneden ya da bir öküzle, bir sabandan ibarettir. Sahip olunanýn azlýðý veya çokluðu, insaný çoban olmaktan çýkarmaz. Zira insanoðlu, ne azý ne de çoðu olmamak üzere güttüðünden-güdebildiðinden sorumludur.2
Allah insaný, iyiyi ve kötüyü anlama (muhakeme), bunlardan birini tercih etme (irade) kabiliyetlerine sahip bir varlýk olarak yaratmayý dilemiþtir. Bu ayrýcalýklý özelliðin gereði olan bütün nitelik ve kabiliyetleri ona vermiþtir. Buna baðlý olarak da, yaptýðý-ettiði her þeyden sorumlu kýlmýþtýr. Ýnsanoðlunu diðer varlýklardan ayýran en önemli husus da iþte bu noktadýr. Bütün yaratýlmýþlar isteyerek veya istemeyerek Allah’a boyun eðmiþken insan, kendisine verilmiþ olan bütün imkanlarý iyi veya kötüden biri doðrultusunda kullanabilir (güdebilir).
Ýyilik, her konuda Allah’ýn dileðine uygun olandýr. Allah’ýn dileðine uygun hareket etmenin Kur’ani ifadesi ise yalnýz Allah’a kulluktur ki, insanýn yaratýlýþ amacý da budur. Buna göre insandan beklenen, karmaþasý ve çeþitliliðine raðmen hayatý asli görevi doðrultusunda tahlil etmesi ve hayatýn her alanýnda kulluk görevine denk düþen bir tavýr ortaya koymasýdýr. Ýnsanýn, yeryüzünde kendisine biçmesi gereken rol, üstlenmesi gereken sorumluluk bu olmalýdýr. Tercihini kötüden yana kullanmasý ise zulmün nedenidir. Her þey gayet açýk ve net olmasýna raðmen emanete ihanet etmek, ancak cehaletinin ürünüdür.
Ýnsanýn bir amaç için yaratýldýðýna, bu amacýnýn Allah’a kulluk olduðuna dikkat çekmemizin ve insanýn özellikleri ile yaratýlýþ hedefleri arasýndaki uygunluðu sorumluluk açýsýndan dile getirmeye çalýþmamýzýn nedeni:
- Bir yandan omuzlarýmýzda duran yükün aðýrlýðý ve ciddiyetine iþaret etmek
- Diðer yandan, sorumluluklara uygun davranmanýn gereðine dikkat çekmektir.
 
Sorumluluk bilinci, sahip olunan hayat görüþünün ürünüdür. Ýnsan nasýl bir dünya görüþüne sahipse, ona denk düþen bir sorumluluk anlayýþýna sahip olur. Yaratýcýyla, varlýkla, toplumla, kendisiyle olan iliþkisini de bu sorumluluk anlayýþý belirler.
Dünyadan olabildiðince istifade etmek isteyen materyalist dünya görüþüne sahip biri, kendi çýkarlarýnýn dýþýnda her türlü bað, vefa ve deðere kayýtsýz kalýr. Ahlaki deðerlere olan baðlýlýðý sosyal çevrenin baskýsýyla, hak ve hukuka olan saygýsý polisiye tedbirlerin etkisiyle sýnýrlýdýr. Fýrsatýný yakaladýkça sýnýrlarý aþmakta bir sakýnca görmez. Toplumun nereye gittiði, yarýnlarýnýn ne kadar aydýnlýk veya karanlýk olduðu onu ilgilendirmez. Ýçinde yaþadýðý toplumun doðru bilgiden uzak kalmasý, mahrum býrakýlmasý ve zulme uðramasý onun duyarlýlýklarýný harekete geçirmez. Eðer toplumsal bir þeyle ilgileniyorsa bu; kendi çýkarlarý veya çýkar ortaklýklarý doðrultusunda “toplum mühendisliði” yapmaktan ibarettir.
Hayata madde ve menfaat penceresinden bakanlarýn yanýnda; ahlaka ve dine sýký sýkýya baðlý olmasýna raðmen, sosyal konularda son derece sorumsuz bir hayat yaþayanlarý (mistik) da unutmamak gerekir. Sanki kendileri bir toplumun içinde yaþamýyormuþ, sanki kendileri bu toplumun suçlarýndan hiç sorumlu tutulmayacakmýþ ve sanki toplumun baþýna gelen kendilerine hiç uðramayacakmýþ gibi kendi sýnýrlý alanlarýnda yaþayýp giderler.
Kýsacasý insan nasýl bir hayat görüþüne sahipse, sorumluluk anlayýþý da ona göre þekillenir.
Hayatý Allah’a kulluktan ibaret bir süreç olarak algýlayan Ýslam’a gelince:
Bu anlayýþ, karþýlýðýný “Allah’tan baþkasýný ilah edinmeme” ilkesinde bulur. Hayatýn her anýnda ve her alanýnda Allah’ýn memnun olacaðý þekilde davranmayý ifade eder. Buna paralel olarak, içinde bulunulan toplumun ve dünyanýn meselelerine nasýl bir yakýnlýk ve uzaklýk içinde bulunulacaðý da bu ilkenin kapsamý içerisindedir. Bir Müslüman, temelde hiçbir þeye kayýtsýz kalamaz. Çünkü yalnýz Allah’a kulluk; bireysel ve toplumsal boyutta zulmü ve fesadý ortadan kaldýrma, temizliði, iffeti, ahlaký ve adaleti tesis etme çabasýdýr. Bunun, Müslümanlara getirdiði sorumluluk ise ne sadece ailesiyle, ne sadece içinde yaþadýðý coðrafyayla ve ne de sadece ayný inancý paylaþtýðý insanlarla ilgilidir. Sadece ibadetle ve ahlaki konularla sýnýrlý olmadýðý gibi, sadece hayatýn belli baþlý alanlarýyla da sýnýrlý deðildir. Ýnsaný ilgilendiren her türlü konu, insanýn yer aldýðý her türlü alan ve insanýn bulunduðu her yer Müslümanlarýn ilgi alaný ve sorumluluk anlayýþý içinde olmak zorundadýr. Bu ilgi ve sorumluluk “insan”la da sýnýrlý deðildir. Yaratýcýya karþý sorumluluk, diðer varlýklarla iliþkide de kayýtsýzlýktan uzak olmayý gerektirir. Eþyayý ve doðayý hoyratça kullanmak ve tahrif etmek, bir çeþit zulümdür.
Bununla birlikte unutmamak gerekir ki, insan ancak gücü yeten þeyden sorumludur. Allah, adaletlilerin en adaletlisidir. Hiçbir varlýða verilmiþ olan görev, o varlýðýn yetenek ve imkanlarýndan daha fazla deðildir. Ýnsana yüklenen görev de öyledir ve onun imkan ve kabiliyetleriyle doðru orantýlýdýr. Allah hiç kimseden daðlarý yerinden oynatmasýný, inanmayanlarý zorla ikna etmesini, deðiþmek istemeyen toplumlarý deðiþtirmesini beklemez. Herkesin sorumluluðu Allah’ýn kendisine verdiði güç ve imkanlarla alakalýdýr.
Müslümanlar açýsýndan sorumluluk
Bir Müslüman, içinde bulunduðu zaman ve mekanda üzerine düþenleri anlamaya çalýþtýðýnda, sorumluluk kavramýnýn kendisini çok farklý konulara ve boyutlara doðru zorladýðýný görecektir. Çünkü sorumluluk3, bir kavram olarak ele alýnmak istendiðinde birçok konunun ve boyutun irdelenmesini gerektirir. Örneðin hukuki alanda; haklar ve görevler, yetkiler ve sorumluluklar, sorumluluklarýn kaynaklarý ve bedelleri, sonuçlarýn kimi nasýl ilgilendirdiði gibi konular, sorumluluk kavramý içerisinde deðerlendirilmek durumundadýr. Sosyal alanda; bireysel ve toplumsal sorumluluklarýn birbiriyle iliþkisi, toplumsal olanýn bireysel olaný ne zaman nasýl bir yükümlülük altýnda býrakacaðý, aileden topluma ve dünyaya doðru bir öncelik-sonralýk sýralamasý gibi meseleler devreye girecektir. Kavram, isteyerek ve bilerek yapýlan iþlerle istem dýþý veya kazara yapýlan þeylerin insana nasýl bir sorumluluk yüklediði yönünde farklý bir açýlým gösterecektir. Bunun yanýnda; ekonomi, siyaset, ahlak gibi birçok alana doðru geniþleyecektir.
Sorumluluk, görev olarak tanýmlandýðýnda ne anlama gelir? Yapýlan bir iþten doðan sonucu üstlenmek açýsýndan bakýldýðýnda ne anlama gelir? Bunlarýn her birisi incelemeye, üzerine yazýlar yazmaya deðer konular olmakla beraber bu yazýnýn maksadý, böylesine kavramsal bir inceleme deðildir. Bu yazýnýn maksadý, bugün Müslümanlarýn taþýmasý gereken sorumluluk anlayýþýnýn bizzat kendisine dikkat çekmektir ve hilafet, kulluk ya da sorumluluk kavramlarýnýn mevcut þartlar içinde nasýl okunmasý gerektiðini ya da nasýl okunmasý gerektiðine dair “ben ne düþünüyorum”u tartýþmaktýr.
Böyle bir tartýþmaya, yazýnýn baþýnda insanýn konumuyla ilgili dile getirilen temel bazý konularý hatýrlayarak baþlamak gerekir:
Ýnsan, yaptýklarýna karþý bir rehindir. Allah insaný bir sorumlulukla yeryüzüne indirirken bunun bir sýnav olduðunu da bildirmiþtir. Ya yaratýcýnýn gösterdiði þekilde sorumluluk yerine getirilip mükafata ulaþýlacak ya da bu gerçeðe sýrt dönülerek sorumsuzca bir hayat yaþanacak, sonunda da azap hak edilecektir. Bundan kaçýþýn hiçbir yolu yoktur. O halde yapýlmasý gereken en doðru þey, sorumluluklarýn ne olduðunu anlamaya çalýþmaktýr.
Müslümanlarýn üzerine düþen sorumluluk nedir? Baþka bir ifadeyle Müslüman olmanýn gerektirdiði sorumluluk neleri içermektedir?
Ýbadetleri eksiksiz yerine getirmek midir sorumluluk, bunlarýn üzerine bir o kadar daha katmak mý; fuhuþ ve münkerden uzak kalabilmek için kendini toplumdan soyutlamak mý, yoksa toplumdaki kötülükleri düzeltmek adýna her türlü renge bürünmek mi; zulümleri gördükçe zarara uðramamak için sessizliðe bürünmek mi, yoksa her gördüðü zulme alenen savaþ açmak mý?...
Bizden önce de Allah’a karþý sorumluluðun ne olduðu anlaþýlmaya çalýþýlmýþ, çeþitli þekillerde cevaplar bulunmuþtur. Örneðin fýkhi yaklaþým, kulun Allah’a karþý görev ve sorumluluklarýný “efal-i mükellefin”4 ile izah etmeye çalýþmýþtýr. Helaller, haramlar, farzlar, sünnetler ve vacipler çerçevesinden sorumluluklar incelenmiþtir. Yapýlmasý gereken ibadetler, bu ibadetlerin ayrýntýlarý, yasaklanan þeyler ve bunlarýn incelikleri, yapýlmasýyla yapýlmamasý arasýnda önemli bir fark olmayan þeyler (mendup-müstehap, mübah, mekruh vs.) sayýlýp dökülmüþtür. Kendi içinde gerekliliði ve önemi inkar edilemese de, konuya bu çerçeveden yaklaþmanýn sýkýntýlarý pek çoktur. Helalin, haramýn, farzýn ne olduðunu bilmek elbette gereklidir. Ancak sorumluluk olgusunu sadece belli bir çaðýn ihtiyaçlarýna göre belirlenmiþ helaller ve haramlar penceresinden görürsek, þartlarýn ve ihtiyaçlarýn deðiþmesiyle o kurallar güncelliðini yitirir, geliþen þartlar ve ihtiyaçlar karþýsýnda ne yapýlacaðýný bilemez hale geliriz.
Fýkhi yaklaþým bu tür sorunlar içerirken, sorumluluk anlayýþýyla ilgili bir baþka yaklaþým da; toplumda geçerli olan kötülüklere bulaþmamak, fuhuþtan ve münkerden uzak durmak için dünyadan el etek çekmek þeklinde kendisini göstermiþtir. Bu anlayýþ biçiminde sorumluluðun, ahlaki açýdan iffet ve temizlik gibi bireysel davranýþlarla sýnýrlý olarak anlaþýldýðýna dikkat çekmek gerekir. Dünya malýna ve imkanlarýna tamah etmeyen bir bireyin, bunlardan kaynaklanan kötülüklere bulaþmayacaðý ve dolayýsýyla sorumluluklarýný da yerine getirmiþ olacaðý var sayýlmaktadýr.
Sorumluluk anlayýþlarýyla ilgili farklý bir yaklaþým da takiyye mantýðýnda kendisini gösterir. Bu anlayýþ biçimine göre, ana hedefe ulaþmaya çalýþýrken ve onun gerektirdiði sorumluluklarý yerine getirirken, ara hedeflerin gerektirdiði sorumluluklar ihmal edilebilir veya onlarýn tersine davranýlabilir. Yani kötülüðün kökünü kazýmak için, belli bir güce ulaþana kadar, gerektiðinde kimlik saklanabilir ve kötülerden biri gibi hareket edilebilir
Bir farklý sorumluluk anlayýþý ise grupçu-cemaatçi mantýkta kendisini gösterir. “Hayýrlarý gerçekleþtirmek için güç birliði yapmak” ilkesi çerçevesinde oluþan yapýnýn katý statükocu (var olan durumu korumaya ve sürdürmeye çalýþan) bir niteliðe bürünmesiyle ortaya çýkar. Oluþan yapý ile Ýslam özdeþ hale getirilir. Oluþan yapýnýn (grup-cemaat) baþarýsý ve sürekliliði için gösterilen gayret ve fedakarlýklar Ýslam’ýn kendisi gibi takdim edilir. Böylece sorumluluk anlayýþý da yapýnýn sürekliliðini saðlamak ve baþarý kazanmasý için çalýþmaktan ibaret hale gelir.
Gerçek þu ki, hayat her gün biraz daha karmaþýk hale geliyor. Dinamik bir yapý olan toplumu, kendi gerçeðine uygun olarak anlayýp tahlil edemedikçe doðru bir davranýþ tarzý belirlenemez. Bu dinamizm ayný zamanda onu bir bütün olarak algýlamayý gerektirir. Biz kendimizi öyle veya böyle içinde bulunduðumuz ortamlardan yalýtmaya çalýþsak da gerçek bir ayrýlýþ hiçbir zaman mümkün deðildir. Çünkü toplum organizmasý, içindeki bütün fertleri kuþatan bir yapýdýr. Ayrýþmayý tercih etmek, gerçekte bir ayrýlýþ olmaktan çok belli alanlara duyarsýz kalma tercihidir. Bunu, ister bizce önemli olan ibadetler gibi konulara önem verip diðerlerini göz ardý ederek veya temiz kalmak için yapalým, isterse toplumsal konulara ilgili iken belli alanlarý dýþlayarak yapalým fark etmez.
Sorumluluk, yükümlü olma halidir. Üzerimize yüklenen sorumluluk karþýlýðýnda da hesap vardýr. Kendimizi kurtarabilmemiz, sorumluluðun gereðince davranmamýza baðlýdýr. Ýçinde bulunduðumuz her ortamda, sahip olduðumuz güç ve imkanlara uygun olarak üzerimize yüklenmiþ yükler vardýr. Bizi sahip olduklarýmýz deðil, sahip olduklarýmýzý Allah’ýn arzu ettiði þekilde kullanýyor olmamýz kurtaracaktýr. Yoksa beþe beþ daha katarak, geceleri gündüzlere ekleyerek ibadet ediyor olsak da bunlar bizi tek baþýna kurtarmaya yetmez. Ýslam’ýn bizden istediði ibadetler her þeyden önce kaçýnýlmaz görevlerdir. Bunlarýn gerekliliðini, ayrýntýlarýný süsleyerek, önemini vurgulayýp büyüterek üzerimizdeki sorumluluklarý yerine getirmiþ olamayýz. Fuhuþ ve münkerin her türünden uzak durmak tartýþýlmaz bir sorumluluktur; ancak bilmeliyiz ki, fuhuþ ve münkeri düzeltmeye çalýþan bir çabanýn içinde olmadýkça temiz ahlaka sahip olunamaz.
Allah’ýn üzerimize yüklediði görevi kabul etmemiz, kendimizi hemen her olay ve herkes karþýsýnda sorumlu hissetmemiz gerektiði anlamýna gelir. Zira hilafet ve Allah’a kulluk, imar ve icadý gerçekleþtirmeyi, ýslah etmek için çalýþmayý gerektirir. Temelde Allah’a karþý sorumluluðu ifade eden bu durum, bizi varlýða karþý da sorumlu tutar. Onu hilafetin gerektirdiði þekilde kullanmamýzý, zulmün aracý haline getirmememizi gerektirir. Ýsraf ve ifsat (bozgunculuk) etmemek için özen göstermemizi gerektirir.
Biz ayný zamanda kendimize karþý da sorumluluk hissine sahip olmak durumundayýz. Temiz bir ahlaka sahip olmak, sorumluluðun gereðince bir donanýma sahip olmaya çalýþmak, gücümüzün üstünde iþlere atýlarak enerji ve vakti israf etmemek bu sorumluluklardan bazýlarýdýr. Doðru bir inanca ve hayat görüþüne sahip olmak bunlarýn baþýnda gelir. Ýnandýklarýmýz ve bildiklerimizdeki yanlýþlýklar, doðal olarak yanlýþ hareketimizin de nedenidir. Ýçimizde saf bir iyi niyet varken yanlýþlar yapmamýzýn nedeni doðru zannettiðimiz yanlýþlarýmýzdan baþka ne olabilir! Hayat, zannedilen doðrularýn deðil vahyin bildirdiði gerçeklerin üzerine bina edilmesi gerekir. Bilmeliyiz ki, iyi niyetle bir þeyler yaparken samimiyetimiz bizi tembellikten (atýl kalmýþ olmaktan) kurtarýp Allah’ý memnun edecek bir çaba ve gayrete doðru yönlendirebilir, ama sorumluluk konusunu ciddiye almadýðýmýzda; farkýnda olmadan baþkalarýnýn yanlýþlarýna kapýlýp, zamanýmýzý ve enerjimizi boþa harcama gerçeðiyle de karþý karþýya kalabiliriz.
Bunun gibi içinde yaþadýðýmýz ortamlardan, büyüklüðüne veya küçüklüðüne bakmadan sorumluyuz. Ailemiz, okulumuz, mahallemiz, iþ ortamýmýz, sosyal çevremiz ve içinde bulunduðumuz Ýslami yapýlanmalara karþý sorumluyuz. Ýçinde yaþadýðýmýz ülke ve içinde yaþadýðýmýz dünya da kendimizi sorumlu hissetmemiz gereken alanlardandýr.
Peki nasýl?
Bu sorumluluk, sadece onlara hakkýn ne olduðunu duyurmak mýdýr?
Elbette öncelikle, bildiðimiz doðrularý üslubuna uygun olarak sorumluluk duyduklarýmýzla paylaþmak gereklidir. Hayrýn yaygýnlaþmasý için görülen yanlýþlýklarý düzeltmeye, iyi ve doðru olanlarý takdir ederek geliþtirmeye ve güçlendirmeye çalýþmak gerekir. Aksi takdirde mevcut yanlýþlýklarýn bir parçasý olmak durumunda kalýrýz. Yanlýþlýklarýn parçasý olmak, hem bu yanlýþlýklara gerekli müdahaleyi yapmamaktan dolayý pasif destek olmaktan, hem de buradan doðacak sonuçlarýn öyle veya böyle etkileyecek olmasýndan kaynaklanýr. Düzeltme çabasý sonuç itibariyle muhatabýn iyiliði için çalýþmaktan ibarettir. Ýnsanlarýn kurtuluþunu arzulamak, onlara karþý hissedilecek sorumluluk anlayýþýnýn en önemli dayanak noktasýdýr. Ortamý düzeltme çabasý da bir otorite ve egemenlik arzusunun deðil ortamý paylaþanlarýn kurtuluþuna uygun imkanlar aramanýn ürünüdür.
Sahip olduklarýmýzla ilgili olarak da sorumluluklarýmýz vardýr. Nasýl ki sahip olduðumuz bir mülkün nihai sahibi biz deðilsek; bilgi, güç, vakit, enerji, sýhhat gibi sahip olduðumuzu zannettiðimiz her þey için de bu geçerlidir. Nasýl ki, biriktirip çoðalttýðýmýz mallar kendi baþýna hayrýn yaygýnlaþmasý veya hayýrlý bir iþe yaramasý için tek baþýna yeterli deðilse; bilgi, güç, vakit, enerji vs. gibi imkanlar için de ayný gerçek geçerlidir. Bir yaraya merhem olmayan, baþkalarýnýn istifadesine sunulmayan her türlü güç ve imkan, sahibine faydadan çok zarar verir. Bir yandan sahibini þýmartarak yoldan çýkartýr, diðer yandan da gereði yerine getirilmediði için Allah’ýn lanetini sahibinin üzerine çeker. Sahip olduklarýmýzýn bize yüklediði sorumluluk, onlarý hakkýn gerçekleþmesi için bir araç olarak kullanmaktýr. Ne sahip olduðumuz bedenimiz, ne yýllarca çalýþarak elde ettiðimiz dünyalýklar nihai mülkiyetimiz altýnda bulunmaz.
Hiç kimse baþkasýnýn iþlediði bir suçla sorumlu tutulamaz. Kim zerre miktarý iyilik yapmýþsa onun karþýlýðýný, kim de zerre miktarý kötülük yapmýþsa onun karþýlýðýný bulacaktýr. Ancak bu gerçek, kiþinin kendisinden baþka hiç kimseden sorumlu olmamasý anlamýna gelmez. Görülen bir yanlýþa karþý gerekli uyarý ve eleþtiriler gereðine uygun olarak yapýlmýþ, sonra da gerekli bir tavýr ortaya konmuþsa, elbette kiþi baþkasýnýn iþlediði bir kötülükle sorumlu olmaz. Ancak bir toplum içinde kötülük yapýlabiliyor, zulüm ve adaletsizlik sürüp gidiyorsa; Allah’ýn adý yüceltilmek yerine O’na muhalefet etmek geçer akçe durumundaysa; bütün bunlarda failler kadar duruma izleyici olanlar da sorumludur. Ve zalim bir toplumun baþýna gelecek olan, toplumun sadece bilfiil zalimlerinin baþýna gelmekle kalmaz. Onlara destek veren veya onlarý uyarmak gerektiðini bildiði halde sessiz kalanlarýn baþýna da gelir. Baþa gelecek þey, sorumluluðu yerine getirmemiþ olmaktan dolayý sadece hesap gününde Allah’ýn azabýna maruz kalmak deðil, ayný zamanda toplumun canlý bir organizma olmasýnýn sonucu olarak yaþanan hayatta da reel sonuçlara maruz kalmaktýr.
“Ýrailoðullarýndan nankörlükte ýsrar edenler, Davud’un ve Meryem Oðlu Ýsa’nýn diliyle lanetlenmiþtir. Bu, onlarýn isyankarlýklarý ve sürekli taþkýnlýk yapmalarý yüzündendir. Onlar birbirlerini, yapageldikleri kötülüklerden caydýrmaya çalýþmýyorlardý; gerçekten bu yaptýklarý ne fena þeydi” (Maide 5/78-79)
“Aranýzdan yalnýz zalimlere eriþmekle kalmayacak fitneden sakýnýn, Allah’ýn azabýnýn þiddetli olduðunu bilin.” (Enfal 8/25)
“Þüphesiz þu (yukarýdakileri) sýnamýþtýk, týpký malum bahçe sahiplerini sýnadýðýmýz gibi: Hani onlar ertesi sabah kesinlikle hasat yapacaklarýna dair sözleþmiþlerdi. Ancak Allah’ýn hayata müdahil olduðu gerçeðine dair istisnai bir kayýt da düþmemiþtiler. Ve onlar uykudayken Rabbinden gelen bir (bela) o (bahçeyi) bir bir yokladý. Derken, ertesi sabah o (bahçe) sýrým gibi geçmiþ bir küle dönmüþtü. Derken sabahýn köründe birbirlerine seslendiler. Hasat yapmak istiyorsanýz, erkenden arazinize gidin! Derken yola koyuldular… Aralarýnda þöyle fýsýldaþýyorlardý: Bugün hiçbir yoksulun yanýmýza sokulmamasý gerekiyor. Sabah erkenden her þeye güçleri yetermiþ havasýyla yola koyuldular. Derken bahçeyi o halde görünce (tanýyamadýlar ve) ‘Biz yolumuzu þaþýrmýþýz (galiba)’ dediler. (Akýllarý baþlarýna gelince), ‘Hayýr biz mahrum edilmiþiz’ dediler. Ýçlerinden en dengeli olaný ‘Ben size Allah yokmuþ gibi hareket etmeyelim, dememiþ miydim’ diye çýkýþtý. Onlar ‘Varlýðýn kendisi adýna hareket ettiði Rabbimizin þaný ne yücedir.’ dediler; ‘Meðer biz zalimlerden olup çýkmýþýz.’ Ardýndan birbirlerine yönelerek, karþýlýklý özeleþtiri yaptýlar; ‘Yazýklar olsun bize! Gerçekten de biz, haddimizi aþmýþýz. Belki Rabbimiz, onun yerine bize daha iyisini verir: Artýk bizim raðbetimiz Rabbimizedir.’ Ýþte (dünyevi) mahrumiyet böyle bir þeydir; ahiret mahrumiyeti, hiç kuþkusuz daha beterdir: keþke bilmiþ olsalardý.” (Kalem 68/17-33)
Toplumun cürümlerini (kusurlarýný) paylaþmýyor olmak, onlardan nefret etmek hatta sözlü olarak onlara uyarýlarda bulunmuþ olmak, onlarýn zararýndan kiþiyi kurtarmaz; bahçe sahiplerinden arkadaþlarýný ikaz etmiþ olan adam gibi... Bu zarar kimi zaman cürümlerin sonuçlarýndan etkilenmek, kimi zaman da onlarýn uðradýðý akýbete uðramakla sonuçlanýr. Sessiz kalmak ise doðrudan doðruya suça ortak olmak, fesadýn yaygýnlaþmasýna pasif destek vermektir. Toplumlarýn uðradýklarý akýbetten toplumu oluþturan bireylerin tamamý mesuldür. Bu mesuliyet, dünyada iken akýbetin maddi ve sosyal sonuçlarýndan etkilenmek þeklindedir. Hesap gününde ise sorumluluklarýnýn gereði doðrultusunda “ne yaptýklarý” onlarýn durumunu belirler. Zayýf ve aciz býrakýlmýþ olmak kimseyi sorumluluktan kurtarmaz.5Zira yaptýklarýmýz kadar yapabilme, kazandýklarýmýz kadar kazanabilme, bildiklerimiz kadar öðrenebilme, anladýklarýmýz kadar anlayabilme kabiliyet ve imkanlarýmýzýn da sorumluluðumuz üzerinde etkisi vardýr. Daha iyisini, daha fazlasýný yapabilme imkanýna sahipken mevcut þartlarla yetinmek, “ne yapalým elimizden ancak bu kadarý geliyor, ne yaparsan yap durumu deðiþtiremezsin, dünyanýn halini sen mi deðiþtireceksin, zayýf olduðumuz için bunlarý yapmaya mecbur kaldýk vs.” demekten farklý deðildir.
O halde;
- Ýçinde bulunduðumuz dünyanýn halini anlamak için elimizden geleni yapmaktan
- Sorumluluðumuzun gerektirdiði donanýma sahip olmak için çalýþmaktan
- Bildiklerimizi paylaþarak istifadeye sunup, doðruluk ve yanlýþlýðýný ortaya çýkarmaktan
- Gördüðümüz yanlýþlarý adap ve üsluba uygun olarak dile getirmekten
- Kendimize ve baþkalarýna karþý cesur olmaktan
- Doðrularý anlamak ve kabullenmekte baðnaz davranmamaktan baþka çaremiz yoktur.
 
Eðer Allah için bildiðimiz doðrular var ve bunlarýn bireyi ve toplumu ýslah edeceðini düþünüyorsak, bunlarý paylaþmak kadar onlarýn örnekliðini yapmak da bu sorumluluk alanýnýn içindedir. Aksi takdirde toplumlarýna iyiliði emrettikleri halde kendileri keyiflerince davrandýklarý için, baþkalarýndan istediklerinin de baþarýsýzlýðýna neden olan ehli kitap ulemasý gibi oluruz. Diðer yandan, iyi bir örneklik ortaya koyamýyorsak kötü bir örneklik yapýyoruzdur. Kötü örneklik sadece kötü davranmaktan ibaret deðildir. Ýyiyi söylerken gereðini yapmamak, söyledikleriyle eylemler arasýnda farklýlýðýn olmasý da bir nevi kötü örnekliktir ve biz ortaya koyduðumuz örnekliklerle sorumluyuz. Çünkü örnekliðimiz, isteyerek veya istemeyerek baþkalarýnýn davranýþlarý üzerinde bir etki meydana getirecektir.
Sorumluluk anlayýþýnýn; içinde bulunulan ortam, sahip olunan imkan ve güçler çerçevesinde anlaþýlmýþ olmasý, bizi tarih önünde önemli bir noktaya sürükler. Her dönemde Müslümanlar, içinde bulunduklarý tarihin dönüþüm ve kýrýlma noktasýnda yer alýrlar. Eðer bulunduklarý zamanýn gereklerini iyi anlayýp doðru stratejiler belirleyebilirlerse tarihin seyri üzerinde önemli etkilerde bulunabilirler. Bu durum bizim için hassasiyetle üzerinde durmamýz gereken bir konudur.
Bugün, “Ýslam’ýn bir topluluk tarafýndan örneklik edilerek ifade edilmesi gerektiði” düþüncesinden hareketle oluþmuþ cemaatlerin yapýlanma ve iliþkilerinin tartýþýldýðý ve anlaþýlmaya çalýþýldýðý; iliþkilerin nispeten asabiyetten uzak olarak deðerlendirildiði bir dönemi yaþamaktayýz. Ýçinde bulunulan þartlar ve dönemin hassasiyetleri, Müslümanlara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Doðru adýmlarýn atýlmasý, toplumun ve dünyanýn Ýslam’ý daha iyi anlamasýný ve dolayýsýyla hayrýn yaygýnlaþmasý için yeni imkanlarýn oluþmasýný saðlayabilir.
Hangi anlayýþ ve kesimden olursa olsun belli bir geçmiþe sahip olan Müslümanlarýn sahip olduðu tecrübenin de, onlara yüklediði bir sorumluluk vardýr. Tecrübe ettikleri þeyin onlarý nereye getirdiðini anlamalarý önemlidir. Eðer eksiklik ve kusurlarýný saðduyuyla deðerlendirebilirlerse, çok önemli ve büyük geliþmelerin ortaya çýkmasý kaçýnýlmaz olur. Aksi halde kadim (eski) yanlýþlýklar tekrarlanmaya devam eder. Dönüp dönüp ayný sonlarla karþý karþýya kalýnýr. Umarýz ki Müslümanlar tecrübelerini, kendilerini daha doðru deðerlendirebilmek için bir sermaye olarak kullansýnlar. Zira bundan sonrasýnda hayýrlarýn gerçekleþmesine ne kadar katký saðlanabileceði; geçmiþte yapýlanlarýn kýymetine ve çokluðuna deðil, bundan sonrakilerin deðerine baðlýdýr.
Denebilir ki, bunun için anahtar; kendimizi doðru olarak anlamaya çalýþmak, doðrularýn sahibi deðil takipçisi olmaya çalýþmaktýr


radyobeyan