Fýkhus Sire
Pages: 1
Umretul kaza By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 11:09:05
4- Umretul-Kaza
 

Resûlullah (s.a.v.) yedinci yýlýn Zilkade ayýnda Mekke'ye doð­ru yola çýktý. Yâni bir yýl önce müþriklerin, kendisini oraya girmek­ten engellediði þehre. Umresini kaza edecekti. îbn Sa'd'ýn Tabakat'ýn-da anlattýðýna göre, Resûlullah (s.a.v.) ile umre yapanlarýn sayýsý iki bindi. Bu tabiî, Hudeybiye'de bulunanlarla sonradan katýlanlarýn toplamýdýr.

Bu seferden sadece vefat eden veya Hayber savaþýnda þehid olanlar geri kalmýþ oldu[46].

Îbn Ishâk ise; «Kureyþliler kendi aralarýnda þöyle dedikodu ya­pýyordu: Muhammed (sav) ve ashabý, sýkýntý ve zorluk içindeymiþ» diyor.

Bu yüzden müþrikler, Dârü'n-Nedve önünde top1 anýp müslüman-larm durumunu gözetlemeye baþladýlar. Resûlullah (s.a.v.) Mescid-i Haram'a girince, omuzundaki örtüyü sýyýrýp sað pazusunu dýþarý çý­kardý ve þöyle seslendi: Allah þu adamlara kendisini güçlü göste­ren her kiþiye rahmet eder. Sonra da (Hacer-i Esved) rüknünü is­tilâm edip hýzlý sert yürüyüþle tavafa baþladý. Ashabý da öylece yü­rüyordu. Üç þavt böylece (Hervele) yaptý. Öbürlerinde ise normal yürüdü... îbn îshâk'a göre îbn Abbas þöyle konuþuyordu. Bazý kim­seler zanneder ki, Resûlullah (s.a.v.) pm bunu böyle yapmasý sadece Kureyþ'ten gelen söylentilerine bir cevab mahiyetindeydi. Umumi bir sünnet deðildi. Halbuki Resûlullah (s.a.v.)'m bunu yapmasýnýn hikmeti, Veda Haccý esnasýnda anlaþýldý ve müekked sünnet olduðu kesinleþti[47].

Resûlullah (s.a.v.) bu esnada Meymûne binti Haris ile evlendi. Rivayete göre nikâh akdini ihramlý iken yaptý. Bazýlarý ise, ihram­dan çýktýktan sonra akid yapýldý der. Meymûne (r.a.)'yi Resûlullah ile evlendiren (veya nikahlayan) da onun bacýsý Ümmü'1-Fadl'ýn ko­casý bulunan, Abbas bin Abdülmuttalib idi[48].

Resûlullah (s.a.v.)'ýn Mekke'deki üç günlük ikameti bitip, (ba­rýþtaki Kureyþ'In tanýdýðý süre dolunca) Kureyþ hey'eti Hz. Ali (r.a.) '-ye müracaat edip: Ey Ali, artýk efendine söyle, müddet dolmuþtur, çýkýn Mekke'den dediler. Resûlullah (s.a.v.) yola çýktý".

Resûlullah, Medine yolunda Ten'im yakýnýnda «Þerif» denilen mevkide konaklayýp, Hz. Meymûne (r.a.) ile gerdeðe girdi. Daha sonra yola çýkýldý ve Zilhicce'de Medine'ye varýldý. [49]

 
Dersler Ve Ýbretler
 
Bu umre, Resûlullah (s.a.v.)'in doðru söylediðinin Cenâb-ý Hak tarafýndan tasdiki, O'nu ve ashabýný, Mekke'ye ulaþtýrýp Beyt'ini tavaf ettirecek, izhâr buyurduðu te'yki ve desteði diye tanýmlanýr. Nitekim gördük ki; Hudeybiye gününde Hz. Ömer (r.a.) þöyle so­ru tevcih ediyordu. Resûlullah (s.a.v.)'a:

—  «Sen deðil miydin peki; bizim gelip Kabe'yi tavaf edeceði­mizi söyleyen?[50] O da cevab veriyordu:

—  «Peki, ben size bu sene geleceksiniz, yapacaksýnýz dedim mi?» Ömer:

—  «Hayýr», diyor. O tekrar:

—  «O halde sen mutlaka gelip tavaf edeceksin, böyle bil», diye baðlýyordu.

îþte bu, Resûlullah (s.av.)'m va'dinin doðrul anýna siydi. Nitekim, Allah (c.c.) da, kulunu bu va'dinden ötürü, þu kelâmýyla ayrýca doð­ruluyor: «Allah, Resûlü'nün rü'yasým Hak olarak tasdik ediyor ki; mutlaka siz Mescid-i Haram'a, inþâallah emniyet içinde girip, endi­þesizce tavafla, traþ olup veya saçýnýzý kýsaltacaksýnýz. O, sizin bil­mediðinizi bilir  Daha bunun ötesinde apaçýk bir fetih verecek[51]».

Yine bu umre, hemen ardýndan gelen Büyük Fetih için bir giriþ ve ilk adým oldu.

Ayný zamanda bu umreye iþtirak eden Ensâr ve Muhacir kala­balýðý, her davranýþýnda; tavafta, sa'yde ve öbür menâsikde Resûlul-lah'a istekle uyuyor, onun çevresinde neþ'e ve yiðitlik dolu davra­nýþlarýyla, hiç de müþriklerin düþünüp beklediði hastalýk, gevþeklik gibi bir görüntü vermiyorlardý... Bu yüzden müþriklerin yüreðine korku saldýlar, Çünkü onlar, ashabýn, Yesribin iklimi gereði sýtma v.s. gibi hastalýklara yakalanýp, çeþitli imkânsýzlýklarla hayli yýpran­mýþ olduklarýný sanýyorlar ve dedikodusunu yapýyorlardý...[52]

Müslim, Ýbn Abbas'tan rivayet eder ki:

Müþrikler, müslümanlarýn Kabe çevresinde «Remel» yaptýðýný (sert adýmlarla dik dik yürüdüklerini), sa'yde de ayný canlýlýðý ta­þýdýklarýný görünce, birbirlerine : Bunlar mý, bizim sýtmadan periþan olduðunu sandýðýmýz kimseler?... Bunlar ceylân gibi zýplýyorlar, o kadar çevikmisler[53].

Hâsýlý tamamlanmýþ þekliyle bir bütün olarak, bu umre, müþ­riklerin gönlüne öyle bir oturdu ki; âdeta Mekke fethinin kolay ve savaþsýz gerçekleþmesine zemin hazýrladý.

Þimdi biz bu «Umretü'l-Kazâ»'dan neler alýrýz, ona bakalým:

1- Tavafýn Ýlk üç þavtmda, sað omuzu dýþarýda býrakacak þe­kilde ihramý koltuk altýndan bürünmek   (Iztýba)   ve  sert  adýmlarla hýzlý yürüme (Hervele)'nin; bu anda Resûlullah (s.a.v.)'a uymak ba­kýmýndan müstehab olduðu.

Bunun müstehab oluþu þuna baðlý tabiî: Tavafý sa'y izliyorsa, o tavafta «remel» yapýlmýþsa bu da müstehab olur. Çünkü Resûlul­lah (s.a.v.) böyle yapmýþtý. Iztýba ise, ihramýn bir ucunu sað kol­tuk altýndan, ikinci ucunu ise sol omuzun üstünden örtülmesidir ve bu ayný zamanda Safa ile Merve arasýnda sa'y anýnda iki niþan ara­sýnda, ittlbâan sünnet olur...

2- Bazý  fakihler,   hac veya umre anýnda ihramh iken nikâh kýymanýn caiz olduðuna kanaat ettiler.   Dayanaklarý da, yukarýda naklettiðimiz rivayete  göre; Resûlullah   (s.a.v.)'in   Meymûne   (r.a.) ile ihramh olarak   nikâhlandýðýdýr.   Ama  fakihlerin büyük bir gru­buna göre ise; ihramhmn ister bizzat, ister vekâleten nikâh yaptýr­masý mutlak mânâda câ'z olmaz. Hanefiler ise, ihramlýnm veli ola­rak da, ihramh olmayan biri adýna nikâh kýyamýyacaðý kanaatýndadýr.

tþte böylece Resûluîlah (s.av.)'ýn, umre ve bir de hac yaptýðý biliniyor. Müslim'in Enes (r.a.)'den senediyle naklettiðine göre Re­sûlullah (s.a.v.) bütün umreleri Zilkade'de yaptý. Sadece, hac anýn­daki umresi ise, hac mevsiminde oldu: Hudeyblye umresi Zilkade'de, ondan sonraki sene yaptýðý (Umretü'1-Kazâ) umre Zilkade'de, Ca'-râneden dönüþte yaptýðý umre, Huneyn ganimetlerini taksim için dönüþteki umresi de Zilkade'de, son umresi ise Veda Haccý'na gitti­ðinde yaptý ki, bu Zilhicce'dir, tabii ..[54]

 
5- Mûte Muharebesi
 

Hicretin sekizinci senesi, Cemâziye'l-Evvel ayýnda Mûte'ye sefer oldu. Mûte, Þam bölgesinde bir kasabaydý. Bugün «Kerk» diye aný­lan, bir yayla, konak yeri...

Bu gazvenin sebebi ise; yukarýda bahsi geçen Busra Meliki'ne Resûlullah'ýn elçi olarak gönderilen Hârls bin Âmir el-Ezdi'nin öl-dürülmesiydi. Bunca elçisinden hiçbiri de böyle öldürülmemiþti. O, halký Þama karþý çýkýþa da'vet etti. Ve bir anda, üçbin savaþçý müs-lüman, Mûte'ye gazaya gitmek isteði ile toplanývermiþti

Resûlullah (s.a.v.) bu savaþa b.zzat katýlmadý. O yüzden bu sefere esasen gazve deðil, «seriyye» denir Ancak, bu savaþa katý­lan müslümanlarýn sayýsýnýn çokluðu ve savaþýn da son derece önem­li oluþu sebebiyle siyer ulemasýnýn hemen hepsi «gazve» demiþ­lerdir.

Resûlullah savaþçýlara: «Emiriniz, Zeyd bin Hârise'dir. O þe-hid olursa Ca'fer bin Ebi Tâlib, o da þehid olursa Abdullah bin Re-vaha olacak, o da þehid olursa artýk halk kimi dilerse onu baþýna geçirsin[55]».

Ve Resûlullah (s.a.v.) müslümanlara, oraya varýnca ilk iþ ola­rak onlarý islâm'a da'vet etmeyi tavsiye etti. Kabul ederlerse ne âlâ. Yoksa Allah'a sýðýnýp onlarla savaþýn diye tenbihledi.

Ibn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.) ve sahabesi Cr.a.J, müslü-man orduyu ve komutanlarýný Medine dýþýna Veda tepesine kadar uðurladýlar. Bu esnada, Abdullah bin Revaha aðladý. Niçin aðladý­ðým sordular. O, vallahi ben ne dünya sevgisinden, ne de sizden ayrýldýðýma aðlýyor deðilim. Fakat Resûlullah'tan iþitmiþtim; Kita-bullah'tan okuduðu þu âyette cehennem anlatýlýyordu: -Sizden, ce­henneme uðramýyacak yoktur. Bu Rabbinin kendine zaruri olarak yapmayý vâcib kýldýðý gerçek[56]»   Eh ben kestiremiyorum ki, oraya uðradýktan sonra nasýl geriye dönebilirim... Onlar yürürken, ar­kalarýndan müslümanlar sizi Allah korusun, size sâhib olup, sað se­lâmet bize kavuþtursun diye seslenip duâ ettiler. Bunun üzerine (Ýs­lâm þâiri) Abdullah bin Bevaha þöyle bir þiirle cevab verdi;

-Ancak, ben Rahman (olan Allah'tan) maðfiret dilerim.

Kanlar fýþkýrtan keskin kýlýç darbesiyle,

Ya da ciðerleri parçalayan bir kargý saplamasýyla

ÞEHÝD OLMAK...

Kabrime uðrayanlar...

Allah bu bahadýrý doðruya yöneltmiþ de, o da

Dosdoðru yolu bulmuþ desinler».

Daha Medine'den ayrýlýnca düþman onlarýn kendileri üzerine yürüyüþlerini öðrenmiþti. Toplanýp karþý çýktýlar. Herakl yüzbinden fazla Rum savaþçý toplamýþtý onlara. Ayrýca Þurahbil bin Amr de yüzb'n kiþi toplamýþtý; Lâhm, Cüzam, Kayn ve Behra kabilelerin­den...

Müslümanlar da bu karþý hazýrlýðý haber alýnca, Maan mevki­inde iki gece konaklayýp mes'eleyi enine boyuna düþünüp müzake­re ettiler: Durumu Resûlullah (s.a.v.)'a mektupla bildirip, düþma­nýn miktarýný bildirelim diyenler oldu. Abdullah Ýbn Revana ise on­larýn hamaset duygularýný harekete geçirecek þeylerle onlara cesa­ret verip teþvik etti: «Ey kavm, vallahi þu anda pek istekli görünme­diðiniz, aslýnda kavuþmak için yola çýktýðýnýz þeydir, þehidliktir» dedi. Zaten biz insanlarla, ne sayý, ne kuvvet, ne binek çokluðuna güvenerek çarpýþmýyoruz. O halde yürüyün ileri ve iki þereften biri­ne ulaþýn; zafer veya þehadet...

Müslümanlar «Kerk- dolaylarýnda düþmanla karþý karþýya gel­diler. Düþman öyle hazýrlýklýydý ki; sayý, silâh ve malzemece kimse o güne kadar bu çapa ulaþmamýþtýr.

Çarpýþmayý Zeyd bin Harise baþlattý. Sancaðý çekti ve müslü­manlar da birlikte çarpýþtýlar. Nihayet Zeyd (r.a.) birçok mýzrak darbesi alarak þehýd olunca, sancaðý Ca'fer bin Ebî Tâlib aldý. O da çarpýþtý, aðýr yaralar aldý. Öyle ki savaþ sarhoþluðuyla atýndan inip yaya olarak çarpýþmaya baþladý Savaþýn en kýzgýn anýnda da o, þöylece recezler söylüyor, müslümanlarý gayrete getiriyordu:

«Cennet ve ona yaklaþmak ne hoþ! Ýçkisi soðuk ve nefis,             '

Rumlara gelince r um I araý sonu yaklaþtý,

Kafir millet yabandýr soyu.

O halde bana onlarý rastladýkça biçmek yaraþýr.»

Allah ondan razý olsun, bu tarzda çarpýþtý ve o da þehid oldu. Yere düþünce ruraun biri kýlýcýyla parçaladý. Vücudunda elliden faz­la darbe görüldü ki, hepsi de cephedendi. Arkadan hiç yara alma­dý. Onu müteakip sancaðý Abdullah bin Revana aldý ki, o da þöyle

recezler söylüyordu :

«Ey nefis, ben seni boyun eðdirmeye and içtim, Ya boyun eðersin, yoksa zorla eðdiririm, Müslümanlar toplasmýþ (benim ölüme) aðlýyor. Ne hâl ki, sen hâlâ cennetten kaçar gibisin. Bunca yýl oldu sen hâlâ tatmin olmadýn, Sen vücud testisinde bir damla deðil misin?»

O da uzun çarpýþma sonu þehid düþtü (r.a.). Bunun üzerine or­du, Hz. Halid bin Velid (r.a.)'in komutanlýðýnda ittifak etti. Ve böy­lece müþriklerle çarpýþýp onlarý daðýttýlar. Böylece fýrsat bulup or­dusunu toparladý ve Medine'ye döndü.

Buhârî'nin Eenes (r.a.)'den nakline göre Resûlullah (s.a.v.) da­ha haberci gelmeden, Zeyd, Ca'fer ve Ýbn Revaha'mn durumlarýný halka bir bir haber verdi: Þöyle diyordu: Sancaðý Zeyd aldý ve þe­hid oldu. Sonra Ca'fer aldý, o da þehid oldu. En son tbn Revaha aldý, o da þehid oldu, (gözleri yaþla dolu dolu idi). Þimdi de sanca­ðý Allah'ýn kýlýçlarýndan bir kýlýç aldý. Allah böylece onlara bir ka­pý açtý.

Görüldüðü gibi bu hadîs, en sonunda müslumanlarýn ilâhî ina­yetle zafere erdiklerini gösteriyor. Bazý siyret râvilerinin iddia etti­ði gibi müslümanlar rumlarý takib etmeyip, sadece yendikten son­ra bununla yetinip yerlerinde kalmýþlar. Sonra da derlenip topar­lanýp, Medine'ye dönmüþlerdir, demek isterler. Tabu bu da Hâlid bin Velid'in harb dehasýnýn bir eseridir...

Ibn Hâcer der ki: Mûsâ bin Ukbe'nin «Meðâzî»'sindeki en gü­venilir meðâzi budur. Bulunan þu ifade: «...Sonra Abdullah bin Re­vaha aldý. Ve þehid oldu..» Bunun peþinden müslümanlar Hâlid bin Velid üzerinde anlaþtýlar Allah böylece düþmanlarý þaþýrttý, müs­lümanlar üstün geldi.

Ýmam Ibn Kesir ise þöyle söylüyor: Bu nakilleri þöyle toparla­yabiliriz. Hâlid bin Velid müslümanlan toplayýp geceyi geçirdi. Sa­bahleyin, askerin tertibini deðiþtirdi. Saðdakileri sola, soldakileri sa­ða geçirdi. Maksadý düþmaný þaþýrtmak ve Ýslâm birliðine takviye kuvvetlerinin geldiði vehmini vermekti. Ve Hâlid onlara hücum edip, püskürttü. Ama onlarý takib etmedi, geri çekiUp, aldýðý ganimetlerle yurduna döndü[57].

Medine'ye yaklaþýnca da, Resûlullah (s.a.v.) onlarý karþýladý. Çocuklar koþarak orduyu karþýlýyordu. Resûlullah, çocuklarý alýp terkinize bindirin, Ca'fer'in oðlunu da bana verin diye emretti. Ve Abdullah getirilince onu önüne oturttu. O esnada, halk orduya: Ka­çaklar, Allah yolunda çarpýþmaktan yüz çevirdiniz gibi lâflar edi­yordu. Resûlullah (s.a.v.): «Hayýr, onlar firari deðil onlar kerrarîdir inþâallah[58]» buyurdu. [59]

 
Dersler Ve Ýbretler
 
însaný dehþete düþüren þey, bu savaþta müslumanlarýn sayýsý ile, Rum ve Arap müþriklerinin savaþçý sayýsý arasýndaki kýyas ka­bul etmez farklý durumdur. Olayýn naklinden gördük ki: Rum or­dusu ve onlarla beraber müþrik kabilelerin toplamý ikiyüz bini bu­luyordu. Ibn Ishâk.lbn Sa'd ve öbür siyer yazarlarýnýn nakli bu tarz­dadýr. Halbuki, müslüman askerin sayýsý üçbini geçmiyordu. Bu­nun anlamý þudur: Rum ordusu sayýca müslümanlarm elli katýndan fazlaya varmaktaydý.[60]

Buradaki oranlama þöyle görünür: Müslüman ordusu, topuða varmayan ince bir su birikintisi, rum ordusu ise muazzam dalgala­rýyla koca bir deniz... Müslüman ordunun nazik durumu böylece tasavvur edilebilir ancak.

Eh. buna ilâveten düþman ordusunun silâh ve teçhizatý, erzak ye giyimi, binek ve moral gücü, gurur ve ihtiþamý da ayrý bir ordu demektir. Haniya, o gün müslümanlar fakr ve yoksulluk içinde, gün­leri aç geçtiði olurdu.[61]

Esas dehþet veren þey ise tabiî, bu koca ordu karþýsýnda, içinde Resûlullah'ýn da bulunmadýðý bir küçük seriyyenin varlýk gös­termesi, direnmesi, asla daðýlýp kaçmamasýdýr. Baþarý ile döndüler. Ve üstelik bu koca kitle müslümanlarýn önünde bir harb nizamý bile gösteremiyor, üstüne çullanamýyor. Halbuki, islâm cemaatým ku-þatsa, öyle görünüyor ki; çepeçevre sardý mý bir çöl ortasýnda küçük çekirdek gibi kalýrdý, siyah bir tarlada bir tane gibi.

Ve iþin öbür yüzü de var. Müslümanlarýn gösterdiði dayanýk­lýlýk. Dalga dalga gelen felâket seîi karþýsýnda ilk komutanlarý ölü­yor, ikinci ve üçüncüsü de gidiyor. Onlar âdeta þehadet kapýsýný açý­yorlar, þevkle ona herbiri atýlýyor Öyle ki koca ordusuna raðmen müþriklerin içine bu acaip atýlýþ korku salýyor, tlâhi bir ürperti. Öyle ki zahiri hiçbir sebeb yok... Yerlerini býrakýp kaçýyorlar ve bu yüz­den de sayýsýz âdem ölüyor.

Ama tabiî; Allah'a tam imanýn, O'na güvenip, O'nun va'dine ke­sinkes baðlanmanýn neleri baþartacýðýný düþündüðümüzde þaþkýnlý­ða, hayrete mahal kalmaz, hepsi daðýlýp gider.

Ve esasen, müslüman ise, müslüman kiþi için iþin böyle olma­masý dehþet verici ve þaþýrtýcý olur. Yâni müslümanm böyle rakam­lar, adedler, hesaplar zihnin; oyalamaz. Allah'ýn va'di karþýsýnda ona er-geç zafer vereceðine dair teminatý yönünden ya da ebedî ni'met-leriyle dolu cennet müjdesi karþýsýnda müslümaný o tür þeyler en-terese etmez ki!.. Abdullah bbn Revaha'mn o boðuþmada söylediði gibi müslüman: «Sayýlar veya güçler savaþmaz, o sadece Allah'ýn lütfettiði bu mübarek dinle, onun verdiði þevkle güçlenip savaþýr...»

Bu gazvenin bize taþýdýðý dersler ve iþaretlerin en keskinlerini de aþaðýya özetle sýralýyoruz:

1- Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu sefer için tavsiye ettiði (komuta) usûlü þuna delâlet eder:

Bir îslâm halifesi veya devlet reisi bir kiþiyi þartlý olarak müs­lümanlarýn baþýna tâyin edebilir. Veya birkaç kiþiyi birbirini takib edecek emirler de gösterebilir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.); önce Zeyd, sonra Ca'fer, sonra Abdullah tbn Revana (r.a.)'nýn komuta etmesini emretmiþti... Ulema demiþtir ki: Bu tarzda halife, emirler tâyin ederse, sahîh olan; hepsinin emirliklerinin ta baþta kesinleþ­miþ olacaðýdýr. O an akidler tamamdýr, ancak silsile-i merâtib þar­týyla[62].

2- Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu tavsiyesi yine müslümanlann baþ-lanna emir tâyininde re'y belirtebileceðim de gösteriyor. Tabii reis­leri yok olunca (ölür veya çekilirse) ya da halife onlara, birini seç­me serbestisi verirse... TahavÝ der ki: -Bundan þu esas çýkar: Müs­lümanlarýn emiri kaybolursa, o hazýr oluncaya kadar, onun yerini tutacak bir kiþiyi seçmeleri müslümanlara vazife olur.»

Týpký böyle do, bu tavsiye, daha Resûlullah (s.a.v.) sað iken de müslümanlann  içtihadda bulunabileceðine delâlet eder...

3- Görüldü ki; Resûlullah (s.a.v.)  aradaki binlerce km. mesa­feye raðmen hâllerini görüp, Zeyd, Ca'fer ve tbn Revaha'nm aký­betini gözlerinden yaþ akarak haber verdi.

Bu, Cenâb-i Hakk'm, Resulü için arzý dürüp kýsalttýðýný anlatýr. Böylelikle Sam civarýnda çarpýþan müslümanlann durumunu göre­cek hâle ulaþtý. Ve sahabesine bir bir haber verdi. Bu da Allah'ýn Hatbib (s.a.vJ'ûýe ikram ettiði sayýsýz hârikalardan biridir.

Ayný zamanda bu olay, onun sahabesine ne kadar sevgi ve þef­katle dolu olduðunu da anlatmaktadýr. Öyle ya, sahâbesiyle otu­rurken onlara bu þühedânýn haberini anlatýrken onu gözyaþýyla að­latan neydi? Onun aðlamasý azýmsanamaz. Yine biliyoruz ki; onun aðlamasý Allah'ýn kazasýna ve takdirine nza göstermemesi anlamý­na asla gelmez. Çünkü «Kalb hüzünlenir, göz yaþarýr» buyurmuþtur O. Bu artýk Allanýn hilkat anýnda insana aþýladýðý merhamet ve has­sasiyet tabiatýnýn sonucudur.

4- Bu üç büyük þehidin hâlini bildiren (yâni O'nun Medine'de durumu anlatýrken geçen ifadesi arasýnda)  hadîsten Hâlid bin Ve-lid'in özel faziletini de alýyorum. Nitekim sözünün sonunda «niha­yet sancaðý, Allah'ýn kýlýçlarýndan bir kýlýç aldý da, Allah onlara fethi müyesser kýldý.» Bu savaþta bir özellik de, Hâlid bin Velid'in ilk de­fa müslümanlann safýnda savaþa katýlmasýydý. Çünkü onun Ýslâm'a geliþinin üzerinden çok zaman geçmemiþti... Ve buradan Resûlullah (s.a.v.)'m Hâlid bin Velid  (r.a.)'e Seyfullah: Allah'ýn kýlýcý lâkabým vermesini de anlamýþ oluyoruz.

Bu savaþta Hâlid bin Velid, son derece ciddi bir denemeden geç­miþ oluyordu ayný zamanda. Ýmtihaný üstün basan ile kazanmýþ­tý da. Buhârî'nin kendisinden rivayetine göre der ki; O Mûte günün­de elinde tam dokuz kýlýç kýnlmýþtý... îbn Hâcer de der ki: Bu hadis, müslümanlann o günde müþriklerle çok uzun çarpýþtýklarýný açýk­ça gösterir.Ýmdi, Müslüman ordu Medine'ye dönünce halkýn: «Kaçaklar, Al­lah yolunda savaþmaktan kaçtýnýz» þeklindeki ithamlarý ise, sadece rumlarý yendikleri halde onlarý takip edip imha etmemiþ olmalarý yüzündendir. Ve savaþtýklarý topraklarý elde tutmayýp, eski halin­de býrakýp dönmelerinden ötürüydü. Halbuki, öbür gazvelerde tu­tum bu deðildi. Ama Hâlid bununla yetinip, orduyu nizamlý þekil­de geriye çekip Medine'ye döndü. Esasen bu, görüldüðü üzere, Hâ­lid bin Velid'in hakimane tedbiri ve rumlarýn üstüne saldýðý ürkün­tüyü kullanýp Ýslâm ordusunu imhadan koruyup haysiyetini kur-tarmasýdýr. tþte bunua için Resûlullah (s.a.v.) onlara þu karþýlýðý ve­riyordu: «Hayýr, onlar firari deðil kerrâridir, inþâallah. [63]

 
6- Mekke'nin Feth
 
Tarih: Olay, Hicret-i Nebeviyye (s.a.v.)'nin sekizinci yýlý, Rama­zan ayý içinde oldu.

Sebeb: Benî Bekr'den bir grup insan Kureyþ'in ileri gelenleriy­le; Huzâa kabilesine karþý kendilerine silâh ve asker yardýmý için müzakerede bulundular. (Huzâa ise, Hudeybiye'de müslümanlarýn taraflýsý olmuþtu). Müþrikler buna evet dedi. Bir grup ileri gelen müþrik de, yüzlerini örtüp kendilerini gizleyerek onlara yardýma koþtu. Aralarýnda Safvan bin Ümeyye, Huveytýb bin Abdüluzza ve Mikrez bin Hafs olup; silâh, malzeme ve köleleriyle Benî Bekr'i des­teklediler. Vetir denilen yerde (Huzâalýlarýn yurdu) onlarla çarpý­þýldý. Huzâalýlar gafil avlanmýþtý. Çünkü barýþ taraflýsý olarak emin­diler. Bir gecede yirmi ölü vermiþlerdi... Bunun üzerine Huzâalý Amr bin Salim kýrk kiþilik süvariyle yola çýkýp, Resûullah'a geldi. Durumu haber verdi. Uðradýklarý felâketi anlattý.

Bu kiþinin (þiirle) anlattýðý durumu dinledikten sonra Resûlul-lah (s.a.v.) ridâsýný toplayarak kalktý ve «Benî Kâab'a (yâni Huzâ-alýlara) yardým etmezsem, yardýmsýz kalayým... Kendime ve yakýn­larýma yardým eder gibi hem de...» Ve devam etti. «Þu bulutun yað­dýrdýðý gibi yardým edeceðim!...[64]».

Kureyþ hemen de yaptýklarýnýn yanlýþlýðýný kavradý. Ebû Süf-yân bin Harb'i, Resûlullah (s.a.v.)'a anlaþmayý yenilemesi ve müd­detini uzatmasý için gönderdiler. Ebû Süfyân, Resûlullah'a gelip du­rumu anlattý ise de ondan bir cevap alamadý ve iltifat göremedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e gitti. Resûlullah'a varýp aracý olmasýný istedi. O da, ben bunu yapamam diye savdý. Ebû Süfyân daha sonra, Ömer Îbni'l-Hattâb'a baþvurdu. O da: Ben mi - Resû-lullah (s.a.v.)'a- gidip sizin için þefaatçilik yapacaðým? Vallahi hiç­bir þey deðil, bir karýnca yavrusu bulunsa onunla size karþý sava­þýrým» diye cevab verince: Ebû Süfyân piþman ve yenik halde Mek-ke'iye eli boþ döndü.

Öte yanda ise Resûlullah (s.a.v.î hazýrlýða koyuldu. Ama mes'-ele gizli tutuluyordu. Ve þöyle duâ ediyordu:   «Yâ Rab, beni, Kureyþ'in gözünden sakla, gözlerini kör et. Bizi, iþ olup bittikten sonra görsünler ancak!...[65]».

Resûlullah ordugâh kurunca da, Hâtýb Ýbn Belta'a müslüman-larýn saldýrýsýna karþý uyanýk olsunlar diye Kureyþ'deki akrabalarý­na bir mektup yazmýþtý.

Hz. Ali (r.a.) der ki; Resûlullah beni, Mikdat ve Zübeyr'i gön­derdi. Bize gidip «Hah» bahçesi denen yerde bir kadýnýn elindeki mektubu almamýzý emretti. Hz. AH diyor ki: Atlarýmýzla sür'atlice gittik, o bahçeye vardýk. Gerçekten b.r kadýn var. Biz mektubu çý­kar deyince, inkâr etti. Mektup yok dedi. Çýkar mektubu, yoksa el­biseni soyup arayacaðýz deyince, saç örgülerinin arasýndan çýkar­dý. Mektubu Resûiullah (s.a.v.)'a getirdik. Bir de baktýk ki; Hâtýb bin Belta'a, Resûlullah'ýn hazýrlýklarýný Mekke müþriklerine, Kureyþ-lilere bildiriyor...»

Resûlullah (s.a.v.): «Bu ne oluyor Hâtýb?» deyince Hâtýb:

—  Yâ Resûlâllah (s.a.v.)! Beni cezalandýrmada acele etme, an­latayým :

Ben Kureyþ asýllý deðil, onlara sonradan katýlmýþ, yâni kölelik­ten gelme mevalidenim. Halbuki, sizin çevrenizdeki öbür muhacir­lerin herbirinin Kureyþ arasýnda akrabalarý var. Orada ailesi v.s. bulunanlarý o akrabalarý hep himaye eder, mallarýný korur. Benim ise orada bir yakýným yok ki, orada bulunan ev halkýmý korusun. Bunu yapmakla ,onlar nezdinde, yakýnlarýmý korumalarý için bir ih­tar yapmýþ olacaðýmý umdum. Yoksa ben bunu yapmakla hâþâ di­nimden dönmüþ deðilim. Ýslâm'dan sonra da asla küfre rýza göster­mem.

Resûlullah bunun üzerine yanýndakilere; doðru söyledi, buyur­du. Ömer (r.a.î söze katýlýp; yâ Resûlâllah, býrak da þu nýünafýkýn boy­nunu vurayým, diye çýkýþýnca:

—  «O Bedir'de bulunmuþ bir kiþidir. Ne bilirsin, belki de Allah Bedir mücâhidlerini tamamen serbest býrakmýþ; sizi tamamen afvet-tim, istediðinizi yapýn demiþtir?» buyurdu. Ve bu hâdise üzerine Ce-nâb-ý Hak þu âyetleri inzal buyurdu: *Ey inananlar, benim ve sizin düþmanýnýz olan kimseleri asla dost edinmeyin  Onlara sempati bes­lemeyin, yardým etmeyin. Halbuki onlar, size gelen Hak nizamýmý reddediyor...» Buradan ta: «O normalden sapýk yola girmiþ olur...» kýsmýna kadar.[66]

Resûlullah (bu sefer esnasýnda) Kelsum bin Huseyn'i Medine'ye vekil býraktý. Ve Ramazan'm onuncu Çarþamba günü ikindiden son­ra hareket ettiler. Resûlullah (s.a.v.) çevre kabilelerine de gözcü ve elçiler çýkardý. Elsem oðullarý, Gýfâr oðullarý, Müzeyne oðullarý, Cü-heyneliler ve ötekilere. Hepsi de Zahran'da buluþtu. Burasý Mekke -Medine arasýnda b'r yer. Müslümanlarýn sayýsý onbini buluyordu. Henüz Kureyþ'in hiçbir þeyden haberi yoktu. Ancak, Ebû Süfyân"-ýn Medine'den yenik dönmesinden ötürü bir sürprizle karþýlaþa­caklarým umuyorlardý. Bu yüzden de, Ebû Süfyân, Hakîm bin Hý-zâm ve Bedii bin Varaka'yý Resûlullah (s.a.v.)'dan haber toplamak üzere göndermiþlerdi. Bu hey"et, Merrizzahran'a varýnca, muazzam bir ateþ gördüler. Onlar aralarýnda bu (daðý taþý dolduran) ateþin ne olduðunu tartýþa dursun; Resûlullah'ýn ileri gözcüleri onlarý yakaladý­lar. Resûlullah (s.a.v.) in huzuruna çýkardýlar. Ebû Süfyân orada müslüman oldu[67].

Ýbn Ýshâk, Abbas (r.a.) 'dan Ebû Süfyân'ýn Ýslâm'a giriþinin taf­silâtýný þöyle anlatýyor: Sabah olunca, onu alýp Resûlullah'a getir­dim. Resûlullah (s.a.v.) onu görünce-. «Yazýk sana, Allah'tan baþka ilâhýn olmadýðýný anlaman için zaman gelmedi mi?» buyurdu. O da: «Vallahi galiba öyle. Çünkü Ondan baþka ilâh bulunsa beni birta­kým zararlardan korur, fayda verirdi» dedi. Resûlullah yine: «Ya­zýk sana Ebû Süfyân, hâlâ benim Allah elçisi olduðumu kavraya-madýn mý?...» buyurdu. O da þöyle cevab verdi: Anam, babam sana feda oslun, senden daha merhametli, güzel huylu ve akrabasýný gö­zeten birini tanýmadým. Ama ne var ki, benim içimde hâlâ ufak da olsa bir tereddud var...

Bunun üzerine Abbas ona çýkþti: Yazýk be, müslüman öl, þehâ-det getir de «Allah'tan baþka ilâh olmadýðýý, Muhammed'in Allah'ýn Resulü olduðunu söyle, baþýn vurulmadan önce!..

Denir ki, o an gerçekten þehâdet getirip müslüman oldu. Yine Abbas (r.a.) der ki: Dedim, yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân övünç ve­ren þeyleri sever, ona bir iltifatta bulun. O da: «Tabiî, dedi, o hal­de Mekkelilerden kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emniyette ola­cak. Yine kim evine kapanýr oturursa, kim Kabe'ye sýðýnýrsa emni­yettedir...»

Daha sonra, Resûlullah Mekke'ye doðru harekete baþlarken Hz. Abbas (r.a.)'a dedi ki, «Ebû Süfyân'ý götür ana geçidin aðzýnda durdur. Allah'ýn ordusu önünden geçerken seyretsin.» Abbas (r.a.) der ki: Aldým onu, götürüp vadinin dar boðazýnda durdurdum. Tam Resûlullah'ýn dediði gibi. Ve kabileler bölük bölük bayraklarýný çe­kip geçmeye baþladýlar. Her kabile geçince; yâ Abbas bunlar kim? diye soruyor, ben de, meselâ bu Süleym oðullarýdýr diye cevap ve­riyorum. Bu sefer o; SüleymUerle aramda mes'elemiz yok diyor...

Böyle geçiþ devam etti. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) baþlarýnda olduðu halde Ensâr ve Muhacirlerden oluþan bir alay geliyor. Âde­ta baþtan ayaða demirle donanmýþlar gibi. Ebû Süfyan: «Sübhânal-lah ey Abbas, kim bunlar?» diyordu. Ben de, iþte Resûlullah, Mu­hacir ve Ensâr arasýnda deðil mi. O da, bu güce kimsenin karþý dur­ma ihtimali yoktur. «Ey Ebâ Fadl (Hz. Abbas'ýn lâkabý), yeðenin çok büyük melik olmuþ..» deyince, onu uyarýyordum; hey Ebâ Süf-yân, bu meliklik deðil nübüvvettir diye. Ve hemen Ebû Süfyan dü­zeltiyor: «Evet, tabii öyle...[68]».

Daha sonra Abbas (r.a.) diyor ki, kavmini kurtar.. Ve Ebû Süf-yân konuþuyor. Resûlullah oraya ulaþmadan Mekke'ye girip son se­siyle baðýrýyor: Hey Kureyþliler, iþte gelen Muhammed'dir. Öyle bir güçle geliyor ki karþý koymaya imkânýmýz yok...

Bu durumda, kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emniyette ola­cak. . Fakat karýsý Hind onu karþýlýyor, onu sakalýndan tutup; þu kocamýþ alçak bunak herifi öldürün, diyordu.. Ebû Süfyan ise yine onlan uyarýyor: Aman, Ýliþleriniz sizi aldatmasýn, sakýn. O öyle bir güçle geliyor ki, asla karþý duramazsýnýz. Çýkar yol, Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýp emniyete ermektir.

Allah kahretsin seni diyorlar, senin evinde ne var ki bizi kur­tarsýn?... O bu sefer de, kim evine kapanýr oturursa yine emin olur. Kim Beyt'e sýðýnýrsa emniyette olur. Bunun üzerine halk daðýlýyor. Kimi evlerine, kimi Mescid-i Haram'a gidiyor[69].

Ordunun boðazý geçmesi esnasýnda, Sa'd Ibn Ubâde'nin, Ebû Sûf-yân'a «Bugün destan günü. Bugün Kabe'nin helâl olduðu gün...» yol­lu bir þey söylediði haberi Resûlullah (s.a.v.)'a ulaþtý. O bu sözü tas­vip etmedi. Ve þöyle tenkid etti: «Bugün aksine rahmet günü, bugün Kabe'nin þerefini Allah'ýn yücelttiði gündür!..»

Ardýndan da birlik komutanlarýna kesin emir verdi; kimseyle savaþýlmayacak, sadece karþý duranlarla...[70].

Ne var ki altý erkek, dört kadýnýn da, nerede bulunursa öldü­rülmesini emretmiþti. Bunlar: Ýkrime bin Ebî Cehl, Hebbar bin el-Esved, Abdullah bin Sa'd Ebi Þerh, Mikyes bin Sababetü'l-Leysî, Hu-veyris bin Nukayz, Abdullah Ýbn Hilâl, Hint binti Utbe, Amr îbn Hiþâmýn cariyesi Sâre, Fertena ve Kureyna adlý, Ýbn Hilâl'in þar­kýcýlarý... (ki bu iki câriye hep Resûlullah (s.a.v.)'ý hicveden þarkýlar söylerlerdi)[71]

Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye üst taraftan (Ki'da) giriyordu. Hâ-lid bin Velid'e de þehrin alt tarafýndan (Kûdâ) girmesini emretmiþ­ti Öbür müslümanlar da hep ta'Um edilen yerlerden þehre girdiler. Ba giriþte hiçbir mukavemetle karþýlaþmamýþlar, ancak Hâlid bin Ve­lide rastlayan îkrime bin Ebî Cehl ve Safvan Ýbn Ümeyye grubu çarpýþmaya tutuþmuþ; Kureyþ'ten yirmi dört kiþi, Huzeyl kabile­sinden de dört kiþi ölmüþtü. Resûlullah (s.a.v.) uzaktan kýlýçlarýn parýltýsýný görünce, durumu soruþturduðunda, Hâlid Ýbn Velid'in savaþtýðý haber verilince: «Allah'ýn takdirinde bir hayýr vardýr el­bette..[72] » buyurdu.

îbn îshâk, Abdullah Ýbn Ebî Bekr'den, Hakim de Enes'ten riva­yet ediyor ki; Resûlullah (s.a.v.) Zituva'ya gelince, bineði üzerin­de, baþýnda Yemen iþi bir Sarýðýyla bulunuyordu. Baþýný Allah'ýn hu­zurunda eðmiþ, Fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve þükranýný bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalýnýn ucu hayvanýn yelesine deðiyordu.

Buhârî'nin, Muâviye bin Kurre'den rivayetinde der ki, Abdul­lah tbn Muðaffelden duydum: «Mekke fethinin ilk gününe baktým Resûlullah (s.a.v.) devesinin üzerinde, Fetih sûresini yüksek sesle okuyor. Eðer halk çevreme toplanmasa, ben de onun gibi yüksek sesle okuyacaktým.

Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girer girmez Kabe'ye yöneldi. O zaman Kabe çevresinde 360 kadar put sýralanmýþtý. O elinde öd aða­cýndan asâsýyla, birine önden, birine arkasýndan dokundukça, patýr patýr yüz üstü düþüyorlardý. O da, «Hak geldi, bâtýl zail oldu» buyuruyordu. Yine, «Hak geldi, artýk bâtýlýn açýða vurmasý veya tekrar gelmesi imkânsýz...[73]» diyordu.

Kabe'nin içinde de öyle putlar vardý. Onun için Resûlullah ora-ya ilkin girmedi. Emretti, hepsi dýþarý atýldý. Bu arada, ellerinde fal oklarý, güya Hz. Ýbrahim ve Ýsmail'in resimleri de çýkarýldý. Re­sûlullah (s.a.v.) onlar için de: Allah onlarýn caným alsýn, çok iyi bilirler ki, bu iki zât asla bu fallarý kullanmadýlar.

Bundan sonra beyt'in içine girdi, dört yanma tekbir getirdi ama namaz kýlmadan çýktý. O sýrada Kabe'nin hâcibi (görevlisi) bulunan Osman bin Talha'ya, Kabe'nin anahtarýný getirmesini emretmiþti. Ge­tirince beyt'i açtý. O da, beyt'e girip çýkýnca tekrar Osman bin Tal-ha'yý çaðýrýp anahtarý ona teslim etti. Ve þöyle buyurdu: «Alýn ebediyyen sâhib olun Ama bunu ben vermiyorum size (Kabe bekçili­ðini) fakat Allahü Teâlâ veriyor. Onu bundan sonra zâlimlerin dý­þýnda kimse alamaz.»

Bu sözüyle de Cenâb-ý Hakk'm: «Allah size emânetleri ehline ver­menizi kesinlikle emreder[74]' dyet-i cehlesine iþaret ediyordu.

O sýrada Resûlullah (s.a.v.), Bilâl (r.a.)'i çaðýrdý. Bilâl Kabe'nin üstüne çýkýp namaz için ezan okudu Halk bölük bölük geliyor ve Allah'ýn dinine giriyordu, tbn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.î Ka­be kapýnýn iki sövesini tutup, ne yapacak diye çevresine merakla toplanýp bekleyen halka, þöyle hitab etti'[75]

Allah'tan baþka ilâh yok. O biiflir, ortaðý yok. Va'dini yerine getirip, kulunu zafere erdirdi. Tek baþýna bütün kabileleri yendir­di. Dikkat edin, câhiliyyeden kalma övünülen, her kan dâvasý ve mal dâvasý þu iki ayaðým altýndadýr. Sadece beyt'in perdedârlýðý ve hacýlara su verme hariç... Ey Kureyþlýier! Allah sizden câhüiyye gu­rurunu ve atalara ta'zim alýþkanlýðýný giderdi.

Bütün insanlar Âdem'dendir, Âdem ise topraktandýr. Ve ardýn­dan þu âyet-i kerimeyi okudu: «Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir diþiden yaratýp, millet ve kabilelere ayýrdýk ki, her birinize âit deði­þik kabiliyetler açýða çýksýn, birbirinizi kýymetiyle tanýyasýnýz. Allah nezdinde en deðerliniz ise þübhesiz dininde en samimî olanýmzdýr». Söze devam etti ve sordu:

Kureyþliler! Size ne yapmamý tahmin ediyorsunuz?.. Onlar da: Hayýr bekleriz. Sen kerim bir kardeþ, kerim bir kardeþoðlusun de­diler. O da, «O halde gidin, hepinizi baðýþladým[76]» buyurdu.

Yine Þeyhayn, Ebû Þüreyh el-Adevî'den rivayet ediyor: «Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü hitabesinde þunlarý söyledi: «Mekke'yi ha­rem kýlan Allah'týr. Ýnsanlar deðil. Allah ve âhiret gününe inanan bir kimseye orada ne kan dökmesi, ne de kavga ve zorbalýk yap­masý yakýþýr... Resûlullah'ýn oradaki geçici çarpýþmasýný kendisine ruhsat edinmek isteyen olursa, ona þöyle deyin: Allah sadece Re­sulüne izin verdi, size deðil. Üstelik ona izni de bir günde bir saat içindi. Þimdi ise; eski yasakhðý tekrar avdet etmiþtir... Bunu hazýr olanlar gaib olana da haber versinler...»

Daha sonra Mekke'deki halk Resûlullah (s.a.v.)'a; Allah ve Re-sûlü'nün direktiflerini dinleyip itaat etmek üzere bey'at etmek için toplandý. Erkeklerin bey'atýn! bitirince, Resûlullah, bu sefer de ka­dýnlardan bey'at almýþtý.

Kureyþ kadýnlarýndan bir grup oraya toplanmýþtý. Aralarýnda Hint binti Utbe de vardý. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)'ya. ettiðinden utanýyordu. O'na bey'at için yak­laþýnca Resûlullah (s.a.v.):

Allah'a hiçbir þeyi ortak koþmamak üzere bana bey'at edecek­siniz. Hind ise: Sen bize, erkeklere yüklemediðini yükledin. Ama biz onu yapacaðýz dedi. Resûlullah : Hýrsýzlýk da yapmayacaksýnýz, bu­yurdu.

Hind yine: Yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adam­dýr. Ben onun malýndan haberi olmadan birþeyler m lirdim, dedi. Bil­mem ki, bu bana helâl mý olur, haram mý?... Ebu Süfyân da ora­da bulunup onun dediklerini iþitiyordu.Senin geçmiþte çaldýklarýn tarihe karýþtý, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah: Sen demek Utbe'nin kýzý Hind mi­sin? deyince, evet ben Hind binti Utbe'yim., dive cevab verdi. Geçmiþ hâllerimi baðýþla ki, Allah da seni baðýþlasýn. Yine Resûlullah (s.a.v.):

Zina da e tm Ývecek s iniz, buyurdu. Hind de Hür kadýn zina eder mi? diye cevab verdi. Resûlullah: Evlâdlarmýzý da öldürmeyeceksi­niz, dedi.

Hind de: Biz onlarý küçükten eðitip büyüttük. Biliyorsun, onlarý büyümüþken sen Bedir'de öldürdün.

Ömer bu söze öyle güldü ki, sýrtüstü düþecekti. Resûlullah (s.a. v.): îftira da etmiyeceksiniz. Yâni asýlsýz þeyi uydurmayacaksýnýz.

Hind ise; iftira gerçekten çirkin birþey, tecâvüzlerden daha be­ter. Yine o, mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksýnýz... diye saydý. Sonra Ömer (r.a.)'e emretti: Allah Resulü adýna onlardan beyat al ve istiðfarda bulun. O güne kadar da, o gün de Resûlullah kadýnlarla asla musafaha etmemiþ, bir kadýnýn eli eline deðmemiþ­ti. Ancak kendine Allah'ýn helâl kýldýðý müstesna[77].

Buhârî'nin Âiþe (r.a.)'den rivayetine göre, o da demiþtir ki: Re­sûlullah kadýnlardan, ancak; «Allah'a birþeyi ortak koþmasýnlar...» âyetini tekrarlayarak sözlü bey'at alýrdý. Yine der ki, Resûlullah, he­lâli olanlardan baþka bir kadýnýn elini tutmamýþtýr.

ÜmmühânÝ binti Ebî Tâlib (r.a.î fetih günü bir müþrike emân vermiþti. Ali (r.a.) ise onu öldürmek istiyordu. Ümmühâni demiþtir ki; ben Resûlullah'a gittiðimde O, Hz. Fâtýma'nýn örttüðü bir perde içinde guslediyordu. Ben varýp selâm verdim. Kim o, dedi. Ben de Ümmühâni binti Ebî Tâlib dedim. Merhaba Ümmühânî diye buyur­du. Guslünü tamamlayýnca da, o tek parça elbiseye bürülü olarak sekiz rekat namaz kýldý. Ve döndü. Ben, yâ Resûlâllah, kardeþim Ali, benim emân verdiðim adamý öldürmek istiyor. Yâni þu îbn Hübey-re'yi, dedim. O da: «Ümmühânî, senin emân verdiðine biz de emân vermiþizdir» buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.)'ýn kanýný heder ettiði adamlara gelince, bir kýsmý öldürüldü. Bir kýsmý ise af diledi ve sonradan baðýþlanýnca, müslüman oldular. Abdullah ibn Sa'd Ibn Ebî Þerh aracý bulup iyi bir müslüman oldu. Ýkrime, HÝbbân ve Hind bin Utbe de îslâm'a gir­diler. Ibn Hiþâm'ýn rivayetine göre, Fudâle bin Umeyr el-Leysî, Re­sûlullah (s.a.v.)'ý öldürmeye kalkmýþtý. Bu fetih yýlýnda ve Kabe ta­vafý esnasýndaydý.

Yaklaþýnca Resûlullah (s.a.v.) ona:

—  Sen Fudâle misin? diye sordu.

—  Evet, dedi, Fudâle'yim yâ Resûlâllah! Bu sefer sordu:

—  Peki ne konuþuyordun, kendi kendine? Adam, birþey yok, de­di. Allah'ý anýyordum..

Resûlullah (sa.v.) gülerek:

—  Allah'a sýðýn, tevbe et, buyurdu ve elini onun göðsüne koy­du. Kalbi yatýþtý.

Bundan sonra Fudâle hep söylerdi:

—  Vallahi O elini göðsümden çektiði an sanki dünyada Allah'­ýn yarattýðý hiçbir þey yoktu ondan daha çok sevdiðim. Fudâle ora­dan ayrýlýp evine dönerken, seviþtiði ve konuþtuðu kadýna uðradý. Kaduý onu zorluyordu: Hadi konuþmaya devam edelim. O þâir zât ir­ticalen þunlarý söyledi:

«O bana durma konuþ der, ben hayýr. Allah ve Ýslâm izin ver­mez. Eðer ben Muhammed'i ve fetih günü, putlarýn kýrýldýðý gün, onun ordusunu görmesem.

Allanýn dini kuþluk gibi apaydýn. Zulmün suratý ve þirk kapka­ranlýk.-

Buhâri'nin Ýbn Abbas'tan nakline göre Resûlullah (s.a.v.), orada ondokuz gün kaldý. Namazý kýsaltarak, iki rek'at olarak kýlýyordu. [78]

 
Ýbretler Ve Öðütler
 
Þimdi gördük, Allah'ýn kendi elçisine ve O'nun dostlarýna ikram ettiði Büyük Feth'i. Artýk o günkü da'vetin deðerini net görebilir, ondaki sýrlarý ve ilâhi hikmetjeri gözümüzün önünde rahatça canlan­dýrabiliriz.

iþte þimdi, Mekke Fethi'nin oluþunu tam kavradýk. Artýk bun­dan önce oradan neden hicret edildiðini ve o hicretin önemini anla­yabiliriz. Ve yine anlayabiliriz, Allah yolunda malý, caný, aileyi, kabi­leyi, milletini, topraðýný, vatanýný feda etmenin derecesini. Ýslâm ba­ki kaldýkça da bunlarýn hiçbirinin zayi olmayýp boþa gitmediðini kav­rarýz. Aksine islâm ortada kalmayýnca da bunlarýn hiçbirinin sahibi­ni kurtaramadýðým anlarýz.

Yine þimdi, bu büyük Fetih olayý üzerinde derin derin düþünüp; cihadýn, þehâdetin ve fetih öncesi yýllarýn getirdiði çile ve sýkýntýla­rýn önemini kavrarýz. Bunlarýn hiçbiri boþa çýkmamýþ, müslümanýn bir damla kaný boþa akmamýþ, müslümana asla gücünün yetmiye-ceði yüklenmem iþtir.

Bunu da bütün seriyye ve gazalarýnda gördük. Çünkü talih rüz­gârlarý onlarý aniden çekti o savaþlara. Ama bunlarýn hepsi bir giz­li hesaba uygun olarak -cereyan etti. Ve bütün bunlar fetih ve za­ferin sonuçlarýndan oluþacak adalet prensiplerine götürüyordu. Bu da sünnetullahýn kul hakkýndaki iþleyiþiydi. Þöyle ki: Gerçek îslâm olmadan zafer olmazdý. Allah'a kulluk olmadan îsl&m olmazdý. Can feda etmeden, kurban vermeden, kapýsýnda kul olup yolunda sa­vaþmadan da kulluktan söz edilemezdi... Nihayet þu an, bu Feth'in destaným bütünüyle okuyunca; Hudeybiye barýþýnýn nasýl üstün bir yeri olduðunu da kavrayabildik. Ömer'i ve sahabenin çoðunu deh­þete düþüren zahir perdesinin ardýnda parýldayan ilâhi sýrrý da keþ­fedebildik. Ve bu barýþa Cenâb-ý Hakk'ýn «Fetih» adým vermesinin sebebini de gönülden kabullendik: «...O, bunun arkasýnda yakýn bir Fetih hazýrladý...» Bunu da kavrayýnca, Resûlullahýn hayatýnýn gýda­sý olan Nübüvvet gerçeklerini bir kat daha kavramýþ olduk.

Hatýrlayalým, Resûlullah (s.a.v.) 'in vatanýndan, Mekke'den çý­kýþýný: Gizlice kabilelerinin, sevdiklerinin baðrýndan kopup hicret ediyor Yesrib'e. Önceden ve sonradan da onu bir avuç ezilmiþ, hor­lanmýþ sahabesi, ayný göçle sýyrýlýp kaçarak onunla buluþuyorlar. Sýrf dinlerinin korunmasý uðruna, malýný, ailesini, yerini yurdunu terk ediyorlar.

Ýþte onlardýr þu an vatanýna, aile ve malýna dönenler. Az iken çoðalmýþlar, zayýf iken kuvvetlenmiþler. Dün onlarý kovanlar bugün onlarý, yenilmiþ ve boyun eðmiþ durumda karþýlýyorlar.

Mekke halký bölük bölük müslümanlýða giriyor. Bir zamanlar Mekke sokaklarýnda müþriklerin iþkence ettiði Bilâî-Ý Habeþi de dö­nüp gelmiþ. Mübarek Kabe'nin damýna çýkmýþ, yüce sesiyle hayký­rýyor :

«Allahü Ekber - Allahü Ekber.»

Bu ses idi iþkence kýrbaçlarý altýnda «Birdir, birdir, birdir... Al­lah» diye fýsýldayan. Þimdi ise Kâbetullah üzerinden dalga dalga göklere, yeryüzüne yayýlýyor: «Lâ ilahe illallah, Muhammedün Re­sûlullah- diye. Ve herkes boynu bükük onu saygýyla dinliyor. Dik­kat edin, bu ikinci bir örneði olmayan tek gerçektir. O Ýslâm'dýr. Ýn­san ise ne ahmak ve echeldir ki: islâm'dan baþkasý uðrunda mü­cadeleye fedakârlýk ve kahramanlýða yeltendiði zaman, sadece veh-miyle asýlsýz ve boyutsuz boþ dâva ile uðraþtýðýný bile anlamýyor.

Bu kýsa takdimden sonra deriz ki:

Büyük Fetih, ayný zamanda birçok iþaret, hüküm ve sayýsýz ilke­ler ihtiva etmektedir îyi görmek için üzerinde durmak zarureti var. Biz þimdi, olayýn seyrine göre, elimizden geldiði ölçüde bunlarý hatýr­latacaðýz,

a) Mekke fethinin sebebi olan olay bize gösteriyor ki; barýþ ve andlaþmada müslümanlar tarafýnda olanlara, karþý taraf harb açar­sa bizzat- müslümanlara açmýþ oluyor. Artýk saldýrganla mubluman-lar arasýnda hiçbir akld kalmýyor. Bu ulemanýn tam ittifak ettiði gö­rüþtür.

b) Resûlullah  (s.a.v.)'ýn Mekke   üzerine yürüyüþündeki metod gösterir ki; ahdini bozan ve onu hiçe sayan taraf üzerine müslüman-larýn emîri, hiç de haber vermeden ansýzýn hücum edip gafil bastý­rabilir. Hýyanetinden ötürü bu böyledir. Bundan karþý tarafý haber­dar etmesi de gerekmez. Nitekim gördük ki, Resûlullah ümmetini, Mekke'ye karþý topladýðýnda þöyle dua etmiþti:   «Yâ Rab!  Kureyþ'-in gözlerini kör et, bizi görmesin! Tâ karþýlarýna dikilinceye kadar...» Bu da ümmetin ittifak ettiði bir prensiptir.

c) Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu uygulamasýnda þuna da iþaret var: Bir kýsým kimselerin ahdi bozmaya yeltenmesi, hepsinin ona giriþ­mesi olarak telâkki olunur.   Ama kalan   topluluk bu ahdi bozma teþebbüsünü gerçekçi bir tavýrla reddederse durum deðiþir. Halbu­ki Resûlullah gözetti;  Kureyþ'in çoðunluðunu suskun gördü.  Müs­lümanlarýn taraflýsý olan Huzâalýlara karþý baskýn düzenleyen ken­di adamlarýna ve taraflýlarýna  karþý  bir tavýr almadýlar.  Bu  gös­teriyordu ki; onlar da- bu iþe rýza göstermiþ, ahdi bozup hýyanet et­miþlerdir. Çünkü, baþlangýçta lider kadro barýþ yapmýþ, Kureyþ halký da toptan bunu tasvip etmiþti. Þimdi de yine onlarýn ileri gelenleri ve mümessilleri ahdi bozucu bu saldýrýyý düzenlemiþlerdi. Tabii so­nuç yine toptan ahdi bozmuþ olmalarýdýr...

Nitekim Resûlullah, Benî Kurayza savaþçýlarýný idam ettirirken de herhangi birine, ahdi bozmadýðýný sormamýþtý. Yine Beni Nadir'i sürgün ederken de, sebeb m üslüm ani arla aralarýnda bulunan anlaþ­mayý bozmalarýydý. Halbuki bozguncular sadece aralarýndaki bir grup lider kadroydu[79].

2- Hâtýb bin EbÝ Beltea ve yaptýðýna dair i

a) Biz þimdi, Nübüvvetin baþka bir görünüþü karþýsýndayýz. Yü­ce Rabb'in onu vahiyle nasýl yakýndan desteklediðini seyrediyoruz. O, sahabelerine emrediyor: -Gidin, Hah bahçesinde develi bir ka­dýn bulacaksýnýz. Onda bir mektup var, ahp getirin!...» Bunu ona haber veren kimdi? Yolcu kadýnla Hâtýb bin Ebî Beltea arasýnda cereyan eden olaya O, nasýl muttali oldu?.. Bu vahiydi elbet, iþte bu nübüvvet cilvesidir. Ve A]lah'ýn Nebisine ve müslümanlara va'delettiði o Büyük Feth'i tahakkuk ettirmek için ona destek ve plânýn gerçekleþmesi için ihbardýr.

b) Suçla ittiham olunanýn, bazý yolla iþkenceye tâbi tutulmasý itirafý te'min için, caiz midir?..

Bazý zevat, Hz. Ali (r.a.)'nin o kadýna söylediðinden bunu is­tidlal ederler. «Ya mektubu çýkarýrsýn, yoksa elbiseni soyacaðým!.. Yâni buradan yürüyerek bazý ulema þu hükme varýyor: Bazý suç­larý açýða çýkarabilmek için mü'minlerin imamý ve onun vekili, çeþitli yollara baþvurabilir, vasýtalar kullanabilir: Týpký böyle de, Hay-ber yahudilerinln Huyey bin Ahtâb'a ait hazineyi saklamalarý üzerine Resûlullah'ýn uygulamasýný delil sayarlar. Hani, Hayber Gaz­vesi sonunda Resûlullah (s.a.v.), Huyey bin Ahtâb'm amcasýna: «Hu-yey'in Benî Nadir'den getirdiði Mesk'i[80] ne yaptýnýz?» diye sormuþ^ tu.

Onu savaþ masrafý olarak harcadým, diye cevab verse de, «Ha­yýr zaman kýsa, para da çok fazlaydý» buyurdu. Ve bunun üzerine onu Zübeyr'e gönderdi. O da biraz sýkýþtýrýnca adam: «Ben Huyey'i þu harabelerde dolaþýrken görmüþtüm», dedi. Ve gidip aradýlar. Ger­çekten de harabede o deri dolusu parayý buldular. Günümüzde bazý araþtýrmacýlar bu görüþü îmam Mâlik  (r.aJ'e isnad ederler.

Gerçek ise þudur: Dört büyük imam ve cumhûr-u ulemanýn araþ­týrmasý sonucuna göre; þer'Ý ölçülerle yeter delille suç isbat edilme­den, maznuna (suçla ittiham edilen kimseye) iþkence yapýlamaz, îkrar etsin diye böyle bir uygulama caiz deðildir. Çünkü suç ;sbat edilmedikçe maznun, suçsuz kabul edilir. Hatýb'ýn Mekke'ye gönder­diði kadýn olayýna ve Hz. Ali (r.a.) 'nin onu tehdidine gelince; þu iki sebebe baðlý olarak bir delil teþkil edemez:

Birincisi: Bu kadýn sýrf bir itham altýnda deðildi. Onun (mek­tup götürdüðü) sabit ve gerçekti. Çünkü onu peygamberlerin en büyüðü ve insanlarýn en doðru sözlüsü Muhammed (s.a.v.) haber vermiþti. Bu ise, ikrardan ve senedden de kesindir. Þimdi, biz ma­sum olmayan insanlarýn zan ve þübhesine dayalý ittihamla nasýl ký­yaslarýz bunu? Bu kadýnýn durumu için söylediðimiz, Huyey bin Ah-tâb'ýn amcasý için de aynen geçerlidir.

Ýkinci olarak daý Mektubu bulmak için elbisesini soymak, iþ­kence ve hapis gibi deðildir. Aradaki fark büyük ve açýktýr. Mek­tubun onda olduðu kesin olunca, artýk onu bulmak için elbisesini soyup aramaktan baþka yol yoktur. Bu da þübhesiz meþru bir yol­dur. Hattâ Resûlullah (s.a.v.)'ýn emrinin yerine gelmesi için bu zaru­rîdir. Zübeyr'in, Huyey bin Ahtâb'ýn amcasýna iþkence uyguladýðý mes'elesine gelince; bir kere bu da sadece bir itham deðil gerçeðe istinad ediyor. (Resûlullah (s.a.v.) haber verdiði için) ikinci olarak da bu bir harb durumudur. Müslümanlarla öbürleri arasýndaki harb hali. Pek tabii müslümanlarýn birbirine karþý uygulamasýnda mes-ned olamaz, kýyas kabil deðildir.

Bu kanaati, tmam Mâlik (r.a.)'in mezhebindeki görüþü diye sa­nanlara gelince, bu da onun mezhebini tanýyanlarýn açýkça göreceði üzere bâtýl bir tahmindir. îmam Mâlik (r.aJ'ten Sehnun'un El-Mü-devvenetü'l-KÜbrâ'sýnda þu nakil var:

«Bir kimse bir suçu; tehdid, zincire vurma, korkutma, dövme veya hapsetmeyi müteakip ikrar etse had vurulur mu? dedim, tmam tehdidle ikrar eden afvedilir, dedi. Zaten, korkutma, baðlama, teh­did, hapsetme ve dövme dediðin hepsi bence tehdiddir, afvedilir ka-naatindayým» buyurdu.

Yine râvi der ki: Peki tehdid veya dayakla ikrar eder, katilliði veya çaldýðýný ortaya çýkarýrsa-, gerçek böylece ortaya çýktýðý hal­de yine had uygulanýr mý? dedim. Dedi ki, ben ancak ve ancak, tam emniyet içinde korkusuzca ikrar edene ceza uygularýný. Aksi halde uygulayamam!...

c) Resûlullah'ýn Hâtýb'a sorusu ve onun cevabý ardýndan da, o yüzden nazil olan âyeti okumasý bize þunu gösteriyor: Hangi gart altýnda olursa olsun, müslümana, Allah'ýn düþmanlarýyla dost ol­masý yaraþmaz. Onlara bir meyil ve yardým hissi taþýmasý da asla caiz deðildir. Onlara dostluk ifade eden sözle mukabele de uygun olmaz. Hâtýb'ýn Kureyþ arasýndaki yakýnlarýný, kendisi aslen Kureyþli olmdýðý sebebiyle, himaye eden olmadýðýndan, bir iltimas beklemediði için mazur görülmesini istemesine raðmen bu böyledir...

Çünkü Kur'an âyetleri nazil olup, açýk olarak, mü'minlerin, Al­lah'tan baþkasýný veli edinmemesini, yalnýz O'ndan himaye bekle­mesini emretmiþtir. Ve kim olursa olsun, kiminle olursa olsun, in­sanlarla iliþkisini bu esasa dayandýrmasý, bu yüce dine uygun ola­rak kurmasý emredilmiþtir. Aksi halde, bir kimsenin yâni müslü-manýn, malýný, canýný Allah yolunda harcamasý; yerini aile ve imkâ­nýný onun için terketmesi nasýl düþünülebilir ki?...

îþte çaðýmýzda, kendi kendine düþmanlýk eden müslümanlarýn çýkmasý budur: Namaz için mescidlere ko^ar, zikir ve virdleri sürekli tekrarlar. Mlsbahý elinden býrakmaz... Ama halkla iliþkilerini hâlâ akrabalýk baðý, ýrkî yakýnlýk hissi, mal ve makam arzusu ya da bazý hayvani arzu[81] ve isteklerini tatmin esasýna göre yürütür. Ve bu suretle, hakký bâtýla satmýþ olmaktan veya geçici dünya için Allah'ýn dinini bir paravan olarak kullanmaktan çekinmez.

Bunlar münafýktýr. Müslümanlarla görünmeleri, onlarý geciktir­mek, bölmek, zayýf düþürmek emelindedir. Ýþte, tarih boyu, müslü-manlara karþý hazýrlanýp uygulanan hiyle ve tuzaklardan bir görü­nümdür bu...

3- Ebû Süfyân mes'elesi ve burada Resûlullah'ýn tutumu:

Fetih günü, Ebü Süiyân'm durumu garipti gerçekten: îlk defa Resülullah'a savaþ açanlarýn baþý ve öncüsü iken, o gün, O'nun di­nine fevc fevc girenlerin önünde ve ilki oldu.

Halbuki, bugüne kadar Mekke'den çýkan her muharib ve her ordu onun teþviki, onun öncülüðü ve onun coþturmasýyla olmuþtu ancak... HJtmet-i Ýlâhi, Mekke Fethi'nÝn kansýz olmasýný gerektir­miþ-, daha önce O'nun Resulüne (s.a.v.) ezâ edip harb. açarak ora­dan çýkaran halkýnýn Ýslâmlaþmasýný murad etmiþti. Öyle ki; müs-lümanlann da herhangi mücadele ve meþakkate girmesine hacet kal­madan... Ebû Süfyân'ýn müslüman olmasýnýn sebebleri de çok önce­den hazýrlanýp plânlanmýþtý âdeta!... Bu da Resûlullah (s.a.v.) ile vuku bulan mülakat ânýnda Merri Zahran'da gerçekleþti. Arkasýn­dan da Mekke halkýna koþtu, onlarýn kafasýndan ve gönlünden savaþ düþünce ve arzusunu silip attý. Mekke atmosferini teslimiyete ha­zýrladý. Câhiliyye þirkini yere gömerken, Ýslâm ve tevhid tohumunu da ekmiþ oluyordu.

Nitekim, Resûlullah (s.a.v.) 'in ona ilânýný tenbihlediði þu emir de bunun baþlangýç ve belgesiydi: «Kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðý­nýrsa emniyettedir». Tabii bu taltif, onun müslüman oluþu, Ýslâm'a ýsýnýp kalbinin karar kýlmasýndan sonraydý... Bilirsiniz ki, Ýslâm, dinin inanç ve ameli ahkâmýna tam uyup boyun eðmektir. O hal­de, bir müslümana gerekli olan, imanýn kalbine sirayet etmesidir. Bu da tabiî Ýslâm prensip ve erkânýna sürekli uyumla gerçekleþir. Sürekli ve ýsrarlý olarak birtakým meþru vesileler ve sebeblere kal­bini alýþtýran kimse, gitgide imaný kalbine oturtur. Ýslâm onun ta­biatý olur, iman kökleþir. Artýk, fýrtýnalar onu sarsamaz, saptýra-maz...

Nitekim Hak Teâlâ, Kitab-ý Kerim'inde böyle buyuruyor: «Arap­lar, biz iman ettik dediler. De ki, belki henüz iman etmediniz ama îslâm olduk diyeb'Hrsin'z. Çünkü henüz iman kalbinize tam olarak kök salmadý!..[82]».

Yine bu yüzden, savaþ anýnda, harbin þiddeti karþýsýnda müs-lüman olan kimseyi, silâh korkusuyla veya ganimete ermek arzu­suyla da sýrf zevahiri kurtarmak için müslüman olmuþ olmakla itham etmesi yakýþmaz.

Hattâ karineler buna delâlet etse bile caiz olmaz. Çünkü matlûb olan, kalbe ve iç âleme nüfuz etme deðil, görünüþün ve dýþ âlemin ýslâhýdýr. Nitekim Resûlullah (s.a.v.)'ýn çýkardýðý seriyyelerde bazý sahabenin bu konudaki tutumu üzerine Cenâb-ý Hak vahy ile açýk­lýk getirmiþtir. Çünkü bazý sahabeler, böyle bir çarpýþma anýnda, müslümanlýðýný ilârf eden kimselerin ölüm korkusuyla böyle davran­dýðýný iddia edip öldürmüþlerdi:

«Ey inananlar! Allah yolunda çarpýþýrken uyanýk olun. Size tes­limiyetlerini bildirenlere, «Sen mü'rnin deðilsin» demeyin. Siz geçi­ci dünya cilvesini takib ediyorsunuz. Halbuki Allah katýnda sayý­sýz ni'metler var. Esasen daha önce sizler de böyleydiniz. Allah lüt­fetti de oldunuz. O halde iyi deðerlendirin insanlarýn hâlini. Zaten Allah sizin ne yaptýðýnýzdan haberdardýr[83]».

Dikkat edin, müslümamn dine yeni girdiði zamanki halini na­sýl tasvir buyuruyor. Onlarýn çoðu da bugün için imanlarýndan þüb-he ettikleri kimselerin durumundaymýþ. Sonra Allah onlara ihsaný­ný artýrmýþ da, gitgide saf ve samimi müslüman olmuþlar...

Bu da tabiî, zahiri plânda, din ahkâmýný sürekli ve disiplinli þekilde yasaya yasaya þübhe ve eski yanlýþlardan temizlenme þek­linde olmuþtur.

Resûlullah (s.a.v.)'ýn risâlet hikmetinden birisi de îþte Ebû Süf-yân'ýn, müslüman olduðunu ilânýný müteakip; Hz. Abbas'a emrede­rek vadinin çýkýþ yerinde tutmasýndadýr. Oradan bütün îslâm ordu­su, alaylar, taburlar halinde geçecek, o da Ýslâm'ýn gücünün ne nok­tada olduðunu görecekti.

Nihayet, Mekke'den paramparça, ezik, yenik kaçan müslüma-nm nasýl bir inkýlâp ile yenilmez kuvvet oluverdiðini anlayacak. Bu ise tabiî, o dinin akidesinin doðruluk ve zlâhilik yönünde te'kidle, zihne sunacakýt.

Ama bu hikmetler, bir ara, Ensârdan bazý sahabenin zihninden silinivermiþti. Haniya, Resûlullah (s.a.v.h «Kim Ebû Süfyân'ýn evi­ne sýðýnýrsa emindir» fermaným ilân edince, O'nun kendi kabile­sine ve memleketine özel bir sevgi duyduðunu, bu sözü de bu yüz­den söylediðini sanmýþlardý.

Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Resûlullah bu sö­zü söyleyince, Ensâr'dan bazýlarý birbirine: Demek ki adamýn bel­desine olan baðlýlýðý, halkýna olan sevgisi onu sardý. Ebû Hüreyre der ki: Bunun üzerine vahiy geldi. Zaten vahiy gelince haberimiz olurdu. Bu sefer vahiy gelince, daha bir ferdin Resûlullah (s.a.v.)'a kaþýný kaldýrýp bakmasýna fýrsat kalmadan, o vahyin emrini icra et­ti. Þöyle seslendi: Ensâr topluluðu! Onlar da: Buyur yâ Resûlâllah! dediler.

Buyurdu ki: «Adamýn memleket sevgisi baskýn geldi...» dediniz. Evet öyle oldu dediler. Bunun üzerine: «Asla! Ben Allah'ýn kulu ve Resulü olarak sizin beldenize hicret ettim. Dirim sizinle olduðu gi­bi, ölüm de sizinle olacak!..»

Ensâr ona aðlayarak þu itirazda bulundular: Biz bu sözü kötü niyetle deðil, sadece Allaha ve Resulüne baðlýlýðýnýzdan söylemiþiz-dir.

îman ve îslâm arasýnda farka yönelik þu anlattýklarýmýzý; size Ebû Süfyânýn müslüman oluþ biçimine dair tartýþmalarla ilgilidir. Haniya onun Resûlullah tarafýndan «hâlâ benim, Allanýn Resulü ol­duðuma kesin kanaatin oluþmadý mý?» diye, yöneltilen soruya verdiði cevabda bu endiþe vardý: «Buna gelince, vallahi hâlâ gönlümde bir tereddüd var!..»

Nitekim Hz. Abbas tr.a.) da ikaz ediyor: Yazýklar olsun sana, Allahm birliðine, Muhammedin Onun Resulü olduðuna þehâdet ge-tirsene, boynun vurulmadan!..

îþte o zaman gerçekten þehâdet getirdi.

Buradaki þübheli yan þu: Deniyor ki, tehdit altýnda Ýslâm'a gir­mek ne kýymet ifade eder? Çünkü az önce o, Resûlullah'ýn nübüv­vetinde þübhesý olduðunu söylemiþti.

Ancak buradaki þübhe þöylece kalkar. Bilirsiniz ki: Müþrik ve kâfirden beklenen, imanýn kâmil mânâda kalbe yerleþmesi deðil. Baþlangýçta, Ýslâm'a girecek kimseden beklenen; aklýyla kavradýðý

Ýslâm'ý diliyle de ilân ve ikrar etmesidir. Bu teslim oluþtan sonra; yâni Allah'ýn birliði, Resulünün nübüvvetini ve onun getirip haber verdiklerinin doðruluðunu ifade ile onun topyekûn kanunlarýna bo­yun eðecek... îmanýn gerçeðiyle teessüsü ise, bundan sonraki bað­lýlýk ve emirleri sürekli uygulama ile gerçekleþecektir.

Gerçekten de Ebû Süfyân bu nizamî ordularýn geçiþi karþýsýn­da düþünüyordu. Gördükleri karþýsýnda çarpýlýyor, þaþkýnlýkla Hz. Abbas'a dönüyordu. Tabii henüz câhülyye düþüncesinden de sýyrý­lamamýþ, o kafa ve gönülle deðerlendirme yapamýyordu:

«Gerçekten, yeðenin çok büyük bir hükümdar oluvermiþ yâ Ab­bas!» diyordu. Tabii Abbas (r.a.) onu bâtýl kalýntýsý düþüncesinden uyarmaya çalýþýr; «Ebû Süfyân, dikkat et! Bu hükümdarlýk deðil pey­gamberliktir! Neden söz ediyorsun?...»

Esasen o, bir zamanlar siz Mekkelüer teklif ettiðiniz halde, mül­kü de, malý da, makamý da ayak altýna almýþ, sizin iþkence ve ha­karetlerinizi de hiçe saymýþtý. Siz deðil miydiniz, hem ona sundu­ðunuz bunca dünyalýðý reddedip, Risâlet görevine tercih etmediði ve sizi imana çaðýrdýðý için, onu ülkesinden çýkarmaya mecbur eden?.

îþte nübüvvet böyledir!

Hz. Abbas (r.a.)'m dilinde tecelli eden ilâhi hikmettir bu. Böy­lece kýyamete kadar herkesin ibret alacaðý bir kelâm olsun; bilinsin ki, Resûlullah (s.a.v.)'ýn daveti, bazýlarýnýn vahyedip gevelemeye ça­lýþtýðý gibi; ne saltanat, ne akar, ne ýrk kaygýsýyladýr. Bu, Resûlul-lah'ýn baþtan baþa hayatýný kaplayan bir sayhadýr. Ýlâhi ikazdýr. Onun ömrünün her âný, damla damla konuþur bir armonidir. Bu, Allah yolunu ve O'nun nizamýný teblið için gönderilmiþtir insanlýða. Yeryüzünde nefsinin saltanatýna zerrece pay yoktur!.

4- Resûluliah'ýn Mekke'ye giriþ tarzý üstüne düþünceler.

a) Buhâri'nin, Abdullah bin Muðfil'den rivayetinde gördük ki; Resûlullah (s.a.v.) Mekke giriþinde Fetih sûresini okuyor. Okuyu­þunda terci' yapýyordu Terci' ise kýrâette bir tarzdýr. Okuyan coþa­rak onu terennüm eder sanki... Bu da O'nun, Mekke giriþinde Raî> biyle baþbaþa bir istiðrak halinde olduðunu gösterir. Yoksa, zafer ve büyük muvaffakiyetin nefsine getirdiði büyüklenme, gurur ve þu­urunu kaplayan övünçten deðil. Hayýr, sýrf Allah'ýn destek ve yar­dýmým apaçýk müþahede etmesinin sonucu, ona bütün zerreîeriyle iltica ediþidir...

Nitekim, îbn îshâk'ýn rivâyetindeki tasvir de bu mânayý daha açýk yansýtýr. Ona göre Resûlullah Cs.a.v.) Zituva'ya gelince; Al­lah'a minnet tavriyle baþýný öyle eðiyordu ki, nerdeyse alný hay­vanýn yelesine deðiyordu. Bu, onun, kendisine Allah'ýn lütfedip gös­terdiði «Feth-i Mübîn» için minnet ifadesiydi.

Bu da þunu gösteriyor; O, Rabbinin emrini yerine getirmiþ ol­makla kullukta tamlanýþ ve kulluðu   baþarmanýn   þükrü   içindedir. Ve kavminden çektiði bunca çileyi, kendisini zorla çýkardýklarý bu beldeye, Allah'ýn nasýl bir zaferle, þeref ve izzetle döndürmekte ol­duðunu gözlemekte... Evet bu an Allah'a en kâmil mânâda hamd ve þükür dolu gönülle yönelme âný; bu mekân ona kulluðun son haddine taþýrýlma makamýdýr. Tabii bu her mü'minden beklenecek haldir esasta.  Yâni,  geniþlik ve darlýk  ânýnda hep Allah'a mutlak ubûdiyyette kalmak. Bollukta kýtlýkta, güçlü iken de, zayýf iken de hep mutlak kulluk...

Yâni müslümana, sadece sýkýntýya düþtüðü, belâya uðradýðý za­manda darlýk gitsin, zarar kalksýn diye kulluk gösterisi asla yakýþ­maz. Çünkü geniþ ve mutlu günlerin huzur ve refahý, sarhoþ eder--se, isyana düþer, gözü birþey görmez. Öyle kimseler ilâhý emir ve ahkâmýn yanýndan teðet geçmeye baþlar. Öyle ilgisiz olur ki, sanki o dar günlerinde yalvaran ve boyun büken o deðilmiþ...

b) Buhâri'nin ,bu rivayeti ayný zamanda, bize Kur'an okuyan kimsenin ahenk ve teganni yapmasýnýn da caiz olacaðýný gösterir. Bu anlam, Abdullah bin Muðfil'in naklindeki «Terci1» ta'b'rinden çý­kar. Bu ise bütün Þâfü ve Hanefî ulemasýyla Mâlikilerin ve ötekile­rin çoðunluðunun birleþtiði gerçektir[84].

c) Resûlullah  Cs.a.v.)'in hikmet dolu tedbirinden biri de, Mek­ke'ye girerken ashabýna farklý yönlerden bölük  bölük girmelerini emretmesidir. Onlar, tek yol veya kapýdan girmemekle, savaþý bü­yük çapta önlemiþ oldular. Çünkü Mekkeliler bu durumda savaþa cesaret edemezdi. Etse, adamlarý dört bir yana daðýtmalarý gerekir­di. Bu ise onlarýn zayýflamasý demekti. Bunu göze  alamayýnca da savaþ ve saldýrýnýn sebebi kendiliðinden ortadan kalkmýþtýr.

Resûlullah Cs.a.v.) bunu, muhakkak ki, kan dökülmesini önle­mek, Ýslâm'ýn belde-i Haram'a verdiði mânâyý korumak için emretti. Ve onlara da, sadece saldýrana karþýlýk savaþma izni verdi. Öbürle­rine de, evlerine kapandýklarý takdirde emniyet va'detti.

5- Mekke Haremine mahsus hükümler:

a) Orada savaþ yasaðý:

Gördük ki, Resûlullah (s.a.v.) ashabýna hiçbir kimseyle savaþ­maya izin vermedi. Sadece müslümanlara saldýranlarla, kaný heder edilen ve öldürülmelerini kendisinin emrettiði altý kiþi hariç.

Yine gördük ki, O (s.a.v.), uzaktan kýlýç parýltýlarýný görünce sormuþ ve Hâlid bin Velid'in kendisine saldýranlarla savaþmak zo-Minrlfi kaldýðýný anlayýnca, buna üzülmüþ. Ancak, «Allanýn kaza­sýnda hayýr vardýr» buyurmuþtu. Zaten bunun dýþýnda da Mekke'-d»    herhangi bir çarpýþma olmamýþtý...

Nitekim fetih günü halka hitap ederken de: -Mekke'yi Allah yasak bölge yaptý, insanlar deðil...» buyurdu. Ve, «Allah'a inanan bir kiþiye kýyamete dek, orada kan dökmesi veya kavga etmesi helâl olmaz. Biri kalkýp da ruhsat var savaþa derse; Allah kendi Resulüne izin verdi, size deðil deyin. Ona bile bir günde bir an için izin vermiþti. Ve dünkü gibi bugün de haramhðý avdet etti.

tþte bunu deL'l alan bütün müçtehidler, Mekke'de ve çevresin­de savaþýn caiz olmadýðýna hükmetmiþlerdir. Çünkü bu Fetih hut­besinde açýk bir peygamber emridir. Ancak ulema mes'eleyi geniþ­lemesine alýnca; uygulamanýn nasýl olacaðýný araþtýrýnca müþrikler­le ve âsilerle savaþý emreden, kýsas olunacaklarýn öldürülmesini bil­diren nasslarla bu yasak arasýný þöyle bulmuþlardýr. Müþrik ve mür-tedlerle savaþma hususunda bir müþkil düþünülemez. Çünkü müþ­riklerin orada yerleþmesi, mekân tutup kalmasý þer'an yasaklanmýþ­týr. Bunda ittifak var. Hattâ Þafii mczhebiyle öbür birçok müçlehid; müþriklerin oraya uðrayýp geçmesini bile caiz görmez. Bunun da­yanaðý þu âyet-i kerîmedir: «Müþrikler necistir. Bu seneden sonra artýk Mescid-i Haram'a yaklaþmasýnlar...» O halde, orada bulunan­lara düþen, müþrikler oraya girmeden ve yaklaþmadan onlara sa­vaþ açýp yaklaþtýrmamaktýr. Bu demektir ki: Cenâb-ý Hak, Hare­mine bir müþrik veya kâfir sokmamayý tekpff .1 etmiþtir. Ýþte bu da, bu dinin mûcizesidir. Yâni Allah'ýn kitabýnda ve Resulünün lisa­nýnda gelen va'din tecellisidir.

Asîlere gelince: Bunlar sâîih imâma baþkaldýranlardir. Cum-hûr-u fukahânýn kanaatýna göre böyleleriyle savaþa medar, âsi oluþ­larýdýr. Çünkü bu isyan ancak silâhlý karþýlýkla bastýrýlabilir. Çün­kü âsilere karþý savaþ hukukullahtan olup, vazgeçilemez. Haremde de olsa onu bastýrmak için savaþ, onlarýn önünü koyvermekten ev­lâdýr.

Ýmam Nevevi þöyle der: Bu, cumhurdan nakledilen görüþtür. Doðru olan da budur. Ýmam Þafiî de, «Kitâbü Ýhtilâfi'l-Hadîs»te bu­nu delil getirmiþ, nassa dayandýrmýþtýr. Þafiî þöyle diyor: Mutlak olarak kýtal'i meneden hadîslerin zahirinin gerektirdiði durumu þöy­le yorumlayabiliriz Cyâni âsilerle bile savaþý reddeden hadîsler) : Ký­talin bu genel yasaðý haramhk ifade etmesi; (bu mancýnýk dahil her tür savaþ vasýtalarýyla saldýrmadýr) ýslah olmalarý baþka yolla müm­kün olmasýna baðlýdýr. Ama küffâr baþka beldelere üslenmiþ ise o zaman savaþýn her türü ve vasýtasý caiz olur.

Tabiî bazý fakîhler, âsilere karþý savaþýn haram olduðuna; an­cak sýkýþtýrmak suretiyle Harem'den çýkýp kaçmalarým veya itaat etmelerini

Ynt: Umretul kaza By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 11:13:09
te'min etmek için çeþitli çarelere baþvurmanýn caiz oldu­ðuna kail olmuþlardýr[85].

Hadlerin tatbikine gelince: Þafiî ve Mâlikî Mekke Hareminde haddin yerine getirilebileceðine hükmetmiþtir. Delilleri ise: Bunâri'-nin rivâyetindeki Resûlullah'ýn þu kavlidir: «Harem, âsileri, kan dö­küp kaçanlarý ve kapkaççýlarý korumaz elbette[86]».

Ebû Hanife ise, (bu da Ahmed'den nakildir.) Harem'de olduk­ça bu kimseler emindir. Ancak sýkýþtýrýlarak, Haremi terketmesini saðlamak caizdir. Oradan çýkýnca da had veya kýsas uygulanýr. Delili ise, Resûlullah (s.a.v.)'ýn Fetih günü söylediklerinin genel yorumu­dur. Zerkeþî ise þöyle der: O halde Mekke Haremindeki özel durum þudur: Mekke dýþýnda küffâr veya âsiler bir yere üslendi ise, onlar üzerine umûmî savaþ açmak ve hangi savaþ tekniði gerekliyse onu uygulamak caiz olur. Ama Mekke'de böyle bir üslenmeleri oldu ise bu tarz bir savaþ açmak caiz olmaz[87].

Biz de deriz ki; Cenâb-ý Hakk'm Harem-i Þerifi sýrf mü'minlere mahsus emniyet yeri ve onlara âit sýðmak kýlmýþ olmasý bakýmýndandýr. Durum bu olunca, artýk orada kýtale sebeb olacak ne olabi­lir? Belki sadece «had»leri tatbik ve âsileri tedib vardýr ki, onlarýn da ahkâmý malûmunuzdur.

b) Avlanma yasaðý:

Bu icmâ' ile sabittir. O da müttefekun aleyh olan þu hadîs-i ne­beviye dayanýr: «...Oranýn otu koparýlmaz, avý ürkütülemez...» Avý ürkütme haram olursa, telef etmek tabii olarak haram olur. Demek ki, o arazide ava rastlayan, onu serbest býrakacak. Eliyle telef eder­se ihramlýnýn yaptýðý gibi tazmin eder. Ancak, hadîste ta'yin edi­len beþ tür hayvan bu umumi yasaktan hariçtir. Çünkü Resûlullah bunlarý ayýrmýþ ve zararlýlar olarak göstermiþtir. Karga, yengeç, ak­rep, fare ve kuduz köpek....Ulema, yýlan ve zararlý yýrtýcýlarý da za­rar verici olmalarý sebebiyle bunlarla ayný kategoride mütalâa etmiþ­lerdir.

c) Nebatýnýn koparýlmasý yasaðý:

Bu da yukarýda geçen hadîsteki; «Otlarý koparýlmaz» ifadesinde delilini bulur. Böylece o arazide Allah'ýn bitirdiði her bitki bu ya­saða dahil olup, sadece halkýn geçimi için ektiði ve yeþilken kopar­mak zorunda olduðu bitkiler hariç kalýr. Halkýn ekip biçmesi haram olmaz yâni...

Týpký evcil hayvan kesmenin haram olmadýðý gibi, hayvan ve nebatýn bakýmýný yapmak, kuruyan dallarýný ve otlarýný koparmak caizdir. Ancak, Zerkeþî'nin, Ebû Hanîfe ve Ahmed'den rivayetine gö-rem, Harem dahilinde hayvan gütmeyi menetmiþlerdir[88].

Yine cumhur, zararlý haþerelerden beþini istisna eden hadîs-i þe­rife kýyasla, umumî bitkilerden de ezâ veren bitkileri istisna etmiþ­lerdir ki, bu da, «Nass'ý Kýyas'la tahsis» kabilindendir[89].

d) Oraya ihramlý girmenin vücûbu:

Yâni kim Mekke'yi veya Nevevi'nln dediði gibi onun Haremin­de bir yeri, hedef alýr yola çýkarsa-, eðer bu gidiþi de, ticaret ve zarurî ihtiyaçlarý saðlamak gibi sürekl igiriþ ve çýkýþý gerektiren bir iþ için deðilse, sürekli Harem'e girip çýkmak zorunda deðilse, o kimse­nin ancak ve ancak hac veya umreye niyet ederek ihramlý olarak girmesi gerekir.

Ancak; ulema bu talebin, «vücûb<> mu, «Nedb» mi ifade ettiði hususunda ihtilâf etti. Ama üç imam nezdinde meþhur olan, Þâfiîle-rin de çoðunluðunca zâh'r olan «vücûb»dur ki bu îbn Abbas'tan nakildir.

Bazý ulema ise bunun mendûb olduðuna kanidir.

Ýhtilâfýn sebebi ise, Resûlullah (s.a.v.)'m Fetih günü Mekke'ye ihramsýz girmiþ olmasýdýr, Bu da, Müslim ve ötekilerinin; -Resûlul­lah Fetih günü Mekkeye girerken baþýnda siyah bir sarýk vardý ve ihramsýzdý.,.»  þeklindeki  rivayetlerine  dayanýr.

Yâni ihramýn mendûb olduðuna hükmeden ulema bu hadisi delil alýyor. Ama vâcib diyenler de durumu þöylece tashih ediyorlar: Re­sûlullah o gün küffârýn hýyanetine karþý tedbirli ve her an çýkabi­lecek bir harbe karþý hazýrlýklýydý. Bu ise umumi halden müstesna­dýr. Vücûbun dýþýndadýr.

e) Gayr-i müslimlerin orada kalmasýnýn yasaðý:

Biz ilk hükmü açýklarken bunun da hükmünü deliliyle zikret-mistik. Bu da orada harbin yasaklýðýna dayanýr.

6- Resûlullah (s.a.v.)ýn Kâbe-i Muazzama'da yaptýklarý üze­rine düþünceler:

a) Kabe içinde namaz:

BuhârÝ'nin îbn Abbas'tan rivayetini naklederken demiþtik ki. Resûlullah (s.a.v.) Beyt'e, oradaki putlar temizlenip, Hz. îbrahim ve ismail'e izafeten yapýlmýþ ellerinde fal oku olan resimler silininceye kadar girmedi. Bundan sonra ancak Beyt'e girdi ama sadece dört kö­þeye tekbir getirdi ve namaz kýlmadan çýktý.

Müslim ise Ýbn Ömer (r.a.)'den Resûlullah'ýn, Usâme, Bilâl ve Osman bin Talha el-Hasbi ile Kabe içine girdiðini, kapýsýný kapatýp bir müddet orada kaldýðýný rivayet etmiþtir. îbn Ömer diyor ki; Ben, Bilâl çýkýnca, Resûlullah'ýn orada ne yaptýðýný sordum. Þöyle dedi: iki direði soluna, birini saðýna ve üç direði de arkasýna aldý ve namaz kýldý. (O gün Kabe'nin altý direði vardý).

Buhâri'nin de îbn Ömer'den buna yakýn rivayeti var...

Ulema da bu iki hadîs arasýnda tearuz olmadýðýný beyan eder. Sebebi ise îbn Abbas'ýn (ki o Resûlullah'ýn namaz kýlmadýðýný nak­lediyor) Resûlullah (s.a.v.) ile beraber olmadýðý, Kâbe içine girmediðinden gelir. Çünkü o namaz kýlmadýðýný, îbn Hâcer'in dediði gi­bi, bir Usâme'ye, bir kardeþi Fazla isnad ettiriyor. Halbuki Fazl da Kabe'ye beraberce girmemiþti. Bilâl'e gelince, o Resûlullah ile be­raberdi ve namaz kýldýðýný isbat ediyor. Binâenaleyh, îbn Ömer'in Bilâl'den rivayet ettiði hadisi, þu iki sebebten dolayý tercih etme­miz gerekir: Bir kere, bu olumlu bir haberdir ve onun bilgisi fazla­dýr. Esas olarak, birþeyi isbat eden haber inkâr edene tercih olunur. Ýkinci olarak da; Biiâl'in haberi isbath ve müþahedelidir. Çünkü o Resûlullah üe beraberdi, Kabe içinde... Ýbn Abbas'ýn haberi ise gör­düðünüz gibi sadece rivayete dayalý, müþahede yönü eksik. Üste­lik bir Usâme'den, bir kardeþi Fazl'dan rivayet ediyor. Fazl ise yine Resûlullah'ýn yanýnda deðildi.

Ýmam NevevÝ der ki TTndisçiÝPi- BilAl'in rivayetini esas almak­ta birleþtiler. Çünkü o isbat edicidir. Bilgi fazlalýðý da vardýr. Ar­týk onu tercih vâcib olur[90].

Ebû Hanîfe, Þafii, Ahmed ve cumhûr~u ulema da böylece, Ka­be içinde musalli herhangi bir duvarýna dönüp namaz kýlabilir, di­yorlar. Bu nafile veya farz olabilir. Ama Ýmam Mâlik ayný görüþte olup; Nafile namazý caiz görür, ama farz ve müretteb namazý caiz görmez...[91].

b) Resim ve fotoðrafýn hükmü -.

Buhârî hadîsinde açýkça gördük ki; Resûlullah ts.a.v.) oradaki putlar ve resimler tamamen temizlenmedikçe Kabe'ye girmemiþti. Ebû Dâvud da Câbir (r.a)'den; Resûlullah (s.a.v.)'ýn, o anda Bat-hâ'da bulunan Ömer îbn Hattâb'a haber göndererek, gelip, Kabe'­deki bütün resimleri imha etmesini emrettiði ve bütün resimler sili­ninceye kadar oraya girmediðini naklediyor. Nitekim Buhâri de, Ki-tâbü'1-Hacc bahsinde Usâme'den naklediyor ki; Resûlullah Kabe'ye girince Hz. Ýbrahim aleyhisselâmý temsil eden resmi görünce su iste­di ve o resimlerin hepsini sildirdî. Ýþte bu hadislerin hepsi gösteri»- ki; Nebi aleyhisselâm, duvara çizilen resimleri de imha ettirdi, müces­sem ve tablo halindeki resimleri de oradan çýkarttýrdý. Yine anlaþýlý­yor ki; bütün bunlardan sonra Kabe'ye girince, duvarlarda resimler­den bazý izlerin kaldýðým gördü ve tekrar su isteyip tamamen silip yok edinceye kadar uðraþtý.

Bütün bunlar da, Ýslâm'ýn tasvir, mücessem ve gayr-i mücessem resimler hakkýndaki  hükmünü  açýkça göstermektedir.  Þimdi  size, mam Nevevi'nin, Müslim üzerine yazdýðý þerhteki açýklamasýnýn metnini sunuyoruz: «Asýrdaþlarýmýz ve öbür ulema der ki: Canlý varlýklarýn resimlerini çizmek þiddetle haramdýr. Bu büyük günah­lardandýr. Çünkü bunca hadisde, resim yapanlar tehdid edilmiþtir. isterse bunu adam, bir geçim yolu olarak, san'at edinmiþ olsun. Her halükârda bu san'at haramdýr bir kere... Çünkü burada Allah ile yaratýcýlýk yarýþý vardýr. Yine bu resim ister elbise, ister sergi, para, banknot, kap-kacak, duvar v.s. üzerinde olsun, aynýdýr. Ancak aðaç resmi, kervan silueti ve benzeri canlý resmi (hayvan, insanî görün­meyen tablolar haram olmaz.

Tasvirin, resim yapmanýn hükmü iþte budur. Ama canlý resim­li birþeyl almanýn hükmü ise; eðer duvara asýlacak, üste giyilecek ya da baþa sarýlacak cinsten, tahkir anlamý verilemez biçimde kul­lanýlacaksa bu da haramdýr. Ama yere serilip oturulacak ya da yaslanýlacak yastýkta olursa, yâni tahkir ve aþaðýlanma anlamý ta­þýrsa o zaman haram olmaz. Ama madem ki rahmet meleklerinin ora­ya girmesine mânidir, o halde helâl olmaz. Aþaðýda onu ayrýca zik­redeceðiz.

Burada, gölgeli veya gölgesiz olmasýnýn da bir farký yoktur. Bu bizim mezhebimizin özetidir. Yâni, sahabe, tabiîn ve onlardan son­rakilerin toplu görüþü... Bu, ayný zamanda Süfyânü's-Sevrî, Ýmam Mâlik ve îmam Ebû Hanife'nin ve ötekilerinin görüþüdür. Bazýlarý ise, gögeli resim nehyedilmiþtir. Gölgesizlerde ise beis yoktur, der ise de bu bâtýl bir mezhebdir. Çünkü Resûlulîah'ýn kötü gördüðü ve hiçbir ferdin de hoþ göremeyeceði o perde üzerindeki resimler de[92] gölgesizdi. Artýk öteki hadislerin mutlak mânâdaki resim yasaðý da ayrý...

Rahmetli Ýmam Nevevi þöyle devam ediyor: «Ulema gölgeli re­simlerin yasakhðý üzerinde ittifakla, taðyirini vâcib gördü. Kaadl lyâz ise çocuk oyuncaklarý için ruhsat verildiðini söyler.»

Ben de derim ki: Bugün halk fotoðraf makinasýyla çekilen re­simler hakkýnda tereddütlüdür. Bu da acaba, el mehareytiyle çizi­len, resmedilen suretlerin hükmüne dahil mi, yoksa baþka bir hükmü mü var?

Bazýsý da, Ýmâm-ý Nevevî'nln  aðzýndan aktardýðýmýz, haramhk lletine bakarak, fotoðrafýn elle yapýlan resim hükmünde olmaya­caðýný sanýr. Çünkü fotoðrafýn bir el meharetine dayanýr tarafý yok­tur. Yâni Allah'ýn yarattýðým taklid ve O'nunla ölçüþme görülmez. Sadece resim makinesini kullanmadan ibaret basit hareket var. Bel­li kayýtlarla, makine haznesinde görüntüyü hapsetmekten ibaret olan bu iþi küçük bir çocuk bile yapabilir. Hadisin lâfzýndaki mutlak mânâya göre de gerçekten çeþitli tasvir iþlemleri arasýnda bir fark bulmaya zorlanma uygun olmaz.

Resim yapma ile ilgili hususlar bundan ibaret. Ama alma ve kullanma hususuna gelince, fotoðrafla öbür resimler arasýnda bir fark yoktur. Ama ne olursa olsun, resmin yapýlmasý ve taþýnmasý­na dair hükümde etkili olan özellikler vardýr elbette. Haniya kadýn resmi ve benzerim muharrem attan birþeyin resmini taþýmak seksiz haramdýr. Ama zaruret türünden maslahata binâen bir resmi taþý­makta ise ruhsat olsa gerek. Allah bilir en doðrusunu.

Öte yandan bazý kimseler günümüzde tasvirin ve heykeltraþlý-ðýn dince yasak sayýlmasýna þaþabilirler. Ve çaðýmýzda baþka me­denî milletlerce de, bu iki þeyin üstün ve güçlü san'atlardan sayýldý­ðýný söyleyebilirler.

Ama bu kimselerin þaþmasýnýn sýrrý, Ýslâm'ýn bugünkü batý me-deniyetiyle özdeþ olduðunu sanmalarmdandýr. Öyle olunca, bu ba­sit görüntülerde ona ters düþmesini bir tenakuz olarak alýyor ve yorumlayamýyorlar. Halbuki îslâm bu görüntüleri bir san'at olarak almaz ve yasaklar. Çünkü îslâm yepyeni bir medeniyet dünyasýna geçmek için büyük inkýlâb yapmýþ, nev'i þahsýna münhasýr bir dün­ya görüþü ortaya koymuþtur. Bugün medeniyet diye körükörüne bi­zi taklide zorladýklarý anlayýþla ittifak etmesi de düþünülemez. Ar­týk bize akli muhakeme ile bunun takdimi mümkün olmayýnca, san'­at adý altýnda yutturmaya özenseler de, Ýslâm'ýn san'at anlayýþý da bambaþkadýr. Ve bu yabancý düþüncelerin empozeye çalýþtýðý san'at mefhûmunun hiçbir deðeri yoktur.

c) Kabe hizmeti: îmdi, Resûlullah'm Kabe'nin anahtarýný Os­man bin Talha'ya vererek «Ebediyyen ve sonuna kadar sende kal­mak üzere - Abdüddâr ve Benî Þeybe'yi kastediyor - bu anahtarý al. Artýk senden onu zâlimlerden baþkasý alamaz» buyurduðunu söy­lemiþtik, îþte buna dayanarak ulemanýn hepsi; kýyamete kadar Ka­be hizmetlerini o sülâleden almanýn caiz olmadýðý kanaatine var­mýþlardýr.

imam Nevevi, Kaadi tyâz'dan naklen þunu söylüyor: «Bu Resûlul-lah tarafýndan onlara verilmiþ bir velayettir. Süreklidir ve ilâ niha-ye evlâddan evlâda geçer. Onlardan zorla bu vazife gasbedilemez. Ve bu iþe ehil olduklarý müddetçe de kimse iþtirak bile edemez...» Ben de, bugün bUe bunun geçerli ve Resûlullah'ýn vasiyyetinin ve emrinin ellerinde baki olduðu görüþündeyim.

d) Putlarýn kýrýlmasý: Bu da muhakkak kif Allah'ýn, Resulüne (s.a.v.) yardým ve büyük zaferle desteklemesinin açýk görüntüsüdür. Çünkü O, bu Kabe çevresinde dizilmiþ zavallý putlara asâsýyla do­kunurken þöyle diyordu: «Hak geldi, bâtýl yýkýlýp gitti. Hak geldi, artýk bâtýl gözükemez ve geri gelemez...»

Yine, îbn Ishâk ve ötekilerin rivâyet.ne göre; bütün bu putlar diplerinden kurþunla yere kaynatýlýp, yýkýlmamasý saðlanmýþtý. Hal­buki o, hangisine asâsýyla dokunsa, ya sýrt ustune devriliyor, ya yüz­üstü kapanýyordu... Eh nasýl duþup kýnlmasýndý bunlar? O'na Al­lah öyle bir inkýlâb nasib etmiþti ki Kureyþ'in en ceberut liderleri, O'nun önünde baþ eðip teslim olmuþ, bütün bir Mekke O'nun getir­diði dini kabullenmiþ, O'nun Hak da'vetine icabet etmiþti.

7- Resûlullah'ýn fetih hutbesi üstüne düþünceler:

Þu an artýk O, Mekke'nin sahibidir. Sekiz sene önce hicret et­tiði Mekke þehri. Topyekûn kendisine boyun eðip, risâlet ve hidâye­tine teslim olup inanmýþ bir halde. Ýþte onlar. O'na her türlü düþman­lýðý gösteren ve her iþkenceyi tattýran toplum. Þimdi O'nun etrafýna toplanmýþ, saygý ve hayranlýkla, gönülleri buruk halde kendilerine neler söyliyeceðini beklemedeler.

O'na yakýþan ise, herþeyden önce, kendisin; zafere erdiren, des­tekleyip va'dinde doðrulayan yüce Rabbine hamd ü sena ile söze baþlamaktý. Ve öylece açtý hitabesini: «Lâ ilahe ülâllahü vahdehu lâ þerike leh». O birdir, ortaksýzdýr,. Allah va'dinde sadýk oldu. Kulunu baþarýlý kýldý. Tek baþýna bütün kabileleri dize getirtti... Ve devam edecekti elbette, Kureyþ ve öteki kavimler önünde, yeni (îslâmi) top­lumun ana ilkesini anlatmaya. Bu ilke Cenâb-ý Hakk'ýn þu kavlinde parýldýyordu: «Ey insanlýk! Sizi biz, bir diþi ve bir erkekten yarattýk. Ama millet ve kabileler halinde üniteîendirdik. Böylece (aranýzdaki müsbet yarýþma ile) Allah (ölçüsüyle) indinde en þerefli ve en sami­miniz ortaya çýkýp tanýnsýn...»

Eh bunun yanýnda hemen; o köhne þirk düzenlerinden artakal-mýþ bayat gelenek ve âdetlerin de müslümanlarýn ayaklan  altýna gömüldüðünü söylemesi gerekliydi ve öyle yaptý. Baba ve dedele­riyle övünme; ýrk, kabile ve milletle böbürlenme; dil, soy ve vücut yapýsý ayýrýmýyla düþmanlýk etmenin iptal edildiðini; tüm insanlarýn Adem'den geldiðini ve Âdem'in de topraktan olduðunu ilân etti.

Ve o andan itibaren Kureyþ câhiliyyeti dürülüp kaldýrýldý. Bera­berinde tüm gelenek ve taklidleri de durulmuþ oldu. Tabii arkada kalan mazinin derinliðine gömüldü. Böylece Kureyþ bütün kirlerin­den yýkanýp, yürüyen kervana katýlmýþ oluyordu. Çünkü bundan az ötedeki Tmluþma yeri, Kisrâ'nýn sarayý ve Rum ülkesinin göbeði olacaktý. Mekke, bugünden itibaren bir yepyeni medeniyet ve ham­lenin doðuþ yeri olacak; dünya, topyekûn insanlýk oradan alacaðý mutluluk elbisesini giyecekti, tþte böylece, o saatte gömüldü ayak­larýn altýna câhiliyye kalýntýsý herþey, tüm renk ve çizgileriyle. Ve Kureyþ, Resûlullah (s.a.v.) ile îslâm için sözleþti. Anlaþtýlar ki: Ne Arab'ýn Acem'e, ne Acem'in Arab'a üstünlüðü yok; ancak takva ve dindeki ciddiyetle üstünlük edinilir. Yine tek üstünlüðün ve büyük­lüðün Ýslâm kýlýðýyla, övünme de sadece îslâm'ýn ilkelerine tam bað­lýlýkla olabilir. Bunun için, Allah dünyanýn güdümünü onlara teslim edip, dünya güdücülerini onlara boyun eðdirdi.

Þaþýyorum; kokuþmuþ bu lâþe, ölüp gömüldükten sonra tekrar ondört asýr sonunda nasýl hortlayýp çýkabiliyor[93].

8- Kadýnlarýn bey'atý ve ona dair ahkâm: Bazý hususlarý aþaðýda özetliyelim :

a) Müslümanlarýn topyekûn kalkýnýp üstün bir millet olabil­mesi için; kadýnlarýn her sorumlulukta - ve tam bir eþitlikle - erkek­lere katýlýþýný gösteriyor.

Bunun için de, halife veya müslümanlann hâkiminin; meþru ve mümkün olan her hususta, Ýslâm toplumu için uygulanacak karar­larda, onlarýn da re'ylni ve güvencesini toplamasý gerekiyor. Týpký erkeklerden söz aldýðý 'gibi. Ve aralarýnda hiçbir ayýrým gözetme­den. ..

Bu açýdan bakarsak, görürüz ki; müslüman kadýn da dininin esas ve gereklerini öðrenmekle yükümlüdür. Týpký erkeðin öðren­diði gibi... Ve tabii; ilim, fikir, strateji cinsinden her türlü silâhla da kendine meþru ve mümkün olduðu derecede donanmasý, dini yýkmak için pusuda bekleyen düþmana karþý her tedbiri almasý zaru­rîdir. Öyle ki, nefsine biçtiði ahid ve boynuna geçirdiði bey'at yü­künü ehliyetle taþýyabilsin...

Çünkü herkes kabul eder ki, cahil oldukça kadýnýn bir sorum­luluk yüklenmesi, hele de çevresindeki yabancýlarýn hiylelerüýe kar­þý uyanýk olmasý mümkün deðildir.

b) Kadýnlarla,  Resûlullah   (s.a.v.)'ýn yaptýðý  bey'atýn izahýnda gördüðünüz gibi onlarla sözleþme sadece söz olur, el tutuþma ya­pýlamaz. Ama erkeklerle bey'at böyle deðil tabii. Bu daha öteye uzanarak, yabancý olduðu bir kadýnýn elini müslüman erkeðin tut­masýnýn caiz olmadýðým ortaya koyar. Ben bunun aksine hiçbir gö­rüþe de rastlamadým, hiçbir Ýslâm âlimine de... Olabilir ki, týbbi za­ruretler, tedavi ve diþ çekme gibi hallerde bir ruhsat tanýnmýþtýr... Kadýnlarla tokalaþmanýn artýk yaygýnlaþýp âdet halini almasý bazý­larýnýn sandýðý üzere, asla zaruret deðildir...  Çünkü Kitab ya da Sünnetle sabit olmuþ bir hüküm, örf ve âdetle deðiþtirilemez. An­cak, o hükmün kendisi örfe dayanarak oluþmuþsa bu olabilir. Çünkü öyle bir hüküm zaten, muayyen bir duruma baðlý ve onunla þart­lýdýr. Burada ise öyle birþey söz konusu deðil tabiî.

c) Yine, bey'at hadisinde gördük ki; kadýnýn, yabancý erkekle­rin sesini duymasý da mubahtýr. Ama ihtiyaca baðlý olarak. Ve onla­rýn sesleri de avret deðildir. Bu cumhurla birlik Þafiî'nin görüþü­dür. Ama Hanefilerden bazýsý, kadýnýn sesinin de avret olduðu gö­rüþündedir. Onlar da bu hususta, yine kadýnlardan bey'at alýnýþýný bildiren hadîse ve öbür birçok hadise dayanýyorlar[94].

9- Mekke savagla mý, sulhla mý fethedildi?

Bu konud« ulemanýn ihtilâfý vardýr. Þafii, Ahmed ve bazýlarý, sulhen alind-gý £»röþ.undedir. Kureyþ'in bu anlaþmadaki murahha­sý olarak da Ebû bufyân'ý görürler. Anlaþmanýn þartý ise: «Kim evi­ne kapanýrsa emindir. Kim Ýslâm'a dönerse emindir. Kim Ebû Süf-yân'ýn evine sýðýnýrsa emindir!.. Sadece kaný heder edilen altý kiþi hariç.»

Ebû Hanife ile Mâlik ise; zorla alýndýðý görüþündedir. Delil ola­rak ise müslümanlarýn Mekke'ye giriþ tarzýný gösterirler. Çünkü müs-lümanlar harb nizamýnda ve hepsi de silâhlýydý. Gerçi bütün ulema, orada ganimet alýnmadýðý ve kimsenin de esir edilmediði üze­rinde ittifak ediyor. Sulh yoluyla fethedildi diyenlerin gösterdiði se-beb açýk. Harb yoluyla alýndýðýna kani olanlar ise; Resûlullah (s.a. v.)'ýn orada ganimet ve esiri menetmesi ayrý bir durumdur. Mekke þehrini öbürlerinden ayýran bir imtiyazdýr. Çünkü orasý, Rabbin Ha-rem'i, Hakk'a kulluk ve din ahkâmýnýn (haccýný) uygulanma mahalli­dir. Ve sanki, bütün dünyaya karþý Cenâb-ý Hakk'ýn vakfýdýr. Bu­nun için de, Ebû Hanîfe dahil bazý ulema; Mekke arazisinin satýlama­yacaðý,  baþkasýna  devredilemeyeceði  kanaatine  varmýþlardýr[95].

Mekke-i Mükerreme'nin Büyük Fethi'nln bize gösterdiði ahkâm ve derslerden bir kýsmýný böyle özetlemiþ olduk. Elimizden gelen bu idi. Doðruyu en iyi bilen Allah'týr. [96]

7- Huneyn Gazvesi
 
Hicretin sekizinci yýlý, Þevval ayýnda vuku buldu. Sebebi ise þu idi: Cenâb-ý Hakk Mekke Fethini Resulüne (s.a.v.) nasib edince, düþmanlýk ve isyaný býrakýp ona baðlanan Kureyþ'in hâli; Havâzin ve Sakif ileri gelenlerinin huzurunu kaçýrdý. Aralarýnda gel-gitler baþladý. Allah'ýn Resulüne ve mü'minlere verdiði zaferi hazmede-miyorlardý. Bunun üzerine büyük bir kalabalýk topladýlar. Havâzin reisi Mâlik bin Avf'ýn liderliðinde bütünleþtiler. Onlara tüm mal, evlâd ve ýyâliyle gelmelerini emretti liderleri. Ve bu müthiþ kala­balýkla Mekke - Tâif arasýndaki, Evtas mevkiine ordugâh kurdular. Mâlik bunu sýrf, kimsenin geri kaçmasýna fýrsat býrakmamak için yapmýþtý. Çünkü herkes aile, evlâd ve malýný savunmuþ olacaktý... Ve topluca Resûlullah (s.a.v.)'in üzerine yürüyorlardý. O ise Þev-val'ýn baþlarýnda hareket edip[97] oniki bin müslümanla onlar üzerine yürüdü. On bini Medineli, iki bini ise Mekkeliydi[98].

Bu esnada Resûlullah (s.a.v.), Abdullah îbn Hadrad el-Eslemî'-yi, düþman ordusu içine girip, durumunu öðrenip haber getirmekle vazifelendirdi. O da gitti. Aralarýna katýlýp, ordugâhlarým gezdi ve her hallerini öðrenip geldi.

Öte yandan, Resûlullah (s.a.v.)'a, Safvân tbn Ümeyye'de çok miktarda zýrh ve silâh bulunduðu haber verilmiþti. O da ona adam gönderip (ki Safvân o anda henüz müþrikti) zýrh ve silâhlarý istetti. Safvân ise; «Acaba gasp mý ediyorsunuz yoksa?» diye sorunca, Re­sûlullah (s.a.v.): «Hayýr, ödünç olarak, saðlamca sana iade edilecek­tir» diye cevab verdi. O da yüz zýrh ile, yeteri kadar silâh verdi'[99]. Mâlik bin Avf, Resûlullah (s.a.v.)'m geldiðini haber alýnca; çevresin­deki bu kalabalýðý Huneyn vadisine indirip, herkesin vadiye yayý­lýp pusuya girmesini emretti. Ve ordusuna; Muhammed ve arka­daþlarý üzerine çepeçevre, aniden ve toptan baskýn yapmalarýný ten-bihledi.

Müslümanlar, Huneyn vadisine vardý ve sabahýn alaca karanlýgýnda vadiye yayýldý. Onlan, vadinin stratejik noktalarýnda üstlenen düþman birlikleri gözetliyordu. Ve talimat üzere aniden hücum edip, müslümanlara toptan baskýn yaptýlar. Bundan hayvanlar ürktü, halk gerisin geri dönüp daðýldý. Öyle bir panik oldu ki, kimsenin gözü kimseyi görmüyordu.

Resûlullah (s.a.v.) saða yöneldi ve halka çaðýrdý: «Ey Allah'ýn kullan, bu yana gelin. Þübhesiz ben peygamberim, Abdülmuttalib evlâdýyým!..» Müslim, Abbas tr.a.Vdan þöyle naklediyor: Ben Re-sûlullah'ýn yanýndaydým Huneyn günü. Biz, Ebû Süfyân bin Haris bin Abdülmuttalib ile birlikte ondan hiç ayrýlmadýk. O beyaz katýrý üzerindeydi. Müslümanlar, küffâr ile karþýlaþýnca ilkin þaþýrýp geri çekildi. Halbuki Resûlullah, katýrým mahmuzlayýp, düþman üzerine sürüyordu. Abbas þöyle devam ediyor: Ben hemen Resülullah'ýn atý­nýn yularým tutup durdurdum. Düþmana yaklaþmasýný önleyecektim. Ebû Süfyan da Resülullah'ýn üzengisinden tutmuþtu...

Resûlullah (s.a.v.) Ashâb-ý Semre diye çaðýrýn buyurdu[100]. (Hz. Abbas'ýn sesi çok gürdü). Ben de: Ey Ashâb-ý Semre!.. diye en son sesimle baðýrdým. Abbas diyor ki: O anda kendilerine bu çaðrým týpký ineðin yavrusuna mülemesi gibi karþýlýk gördü ve hep birden: «Yâ lebbeyk, yâ lebbeyk!..» diye cevab verdiler. Hemen de dönüp küffâr ile savaþa tutuþtular. Bir çaðrý da «Ey Ensâr!» þeklinde olmuþ­tu. Resûlullah ise onlarýn çarpýþmasýna bakarken; «Ýþte þimdi Va­lisin, iþi bitti..» buyurdu. Yerden kum alýp küffârýn suratýna serp­ti ve: «Muhammed'in Rabbi aþkýna onlarý ezin!..[101]» diye hay­kýrdý.

Allah, müþriklerin gönlüne korku saldý. Ve öyle bir yenilgiye uðradýlar ki; kimsenin kimseyi göreceði yoktu. Onlar kaçýyor, müs-lümanlar kovalýyor, öldürüyor veya esir ediyorlardý. Herkes bir sürü esirle Resülullah'ýn huzuruna geldi.

Bu gazvede ayrýca, Resûlullah (s.a.v.) isbat etmek kaydiyle her savaþçýnýn öldürdüðü adamýn terikesine sahip olabileceðini ilân etti.

Bu konuda îbn îshâk ve ötekiler, Enes bin Mâlik (r.a.)den þu­nu nakleder: Ebû Talha, Huneyn gününde tek baþýna öldürdüðü yirmi kiþinin eþyasýný almýþtý.

Yine Ibn îshâk ve îbn Sa'd sahih senedle nakleder ki; o gün Resûlullah etrafýna  bakýnýrk«n,   Ümmü Selim binti Melhân'ý gördü. O da, kocasý Ebû Talha ile birlikte çarpýþýyordu: Resûlullah (s.a.v.) ona: Sen Ümmü Selim ha! deyince, o cevab verdi: Evet, babam, anam sana feda olsun yâ Resûlâllah! Seninle savaþanlarla nasýl çarpýþýyorsan, ben de sana saldýranlarla öylece savaþýyorum. Ebû Talha da (onun elinde bir hançer gördü), bu hançer nereden Ümmü Selim? diye sorunca; kocasýna da þu karþýlýðý verdi: Onu, bize yaklaþan bir müþrikin kolunu büküp elinden aldým ve onunla kendisini öldürdüm.

Yine Resûlullah (s.a.v.) bir kadýn gördü. Hâlid bin Velid öldür­müþtü onu. Halk onun etrafýna toplanmýþtý. Sordu: «Ne bu?» diye. Dediler ki; Hâlid bin Velid'in öldürdüðü kadýn. Bunun üzerine Re­sûlullah (s.a.v.) yanýndakilere : «Hâlid'i bulun ve ona söyleyin ki; Resûlullah seni, kadýn, çocuk ve köleleri öldürmekten þiddetle men etti!..[102]»

Mâlik bin Avf ve kabilesinin ileri gelenleri birlikte kaçýp, Taife sýðýndý. Surlara çekilip savunmaya geçtiler. Bütün varlýklarýný bý­rakmýþlardý.

Resûlullah, bütün ganimetlerin Ca'râne mevkiinde toplanmasýný ve korunmasýný emretti. Mes'ûd bin Amr el-Gýfârî'yi de üzerine mu­hafýz tâyin etti. Resûlullah (s.a.v.î da beraberindekilerle Tâif'i ku­þattý. Sakif kabilesi surlarýnýn içinde, müslümanlara ok atmaya baþ­ladýlar. Bazýlarý þehid oldu. Resûlullah (s.a.v.) Tâif kuþatmasýný on gün kadar sürdürdü. Yirmi gün kadar olduðu da söylenir. Daha sonra, vazgeçmeyi uygun gördü. Abdullah tbn Ömer (r.a.)'in nakli­ne göre, Nebi Aleyhisselâm ashabýna ilân etti: «Ýnþaaüah dönüyo­ruz...» diye. Bazý sahabeler, biz burayý fethetmeden mi döneceðiz? deyince, O da: Hücum edin öyleyse - yâni isterseniz hadi savaþýn -buyurdu. Onlar da gerçekten ilk saldýrýda bazý yaralar aldýlar. Bu­nun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Yarýn geri döneceðiz». Bu onlarý þaþýrtmýþtý. Ama Resûlullah gülüyordu[103]. Resûlullah ge­riye dönüþte yola çýkarken, ashabýna þöyle emretti: «...Vazge­çiyor, tevbe ediyor, Rabbimize kulluk ediyor, hamdediyoruz», deyin. Bazý sahabe de ona: Yâ Resûlâllah, Sakif kabilesine duâ et, dedi­ler. O da: «Yâ Rab! Sakiflilere hidayet ver ve hepsini îslâm'a getir» diye duâ etti[104].

Biz de haber verelim:   Gerçekten Sakiflilere  Allah hidâyetini nasib etti. Çok geçmeden, hey'etleri gelip Medine'de Reûlullah (s.a. v.î'a Ýslâm'a girdiklerini arzettiler. [105]

 
Ganimet Mes'elesi Ve Resulullah (S.A.V) Bunlarý Taksünindeki Metodu:                     
 
Ve Resûlullah, Ca'râne'ye döndü. Huneyn gazvesinde Havâzin-lilerden alýnan esir ve ganimetler oraya toplanmýþtý. Esirleri, orada gazilere taksim etti. Arkasýndan da Havâzin'den bir hey'et gelip, tevbekâr olduklarým beyanla, mal ve esirlerinin kendilerine iade edilmesini istediler. Resûlullah (s.a.v.) ise onlara: «Benim yanýmda gördüklerimiz var. Ve benim nazarýmda en güzel söz doðru olandýr. Siz þimdi iki þýktan birini tercih etmek durumundasýnýz: Ya esirleri­nizi, ya mallarýnýzý, müslüman olacaðýnýzý ümid ederek esirlerin ve mallarýn taksimim biraz geciktirmiþtim...»

Gerçekten Resûlullah, Tâif dönüþünde onlarý on gün kadar bek­lemiþti. Onlar: Yâ Muhammed! Bizi ailemiz ve mallarýmýzdan birini tercihte serbest býraktýðýna göre, bizim için önemli olan insanlarý-mýzdýr. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) kalkýp, müslümanlara hi-tab etti. Cenâb-ý Hakk'a lâyýk þekilde hamd ü senadan sonra þöyle konuþtu: «tmdi, kardeþleriniz tevbe edip gelmiþ durumdadýr. Ben de onlara esirleri iade etmek niyetindeyim. Þimdi bu görüþü tasvib edenler hemen yerine getirsin. Ama gönül hoþluðuyla deðil de, bir karþýlýk isteyen varsa, karþýlýðýný ilk savaþ ganimetinden vermek þartýyla, onlar da bu emri yerine getirsin[106]».

Fakat halk hep bir aðýzdan: Biz bunu karþýlýksýz kabul ettik, dediler. Resûlullah (s.a.v.) ise; «Ama bu durumda kimin razý, kimin razý olmadýðým kesin olarak bilemeyiz. Siz gidin, güvendiðiniz dost­larýnýzla istiþare edin! Onlar da gidip akýl danýþacaklarýna danýþýp gelsinler» dedi. Resûlullah (s.a.v.)'a bir bir müracaat ederek; (esir­leri iade etmeyi kabullendiklerini) bildirdiler. Ýþte bundan sonra izin verildi, Havâzin esirleri iade edildi[107].

Yine Ýbn tshâk'ýn nakline göre; Resûlullah (s.a.v.) Havâzin hey'-etine, Mâlik bin Avfm durumunu sordu. Onlar da, Sakif kabile­siyle birlikte Tâif'e sýðýndýðýný söylediler. O da onlara dedi ki: Ha­ber verin Mâlik'e, gelip müslüman olursa-, ona mal ve ailesini tes­lim ettiðim gibi, yüz tane deve vereceðim!., Mâlik'e bu haber ulaþtý. O da gelip Resûlullah'a Ca'râne ve Mekke arasýnda eriþip Ýslâm'a girdi. Ona ailesi, malý ve yuz de deve verildi. Mâlik gerçekten yararlý bir müslüman oldu.

Resûlullah (s.a.v.) bu taksimde, müellefe-i kulûb (yâni yeni müs­lüman olan Mekkelilere) ganimet ve baðýþý fazla verdi. Maksad on­larýn gönlünü iyice Ýslâm'a ýsýndýrmaktý. Ama, Ensâr'dan bazýlarýnýn gönlü burkuldu. Ve kendi aralarýnda: «Henüz kýlýçlarmuzdaki kan­lan kurumadýðý halde Mekkelileri bize tercih etti Resûlullah!» diye konuþtular.

Durum Resûlullah (s.a.v.)'a ulaþýnca, Ensâr'a haber gönderip karargâhlarýnda toplanmalarýný istedi. Yanlarýnda da onlardan baþ­kasýný býrakmadý. Ve ayaða kalkýp, Allah'a hamdini ve O'na lâyýk senasýný ifadeden sonra mes'eleyi þöylece izah etti: «Ey Ensâr ce­maatý! Söylediklerinizi aynen haber almýþ bulunuyorum. Düþünün ki siz sapýk yoldaydýnýz, Allah benimle size hidâyet verdi. Param­parça idiniz, benimle sizi bütünleþtirdi. Siz yoksuldunuz, benimle size Allah zenginlik ihsan etti, deðil mi?.. (Her söylediðinin sonun­da onlar, «Evet yâ Resûlâllah, öyle oldu. Haklý olan Allah ve Re­sulüdür» diye karþýlýk veriyorlardý). Sonra sözünü þöyle devam et­tirdi:

Peki ey Ensâr topluluðu, sizin bana karþýlýðýnýz, karþý sorunuz olmayacak mý? Onlar ise :

Biz sana ne diyelim yâ Resûlâllah? Ni'met ve üstünlük Allah ve Resulüne aittir. O zaman þöyle buyurdu :

Doðrusu, isterseniz þöyle derdiniz: Ve haklýlýðýnýz da teslim edi­lirdi: Sen de bize geldin, herkes seni yalanladýðý halde, biz seni tas­dik ettik. Yenilgideydin yardým ettik. Ülkenden çýkarýlmýþtýn, biz baðrýmýza bastýk. Kimsesizdin, sana sahip çýktýk.

Bunun üzerine feryâd etti bütün Ensâr: Asla öyle deðil. Biz Allah'a ve Resulüne minnet borcundayýz. Bundan sonra Resûlullah sözlerine þunlarý ekledi:

Ey Ensâr cemaatý! Bir topluluðun gönlünü sizin gibi Ýslâm'a yak­laþtýrmak için verdiðimiz geçici dünyalýða nefsinizde hased mi duy­dunuz? Yoksa, onlar koyun ve develerle giderken, kendiniz Allah Resulü ile birlikte yurdunuza dönmeye razý deðil misiniz? Vallahi onlarýn beraberinde götürdüðünden, sizin birlikte gideceðiniz çok hayýrlýdýr. Muhammed'in hükmü elinde olan Allah'a yemin olsun ki;

Eðer hicret olmasa bile ben yine Ensâr'dan bir kiþi olmak isterdim.

Yine de herkes bir millet seçecek olsa ben Ensâr'ý (milleti olmayý)

seçerdim. Benden sonra siz daha çok servetle karþýlaþýrsýnýz. Saký­nýn, sabredin, ta benimle Havz'da buluþmak üzere. Yâ Rab! Ensâr'a, çocuklarýna ve torunlarýna rahmet eyle. Halk bu söz üzerine o kadar aðladý ki, sakallarý ýslandý. Ve: «Biz Allah ve Resulünün, nasib ve tak­sim ettiði neyse ona razýyýz» dediler.

Yine Resûlullah (s.a.v.)'m peþine bazý köylüler takýlýp fazla ba­ðýþ istiyordu[108]. Hatta semüre aðacýna astýðý ridâsýný almaya kalktý­lar. Dönüp onlara ^ Be adamlar, bari ridâmý bana verin, buyurdu. Eh vallahi size Tihâme aðaçlarýnýn sayýsýnca ganimet olsa daðýtýr­dým. Belki o zaman beni, cimri, yalancý ve korkak saymazsýnýz. Vallahi þu an bana düþen ganimet sadece beþte birdir. Hadi o da si­zin olsun!..[109]. Yine bir köylü Arap yetiþti ona; hýrkasýný öyle bir çekti ki Necrân iþi sert hýrkanýn yakasý boynunda iz býraktý. O adam hâ­lâ: «Emret de bana, senin elindeki Allah malýndan verilsin biraz...» diyordu. Ama buna raðmen Resûlullah güldü ve ona da birþeyler ve­rilmesini emretti[110].

îbn îshâk der ki; Resûlullah, Ca'râne'den ayrýlýp Umre için yo­la çýktý. Umresini bitirince de dönüp Medine'ye vardý. Mekke'de ise Attâb bin Esid'i vekil býrakmýþtý. [111]

 
Dersler Ve Ýbretler
 
Huneyn gazvesi de, Bedir gibi veya onun mütemmimi mahiye­tinde dersler taþýr. Ýslâm akidesine dair sebebler ve müsebbebler açýsýndan bir tür dersler...

Bu bakýmdan, Bedir gazvesini düþündüðümüzde; müslümanlarýn az, düþmanýnýn çok olmasýnýn hiçbir önemi olmadýðýný açýkça gö­rürüz. Tabiî sabýr ve zafere tam itimad kaydiyle... Ama Huneyn gazvesi ise onun tersi; yâni müslümanlarýn çokluðunun esasta bir-þey ifade etmediðini, sabýr ve itimad olmadýkça düþmanýn az olma­sýnýn da bir garanti olmadýðým kesin olarak gösteriyor.

Nitekim, Bedir hakkýnda nazil olan âyetler, ondaki ibretleri ser­gilerken : Huneyn'den alýnmasý gereken ibretler için de âyetler na­zil olmuþtur.

Bedir'de müslümanlar, sayýca gerçekten azdý. Diðer yönlerden de zaif... Ama bu azlýk ve imkânsýzlýk zarar vermedi.

Sebeb: Ýslâm'da samimî, imanlarý olgun, Allah'a ve Resulüne baðlýlýklarý son derece idi. Ama Huneyn'de mü si umanlar, daha ön­cekilerin tersine sayýca da, öbür yönlerden de düþmanlarýndan çok üstündüler. Halbuki çokluklarý onlara birþey kazandýrmadý. Çünkü-orduya katýlmýþ bazý gruplarýn imaný henüz kalblerine yer etme­miþti. Gönül ufuklarýnda Ýslâm'ýn yüce anlamý henüz çaðýldar hâ­le gelmemiþti. Bu kalabalýklar, orduya katýlmýþtý ama sadece cisim ve görüntüleriyle... O an henüz dünya zevklerinden armmamýþtý gönülleri. Nefislerini kuþatýp yönlendiren bu heveslerdi. Halbuki göv­de gösterisi ve sayý kalabalýðý zafer ve baþarýda ne role sahipti ki.

Bu yüzdendir ki, bu derme çatma kalabalýklar, düþmanla ilk karþýlaþmada hemen yüzgeri dönüp Huneyn vadisine daðýlýp git­tiler. Çünkü pusudaki düþman aniden saldýrmýþtý. Hattâ bu panik ilk anda, onlarla kader birliði yapan sadýk mü'min kitleyi de sar­mýþtý.

Ama tabii, Ensâr ve Muhacirler, Resûlullah (s.a.v.)'ýn nidasýný iþitince kendilerine gelip döndü, Resülullah'ýn çevresinde toplaþtý-lar. Ve daldýlar onunla birlik Evtas savaþýna. Ki bu ilk dönüp tutu­þanlarýn sayýsý ikiyüz civarýndaydý!.. Ama bu iki yüz metin kiþi yü­zünden zafer mü'minlere döndü. Kalblerine sekinet indi. Dayandý­lar ve Allah da düþmanlarýnýn gönlüne ürpert: verip kötü bir yenil; giye uðrattý. Oniki binlik karma bir topluluðun kendilerine aslýnda birþey kazandýramýyacaðýný gösterdikten sonra!..

Nitekim Cenâb-ý Hak bu dehþetengiz dersi kitabýnda açýklýyor: «...Hani Huneyn günü, çokluðunuz gururlandýrmýþ ti sizi. Halbuki iþinize yaramadý. Öyle ki; yeryüzü size dar geldi korkudan. Hemen yüzgeri kaçtýnýz. Ama arkasýndan Allah bir sekinet verdi gönlünü­ze de, görmediðiniz ordularý da indirdi. Kâfirleri de çileye soktu. Bu idi kâfirlerin müstehak olduðu tabiî. Bundan sonra da Allah diledi­ðinin tevbesini kabul eder. O, Gafur ve Rahim'dir.[112]Þimdi ar­týk bu gazveden çýkaracaðýmýz ders ve hükümleri takdim edebi­liriz :

1- Düþman içine, durumlarým tesbit için casus gönderme

Geçen bahislerde bunun caiz olduðuna dair izahatýmýz oldu (Hudeybiye'de). Hattâ bunun vâcib olduðunu söyliyeceðiz þimdi.

Bunu, bu savaþ esnasýnda bizzat Resûlullah  (s.a.v.)'m uygulamasýndan anlýyorum. Hani o, Abdullah tbn Ebi Hadrad el-Eslemi'-yi, düþmanýn sayý, hazýrlýk ve stratejisini öðrenip müslümanlara haber vermek üzere göndermiþti. Bu konuda Ýmamlar arasýnda da hiçbir ayn görüþ yok.

2- Lider için bir gayri müsltmden savaþ maksadýyla emânet silâh almasýnýn hükmü:

Burada silâh ta'biri, savaþ anýnda askere lâzým olacak her tür­lü araç ve malzeme diye anlaþýlmalýdýr. Ödünç almayý da, baðýþ kabulü, ya da para ile satýn alma diye düþünmeliyiz, tþte Resûlul-lah (s.a.v.)'m bu savaþta yaptýðý budur. Hani Safvân bin Ümeyye'-den borç silâh almýþtý. O ise henüz müþrikti. Bu ise harb halinde gayr-i müslimlerden yardým alma umumî hükmü içindedir. Biz bu hususu Uhud harbine yazdýðýmýz ekte izah etmiþtik. Þimdi ise ha­ber verelim, küffârdan alýnacak yardým iki çeþittir:

a) Müslümanlarla birlikte çarpýþacak insan yardýmý (asker ta­lebi) buna dair hadis, Uhud gazasý bahsinde geçti. Orada biz ihti­yaca binâen bu caizdir, dedik. Ama müslümanlar da, omuz omuza çarpýþacaklarý bu kiþilerden emin olmalý tabii.

b) ikmal maddesi yardýmý:  Silâh ve cephane v.s. Bunun caiz olduðuna dair herhangi bir ihti'âf yoktur. Þart þu ki; müslümanla-rýn gurur ve izzetini kýrýcý, aþaðýlýk duygusuna götürücü bir yaný olmamalý. Ve ayný zamanda, müslümanlarm o gayr-; müslimlerin sultasýna  (sömürüsü  altýna,  güdümüne)düþmesine de  sebeb  olma­malý bu yardým. Ya da dinin emrettiði bazý sorumluluklarýn terki­ne sebeb olmamalý... Açýkça görüyorsunuz ki; Safvân bin Ümeyye, Resûlullah (s.a.v.)'a ödünç silâh verdiði zaman zaif ve maðlûb po­zisyonunda; Resûlullah da, en kuvvetli merkezdeydi[113].

3- Resûlullah (s.a.v,)'ýn savaþtaki cesareti:

Gerçekten böylesi bir cesaret nadir görülebilir. Bütün müslü-manlarýn vadiye yayýlýp geri kaçtýðý anda Resûlullah (s.a.v.)'m tek baþýna savaþ girdabýnýn merkezinde, pusudan kalkan düþmanýn ani­den çepeçevre saldýrýþý karþýsýnda... Öyle bir metanetle yerinde du­ruyor (hattâ atým düþman üstüne sürüyor) ki; te'siri, firardaki in­sanlarýn bile gönlünü sarýyor. Bu müthiþ görüntü onlara yeni bir azim ve þecaat aþýlýyor. Hepsi geri dönüyorlar.

îbn Kesir, Tefsirinde Huneyn olayýný anlattýktan sonra þunla­rý ekliyor: «Bence, þecaatin zirvesi budur iþte. Çünkü öylesi bir günde, savaþ çaðýltýsýnýn göbeðinde, ordusunun daðýlýp ortada kaldýðý bir anda, katýrýnýn üzerinde, ne kaçýyor, ne bir hiyle ve oyun de­niyor. Evet iþte tam bu halde bile o katýrýný yöneltip düþmanýn üze­rine sürüyor. Hem de kimse kendisin; tanýmadýðý halde, kendi iste­miyle kendisini ilân ediyor. (Ben Nebi'yim þübhesiz. Ben Abdülmut-talib evlâdýyým» diye), bilmeyenler bilsin diye... Salât ve selâm O'-na olsun, ta haþre kadar,..

Bu, baþka deðil, sýrf Allah'a tam güven, O'na tevekkül ve zafer verip rlsâletini tamarnhyacaðma ilm-i yakindendir. Biliyordu ki bu dini, bütün din  Cve ideolojilere)  üstün kýlacaktýr[114].

4- Erkeklerle birlikte kadýnlarýn da cihada katýlmasý:

 Onlarýn savaþa çýkýþý, esasen yaralýlarý tedavi ve su ulaþtýrmak içindir. Sahih had zîslerde böyle tesbit edilmiþtir. Birçok savaþta böy­le olmuþtu. Ama bizzat savaþmaya gelince, açýkça sünnette vârld deðil. Gerçi îmam Buhâri, Kitâbü'l-Cihâd'da, «Kadýnlarýn gazasý ve erkeklerle birlikte savaþýr.s.zý» diye bir bahis açmýþ ve bunu zikret­miþtir. Ancak bu hususta serdedilen hadîsler, doðrudan doðruya ka­dýnlarýn erkekler gibi savaþa iþtirakine delâlet etmemektedir. Nite­kim îbn Hâcer de: Ben bu bahiste (yâni bu konuda vârid olan hadislerde) kadýnlarýn savaþçýlýðýna dair bir açýklama göremedim[115]diyor.

Ama, kadýnlarýn savaþa katýlmasýna dair fukahânýn ifadesine gelirsek, þöyledir: Bir ülkeye düþman büyük çapta istilâ gücü île saldýrýrsa, müslümanlarýn kadýn - erkek demeden, hepsinin üstüne vâcib olur, kýyam edip savaþmak... Ama tabiî onlardan bir savun­ma ümidi görürsek böyle. "î'oksa meþru olmaz[116]. Ümmü Selîm'in elindeki hançere gelince, o sýrf nefis müdafaasýný gösterir, kendisi­nin de ifade ettiði üzere...

Buhâri ve ötekilerin Hz. Aiþe (r.a.)'den naklettikleri de iþte bu açýdan deðerlendirilebilir. O, Resûlullah (s.a.v.)'dan cihad için izin istemiþ de, o da «Sizin cihadýnýz haccdýr» buyurmuþ. Burada kasd edilen ve izin istenilen cihadýn, savaþa katýlma olduðu, tedavi ve benzeri hizmetlerin kasdedilmediði besbellidir. O ise þartý bulunduk­ça ittifakla meþrudur tabiî.

Bütün bunlara bakýnca, kadýnlarýn erkeklerle savaþa iþtiraki­nin þu þartlara baðlý olduðu da gözden kaçmaz. Setir ve korunma­nýn tam olmasý. Onlarýn böyle bir mücadeleye katýlmasýna gerçek­ten ihtiyaç bulunmasý... Ama onlarýn iþtirakine gerçekten ihtiyaç yoksa, haram olan bir takým olaylara vesile olacaksa o zaman on­larýn savaþa çýkmasý tereddütsüz haram olur.

Çok önemli husus þu ki: Islârmn hükümleri birbirine dayalý ve iç içedir. Yâni insanýn aklýna doðan ve evvelemirde iyi gibi gelen bazý sebeblere kapýlarak birtakým kesin hükümleri tepelemek caiz olmaz. Bunu þu lafz-ý celîl çok açýk anlatýr: «...Siz kitabýn bir kýs­mýna inanýp bir kýsmýný inkâr mý edersiniz? Þübhesiz, böyle davra­nanlarýn cezasý ancak, dünya hayatýnda periþanlýk, kýyamet gü­nü ise en þiddetli azaba itilmektir. Zaten Allah yaptýklarýnýzdan ga­fil deðil[117]».

Peki ne çirkin hiyledir, þu hasis bir dünyalýk için Allanýn di­ninden tâviz verenlerin tutumu!.. Dinden bütün baðlarýný koparýp ondan soyunduktan sonra, dönüp kendilerinden þer'î fetva isteyen köksüzlere, o beyefendilerin keyf ve zevklerine uygun fetva döktü­renlerin hali. Ve kalkýp müdahene için onlara fetva takdim edenle­rin fitnesi ne feci!..

5- Cihad ânýnda kadýn, çocuk ve kölelerin öldürülmesinin yasaklýði:

Buna, Resûlullah (s.a.v.)ýn Hâlid bin Velid tarafýndan öldürü­len kadým görünce söylediði delâlet eder. Bütün ulema da bunun üze­rinde ittifak halindedir.

Ancak, savaþa katýlan ve müslümanlara kýlýç çekenler müstes­na tabii. Tabii olarak bunlar öldürülür. Geri dönüp kaçanlar ise, ta-kib edilmez.

Týpký küffârýn, çocuk ve kadýnlarýn kendilerine siper yapmasý gibi. Bu gaileyi bertaraf etmek (pek tabiî önce) nlarý öldürmekle mümkündür. Bu caiz olur. Müslüman lider ise, maslahata uygun olaný yapmasý' gerekir.[118]

6- Ölünün eþyasýný soyup almak:

Biz Resûlullah (s.a.v.)ýn bu gazvede, gazilere, öldürdüðü müþ­rikin eþyasýna sahip olmasýnýn hakký olduðunu ilân ettiðini söylemistik. îbn Seyyidi'n-Nâs da der ki: «Bu sürekli bir hüküm olmuþtur artýk».

Bize gelince: Bunun müttefekun aleyh olduðunu biliyoruz. An­cak, bu sürekli hükmün türü hakkýnda ulemanýn ihtilâfý vardýr. Acaba bu, müslümanlarýn halifesinin hükmüne baðlý mý olacak, yok­sa bir fetva mes'elesl midir?..

Yâni, Resûlullah (s.a.v.) bu hükmü, baþka seçeneði olmayan bir esas olarak mý ilân etmiþtir. Týpký namaz ve oruç gibi. Yoksa mas­lahat ve ihtiyaca göre müslümanlarýn liderinin uygun gördüðü yer­de uygulayabileceði vasýfta bir hüküm olarak mý ilân etmiþti?..

Þafiî (r.a.) bunun, teblið ve fetva esasýna dayalý bir hüküm ol­duðu görüþündedir. Ona göre, hangi asýr ve þartta olursa olsun, raü-câhid, kendi eliyle ölen bir harbinin elbise ve teçhizatýný soyar ve sahiplenir. Bunun için komutanýn iznine hiç hacet yoktur.

Ebû Hanife ve Mâlik (r.a.) bunun kazâî bir hüküm olup, sýrf imâmýn talimatýna dayandýðý görüþündedir. îmamýn iznine baðlý ola­rak öldürülen selb caizdir. îzin olmazsa selbedilen bu eþya da gani­met cinsinden olup, o hükme tâbi olur.[119]

7- Cihadýn düþmana eza etmek olmadýðý:

Bunu biz, Tâif muhasarasýndan vazgeçip dönülürken, bazý sa­habelerin Resûlullah (s.a.v.)'a: «Sakîf için Allah'a duâ et» diye ri­calarý üzerine, onun da: «Yâ Kab! Sakîf'e Hakk'ý göster ve bize dön­dür» diye niyazda bulunmasýndan anlýyoruz. Bu demektir ki cihad, «emr-i bi'1-mâruf ve nehy-i ani'I-münker» vazifesinin bir tür uygu­lamasýdýr. Yine bu, insanlarýn birbirine karþý sorumluluklarýný ye­rine getirerek, kýyamet günündeki ebedi azabdan yakalarýný kurtar­mak hamlesidir.

Buradan þunu da anlarýz ki; müslümana yakýþan, baþkalarýnýn hidâyet ve kurtuluþu için duâ etmektir. Zaten cihadýn meþru sayýl­masý da bu maksad (insanlarý ýslâh etmek) a baðlýdýr.

8- Asker ganimete ne zaman sahib olur?

Yukarýda anlattýk: Resûlullah (s.a.v.) Havâzin hey'eti müslüman olarak gelince onlara: «Zaten ben sizi bekliyordum» yâni ganimet taksimini, sizin müslüman olabileceðinizi umarak geciktirdim bu­yurdu.

îþte bu gösterir ki; gaziler ganimete ancak kumandanýn (imam ve hakim'ýn) taksiminden sonra sahip olabilir. Bundan önceki müd­det içinde hiçbir savaþçý bir ganimet elde etmiþ sayýlmaz. Resûlul-lah'ýn taksimi geciktirmesinin sonuç ve anlamý budur. Yine bu uy­gulama gösterir ki; müslümanlann baþýna yakýþan, ganimetlerin sa­hipleri müslüman olursa, onlarý iade etmektir. Ancak asker arasýn­da taksim edilmediyse... Resûlullah (s.a.v.)'ýn tercih ettiði tarz da bu idi.

Yine bu olayda Resûlullah (s.a.v.)'ýn tutumu gösteriyor ki: (Yâ ni Havâzinlilerin ganimet olarak müslümanlara geçen mallarý için gelen hey'ete karþý tavýr) onlar arasýnda taksim ettikten sonra, ga­nimetten herhangi birþeyi geri almak, imamýn yetkisinde deðil, alan­larýn rýzasýna baðlýdýr. Zorlama ve tehdid olmadan baðýþlarlarsa alý­nabilir ancak.

Þimdi düþününüz Resûlullah (s.a.v.)'ýn dikkat ve hassasiyetini. Yâni ganimetlerden (esirleri) daðýttýðý kimselerden, sahibine iade izni isterken, hepsinin birden: «Tamam yâ Resûlâllah, biz gönül hoþ-luðuyla veririz» demelerini yeterli bulmuyor. Onlarýn tek tek gelip bu izni vermelerini ya da akýl ve anlayýþýna güvendikleri kimselerin gelip bizzat buna razý olduklarýný beyan etmelerini istiyor. Bunu herkesin aðzýndan tevsik etmek istiyor. Ve bunda ýsrar ediyor.

Bu da gösterir ki; baþkanýn, bir kimsenin elde ettiði meþru hak­lardan herhangi birþeyi iskat etmeye selâhiyeti yoktur. Yetkisini bu yolda kullanamaz. Þâri-i Mübîn, bu lider Resul bile olsa ona böyle bir yetki ve imtiyaz tanýmamýþtýr.

Ýþte gerçek anlamda ve en parlak biçimde adalet ve eþitlik böy­lece tecelli eder. Ve bu hârika örnek ve dev çaptaki ilâhî yapýyý bozmak için her türlü bâtýl etkilere slogan ve geleneklere raðmen O nefsini hiç hesaba katmayabilir, ilâhi yapýyý oturtmak için...

9- Müellefe-i Kulûb'e karþý Ýslâm siyaseti :

Yukarýda gördük ki, Resûlullah (s.a.v.) Fetih yýlýnda ganimet tevziinde Mekke halkýný öbürlerine tercih etmiþti. Bu taksimde, sa­vaþçýlar arasýndaki eþitlik ilkesine de riâyet etmemiþti. Bu uygula­ma, bütün ulemanýn ve fakîhlerin bu konuda delil olarak aldýðý fiili sünnettir. Yâni, kalbleri islâm'a ýsýndýrýlacak olanlara, müslüman­lann imamýnýn, maslahat onu gerektiriyorsa, öbürlerinden daha faz­la atiyyede bulunmasý caizdir. Belki de durumun icabýna göre bu ka­çýnýlmaz bir vazife olur ona... Bu atiyyenin (baðýþlarýn) ganimet­lerden olmasýnda da bir mâni yoktur. Ayný þekilde, zekât fonundan,

imâmýn idaresinde biriken mallardan da, böyle kalbi kazanýlacak­lara, durumun müsaade ve zorlamasýna binâen özel hisse vermesi mümkün,

10- Ensâr'ýn üstünlüðü ve Resûlullah (s.a.v.) 'in onlara sevgisi:

Resûlullah (s.a.v.)'in sözü Haktýr: -Þeytan insanoðlunu hep kan meydanýna çeker.»

Nitekim þeytan, Ensâr cemaatýný da Aleyhissalâtü vesselam efen­dimizin ganimet taksimindeki siyâsetini eleþtirmeye çekmiþti. Nefis­lerine bunu üfledi. Þeytan onlara Resulleri hakkýnda; kendi kav­minin sevgisiyle karþýlaþýp vatan muhabbeti kabarýnca bizi unut­tu» diye düþündürmek diledi. Ama Resul aleyhisselâm, bundan ha­berdar olunca ne buyurdu?

Onun bu vesveselere karþýlýk onlara verdiði hitabe en üstün zevk ve en ince mânâyý kuþatýr. Ensâra olan müthiþ muhabbeti meþ'-alendirir. Kendisi de o an, en çok sevdiði insanlarýn kendisini, unut­mak ve yüz çevirmekle ittiham etmesi karþýsýnda elemle dolup taþ­maktadýr:

Tekrar o hutbesine bak da gör. Göreceksin ki; gönlünden taþan þefkat ve sevgi konuþmaktadýr... Bu hissiyat ve coþkular, Ensâr'ýn vicdanýný Öyle bir sarsmýþtýr ki; içlerine giren vesvese ve fitne silin­miþ ve hýçkýrýklar yükselmiþ Hepsi birden. Nebilerinden duyduk­larý huzur ve þerefin serinliðinde, hislerine bin kere razý olduklarýný ilân etmiþlerdir.

Mal kim oluyor, ganimet ve eþya nedir? Nedir ki; Resûlullah (s.a.v.)'m rýzâsý karþýsýnda?. O'nunla birlikte mes'ûd ve bahtiyar, nurlu Medine'ye döneceklerine göre, hayatlarý ve mematlarý O'nunla beraber olacaðýna göre...

Hem onlara o Resulün sevgisini anlatacak baþka dile hacet var mý? O kendisi bildiriyor ve ilân ediyor. Ensâra olan aþkýný. Vataným terkedip kalan hayatýný kendileri arasýnda geçireceðine söz veriyor. Bu sevginin senedi söz (kurtuluþun senedi ise bu sevgi!..»

Sonra, kim görmüþ Resûlullah (s.a.v.)'in sevgisinde malýn bir ölçü olduðunu? Evet o, Kureyþ'e fazla fazla mal ve ganimet verdi. Peki kendi nefsini kime tahsis etti? Ensâr'a mý, Kureyþlilere mi? Ve hangisinin nasibi elzem? Haniya, Allah'ýn kendisine tahsis et­tiði beþte biri de o anda çevredeki Arablura daðýttý. Þimdi onlara hitabýný da düþün: kendi etrafým sarýp, b.raz daha ver, diye yal­varýp ýsrar edenlere: «Ýnsanlar insaf! Bana Allah'ýn lütfettiði beþte biri de verdim size, onu da istemiyorum!..»

Allah seni yüceltti, sana rahmet etsin ey efendim. Ey Allah'ýn Resulü! Seçkin ashabýna da, Ensâr ve Muhacirine de rahmet eylesin! Ve bizi senin (Livâi'1-Hamd) sancaðýn altýnda toplasýn. Ve bizi, o günde senin Havz'ýn kenarýnda toplananlara ilhak buyursun. Âmin! [120]


[46] Tabakat-ý tbn Sa'd: 3/167.

[47] Siret-i Ýbn Hiþâm: 2/370. Þeyhayn indinde yakýn rivayetlerle birlikte, muh­teva müttefekun aleyhtir.

[48] Uyûnü'1-Eser: 2/48.

[49] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 365-366.

[50] Buharý.  5/85.

[51] el-Fetýh sûresi, âyet. 27.

[52] Ne var ki bu, kadýnlar için müstehab deðildir.

[53] Müslim: 65.

[54] Müslim: 5/60, Buhâri'de de benzer rfvâyet var.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi:366-368.

[55] Buhâri nakletti. Ahmed de, Ibn Ýshâk da... Ancak Buhârî'de «O da ölürse halk razý olduðu kimseyi seçer» kaydý yok.

[56] Meryem sûresi, âyet 71.

[57] Fethü'1-Bârl: T/361, 362.

[58] Firari: Kaçak; Kerrarî: Döne döne çarpýþan (müt. notu).

[59] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 368-371.

[60] Bak. Tabakat-i Ibn Sa'd: 3/175; Siyer, tbn Hiþâm: 2/375.

[61] Dünyanýn büyük Ýki imparatorluðundan biri olan Bizans'ýn ordusu. (Mütercimler)

[62] Fethü'l-Bârl:  7/361.

[63] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 371-374.

[64] Ýbn Sa'd ve tbn Ýshâk naklidir. Ýbn Hâcer ise; Bezzâr, Taberânî, Mûsâ bin Uk-be ve ötekilerinin de ayný nakli yaptýðýný söylüyor.

[65] îbn Sa'd ve tbn Ýshâk yakýn Ýfadelerle rivayet ederler.

[66] Müttefekun aleyhtir. Lâfýz-BuhârÝ'nJn, âyetler: Mümtehýne:  1-9.

[67] Buraya kadar Buhârî'nin nakliydi. Gördüðünüz gibi, öbür iki arkadaþýnýn müs­lüman olduðuna âit iþaret yok Siyer bilginlerinin, bu meyanda Mûsâ bin Uk-be'nin nakline göre ise Bedii ve Hakim, Resûlullah'ýn huzurunda müslüman ol­du. Ebû Süfyân Ýse sabaha kadar mühlet istedi. Onun için de Buhâri, Ebû Stff-yân'ýn söyleyip onlarý pas geçmiþtir.

[68] Ýbn Sa'd'ýn rivayeti, Ýbn Ýshâk, Ibn Cerir, Buhâri de yakýn ifadelerle nakletmiþtir.

[69] Ýbn tshâk.

[70] Buhar i. Ýbn îshâk ve ötekiler nakleder.

[71] Ýbn Sa'd, tbn Ýsfâk rivayeti böyledir. Ýbn Hâcer ise, bu isimleri derlemiþtir.

[72] Ýbn Sa'd, îbn Hâcer de Mûsâ bin Ukbe'den, böyle nakletti. Ýbn HÝþâm ise Siyer'inde müþrik ölüyü ondbrt, onbeþ olarak kaydeder. Bak; FethÜ'1-BârÝ* 8A 9.

[73] Müttefekun aleyh.

[74] Buhari'nin rivayeti böyle. Müslim Ýse: Girdiðini de, namaz kýldýðýný da kay­deder. Ýnþâallah ileride açýklayacaðýz.

[75] Taberi, tbn Ebi Þeybe, Ýbn Ýshâk rivayeti.

[76] Ýbn Ba'd da benzerini nakletti.

[77] tbn tshâk ve Ýbn Cerîr nakletti.

[78] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 375-383.

[79] Demek ki ceza umumî oluyor. (Mütercimler)

[80] Mesek: Deriden yapýlmýþ torba. Altýnla doldurulmuþtur.

[81] Meselâ parti taassubunu... (Mütercimler)

[82] Hucürât sûresi, âyet: 14.

[83] Nisâ sûresi, âyet: 94.

[84] Bu imamlar, birçok sahabe ve tabiinden; Kur'an tilâvetinde, teganni ve tahri­bin nehyi hakkýnda gelen rivayetleri, harfleri ve kelimeleri sahih mahreçle­rinin dýþýnda okuma þeklinde yorumlamýþlardýr. Gerçekten, bu türlü tilâvet ittifakla caiz deðildir. (Müellif)

Caiz olan ise:  «Kur'ân'ý tertil üzere okuyun» âyeti ile;  «Kur'ân'ý sesiniz Ýle güzelleþtirin» hadîsine göre; hoþ ama doðru okumaktýr.

(Mütercimler)

[85] Nevevi'nin  Müslim  þerhi:   9/124,  5/125   ve  Mâverdi'nln   Ahkâmu's-Sultanl-yesi: 168. sahifeye bakýn.

[86] Hadîsteki Hirbe: Ayb, þer'an helâl olmayaný kaçýran demektir. (En-NÝhaye)

[87] t'lâmü's-Sâcid Fi Ahkâml'l-Mesâcid: Zerkeþî: 162 ve Tarhu't-Tesrlb: &/86. (H. Iraki)

[88] Zerke?!: Ý'lâmü's-Sâcld:   157.

[89] Müellifin:  Zavâbýtu'l- Maþlaha Fi'5-Þeriati'l-Ýslâmiyye eserinin 200. sahUe-sine bak.

[90] Fethü'l-Bâri:  3/304 ve Nevevî'nin Müslim Þerhi:  9/82.

[91] TarhuVTesnb, Hafýz el-lrâfci: 5/175.

[92] Burada Müslim'in Âiþe'den rivayetini kastediyor: «Resûlullah odama girdiðin­de üzerimde ince ve üstü resimli bir örtü vardý. Rengi deðiþti ve örtüyü çekip parçaladý. Ve buyurdu ki; «Kýyamet günü azabý en þiddetli olanlar yaratýcý­lýkta Allah ile yarýþa kalkanlardýr...»

[93] Bu hortlama insanlýðýn düþüþü ve kýyametin yaklaþýþýný bildlrse gerek... (Mütercimler)

[94] Hanefinin dayanaðý: Ahzâb sûresi, 32. âyetinde. Peygamber hanýmlarýna olan hitapta; «cezbedlci sesle konuþma» menedllmiþ. Buna öbür delillerle yasak­lýmý - kýsmi ve özel - hükmedilmiþtir,  (Mütercimler)

[95] Ahkâmu's-Sultaniye: 164, Zâdü'1-Meâd: 2/174.

[96] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 383-403.

[97] Tabakat.  4/200

[98] Tabakat:4/200 ve Ýbn Hlþâm'ýn siyeri.

[99] Ýbn tshâk bunu sahih senedle nakleder.

[100] Hudeybiye'de altýnda bey'at alýnan aðacý kasdediyor. Rýdvan aðacý.

[101] Buhâri'de, Müslim'de ve sijer kttablannda vardýr bu rivayet.

[102] Ebû Dâvud ve tbn Mâce'nin bu rivayetini Þeyhayn, mânâ olarak naklet­miþ.

[103] Müttefekun aleyhtir.

[104] Ýbn Sa'd, Tabakafýnda: Tlrmlzl, Sünen'inde naklettiler.

[105] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 404-407.

[106] Yâni daha sonra bedellerini ödemek üzere teslim etsinler.

[107] Buhârî, Taberânî ve Beyhaki naklettiler.

[108] Buhârî, Müslim, tbn Ýshâk, Ýbn Sa'd yakýn rivayetler yaptýlar.

[109] Buhâri rivayeti.

[110] Müttefekun aleyh.

[111] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 407-409.

[112] Tevbe sûresi, âyet: 25, 26, 27.

[113] Zâdin-Meâd: 2/190; Muðni'l-Muhtâc: 4/221.

[114] Tefsîr-l Ýbn Kesir: 2/345.

[115] FethÜ'1-Bârî:  6/51.

[116] Muðni'l-Muhtâc: 4/219.

[117] Bakara sûresi, âyet: 85.

[118] Alýkârau's-Sultaniye: 4; MuðnH-Muhtâc: 4/223.

[119] Ahhâmu's-Sultaniye: 139, Ahkâmü'l-Kur'aniye: 28.

[120] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 409-417.


radyobeyan