Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Taassup By: sumeyye Date: 07 Ekim 2010, 14:53:51
Taassup

Akrabalýk, soy-sop yakýnlýðý gütmek, din, ahlâk, namus, vatan ve diðer deðerlere karþý hep saygý his-siyle hareket etmek demek olan taassup, yukarýdaki konular türünden akla-nakle uygun þeylerde, ifrata girmeme þartýyla tabiî, mâkul ve yerinde bir davranýþ; akla uymayan ve dinin ruhuna da ters düþen konu-larda ise gayri mâkul, zararlý ve mahzurludur. Evet, bir insanýn kendi geçmiþinden tevarüs ettiði dinî ve millî deðerlere olaðanüstü bir baðlýlýk göstermesi “asabiyet-i cahiliye”ye kaymamak kaydýyla, onun kendi olarak kalmasý adýna çok önemli ve þâyân-ý takdir bir histir. Bu his sayesinde fert veya toplum, dinine, diyanetine, ruh ve mânâ köklerine herhangi bir saldýrý olduðunda, onlarý mevcut kanun ve kurallar çerçe-vesinde müdafaaya koþar; inandýðý ve yürekten baðlý bulunduðu bu deðerlerin herkes tarafýndan tanýnýp bilinmesi için gayret gösterir; yerinde “hikmet” ve “mev’ize-i hasene” ile, yerinde temsil mükemmeliyeti-nin vaad ettikleriyle onlarý bütün cihana duyurur ve herkesin gönlünde bu deðerlere karþý alâka uyarmaya çalýþýr. Ýþte bu, her fertte mâkul bir asabiyet ve kendi deðerlerine karþý da makbul bir taraftarlýk hissidir. Aksine, bu ölçüde kýymet-i harbiyesi olmayan konularda taassup göstermek, hatta daha da ileri giderek kendi anlayýþýna ters gördüðü her düþünce ve sisteme cephe almak apaçýk bir ifrat ve baðnazlýktýr.

Evet, bir mânâda taassup, dinî ve Ýslâmî deðerleri korumada çok önemli bir sâik, metafizik gerilim adýna hayâtî bir unsur, toplumda millî heyecaný tetikleyen esaslý bir his ve aþk u þevki coþturan bir dina-modur. Ruh ve mânâ köklerinin korunmasý, millet ruhunun her zaman canlý kalmasý ve yýðýnlarýn vur-dumduymazlýkla, mefkûresizlikle harap olup türap olup gitmemesi adýna –ki böyle bir durum taassupta tefrit demektir– asabiyet-i diniye ve milliye her toplum için çok hayâtîdir. Fazilet ahlâkýnýn vazgeçilmez-liði, namus, þeref ve haysiyet gibi her milletçe deðerli sayýlan hususlarýn sýyaneti, hatta bunlarýn muhafa-zasý uðrunda hýrz-ý can edilmesi bir mânâda ancak böyle bir asabiyet-i ruhiye ile gerçekleþebilir.

Ýþte bu mânâdaki taassup, daha doðrusu asabiyet-i ruhiye gevþediðinde, ferdî, ailevî ve millî hayatý-mýz adýna çok lüzumlu sayýlan bir kýsým hassasiyetlerimizi kaybetmiþ sayýlýrýz ki, böyle bir durumda ahlâ-kî kýrýlmalarýn birbirini takip etmesi ve millet ruhunda deðiþik çöküntülerin meydana gelmesi kaçýnýlmaz-dýr. Bunun sonucunda da sosyal yapýda çözülmeler, daðýlmalar, parçalanmalar önü alýnamayacak þekilde sürer gider ve bu ölçüde bir yýrtýðý, kýrýðý ve çatlaðý olan millî bünye de, artýk bütün bütün yabancýlaþmaya açýk hâle gelmiþ olur. Ve zamanla böyle bir millî yapýdaki her parça ayrý bir þekle girer, ayrý bir renk ve desenle kendini ifade etmeye durur ve onda öldüren bir yabancýlaþma vetiresi yaþanmaya baþlar. Tutulur herkes baþkalaþma sevdasýna.. kaçarlar kendilerinden, kendi deðerlerinden.. ve düþerler hiçlik vadilerinde hiçlik arkasýna.. umursamazlar kaybettikleri þeyleri.. düþünmezler hissizliðe kurban gittiklerini.. öldürülen ruhlarýný ve yitirdikleri tarih þuurlarýný.

Asabiyetteki tefrit ve aymazlýðýn zararlarý bunlarla da kalmaz; dinî ve millî deðerlerini kaybetmiþ bu tür toplumlarda kimliksizlik bunalýmlarý yaþanmaya baþlar.. yýðýnlar fanteziden fanteziye koþar.. baþka-laþmalar ve deðiþmeler olaðan hâdiseler gibi görülür.. Âkifçe ifadesiyle “din harap, iman serap” olur.. toplum tepetaklak izmihlâl ahlâkýna yuvarlanýr ve geçmiþe ait ne varsa hepsi bir bir yýkýlýr gider.

Biz, taassup dediðimizde, öteden beri daha ziyade hep asabiyetteki ifratý kastetmiþizdir. Bu mânâda asabiyet ve taassubu nüanslarýna dikkat etmeden bazen “baðnazlýk” ve “yobazlýk” kelimeleriyle karþýlamý-þýzdýr ki, günümüzde buna Frenkçe bir kelime olan “fanatizm”i de ilâve edebiliriz.

Taassup insanoðluyla var olmuþ ve hemen her zaman ciddî problemlere sebebiyet vermiþ ferdî ve iç-timaî bir dengesizlik ve bir hastalýktýr. Bu hastalýk bazen yanlýþ bir din yorumuna ve mezhep anlayýþýna; bazen herhangi bir düþünce sistemi ve ideolojiye, bazen de bir ilhad ve inkâra dayanagelmiþtir. O neye dayanýrsa dayansýn dengelenmediði takdirde her zaman zararlý olmuþ; insanlarý birbirine karþý saygýsýzlýða ve tecavüze sevk etmiþ, salim düþünceyi felce uðratmýþ, muhakemeye kement vurmuþ korkunç bir maraz-dýr. Ýþte böyle bir maraza müptela olan herhangi bir dengesiz, farklý düþünen herkese rahatsýzlýk verdiði gibi, kendi hayatýný da kendi hakkýnda Cehenneme çevirmiþtir. Zira böyle biri, kendi inanç ve hayat felse-fesini –þayet bir hayat felsefesi varsa– kendi mezhep ve ekolünü, kendi ideoloji ve tarikatýný, kendi cemaat ve zümresini herkesten ve her þeyden fâik gördüðünden, kendi yol ve yönteminin dýþýnda hiçbir þeyi taný-maz; hiçbir alternatife tahammül edemez ve hele asla müsamahalý olamaz; müsamahalý olmak bir yana, mü’minse kendi gibi düþünmeyenleri kâfir sayar, kâfirse avaz avaz “yobaz” diye onlarý cihana ilan eder.

Böyle bir akýlzede nezdinde “öteki” mülâhazasý en canlý bir mazmundur ve bu hasta ruh hep onunla soluklanýr; yerinde “küfür yobazý” der mýrýldanýr; yerinde “mürteci” hýrýltýlarýyla nefes alýr verir ve sürekli kinle, nefretle yutkunur durur. Elinde gücü kuvveti varsa veya iðfal ettiklerini arzu ettiði istikamette hare-kete geçirebiliyorsa hemen “öteki” dediklerini ezer geçer; imkânlarý elvermediði yerde de onlar hakkýnda akla-hayale gelmedik iftiralarda, tezvirlerde bulunur; varsa basýn-yayýn imkâný, bütün kapýkullarýný sefer-ber eder; masum, gayri masum tefrik etmeden herkese kara çalar, sonra da bunu yedi cihana duyurur. Otu-rur kalkar hasým saydýklarýnda hep kusurlar arar, en önemsiz þeyleri büyük birer eksiklik gibi gösterir, sürekli kusur dellâllýðý yapar; ama kat’iyen kendi inanç mülâhazalarýyla hiç mi hiç yüzleþmek istemez.. ve hele asla kendi deðerler sistemini bir kerecik olsun test etmeyi düþünmez; düþünmez zira o, akýl, mantýk, hatta dinî disiplinlerden daha ziyade þahsî hislerine ve ön kabullerine göre hareket etmektedir.. ve âdeta kendini insanüstü görerek, bir gün kendisinin de yanýlabileceðine kat’iyen ihtimal vermez. Dolayýsýyla da nefsiyle hesaplaþmayý aklýnýn köþesinden bile geçirmez; geçiremez zira o, körü körüne kendi duygularý-nýn, kendi tutkularýnýn esiri tam bir düþüncezededir; dar düþünür, sýnýrlý görür; mütemadiyen yanýlgýdan yanýlgýya düþer ve asla objektif olamaz. Onun düþünce atlasýnda –varsa böyle bir ufku– baþka görüþlerin, baþka mülâhazalarýn yeri yoktur ve aslýnda o böyle bir renkliliðe kat’iyen tahammül edemez; tahammül edemez renk ve desen farklýlýðýna, þive ve üslûp televvününe.

Hürriyet dendiðinde, mutaassýp, yalnýz kendi hürriyetini düþünür; demokrasiden bahsedildiðinde, onun kendisine ne vaad ettiði üzerinde durur ve söz gelip hoþgörüye dayandýðýnda da sadece kendisinin hoþgörülmesini bekler. Tahammül edemez kafasýnda þekillendirdiði o daracýk þablona uymayan farklý deðerlerin mevcudiyetine. Katlanamaz baþka fikir ve mülâhazalarý seslendiren düþüncelere ve felsefelere. Herkesi kendi dar mantýðýna göre hareket etme mecburiyetinde görür de her zaman geniþ düþünmeye, kuþatýcý olmaya ve vicdan vüs’atine karþý savaþ vaziyetinde bulunur. Ne bir adým ileri ne bir adým geri, akýp giden zamana inat hep olduðu yerde durur ve kendi dar düþüncesinin mahsulü bir kýsým sâbitelerle oturur kalkar. Ne tekvînî emirlerin özünden haberi vardýr, ne de zamanýn farklý yorumlarýndan. Anlamaz varlýðýn dilinden ve varlýk içinde olup biten onca hâdiseden hiçbir þey. Hayatýný insaný çatlatan bir darlýk içinde geçirir; sýð düþünür, baðnazca davranýr ve gözünü kýrpmadan bu dar mantaliteye uymayan en olum-lu þeyleri bile yerle bir eder. Gücü yetiyorsa kaba kuvvetle, yetmiyorsa iftira, tezvir ve en bayaðý isnatlarla kendi gibi düþünmeyen herkesin hakkýndan gelmeye çalýþýr.

Din adýna olsun dinsizlik hesabýna olsun, mutaassýp, kendini gerçeðin biricik temsilcisi sayar. O buna o kadar inanmýþtýr ki, doludizgin yürüdüðü bu patikayý bir þehrah saydýðý için kendisi gibi düþünmeyenle-rin hemen hepsini aptal kabul eder; kýzar herkese, köpürür muhaliflerine; gel-git yaþar þiddet hiddet arasý; çiðner hakký, hakikati, vicdan hürriyetini ve âlemþümul insanî deðerleri; dahasý, çok defa kendisinin de takdirle yâd ettiði demokratik kurallarý. Ömrünü hep bir cinnet içinde geçirir; her yanda hezeyandan heze-yana girer; güçlü ise yakar-yýkar, daha olmazsa gelir bir kâbus gibi çöreklenir “ötekiler” dediði kimselerin tepesine.

Dünden bugüne taassubu dinî deðerlere dayandýrýp kutsalýn mücadelesini veriyormuþçasýna me’hazin kutsiyetiyle saf yýðýnlarý aldatan bir sürü insan tanýdýk. Ýlericilik ve çaðdaþlýk hezeyanlarýyla çevrelerini kýrýp geçiren ve herkesi kendilerine benzetmeye çalýþan baðnazlarýn sayýsý da bunlardan az deðildi. Birin-cilerin hakikî dindarlýkla alâkalarý olmadýðý gibi ikincilerin de ilericilikle, medeniyetle hiç mi hiç münase-betleri yoktu. Her iki uðursuz kesim de hür düþünce, hoþgörü ve paylaþmanýn, daha doðrusu insanca ya-þamanýn önünde mutlaka bertaraf edilmeleri gereken engellerdi. Ýhtimal bu kaba ve saldýrgan kimseler aydýnlatýlacaklarý veya Allah’tan bulacaklarý âna kadar da insanlýðýn bunlardan çekeceði vardý...

Çaðýmýzda taassup denince insanlar onu daha çok dindarlar arasýnda tahayyül etti. Dahasý, böyle bir kelime ile ilk ürperenler de inanan insanlar oldu.. oysa o, her kýlýða giren öyle bir Allah belasýydý ki, dinî kisve ve dinî ifadelerle kendi diyanet mensuplarýný tahrik edip ayaklandýrdýðý ve onulmaz tahriplere sebe-biyet verdiði gibi, dinsizin elinde de, her zaman dini ve dindarý karalamada amansýz bir silah gibi kullanýl-dý. Kinle, nefretle gerilmiþ sineler hep onunla soluklandý.. ve büyük ölçüde ne medrese, ne mektep, ne zaviye, ne kýþla, ne de daha büyük makamlar bu taassup bataklýðýna düþmekten kurtulamadýlar. O her zaman kuvvetlinin elinde ezen, öldüren, hizaya getiren ve kendine benzeten bir silah olarak kullanýldý.. onunla insanlar bir darlýða mahkûm edildi.. kendini ifade etmek isteyenlerin kelleleri alýndý.. farklý düþü-nenler ya sürgün edildi ya da zindanlara atýldý.. nice aydýnlýk ruhlar tagallüplere, tahakkümlere, mezelletle-re maruz kaldý.. ve en dýrahþan çehreler topluma âdeta bir asi, bir þakî gibi gösterildi. Kutsalý kullananlarýn elinde de o, ayný ölçüde hep zararlý oldu; hür düþünceye karþý çýkýldý, ilim ve araþtýrma aþký günah sayýldý. Modern çaðýn deðiþik ideolojilerine gelince, bunlar onu daha da vahþice kullandý; cahil yýðýnlardan daha baðnazca davrandý ve vurdu-kýrdý, kan döktü, kan içti, kanlý düþüncelerle oturdu-kalktý ve insanlýða sürekli kan kusturdu. Böyle olmasý da bir mânâda normaldi; zira taassup aklý, mantýðý kullanmamanýn ayrý bir unvaný ve nerede duracaðý, nasýl duracaðý da belli olmayan kargaþa ve anarþinin en önemli sâikiydi.

Taassubun kendisi büyük bir musibet olduðu gibi, batýcýlýk ve modernite adýna onu ehl-i imaný kara-lama hesabýna kullananlar da sürekli taassup dellâllýðý yapmak suretiyle insanlýðýn baþýna hep bela ola-gelmiþlerdir. Yerinde bir cemaat taassubu, yerinde ýrkî bir asabiyet veya herhangi bir diyaneti algýlama mülâhazasý ya da tekvînî masûniyeti varmýþ gibi davranan bazý birimlerin sergilediði taassup da ayný ölçü-de zararlý olmuþtur. Bu meþ’um anlayýþla adalet baltalanmýþ, hak çiðnenmiþ, vicdanlar baský altýna alýn-mýþ; en cins dimaðlarýn, en velûd karîhalarýn düþünce ve hareket alanlarý fevkalâde daraltýlmýþ ve bu önemli insanlarýn insanlýða yararlý olmalarýnýn önü kesilmiþtir.

Ýþte bu þekildeki benlik duygularýnýn her yerde bir davul sesi vermeye baþladýðý, taassubun azgýnlaþýp farklýlýklara karþý bir isyan ahlâkýna dönüþtüðü, kuvveti elinde bulunduranlarýn sýk sýk tagallübe, tahakkü-me baþvurduðu ve hukuk adýna haklarýn çiðnendiði bir ortamda huzurdan söz etmek mümkün olmasa ge-rek.

Günümüzde bazýlarý bütün bunlarý görmezlikten gelerek, sadece gelip gelip dinî taassuba takýlmakta, hatta daha da ileri giderek salâbet-i diniyeyi yobazlýk saymakta, dindar olmayý ayýp gibi göstermeye ça-lýþmakta ve bütün inananlarý potansiyel suçlu gibi göstermektedirler. Vâkýa geçmiþte bir kýsým garplý mütegallipler, diyanet ve kendi kutsallarýný koruma adýna bütün bir Ýslâm dünyasýný iþgal ile akla-hayale gelmedik her türlü mezâlimi irtikâp etmiþlerdi –bazýlarý þu anda hâlâ ediyor– ve bunlar o iþi yapanlarýn gafletinden, dalâletinden ve hazýmsýzlýðýndan kaynaklanýyordu. Bu mesâvîyi kat’iyen din emretmiyordu; onlar dini, heva ve heveslerine alet ediyorlardý. Nitekim mecbur kaldýklarýnda kalkýp özür diliyor, ardýn-dan yeni bir asabiyetle, ihtimal mazeretlerinin kabulünü bile beklemeden, daha ciddî ve daha zalimce fark-lý bir iþgal ve istilaya koyuluyorlardý. Sürekli günah-tevbe arasý gel-gitler yaþayan yamuk iradeliler gibi hemen her zaman yaladýklarý tükürüðün yerine bir sümkürük atýp öyle geçiyorlardý.. evet bütün bunlar oldu, þu anda da oluyor, bundan sonra da büyük bir ihtimalle olmaya devam edecek... Ancak bazý diyanet mensuplarýnýn bu tür tutarsýzlýklarýný veya Müslüman görünen bir kýsým kimseler arasýnda afyonlanmýþ bazý densizlerin münasebetsiz davranýþlarýný bahane ederek Ýslâm dinini bir mesâvî kaynaðý gibi göster-menin bir haksýzlýk, bir iftira ve bir din düþmanlýðý olduðunda da þüphe yok.

Bazý dönemlerde bazý safderun Müslümanlar veya zayýf karakterli satýlmýþ kimseler, belki de ilaçlarla muhakemeleri felç edilmiþ bahtsýzlar taassup göstermiþ, hatta teröre girmiþ olabilirler; aslýnda bu kadarcýk bile olsa, bir Müslüman vicdanýnýn bu tür bir þeyi tasvip etmesi mümkün deðildir; Ýslâm’ýn temel disiplin-leri buna kat’iyen müsaade etmez. Farz-ý muhal olarak böyle bir taassup ve onun sonuçlarýna bazý Müslü-manlarýn sessiz kalmasý, affedilebilecek türden deðildir. Ne var ki, böyle bir günah hiçbir zaman, eski-yeni, hakký kuvvette gören bir kýsým terörist devletlerce ortaya konan baðnazlýk ve barbarlýk seviyesinde bir fezâyî ve bir insanlýk dramý hâlini de almamýþtýr.

Müslümanlar tarihin hiçbir faslýnda, müdafaa muharebesi sayýlan mecburî savaþlarýn dýþýnda kimseyi ezmemiþ; kimsenin diline ve dinine karýþmamýþ; kimsenin iktisadî, idarî, siyasî, kültürel hayatýna müdaha-le etmemiþ ve kimseye kendi deðerlerini dayatmamýþlardýr. Onlara kendi deðerlerini dayatmak bir yana, bidayetten günümüze kadar hakikî Müslümanlar, diðer diyanet mensuplarýný hiçbir vatandaþlýk hakkýndan mahrum etmemiþ ve kendi ülkelerinde onlara hayatýn hemen her alanýnda her þey olabilme imkânýný ver-miþ; dinleri, diyanetleri ne olursa olsun devlet ve millete hýyanet etmedikleri sürece, kat’iyen onlara karþý taassuba girilmemiþ ve bu azýnlýklar toplumun her kesiminde hüsnükabul ve saygý görmüþlerdir. Dahasý, çaðdaþ milletlerde hâlâ kâmil mânâda toplumun her kesimine mal edilememiþ adalet, müsavât ve hoþgörü konusunda da kat’iyen kusur edilmemiþ, “asabiyet-i kavmiye”ye girilmemiþ ve kimseye haksýzlýk yapýl-mamýþtýr. Tarihî vesikalar buna þahittir; bana göre, bugün aksini iddia edenler ya heva ve heveslerine göre konuþuyorlar veya bilerek-bilmeyerek düþmanlarýmýzýn hissiyatlarýný seslendiriyorlar.

Ýlk çaðlardan itibaren Müslüman idareciler, her zaman hak, adalet ve istikametin yanýnda oldular ve kat’iyen ifratkâr bir taassuba girmediler. Tarih ve siyer kitaplarýnýn sahifelerine göz gezdirdiðimizde hep þu pýrlanta sözlerle karþýlaþýrýz; “Zinhar hakký býrakýp bâtýla sapmayýn.. imanlý olduðunuz gibi, her zaman emin olun ve herkese güven vaad edin!.. Sakýn adaletten ayrýlmayýn ve asabiyet-i cahiliyeye sapmayýn; zira mülkün temeli adalet ve devlet-i ebed-müddet mefkûresinin esasý da yine adalettir; adaleti çiðneyen bugün olmasa da yarýn mutlaka çiðnenir. Ýstikametten ayrýlan da kendi eðriliðinin kurbaný olur. Allah’tan korkun ve diðer diyanet mensuplarýnýn din ve vicdan hürriyetleri konusunda hep mülâyim ve þefkatli olun.! Zorla içine itildiðiniz bir maddî mücadele söz konusu olmadýðý sürece kim olursa olsun, onlarla hep iyi münasebetler içinde bulunun; kaba ve hissî davranýþlarla kendi din ve diyanetinizin dýrahþan çehresini karartmayýn.! Deðiþik kültürlere mensup farklý inanç sahibi vatandaþlarýnýzýn hoþ görünmeyen, sizin de yakýþýksýz bulduðunuz tavýrlarýndan dolayý onlarý hemen sorgulamaya kalkmayýn; dinleyin, anlamaya çalý-þýn, temel kurallara aykýrý düþen hususlarda bile –içinde kul hakký yoksa– elden geldiðince müsamahalý ve hoþgörülü davranýn.. ve hiçbir zaman asabiyet-i cahiliyeye saparak size olan güven ve krediyi yýpratma-yýn.” Ýþte bütün bu hususlar, topyekün insanlýðý kucaklama misyonuyla gönderilmiþ Ýslâm’ýn temel rengi, mü’min olmanýn aslî þivesi ve Ýslâm’ý temsilin de en önemli esprisidir.

Ýslâm’ý hakkýyla yaþayanlar, hep böyle davrandýlar; adýna Ýslâm deyip hislerini öne çýkaranlar ise, çok defa hayýr mülâhazasýyla ya da konuyu öyle göstererek sürekli günahlara girdi ve inkâr, ilhad baðnazlarýy-la ayný seviyesizliðe düþtüler.


Yeni ümit dergisinden alintidir
Ynt: Taassup By: SevD@_GüLü Date: 07 Ekim 2010, 16:56:33
Allah razý olsun inþAllah ablam konularýnu okuyorum önemli konulara deðiniyorsun ablam emeðine saðlk inþ

radyobeyan