Umretul kaza By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 11:09:05
4- Umretul-Kaza
Resûlullah (s.a.v.) yedinci yýlýn Zilkade ayýnda Mekke'ye doðru yola çýktý. Yâni bir yýl önce müþriklerin, kendisini oraya girmekten engellediði þehre. Umresini kaza edecekti. îbn Sa'd'ýn Tabakat'ýn-da anlattýðýna göre, Resûlullah (s.a.v.) ile umre yapanlarýn sayýsý iki bindi. Bu tabiî, Hudeybiye'de bulunanlarla sonradan katýlanlarýn toplamýdýr.
Bu seferden sadece vefat eden veya Hayber savaþýnda þehid olanlar geri kalmýþ oldu[46].
Îbn Ishâk ise; «Kureyþliler kendi aralarýnda þöyle dedikodu yapýyordu: Muhammed (sav) ve ashabý, sýkýntý ve zorluk içindeymiþ» diyor.
Bu yüzden müþrikler, Dârü'n-Nedve önünde top1 anýp müslüman-larm durumunu gözetlemeye baþladýlar. Resûlullah (s.a.v.) Mescid-i Haram'a girince, omuzundaki örtüyü sýyýrýp sað pazusunu dýþarý çýkardý ve þöyle seslendi: Allah þu adamlara kendisini güçlü gösteren her kiþiye rahmet eder. Sonra da (Hacer-i Esved) rüknünü istilâm edip hýzlý sert yürüyüþle tavafa baþladý. Ashabý da öylece yürüyordu. Üç þavt böylece (Hervele) yaptý. Öbürlerinde ise normal yürüdü... îbn îshâk'a göre îbn Abbas þöyle konuþuyordu. Bazý kimseler zanneder ki, Resûlullah (s.a.v.) pm bunu böyle yapmasý sadece Kureyþ'ten gelen söylentilerine bir cevab mahiyetindeydi. Umumi bir sünnet deðildi. Halbuki Resûlullah (s.a.v.)'m bunu yapmasýnýn hikmeti, Veda Haccý esnasýnda anlaþýldý ve müekked sünnet olduðu kesinleþti[47].
Resûlullah (s.a.v.) bu esnada Meymûne binti Haris ile evlendi. Rivayete göre nikâh akdini ihramlý iken yaptý. Bazýlarý ise, ihramdan çýktýktan sonra akid yapýldý der. Meymûne (r.a.)'yi Resûlullah ile evlendiren (veya nikahlayan) da onun bacýsý Ümmü'1-Fadl'ýn kocasý bulunan, Abbas bin Abdülmuttalib idi[48].
Resûlullah (s.a.v.)'ýn Mekke'deki üç günlük ikameti bitip, (barýþtaki Kureyþ'In tanýdýðý süre dolunca) Kureyþ hey'eti Hz. Ali (r.a.) '-ye müracaat edip: Ey Ali, artýk efendine söyle, müddet dolmuþtur, çýkýn Mekke'den dediler. Resûlullah (s.a.v.) yola çýktý".
Resûlullah, Medine yolunda Ten'im yakýnýnda «Þerif» denilen mevkide konaklayýp, Hz. Meymûne (r.a.) ile gerdeðe girdi. Daha sonra yola çýkýldý ve Zilhicce'de Medine'ye varýldý. [49]
Dersler Ve Ýbretler
Bu umre, Resûlullah (s.a.v.)'in doðru söylediðinin Cenâb-ý Hak tarafýndan tasdiki, O'nu ve ashabýný, Mekke'ye ulaþtýrýp Beyt'ini tavaf ettirecek, izhâr buyurduðu te'yki ve desteði diye tanýmlanýr. Nitekim gördük ki; Hudeybiye gününde Hz. Ömer (r.a.) þöyle soru tevcih ediyordu. Resûlullah (s.a.v.)'a:
— «Sen deðil miydin peki; bizim gelip Kabe'yi tavaf edeceðimizi söyleyen?[50] O da cevab veriyordu:
— «Peki, ben size bu sene geleceksiniz, yapacaksýnýz dedim mi?» Ömer:
— «Hayýr», diyor. O tekrar:
— «O halde sen mutlaka gelip tavaf edeceksin, böyle bil», diye baðlýyordu.
îþte bu, Resûlullah (s.av.)'m va'dinin doðrul anýna siydi. Nitekim, Allah (c.c.) da, kulunu bu va'dinden ötürü, þu kelâmýyla ayrýca doðruluyor: «Allah, Resûlü'nün rü'yasým Hak olarak tasdik ediyor ki; mutlaka siz Mescid-i Haram'a, inþâallah emniyet içinde girip, endiþesizce tavafla, traþ olup veya saçýnýzý kýsaltacaksýnýz. O, sizin bilmediðinizi bilir Daha bunun ötesinde apaçýk bir fetih verecek[51]».
Yine bu umre, hemen ardýndan gelen Büyük Fetih için bir giriþ ve ilk adým oldu.
Ayný zamanda bu umreye iþtirak eden Ensâr ve Muhacir kalabalýðý, her davranýþýnda; tavafta, sa'yde ve öbür menâsikde Resûlul-lah'a istekle uyuyor, onun çevresinde neþ'e ve yiðitlik dolu davranýþlarýyla, hiç de müþriklerin düþünüp beklediði hastalýk, gevþeklik gibi bir görüntü vermiyorlardý... Bu yüzden müþriklerin yüreðine korku saldýlar, Çünkü onlar, ashabýn, Yesribin iklimi gereði sýtma v.s. gibi hastalýklara yakalanýp, çeþitli imkânsýzlýklarla hayli yýpranmýþ olduklarýný sanýyorlar ve dedikodusunu yapýyorlardý...[52]
Müslim, Ýbn Abbas'tan rivayet eder ki:
Müþrikler, müslümanlarýn Kabe çevresinde «Remel» yaptýðýný (sert adýmlarla dik dik yürüdüklerini), sa'yde de ayný canlýlýðý taþýdýklarýný görünce, birbirlerine : Bunlar mý, bizim sýtmadan periþan olduðunu sandýðýmýz kimseler?... Bunlar ceylân gibi zýplýyorlar, o kadar çevikmisler[53].
Hâsýlý tamamlanmýþ þekliyle bir bütün olarak, bu umre, müþriklerin gönlüne öyle bir oturdu ki; âdeta Mekke fethinin kolay ve savaþsýz gerçekleþmesine zemin hazýrladý.
Þimdi biz bu «Umretü'l-Kazâ»'dan neler alýrýz, ona bakalým:
1- Tavafýn Ýlk üç þavtmda, sað omuzu dýþarýda býrakacak þekilde ihramý koltuk altýndan bürünmek (Iztýba) ve sert adýmlarla hýzlý yürüme (Hervele)'nin; bu anda Resûlullah (s.a.v.)'a uymak bakýmýndan müstehab olduðu.
Bunun müstehab oluþu þuna baðlý tabiî: Tavafý sa'y izliyorsa, o tavafta «remel» yapýlmýþsa bu da müstehab olur. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) böyle yapmýþtý. Iztýba ise, ihramýn bir ucunu sað koltuk altýndan, ikinci ucunu ise sol omuzun üstünden örtülmesidir ve bu ayný zamanda Safa ile Merve arasýnda sa'y anýnda iki niþan arasýnda, ittlbâan sünnet olur...
2- Bazý fakihler, hac veya umre anýnda ihramh iken nikâh kýymanýn caiz olduðuna kanaat ettiler. Dayanaklarý da, yukarýda naklettiðimiz rivayete göre; Resûlullah (s.a.v.)'in Meymûne (r.a.) ile ihramh olarak nikâhlandýðýdýr. Ama fakihlerin büyük bir grubuna göre ise; ihramhmn ister bizzat, ister vekâleten nikâh yaptýrmasý mutlak mânâda câ'z olmaz. Hanefiler ise, ihramlýnm veli olarak da, ihramh olmayan biri adýna nikâh kýyamýyacaðý kanaatýndadýr.
tþte böylece Resûluîlah (s.av.)'ýn, umre ve bir de hac yaptýðý biliniyor. Müslim'in Enes (r.a.)'den senediyle naklettiðine göre Resûlullah (s.a.v.) bütün umreleri Zilkade'de yaptý. Sadece, hac anýndaki umresi ise, hac mevsiminde oldu: Hudeyblye umresi Zilkade'de, ondan sonraki sene yaptýðý (Umretü'1-Kazâ) umre Zilkade'de, Ca'-râneden dönüþte yaptýðý umre, Huneyn ganimetlerini taksim için dönüþteki umresi de Zilkade'de, son umresi ise Veda Haccý'na gittiðinde yaptý ki, bu Zilhicce'dir, tabii ..[54]
5- Mûte Muharebesi
Hicretin sekizinci senesi, Cemâziye'l-Evvel ayýnda Mûte'ye sefer oldu. Mûte, Þam bölgesinde bir kasabaydý. Bugün «Kerk» diye anýlan, bir yayla, konak yeri...
Bu gazvenin sebebi ise; yukarýda bahsi geçen Busra Meliki'ne Resûlullah'ýn elçi olarak gönderilen Hârls bin Âmir el-Ezdi'nin öl-dürülmesiydi. Bunca elçisinden hiçbiri de böyle öldürülmemiþti. O, halký Þama karþý çýkýþa da'vet etti. Ve bir anda, üçbin savaþçý müs-lüman, Mûte'ye gazaya gitmek isteði ile toplanývermiþti
Resûlullah (s.a.v.) bu savaþa b.zzat katýlmadý. O yüzden bu sefere esasen gazve deðil, «seriyye» denir Ancak, bu savaþa katýlan müslümanlarýn sayýsýnýn çokluðu ve savaþýn da son derece önemli oluþu sebebiyle siyer ulemasýnýn hemen hepsi «gazve» demiþlerdir.
Resûlullah savaþçýlara: «Emiriniz, Zeyd bin Hârise'dir. O þe-hid olursa Ca'fer bin Ebi Tâlib, o da þehid olursa Abdullah bin Re-vaha olacak, o da þehid olursa artýk halk kimi dilerse onu baþýna geçirsin[55]».
Ve Resûlullah (s.a.v.) müslümanlara, oraya varýnca ilk iþ olarak onlarý islâm'a da'vet etmeyi tavsiye etti. Kabul ederlerse ne âlâ. Yoksa Allah'a sýðýnýp onlarla savaþýn diye tenbihledi.
Ibn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.) ve sahabesi Cr.a.J, müslü-man orduyu ve komutanlarýný Medine dýþýna Veda tepesine kadar uðurladýlar. Bu esnada, Abdullah bin Revaha aðladý. Niçin aðladýðým sordular. O, vallahi ben ne dünya sevgisinden, ne de sizden ayrýldýðýma aðlýyor deðilim. Fakat Resûlullah'tan iþitmiþtim; Kita-bullah'tan okuduðu þu âyette cehennem anlatýlýyordu: -Sizden, cehenneme uðramýyacak yoktur. Bu Rabbinin kendine zaruri olarak yapmayý vâcib kýldýðý gerçek[56]» Eh ben kestiremiyorum ki, oraya uðradýktan sonra nasýl geriye dönebilirim... Onlar yürürken, arkalarýndan müslümanlar sizi Allah korusun, size sâhib olup, sað selâmet bize kavuþtursun diye seslenip duâ ettiler. Bunun üzerine (Ýslâm þâiri) Abdullah bin Bevaha þöyle bir þiirle cevab verdi;
-Ancak, ben Rahman (olan Allah'tan) maðfiret dilerim.
Kanlar fýþkýrtan keskin kýlýç darbesiyle,
Ya da ciðerleri parçalayan bir kargý saplamasýyla
ÞEHÝD OLMAK...
Kabrime uðrayanlar...
Allah bu bahadýrý doðruya yöneltmiþ de, o da
Dosdoðru yolu bulmuþ desinler».
Daha Medine'den ayrýlýnca düþman onlarýn kendileri üzerine yürüyüþlerini öðrenmiþti. Toplanýp karþý çýktýlar. Herakl yüzbinden fazla Rum savaþçý toplamýþtý onlara. Ayrýca Þurahbil bin Amr de yüzb'n kiþi toplamýþtý; Lâhm, Cüzam, Kayn ve Behra kabilelerinden...
Müslümanlar da bu karþý hazýrlýðý haber alýnca, Maan mevkiinde iki gece konaklayýp mes'eleyi enine boyuna düþünüp müzakere ettiler: Durumu Resûlullah (s.a.v.)'a mektupla bildirip, düþmanýn miktarýný bildirelim diyenler oldu. Abdullah Ýbn Revana ise onlarýn hamaset duygularýný harekete geçirecek þeylerle onlara cesaret verip teþvik etti: «Ey kavm, vallahi þu anda pek istekli görünmediðiniz, aslýnda kavuþmak için yola çýktýðýnýz þeydir, þehidliktir» dedi. Zaten biz insanlarla, ne sayý, ne kuvvet, ne binek çokluðuna güvenerek çarpýþmýyoruz. O halde yürüyün ileri ve iki þereften birine ulaþýn; zafer veya þehadet...
Müslümanlar «Kerk- dolaylarýnda düþmanla karþý karþýya geldiler. Düþman öyle hazýrlýklýydý ki; sayý, silâh ve malzemece kimse o güne kadar bu çapa ulaþmamýþtýr.
Çarpýþmayý Zeyd bin Harise baþlattý. Sancaðý çekti ve müslümanlar da birlikte çarpýþtýlar. Nihayet Zeyd (r.a.) birçok mýzrak darbesi alarak þehýd olunca, sancaðý Ca'fer bin Ebî Tâlib aldý. O da çarpýþtý, aðýr yaralar aldý. Öyle ki savaþ sarhoþluðuyla atýndan inip yaya olarak çarpýþmaya baþladý Savaþýn en kýzgýn anýnda da o, þöylece recezler söylüyor, müslümanlarý gayrete getiriyordu:
«Cennet ve ona yaklaþmak ne hoþ! Ýçkisi soðuk ve nefis, '
Rumlara gelince r um I araý sonu yaklaþtý,
Kafir millet yabandýr soyu.
O halde bana onlarý rastladýkça biçmek yaraþýr.»
Allah ondan razý olsun, bu tarzda çarpýþtý ve o da þehid oldu. Yere düþünce ruraun biri kýlýcýyla parçaladý. Vücudunda elliden fazla darbe görüldü ki, hepsi de cephedendi. Arkadan hiç yara almadý. Onu müteakip sancaðý Abdullah bin Revana aldý ki, o da þöyle
recezler söylüyordu :
«Ey nefis, ben seni boyun eðdirmeye and içtim, Ya boyun eðersin, yoksa zorla eðdiririm, Müslümanlar toplasmýþ (benim ölüme) aðlýyor. Ne hâl ki, sen hâlâ cennetten kaçar gibisin. Bunca yýl oldu sen hâlâ tatmin olmadýn, Sen vücud testisinde bir damla deðil misin?»
O da uzun çarpýþma sonu þehid düþtü (r.a.). Bunun üzerine ordu, Hz. Halid bin Velid (r.a.)'in komutanlýðýnda ittifak etti. Ve böylece müþriklerle çarpýþýp onlarý daðýttýlar. Böylece fýrsat bulup ordusunu toparladý ve Medine'ye döndü.
Buhârî'nin Eenes (r.a.)'den nakline göre Resûlullah (s.a.v.) daha haberci gelmeden, Zeyd, Ca'fer ve Ýbn Revaha'mn durumlarýný halka bir bir haber verdi: Þöyle diyordu: Sancaðý Zeyd aldý ve þehid oldu. Sonra Ca'fer aldý, o da þehid oldu. En son tbn Revaha aldý, o da þehid oldu, (gözleri yaþla dolu dolu idi). Þimdi de sancaðý Allah'ýn kýlýçlarýndan bir kýlýç aldý. Allah böylece onlara bir kapý açtý.
Görüldüðü gibi bu hadîs, en sonunda müslumanlarýn ilâhî inayetle zafere erdiklerini gösteriyor. Bazý siyret râvilerinin iddia ettiði gibi müslümanlar rumlarý takib etmeyip, sadece yendikten sonra bununla yetinip yerlerinde kalmýþlar. Sonra da derlenip toparlanýp, Medine'ye dönmüþlerdir, demek isterler. Tabu bu da Hâlid bin Velid'in harb dehasýnýn bir eseridir...
Ibn Hâcer der ki: Mûsâ bin Ukbe'nin «Meðâzî»'sindeki en güvenilir meðâzi budur. Bulunan þu ifade: «...Sonra Abdullah bin Revaha aldý. Ve þehid oldu..» Bunun peþinden müslümanlar Hâlid bin Velid üzerinde anlaþtýlar Allah böylece düþmanlarý þaþýrttý, müslümanlar üstün geldi.
Ýmam Ibn Kesir ise þöyle söylüyor: Bu nakilleri þöyle toparlayabiliriz. Hâlid bin Velid müslümanlan toplayýp geceyi geçirdi. Sabahleyin, askerin tertibini deðiþtirdi. Saðdakileri sola, soldakileri saða geçirdi. Maksadý düþmaný þaþýrtmak ve Ýslâm birliðine takviye kuvvetlerinin geldiði vehmini vermekti. Ve Hâlid onlara hücum edip, püskürttü. Ama onlarý takib etmedi, geri çekiUp, aldýðý ganimetlerle yurduna döndü[57].
Medine'ye yaklaþýnca da, Resûlullah (s.a.v.) onlarý karþýladý. Çocuklar koþarak orduyu karþýlýyordu. Resûlullah, çocuklarý alýp terkinize bindirin, Ca'fer'in oðlunu da bana verin diye emretti. Ve Abdullah getirilince onu önüne oturttu. O esnada, halk orduya: Kaçaklar, Allah yolunda çarpýþmaktan yüz çevirdiniz gibi lâflar ediyordu. Resûlullah (s.a.v.): «Hayýr, onlar firari deðil onlar kerrarîdir inþâallah[58]» buyurdu. [59]
Dersler Ve Ýbretler
însaný dehþete düþüren þey, bu savaþta müslumanlarýn sayýsý ile, Rum ve Arap müþriklerinin savaþçý sayýsý arasýndaki kýyas kabul etmez farklý durumdur. Olayýn naklinden gördük ki: Rum ordusu ve onlarla beraber müþrik kabilelerin toplamý ikiyüz bini buluyordu. Ibn Ishâk.lbn Sa'd ve öbür siyer yazarlarýnýn nakli bu tarzdadýr. Halbuki, müslüman askerin sayýsý üçbini geçmiyordu. Bunun anlamý þudur: Rum ordusu sayýca müslümanlarm elli katýndan fazlaya varmaktaydý.[60]
Buradaki oranlama þöyle görünür: Müslüman ordusu, topuða varmayan ince bir su birikintisi, rum ordusu ise muazzam dalgalarýyla koca bir deniz... Müslüman ordunun nazik durumu böylece tasavvur edilebilir ancak.
Eh. buna ilâveten düþman ordusunun silâh ve teçhizatý, erzak ye giyimi, binek ve moral gücü, gurur ve ihtiþamý da ayrý bir ordu demektir. Haniya, o gün müslümanlar fakr ve yoksulluk içinde, günleri aç geçtiði olurdu.[61]
Esas dehþet veren þey ise tabiî, bu koca ordu karþýsýnda, içinde Resûlullah'ýn da bulunmadýðý bir küçük seriyyenin varlýk göstermesi, direnmesi, asla daðýlýp kaçmamasýdýr. Baþarý ile döndüler. Ve üstelik bu koca kitle müslümanlarýn önünde bir harb nizamý bile gösteremiyor, üstüne çullanamýyor. Halbuki, islâm cemaatým ku-þatsa, öyle görünüyor ki; çepeçevre sardý mý bir çöl ortasýnda küçük çekirdek gibi kalýrdý, siyah bir tarlada bir tane gibi.
Ve iþin öbür yüzü de var. Müslümanlarýn gösterdiði dayanýklýlýk. Dalga dalga gelen felâket seîi karþýsýnda ilk komutanlarý ölüyor, ikinci ve üçüncüsü de gidiyor. Onlar âdeta þehadet kapýsýný açýyorlar, þevkle ona herbiri atýlýyor Öyle ki koca ordusuna raðmen müþriklerin içine bu acaip atýlýþ korku salýyor, tlâhi bir ürperti. Öyle ki zahiri hiçbir sebeb yok... Yerlerini býrakýp kaçýyorlar ve bu yüzden de sayýsýz âdem ölüyor.
Ama tabiî; Allah'a tam imanýn, O'na güvenip, O'nun va'dine kesinkes baðlanmanýn neleri baþartacýðýný düþündüðümüzde þaþkýnlýða, hayrete mahal kalmaz, hepsi daðýlýp gider.
Ve esasen, müslüman ise, müslüman kiþi için iþin böyle olmamasý dehþet verici ve þaþýrtýcý olur. Yâni müslümanm böyle rakamlar, adedler, hesaplar zihnin; oyalamaz. Allah'ýn va'di karþýsýnda ona er-geç zafer vereceðine dair teminatý yönünden ya da ebedî ni'met-leriyle dolu cennet müjdesi karþýsýnda müslümaný o tür þeyler en-terese etmez ki!.. Abdullah bbn Revaha'mn o boðuþmada söylediði gibi müslüman: «Sayýlar veya güçler savaþmaz, o sadece Allah'ýn lütfettiði bu mübarek dinle, onun verdiði þevkle güçlenip savaþýr...»
Bu gazvenin bize taþýdýðý dersler ve iþaretlerin en keskinlerini de aþaðýya özetle sýralýyoruz:
1- Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu sefer için tavsiye ettiði (komuta) usûlü þuna delâlet eder:
Bir îslâm halifesi veya devlet reisi bir kiþiyi þartlý olarak müslümanlarýn baþýna tâyin edebilir. Veya birkaç kiþiyi birbirini takib edecek emirler de gösterebilir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.); önce Zeyd, sonra Ca'fer, sonra Abdullah tbn Revana (r.a.)'nýn komuta etmesini emretmiþti... Ulema demiþtir ki: Bu tarzda halife, emirler tâyin ederse, sahîh olan; hepsinin emirliklerinin ta baþta kesinleþmiþ olacaðýdýr. O an akidler tamamdýr, ancak silsile-i merâtib þartýyla[62].
2- Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu tavsiyesi yine müslümanlann baþ-lanna emir tâyininde re'y belirtebileceðim de gösteriyor. Tabii reisleri yok olunca (ölür veya çekilirse) ya da halife onlara, birini seçme serbestisi verirse... TahavÝ der ki: -Bundan þu esas çýkar: Müslümanlarýn emiri kaybolursa, o hazýr oluncaya kadar, onun yerini tutacak bir kiþiyi seçmeleri müslümanlara vazife olur.»
Týpký böyle do, bu tavsiye, daha Resûlullah (s.a.v.) sað iken de müslümanlann içtihadda bulunabileceðine delâlet eder...
3- Görüldü ki; Resûlullah (s.a.v.) aradaki binlerce km. mesafeye raðmen hâllerini görüp, Zeyd, Ca'fer ve tbn Revaha'nm akýbetini gözlerinden yaþ akarak haber verdi.
Bu, Cenâb-i Hakk'm, Resulü için arzý dürüp kýsalttýðýný anlatýr. Böylelikle Sam civarýnda çarpýþan müslümanlann durumunu görecek hâle ulaþtý. Ve sahabesine bir bir haber verdi. Bu da Allah'ýn Hatbib (s.a.vJ'ûýe ikram ettiði sayýsýz hârikalardan biridir.
Ayný zamanda bu olay, onun sahabesine ne kadar sevgi ve þefkatle dolu olduðunu da anlatmaktadýr. Öyle ya, sahâbesiyle otururken onlara bu þühedânýn haberini anlatýrken onu gözyaþýyla aðlatan neydi? Onun aðlamasý azýmsanamaz. Yine biliyoruz ki; onun aðlamasý Allah'ýn kazasýna ve takdirine nza göstermemesi anlamýna asla gelmez. Çünkü «Kalb hüzünlenir, göz yaþarýr» buyurmuþtur O. Bu artýk Allanýn hilkat anýnda insana aþýladýðý merhamet ve hassasiyet tabiatýnýn sonucudur.
4- Bu üç büyük þehidin hâlini bildiren (yâni O'nun Medine'de durumu anlatýrken geçen ifadesi arasýnda) hadîsten Hâlid bin Ve-lid'in özel faziletini de alýyorum. Nitekim sözünün sonunda «nihayet sancaðý, Allah'ýn kýlýçlarýndan bir kýlýç aldý da, Allah onlara fethi müyesser kýldý.» Bu savaþta bir özellik de, Hâlid bin Velid'in ilk defa müslümanlann safýnda savaþa katýlmasýydý. Çünkü onun Ýslâm'a geliþinin üzerinden çok zaman geçmemiþti... Ve buradan Resûlullah (s.a.v.)'m Hâlid bin Velid (r.a.)'e Seyfullah: Allah'ýn kýlýcý lâkabým vermesini de anlamýþ oluyoruz.
Bu savaþta Hâlid bin Velid, son derece ciddi bir denemeden geçmiþ oluyordu ayný zamanda. Ýmtihaný üstün basan ile kazanmýþtý da. Buhârî'nin kendisinden rivayetine göre der ki; O Mûte gününde elinde tam dokuz kýlýç kýnlmýþtý... îbn Hâcer de der ki: Bu hadis, müslümanlann o günde müþriklerle çok uzun çarpýþtýklarýný açýkça gösterir.Ýmdi, Müslüman ordu Medine'ye dönünce halkýn: «Kaçaklar, Allah yolunda savaþmaktan kaçtýnýz» þeklindeki ithamlarý ise, sadece rumlarý yendikleri halde onlarý takip edip imha etmemiþ olmalarý yüzündendir. Ve savaþtýklarý topraklarý elde tutmayýp, eski halinde býrakýp dönmelerinden ötürüydü. Halbuki, öbür gazvelerde tutum bu deðildi. Ama Hâlid bununla yetinip, orduyu nizamlý þekilde geriye çekip Medine'ye döndü. Esasen bu, görüldüðü üzere, Hâlid bin Velid'in hakimane tedbiri ve rumlarýn üstüne saldýðý ürküntüyü kullanýp Ýslâm ordusunu imhadan koruyup haysiyetini kur-tarmasýdýr. tþte bunua için Resûlullah (s.a.v.) onlara þu karþýlýðý veriyordu: «Hayýr, onlar firari deðil kerrâridir, inþâallah. [63]
6- Mekke'nin Feth
Tarih: Olay, Hicret-i Nebeviyye (s.a.v.)'nin sekizinci yýlý, Ramazan ayý içinde oldu.
Sebeb: Benî Bekr'den bir grup insan Kureyþ'in ileri gelenleriyle; Huzâa kabilesine karþý kendilerine silâh ve asker yardýmý için müzakerede bulundular. (Huzâa ise, Hudeybiye'de müslümanlarýn taraflýsý olmuþtu). Müþrikler buna evet dedi. Bir grup ileri gelen müþrik de, yüzlerini örtüp kendilerini gizleyerek onlara yardýma koþtu. Aralarýnda Safvan bin Ümeyye, Huveytýb bin Abdüluzza ve Mikrez bin Hafs olup; silâh, malzeme ve köleleriyle Benî Bekr'i desteklediler. Vetir denilen yerde (Huzâalýlarýn yurdu) onlarla çarpýþýldý. Huzâalýlar gafil avlanmýþtý. Çünkü barýþ taraflýsý olarak emindiler. Bir gecede yirmi ölü vermiþlerdi... Bunun üzerine Huzâalý Amr bin Salim kýrk kiþilik süvariyle yola çýkýp, Resûullah'a geldi. Durumu haber verdi. Uðradýklarý felâketi anlattý.
Bu kiþinin (þiirle) anlattýðý durumu dinledikten sonra Resûlul-lah (s.a.v.) ridâsýný toplayarak kalktý ve «Benî Kâab'a (yâni Huzâ-alýlara) yardým etmezsem, yardýmsýz kalayým... Kendime ve yakýnlarýma yardým eder gibi hem de...» Ve devam etti. «Þu bulutun yaðdýrdýðý gibi yardým edeceðim!...[64]».
Kureyþ hemen de yaptýklarýnýn yanlýþlýðýný kavradý. Ebû Süf-yân bin Harb'i, Resûlullah (s.a.v.)'a anlaþmayý yenilemesi ve müddetini uzatmasý için gönderdiler. Ebû Süfyân, Resûlullah'a gelip durumu anlattý ise de ondan bir cevap alamadý ve iltifat göremedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e gitti. Resûlullah'a varýp aracý olmasýný istedi. O da, ben bunu yapamam diye savdý. Ebû Süfyân daha sonra, Ömer Îbni'l-Hattâb'a baþvurdu. O da: Ben mi - Resû-lullah (s.a.v.)'a- gidip sizin için þefaatçilik yapacaðým? Vallahi hiçbir þey deðil, bir karýnca yavrusu bulunsa onunla size karþý savaþýrým» diye cevab verince: Ebû Süfyân piþman ve yenik halde Mek-ke'iye eli boþ döndü.
Öte yanda ise Resûlullah (s.a.v.î hazýrlýða koyuldu. Ama mes'-ele gizli tutuluyordu. Ve þöyle duâ ediyordu: «Yâ Rab, beni, Kureyþ'in gözünden sakla, gözlerini kör et. Bizi, iþ olup bittikten sonra görsünler ancak!...[65]».
Resûlullah ordugâh kurunca da, Hâtýb Ýbn Belta'a müslüman-larýn saldýrýsýna karþý uyanýk olsunlar diye Kureyþ'deki akrabalarýna bir mektup yazmýþtý.
Hz. Ali (r.a.) der ki; Resûlullah beni, Mikdat ve Zübeyr'i gönderdi. Bize gidip «Hah» bahçesi denen yerde bir kadýnýn elindeki mektubu almamýzý emretti. Hz. AH diyor ki: Atlarýmýzla sür'atlice gittik, o bahçeye vardýk. Gerçekten b.r kadýn var. Biz mektubu çýkar deyince, inkâr etti. Mektup yok dedi. Çýkar mektubu, yoksa elbiseni soyup arayacaðýz deyince, saç örgülerinin arasýndan çýkardý. Mektubu Resûiullah (s.a.v.)'a getirdik. Bir de baktýk ki; Hâtýb bin Belta'a, Resûlullah'ýn hazýrlýklarýný Mekke müþriklerine, Kureyþ-lilere bildiriyor...»
Resûlullah (s.a.v.): «Bu ne oluyor Hâtýb?» deyince Hâtýb:
— Yâ Resûlâllah (s.a.v.)! Beni cezalandýrmada acele etme, anlatayým :
Ben Kureyþ asýllý deðil, onlara sonradan katýlmýþ, yâni kölelikten gelme mevalidenim. Halbuki, sizin çevrenizdeki öbür muhacirlerin herbirinin Kureyþ arasýnda akrabalarý var. Orada ailesi v.s. bulunanlarý o akrabalarý hep himaye eder, mallarýný korur. Benim ise orada bir yakýným yok ki, orada bulunan ev halkýmý korusun. Bunu yapmakla ,onlar nezdinde, yakýnlarýmý korumalarý için bir ihtar yapmýþ olacaðýmý umdum. Yoksa ben bunu yapmakla hâþâ dinimden dönmüþ deðilim. Ýslâm'dan sonra da asla küfre rýza göstermem.
Resûlullah bunun üzerine yanýndakilere; doðru söyledi, buyurdu. Ömer (r.a.î söze katýlýp; yâ Resûlâllah, býrak da þu nýünafýkýn boynunu vurayým, diye çýkýþýnca:
— «O Bedir'de bulunmuþ bir kiþidir. Ne bilirsin, belki de Allah Bedir mücâhidlerini tamamen serbest býrakmýþ; sizi tamamen afvet-tim, istediðinizi yapýn demiþtir?» buyurdu. Ve bu hâdise üzerine Ce-nâb-ý Hak þu âyetleri inzal buyurdu: *Ey inananlar, benim ve sizin düþmanýnýz olan kimseleri asla dost edinmeyin Onlara sempati beslemeyin, yardým etmeyin. Halbuki onlar, size gelen Hak nizamýmý reddediyor...» Buradan ta: «O normalden sapýk yola girmiþ olur...» kýsmýna kadar.[66]
Resûlullah (bu sefer esnasýnda) Kelsum bin Huseyn'i Medine'ye vekil býraktý. Ve Ramazan'm onuncu Çarþamba günü ikindiden sonra hareket ettiler. Resûlullah (s.a.v.) çevre kabilelerine de gözcü ve elçiler çýkardý. Elsem oðullarý, Gýfâr oðullarý, Müzeyne oðullarý, Cü-heyneliler ve ötekilere. Hepsi de Zahran'da buluþtu. Burasý Mekke -Medine arasýnda b'r yer. Müslümanlarýn sayýsý onbini buluyordu. Henüz Kureyþ'in hiçbir þeyden haberi yoktu. Ancak, Ebû Süfyân"-ýn Medine'den yenik dönmesinden ötürü bir sürprizle karþýlaþacaklarým umuyorlardý. Bu yüzden de, Ebû Süfyân, Hakîm bin Hý-zâm ve Bedii bin Varaka'yý Resûlullah (s.a.v.)'dan haber toplamak üzere göndermiþlerdi. Bu hey"et, Merrizzahran'a varýnca, muazzam bir ateþ gördüler. Onlar aralarýnda bu (daðý taþý dolduran) ateþin ne olduðunu tartýþa dursun; Resûlullah'ýn ileri gözcüleri onlarý yakaladýlar. Resûlullah (s.a.v.) in huzuruna çýkardýlar. Ebû Süfyân orada müslüman oldu[67].
Ýbn Ýshâk, Abbas (r.a.) 'dan Ebû Süfyân'ýn Ýslâm'a giriþinin tafsilâtýný þöyle anlatýyor: Sabah olunca, onu alýp Resûlullah'a getirdim. Resûlullah (s.a.v.) onu görünce-. «Yazýk sana, Allah'tan baþka ilâhýn olmadýðýný anlaman için zaman gelmedi mi?» buyurdu. O da: «Vallahi galiba öyle. Çünkü Ondan baþka ilâh bulunsa beni birtakým zararlardan korur, fayda verirdi» dedi. Resûlullah yine: «Yazýk sana Ebû Süfyân, hâlâ benim Allah elçisi olduðumu kavraya-madýn mý?...» buyurdu. O da þöyle cevab verdi: Anam, babam sana feda oslun, senden daha merhametli, güzel huylu ve akrabasýný gözeten birini tanýmadým. Ama ne var ki, benim içimde hâlâ ufak da olsa bir tereddud var...
Bunun üzerine Abbas ona çýkþti: Yazýk be, müslüman öl, þehâ-det getir de «Allah'tan baþka ilâh olmadýðýý, Muhammed'in Allah'ýn Resulü olduðunu söyle, baþýn vurulmadan önce!..
Denir ki, o an gerçekten þehâdet getirip müslüman oldu. Yine Abbas (r.a.) der ki: Dedim, yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân övünç veren þeyleri sever, ona bir iltifatta bulun. O da: «Tabiî, dedi, o halde Mekkelilerden kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emniyette olacak. Yine kim evine kapanýr oturursa, kim Kabe'ye sýðýnýrsa emniyettedir...»
Daha sonra, Resûlullah Mekke'ye doðru harekete baþlarken Hz. Abbas (r.a.)'a dedi ki, «Ebû Süfyân'ý götür ana geçidin aðzýnda durdur. Allah'ýn ordusu önünden geçerken seyretsin.» Abbas (r.a.) der ki: Aldým onu, götürüp vadinin dar boðazýnda durdurdum. Tam Resûlullah'ýn dediði gibi. Ve kabileler bölük bölük bayraklarýný çekip geçmeye baþladýlar. Her kabile geçince; yâ Abbas bunlar kim? diye soruyor, ben de, meselâ bu Süleym oðullarýdýr diye cevap veriyorum. Bu sefer o; SüleymUerle aramda mes'elemiz yok diyor...
Böyle geçiþ devam etti. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) baþlarýnda olduðu halde Ensâr ve Muhacirlerden oluþan bir alay geliyor. Âdeta baþtan ayaða demirle donanmýþlar gibi. Ebû Süfyan: «Sübhânal-lah ey Abbas, kim bunlar?» diyordu. Ben de, iþte Resûlullah, Muhacir ve Ensâr arasýnda deðil mi. O da, bu güce kimsenin karþý durma ihtimali yoktur. «Ey Ebâ Fadl (Hz. Abbas'ýn lâkabý), yeðenin çok büyük melik olmuþ..» deyince, onu uyarýyordum; hey Ebâ Süf-yân, bu meliklik deðil nübüvvettir diye. Ve hemen Ebû Süfyan düzeltiyor: «Evet, tabii öyle...[68]».
Daha sonra Abbas (r.a.) diyor ki, kavmini kurtar.. Ve Ebû Süf-yân konuþuyor. Resûlullah oraya ulaþmadan Mekke'ye girip son sesiyle baðýrýyor: Hey Kureyþliler, iþte gelen Muhammed'dir. Öyle bir güçle geliyor ki karþý koymaya imkânýmýz yok...
Bu durumda, kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emniyette olacak. . Fakat karýsý Hind onu karþýlýyor, onu sakalýndan tutup; þu kocamýþ alçak bunak herifi öldürün, diyordu.. Ebû Süfyan ise yine onlan uyarýyor: Aman, Ýliþleriniz sizi aldatmasýn, sakýn. O öyle bir güçle geliyor ki, asla karþý duramazsýnýz. Çýkar yol, Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýp emniyete ermektir.
Allah kahretsin seni diyorlar, senin evinde ne var ki bizi kurtarsýn?... O bu sefer de, kim evine kapanýr oturursa yine emin olur. Kim Beyt'e sýðýnýrsa emniyette olur. Bunun üzerine halk daðýlýyor. Kimi evlerine, kimi Mescid-i Haram'a gidiyor[69].
Ordunun boðazý geçmesi esnasýnda, Sa'd Ibn Ubâde'nin, Ebû Sûf-yân'a «Bugün destan günü. Bugün Kabe'nin helâl olduðu gün...» yollu bir þey söylediði haberi Resûlullah (s.a.v.)'a ulaþtý. O bu sözü tasvip etmedi. Ve þöyle tenkid etti: «Bugün aksine rahmet günü, bugün Kabe'nin þerefini Allah'ýn yücelttiði gündür!..»
Ardýndan da birlik komutanlarýna kesin emir verdi; kimseyle savaþýlmayacak, sadece karþý duranlarla...[70].
Ne var ki altý erkek, dört kadýnýn da, nerede bulunursa öldürülmesini emretmiþti. Bunlar: Ýkrime bin Ebî Cehl, Hebbar bin el-Esved, Abdullah bin Sa'd Ebi Þerh, Mikyes bin Sababetü'l-Leysî, Hu-veyris bin Nukayz, Abdullah Ýbn Hilâl, Hint binti Utbe, Amr îbn Hiþâmýn cariyesi Sâre, Fertena ve Kureyna adlý, Ýbn Hilâl'in þarkýcýlarý... (ki bu iki câriye hep Resûlullah (s.a.v.)'ý hicveden þarkýlar söylerlerdi)[71]
Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye üst taraftan (Ki'da) giriyordu. Hâ-lid bin Velid'e de þehrin alt tarafýndan (Kûdâ) girmesini emretmiþti Öbür müslümanlar da hep ta'Um edilen yerlerden þehre girdiler. Ba giriþte hiçbir mukavemetle karþýlaþmamýþlar, ancak Hâlid bin Velide rastlayan îkrime bin Ebî Cehl ve Safvan Ýbn Ümeyye grubu çarpýþmaya tutuþmuþ; Kureyþ'ten yirmi dört kiþi, Huzeyl kabilesinden de dört kiþi ölmüþtü. Resûlullah (s.a.v.) uzaktan kýlýçlarýn parýltýsýný görünce, durumu soruþturduðunda, Hâlid Ýbn Velid'in savaþtýðý haber verilince: «Allah'ýn takdirinde bir hayýr vardýr elbette..[72] » buyurdu.
îbn îshâk, Abdullah Ýbn Ebî Bekr'den, Hakim de Enes'ten rivayet ediyor ki; Resûlullah (s.a.v.) Zituva'ya gelince, bineði üzerinde, baþýnda Yemen iþi bir Sarýðýyla bulunuyordu. Baþýný Allah'ýn huzurunda eðmiþ, Fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve þükranýný bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalýnýn ucu hayvanýn yelesine deðiyordu.
Buhârî'nin, Muâviye bin Kurre'den rivayetinde der ki, Abdullah tbn Muðaffelden duydum: «Mekke fethinin ilk gününe baktým Resûlullah (s.a.v.) devesinin üzerinde, Fetih sûresini yüksek sesle okuyor. Eðer halk çevreme toplanmasa, ben de onun gibi yüksek sesle okuyacaktým.
Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girer girmez Kabe'ye yöneldi. O zaman Kabe çevresinde 360 kadar put sýralanmýþtý. O elinde öd aðacýndan asâsýyla, birine önden, birine arkasýndan dokundukça, patýr patýr yüz üstü düþüyorlardý. O da, «Hak geldi, bâtýl zail oldu» buyuruyordu. Yine, «Hak geldi, artýk bâtýlýn açýða vurmasý veya tekrar gelmesi imkânsýz...[73]» diyordu.
Kabe'nin içinde de öyle putlar vardý. Onun için Resûlullah ora-ya ilkin girmedi. Emretti, hepsi dýþarý atýldý. Bu arada, ellerinde fal oklarý, güya Hz. Ýbrahim ve Ýsmail'in resimleri de çýkarýldý. Resûlullah (s.a.v.) onlar için de: Allah onlarýn caným alsýn, çok iyi bilirler ki, bu iki zât asla bu fallarý kullanmadýlar.
Bundan sonra beyt'in içine girdi, dört yanma tekbir getirdi ama namaz kýlmadan çýktý. O sýrada Kabe'nin hâcibi (görevlisi) bulunan Osman bin Talha'ya, Kabe'nin anahtarýný getirmesini emretmiþti. Getirince beyt'i açtý. O da, beyt'e girip çýkýnca tekrar Osman bin Tal-ha'yý çaðýrýp anahtarý ona teslim etti. Ve þöyle buyurdu: «Alýn ebediyyen sâhib olun Ama bunu ben vermiyorum size (Kabe bekçiliðini) fakat Allahü Teâlâ veriyor. Onu bundan sonra zâlimlerin dýþýnda kimse alamaz.»
Bu sözüyle de Cenâb-ý Hakk'm: «Allah size emânetleri ehline vermenizi kesinlikle emreder[74]' dyet-i cehlesine iþaret ediyordu.
O sýrada Resûlullah (s.a.v.), Bilâl (r.a.)'i çaðýrdý. Bilâl Kabe'nin üstüne çýkýp namaz için ezan okudu Halk bölük bölük geliyor ve Allah'ýn dinine giriyordu, tbn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.î Kabe kapýnýn iki sövesini tutup, ne yapacak diye çevresine merakla toplanýp bekleyen halka, þöyle hitab etti'[75]
Allah'tan baþka ilâh yok. O biiflir, ortaðý yok. Va'dini yerine getirip, kulunu zafere erdirdi. Tek baþýna bütün kabileleri yendirdi. Dikkat edin, câhiliyyeden kalma övünülen, her kan dâvasý ve mal dâvasý þu iki ayaðým altýndadýr. Sadece beyt'in perdedârlýðý ve hacýlara su verme hariç... Ey Kureyþlýier! Allah sizden câhüiyye gururunu ve atalara ta'zim alýþkanlýðýný giderdi.
Bütün insanlar Âdem'dendir, Âdem ise topraktandýr. Ve ardýndan þu âyet-i kerimeyi okudu: «Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir diþiden yaratýp, millet ve kabilelere ayýrdýk ki, her birinize âit deðiþik kabiliyetler açýða çýksýn, birbirinizi kýymetiyle tanýyasýnýz. Allah nezdinde en deðerliniz ise þübhesiz dininde en samimî olanýmzdýr». Söze devam etti ve sordu:
Kureyþliler! Size ne yapmamý tahmin ediyorsunuz?.. Onlar da: Hayýr bekleriz. Sen kerim bir kardeþ, kerim bir kardeþoðlusun dediler. O da, «O halde gidin, hepinizi baðýþladým[76]» buyurdu.
Yine Þeyhayn, Ebû Þüreyh el-Adevî'den rivayet ediyor: «Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü hitabesinde þunlarý söyledi: «Mekke'yi harem kýlan Allah'týr. Ýnsanlar deðil. Allah ve âhiret gününe inanan bir kimseye orada ne kan dökmesi, ne de kavga ve zorbalýk yapmasý yakýþýr... Resûlullah'ýn oradaki geçici çarpýþmasýný kendisine ruhsat edinmek isteyen olursa, ona þöyle deyin: Allah sadece Resulüne izin verdi, size deðil. Üstelik ona izni de bir günde bir saat içindi. Þimdi ise; eski yasakhðý tekrar avdet etmiþtir... Bunu hazýr olanlar gaib olana da haber versinler...»
Daha sonra Mekke'deki halk Resûlullah (s.a.v.)'a; Allah ve Re-sûlü'nün direktiflerini dinleyip itaat etmek üzere bey'at etmek için toplandý. Erkeklerin bey'atýn! bitirince, Resûlullah, bu sefer de kadýnlardan bey'at almýþtý.
Kureyþ kadýnlarýndan bir grup oraya toplanmýþtý. Aralarýnda Hint binti Utbe de vardý. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)'ya. ettiðinden utanýyordu. O'na bey'at için yaklaþýnca Resûlullah (s.a.v.):
Allah'a hiçbir þeyi ortak koþmamak üzere bana bey'at edeceksiniz. Hind ise: Sen bize, erkeklere yüklemediðini yükledin. Ama biz onu yapacaðýz dedi. Resûlullah : Hýrsýzlýk da yapmayacaksýnýz, buyurdu.
Hind yine: Yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adamdýr. Ben onun malýndan haberi olmadan birþeyler m lirdim, dedi. Bilmem ki, bu bana helâl mý olur, haram mý?... Ebu Süfyân da orada bulunup onun dediklerini iþitiyordu.Senin geçmiþte çaldýklarýn tarihe karýþtý, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah: Sen demek Utbe'nin kýzý Hind misin? deyince, evet ben Hind binti Utbe'yim., dive cevab verdi. Geçmiþ hâllerimi baðýþla ki, Allah da seni baðýþlasýn. Yine Resûlullah (s.a.v.):
Zina da e tm Ývecek s iniz, buyurdu. Hind de Hür kadýn zina eder mi? diye cevab verdi. Resûlullah: Evlâdlarmýzý da öldürmeyeceksiniz, dedi.
Hind de: Biz onlarý küçükten eðitip büyüttük. Biliyorsun, onlarý büyümüþken sen Bedir'de öldürdün.
Ömer bu söze öyle güldü ki, sýrtüstü düþecekti. Resûlullah (s.a. v.): îftira da etmiyeceksiniz. Yâni asýlsýz þeyi uydurmayacaksýnýz.
Hind ise; iftira gerçekten çirkin birþey, tecâvüzlerden daha beter. Yine o, mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksýnýz... diye saydý. Sonra Ömer (r.a.)'e emretti: Allah Resulü adýna onlardan beyat al ve istiðfarda bulun. O güne kadar da, o gün de Resûlullah kadýnlarla asla musafaha etmemiþ, bir kadýnýn eli eline deðmemiþti. Ancak kendine Allah'ýn helâl kýldýðý müstesna[77].
Buhârî'nin Âiþe (r.a.)'den rivayetine göre, o da demiþtir ki: Resûlullah kadýnlardan, ancak; «Allah'a birþeyi ortak koþmasýnlar...» âyetini tekrarlayarak sözlü bey'at alýrdý. Yine der ki, Resûlullah, helâli olanlardan baþka bir kadýnýn elini tutmamýþtýr.
ÜmmühânÝ binti Ebî Tâlib (r.a.î fetih günü bir müþrike emân vermiþti. Ali (r.a.) ise onu öldürmek istiyordu. Ümmühâni demiþtir ki; ben Resûlullah'a gittiðimde O, Hz. Fâtýma'nýn örttüðü bir perde içinde guslediyordu. Ben varýp selâm verdim. Kim o, dedi. Ben de Ümmühâni binti Ebî Tâlib dedim. Merhaba Ümmühânî diye buyurdu. Guslünü tamamlayýnca da, o tek parça elbiseye bürülü olarak sekiz rekat namaz kýldý. Ve döndü. Ben, yâ Resûlâllah, kardeþim Ali, benim emân verdiðim adamý öldürmek istiyor. Yâni þu îbn Hübey-re'yi, dedim. O da: «Ümmühânî, senin emân verdiðine biz de emân vermiþizdir» buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.)'ýn kanýný heder ettiði adamlara gelince, bir kýsmý öldürüldü. Bir kýsmý ise af diledi ve sonradan baðýþlanýnca, müslüman oldular. Abdullah ibn Sa'd Ibn Ebî Þerh aracý bulup iyi bir müslüman oldu. Ýkrime, HÝbbân ve Hind bin Utbe de îslâm'a girdiler. Ibn Hiþâm'ýn rivayetine göre, Fudâle bin Umeyr el-Leysî, Resûlullah (s.a.v.)'ý öldürmeye kalkmýþtý. Bu fetih yýlýnda ve Kabe tavafý esnasýndaydý.
Yaklaþýnca Resûlullah (s.a.v.) ona:
— Sen Fudâle misin? diye sordu.
— Evet, dedi, Fudâle'yim yâ Resûlâllah! Bu sefer sordu:
— Peki ne konuþuyordun, kendi kendine? Adam, birþey yok, dedi. Allah'ý anýyordum..
Resûlullah (sa.v.) gülerek:
— Allah'a sýðýn, tevbe et, buyurdu ve elini onun göðsüne koydu. Kalbi yatýþtý.
Bundan sonra Fudâle hep söylerdi:
— Vallahi O elini göðsümden çektiði an sanki dünyada Allah'ýn yarattýðý hiçbir þey yoktu ondan daha çok sevdiðim. Fudâle oradan ayrýlýp evine dönerken, seviþtiði ve konuþtuðu kadýna uðradý. Kaduý onu zorluyordu: Hadi konuþmaya devam edelim. O þâir zât irticalen þunlarý söyledi:
«O bana durma konuþ der, ben hayýr. Allah ve Ýslâm izin vermez. Eðer ben Muhammed'i ve fetih günü, putlarýn kýrýldýðý gün, onun ordusunu görmesem.
Allanýn dini kuþluk gibi apaydýn. Zulmün suratý ve þirk kapkaranlýk.-
Buhâri'nin Ýbn Abbas'tan nakline göre Resûlullah (s.a.v.), orada ondokuz gün kaldý. Namazý kýsaltarak, iki rek'at olarak kýlýyordu. [78]
Ýbretler Ve Öðütler
Þimdi gördük, Allah'ýn kendi elçisine ve O'nun dostlarýna ikram ettiði Büyük Feth'i. Artýk o günkü da'vetin deðerini net görebilir, ondaki sýrlarý ve ilâhi hikmetjeri gözümüzün önünde rahatça canlandýrabiliriz.
iþte þimdi, Mekke Fethi'nin oluþunu tam kavradýk. Artýk bundan önce oradan neden hicret edildiðini ve o hicretin önemini anlayabiliriz. Ve yine anlayabiliriz, Allah yolunda malý, caný, aileyi, kabileyi, milletini, topraðýný, vatanýný feda etmenin derecesini. Ýslâm baki kaldýkça da bunlarýn hiçbirinin zayi olmayýp boþa gitmediðini kavrarýz. Aksine islâm ortada kalmayýnca da bunlarýn hiçbirinin sahibini kurtaramadýðým anlarýz.
Yine þimdi, bu büyük Fetih olayý üzerinde derin derin düþünüp; cihadýn, þehâdetin ve fetih öncesi yýllarýn getirdiði çile ve sýkýntýlarýn önemini kavrarýz. Bunlarýn hiçbiri boþa çýkmamýþ, müslümanýn bir damla kaný boþa akmamýþ, müslümana asla gücünün yetmiye-ceði yüklenmem iþtir.
Bunu da bütün seriyye ve gazalarýnda gördük. Çünkü talih rüzgârlarý onlarý aniden çekti o savaþlara. Ama bunlarýn hepsi bir gizli hesaba uygun olarak -cereyan etti. Ve bütün bunlar fetih ve zaferin sonuçlarýndan oluþacak adalet prensiplerine götürüyordu. Bu da sünnetullahýn kul hakkýndaki iþleyiþiydi. Þöyle ki: Gerçek îslâm olmadan zafer olmazdý. Allah'a kulluk olmadan îsl&m olmazdý. Can feda etmeden, kurban vermeden, kapýsýnda kul olup yolunda savaþmadan da kulluktan söz edilemezdi... Nihayet þu an, bu Feth'in destaným bütünüyle okuyunca; Hudeybiye barýþýnýn nasýl üstün bir yeri olduðunu da kavrayabildik. Ömer'i ve sahabenin çoðunu dehþete düþüren zahir perdesinin ardýnda parýldayan ilâhi sýrrý da keþfedebildik. Ve bu barýþa Cenâb-ý Hakk'ýn «Fetih» adým vermesinin sebebini de gönülden kabullendik: «...O, bunun arkasýnda yakýn bir Fetih hazýrladý...» Bunu da kavrayýnca, Resûlullahýn hayatýnýn gýdasý olan Nübüvvet gerçeklerini bir kat daha kavramýþ olduk.
Hatýrlayalým, Resûlullah (s.a.v.) 'in vatanýndan, Mekke'den çýkýþýný: Gizlice kabilelerinin, sevdiklerinin baðrýndan kopup hicret ediyor Yesrib'e. Önceden ve sonradan da onu bir avuç ezilmiþ, horlanmýþ sahabesi, ayný göçle sýyrýlýp kaçarak onunla buluþuyorlar. Sýrf dinlerinin korunmasý uðruna, malýný, ailesini, yerini yurdunu terk ediyorlar.
Ýþte onlardýr þu an vatanýna, aile ve malýna dönenler. Az iken çoðalmýþlar, zayýf iken kuvvetlenmiþler. Dün onlarý kovanlar bugün onlarý, yenilmiþ ve boyun eðmiþ durumda karþýlýyorlar.
Mekke halký bölük bölük müslümanlýða giriyor. Bir zamanlar Mekke sokaklarýnda müþriklerin iþkence ettiði Bilâî-Ý Habeþi de dönüp gelmiþ. Mübarek Kabe'nin damýna çýkmýþ, yüce sesiyle haykýrýyor :
«Allahü Ekber - Allahü Ekber.»
Bu ses idi iþkence kýrbaçlarý altýnda «Birdir, birdir, birdir... Allah» diye fýsýldayan. Þimdi ise Kâbetullah üzerinden dalga dalga göklere, yeryüzüne yayýlýyor: «Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah- diye. Ve herkes boynu bükük onu saygýyla dinliyor. Dikkat edin, bu ikinci bir örneði olmayan tek gerçektir. O Ýslâm'dýr. Ýnsan ise ne ahmak ve echeldir ki: islâm'dan baþkasý uðrunda mücadeleye fedakârlýk ve kahramanlýða yeltendiði zaman, sadece veh-miyle asýlsýz ve boyutsuz boþ dâva ile uðraþtýðýný bile anlamýyor.
Bu kýsa takdimden sonra deriz ki:
Büyük Fetih, ayný zamanda birçok iþaret, hüküm ve sayýsýz ilkeler ihtiva etmektedir îyi görmek için üzerinde durmak zarureti var. Biz þimdi, olayýn seyrine göre, elimizden geldiði ölçüde bunlarý hatýrlatacaðýz,
a) Mekke fethinin sebebi olan olay bize gösteriyor ki; barýþ ve andlaþmada müslümanlar tarafýnda olanlara, karþý taraf harb açarsa bizzat- müslümanlara açmýþ oluyor. Artýk saldýrganla mubluman-lar arasýnda hiçbir akld kalmýyor. Bu ulemanýn tam ittifak ettiði görüþtür.
b) Resûlullah (s.a.v.)'ýn Mekke üzerine yürüyüþündeki metod gösterir ki; ahdini bozan ve onu hiçe sayan taraf üzerine müslüman-larýn emîri, hiç de haber vermeden ansýzýn hücum edip gafil bastýrabilir. Hýyanetinden ötürü bu böyledir. Bundan karþý tarafý haberdar etmesi de gerekmez. Nitekim gördük ki, Resûlullah ümmetini, Mekke'ye karþý topladýðýnda þöyle dua etmiþti: «Yâ Rab! Kureyþ'-in gözlerini kör et, bizi görmesin! Tâ karþýlarýna dikilinceye kadar...» Bu da ümmetin ittifak ettiði bir prensiptir.
c) Resûlullah (s.a.v.)'ýn bu uygulamasýnda þuna da iþaret var: Bir kýsým kimselerin ahdi bozmaya yeltenmesi, hepsinin ona giriþmesi olarak telâkki olunur. Ama kalan topluluk bu ahdi bozma teþebbüsünü gerçekçi bir tavýrla reddederse durum deðiþir. Halbuki Resûlullah gözetti; Kureyþ'in çoðunluðunu suskun gördü. Müslümanlarýn taraflýsý olan Huzâalýlara karþý baskýn düzenleyen kendi adamlarýna ve taraflýlarýna karþý bir tavýr almadýlar. Bu gösteriyordu ki; onlar da- bu iþe rýza göstermiþ, ahdi bozup hýyanet etmiþlerdir. Çünkü, baþlangýçta lider kadro barýþ yapmýþ, Kureyþ halký da toptan bunu tasvip etmiþti. Þimdi de yine onlarýn ileri gelenleri ve mümessilleri ahdi bozucu bu saldýrýyý düzenlemiþlerdi. Tabii sonuç yine toptan ahdi bozmuþ olmalarýdýr...
Nitekim Resûlullah, Benî Kurayza savaþçýlarýný idam ettirirken de herhangi birine, ahdi bozmadýðýný sormamýþtý. Yine Beni Nadir'i sürgün ederken de, sebeb m üslüm ani arla aralarýnda bulunan anlaþmayý bozmalarýydý. Halbuki bozguncular sadece aralarýndaki bir grup lider kadroydu[79].
2- Hâtýb bin EbÝ Beltea ve yaptýðýna dair i
a) Biz þimdi, Nübüvvetin baþka bir görünüþü karþýsýndayýz. Yüce Rabb'in onu vahiyle nasýl yakýndan desteklediðini seyrediyoruz. O, sahabelerine emrediyor: -Gidin, Hah bahçesinde develi bir kadýn bulacaksýnýz. Onda bir mektup var, ahp getirin!...» Bunu ona haber veren kimdi? Yolcu kadýnla Hâtýb bin Ebî Beltea arasýnda cereyan eden olaya O, nasýl muttali oldu?.. Bu vahiydi elbet, iþte bu nübüvvet cilvesidir. Ve A]lah'ýn Nebisine ve müslümanlara va'delettiði o Büyük Feth'i tahakkuk ettirmek için ona destek ve plânýn gerçekleþmesi için ihbardýr.
b) Suçla ittiham olunanýn, bazý yolla iþkenceye tâbi tutulmasý itirafý te'min için, caiz midir?..
Bazý zevat, Hz. Ali (r.a.)'nin o kadýna söylediðinden bunu istidlal ederler. «Ya mektubu çýkarýrsýn, yoksa elbiseni soyacaðým!.. Yâni buradan yürüyerek bazý ulema þu hükme varýyor: Bazý suçlarý açýða çýkarabilmek için mü'minlerin imamý ve onun vekili, çeþitli yollara baþvurabilir, vasýtalar kullanabilir: Týpký böyle de, Hay-ber yahudilerinln Huyey bin Ahtâb'a ait hazineyi saklamalarý üzerine Resûlullah'ýn uygulamasýný delil sayarlar. Hani, Hayber Gazvesi sonunda Resûlullah (s.a.v.), Huyey bin Ahtâb'm amcasýna: «Hu-yey'in Benî Nadir'den getirdiði Mesk'i[80] ne yaptýnýz?» diye sormuþ^ tu.
Onu savaþ masrafý olarak harcadým, diye cevab verse de, «Hayýr zaman kýsa, para da çok fazlaydý» buyurdu. Ve bunun üzerine onu Zübeyr'e gönderdi. O da biraz sýkýþtýrýnca adam: «Ben Huyey'i þu harabelerde dolaþýrken görmüþtüm», dedi. Ve gidip aradýlar. Gerçekten de harabede o deri dolusu parayý buldular. Günümüzde bazý araþtýrmacýlar bu görüþü îmam Mâlik (r.aJ'e isnad ederler.
Gerçek ise þudur: Dört büyük imam ve cumhûr-u ulemanýn araþtýrmasý sonucuna göre; þer'Ý ölçülerle yeter delille suç isbat edilmeden, maznuna (suçla ittiham edilen kimseye) iþkence yapýlamaz, îkrar etsin diye böyle bir uygulama caiz deðildir. Çünkü suç ;sbat edilmedikçe maznun, suçsuz kabul edilir. Hatýb'ýn Mekke'ye gönderdiði kadýn olayýna ve Hz. Ali (r.a.) 'nin onu tehdidine gelince; þu iki sebebe baðlý olarak bir delil teþkil edemez:
Birincisi: Bu kadýn sýrf bir itham altýnda deðildi. Onun (mektup götürdüðü) sabit ve gerçekti. Çünkü onu peygamberlerin en büyüðü ve insanlarýn en doðru sözlüsü Muhammed (s.a.v.) haber vermiþti. Bu ise, ikrardan ve senedden de kesindir. Þimdi, biz masum olmayan insanlarýn zan ve þübhesine dayalý ittihamla nasýl kýyaslarýz bunu? Bu kadýnýn durumu için söylediðimiz, Huyey bin Ah-tâb'ýn amcasý için de aynen geçerlidir.
Ýkinci olarak daý Mektubu bulmak için elbisesini soymak, iþkence ve hapis gibi deðildir. Aradaki fark büyük ve açýktýr. Mektubun onda olduðu kesin olunca, artýk onu bulmak için elbisesini soyup aramaktan baþka yol yoktur. Bu da þübhesiz meþru bir yoldur. Hattâ Resûlullah (s.a.v.)'ýn emrinin yerine gelmesi için bu zarurîdir. Zübeyr'in, Huyey bin Ahtâb'ýn amcasýna iþkence uyguladýðý mes'elesine gelince; bir kere bu da sadece bir itham deðil gerçeðe istinad ediyor. (Resûlullah (s.a.v.) haber verdiði için) ikinci olarak da bu bir harb durumudur. Müslümanlarla öbürleri arasýndaki harb hali. Pek tabii müslümanlarýn birbirine karþý uygulamasýnda mes-ned olamaz, kýyas kabil deðildir.
Bu kanaati, tmam Mâlik (r.a.)'in mezhebindeki görüþü diye sananlara gelince, bu da onun mezhebini tanýyanlarýn açýkça göreceði üzere bâtýl bir tahmindir. îmam Mâlik (r.aJ'ten Sehnun'un El-Mü-devvenetü'l-KÜbrâ'sýnda þu nakil var:
«Bir kimse bir suçu; tehdid, zincire vurma, korkutma, dövme veya hapsetmeyi müteakip ikrar etse had vurulur mu? dedim, tmam tehdidle ikrar eden afvedilir, dedi. Zaten, korkutma, baðlama, tehdid, hapsetme ve dövme dediðin hepsi bence tehdiddir, afvedilir ka-naatindayým» buyurdu.
Yine râvi der ki: Peki tehdid veya dayakla ikrar eder, katilliði veya çaldýðýný ortaya çýkarýrsa-, gerçek böylece ortaya çýktýðý halde yine had uygulanýr mý? dedim. Dedi ki, ben ancak ve ancak, tam emniyet içinde korkusuzca ikrar edene ceza uygularýný. Aksi halde uygulayamam!...
c) Resûlullah'ýn Hâtýb'a sorusu ve onun cevabý ardýndan da, o yüzden nazil olan âyeti okumasý bize þunu gösteriyor: Hangi gart altýnda olursa olsun, müslümana, Allah'ýn düþmanlarýyla dost olmasý yaraþmaz. Onlara bir meyil ve yardým hissi taþýmasý da asla caiz deðildir. Onlara dostluk ifade eden sözle mukabele de uygun olmaz. Hâtýb'ýn Kureyþ arasýndaki yakýnlarýný, kendisi aslen Kureyþli olmdýðý sebebiyle, himaye eden olmadýðýndan, bir iltimas beklemediði için mazur görülmesini istemesine raðmen bu böyledir...
Çünkü Kur'an âyetleri nazil olup, açýk olarak, mü'minlerin, Allah'tan baþkasýný veli edinmemesini, yalnýz O'ndan himaye beklemesini emretmiþtir. Ve kim olursa olsun, kiminle olursa olsun, insanlarla iliþkisini bu esasa dayandýrmasý, bu yüce dine uygun olarak kurmasý emredilmiþtir. Aksi halde, bir kimsenin yâni müslü-manýn, malýný, canýný Allah yolunda harcamasý; yerini aile ve imkânýný onun için terketmesi nasýl düþünülebilir ki?...
îþte çaðýmýzda, kendi kendine düþmanlýk eden müslümanlarýn çýkmasý budur: Namaz için mescidlere ko^ar, zikir ve virdleri sürekli tekrarlar. Mlsbahý elinden býrakmaz... Ama halkla iliþkilerini hâlâ akrabalýk baðý, ýrkî yakýnlýk hissi, mal ve makam arzusu ya da bazý hayvani arzu[81] ve isteklerini tatmin esasýna göre yürütür. Ve bu suretle, hakký bâtýla satmýþ olmaktan veya geçici dünya için Allah'ýn dinini bir paravan olarak kullanmaktan çekinmez.
Bunlar münafýktýr. Müslümanlarla görünmeleri, onlarý geciktirmek, bölmek, zayýf düþürmek emelindedir. Ýþte, tarih boyu, müslü-manlara karþý hazýrlanýp uygulanan hiyle ve tuzaklardan bir görünümdür bu...
3- Ebû Süfyân mes'elesi ve burada Resûlullah'ýn tutumu:
Fetih günü, Ebü Süiyân'm durumu garipti gerçekten: îlk defa Resülullah'a savaþ açanlarýn baþý ve öncüsü iken, o gün, O'nun dinine fevc fevc girenlerin önünde ve ilki oldu.
Halbuki, bugüne kadar Mekke'den çýkan her muharib ve her ordu onun teþviki, onun öncülüðü ve onun coþturmasýyla olmuþtu ancak... HJtmet-i Ýlâhi, Mekke Fethi'nÝn kansýz olmasýný gerektirmiþ-, daha önce O'nun Resulüne (s.a.v.) ezâ edip harb. açarak oradan çýkaran halkýnýn Ýslâmlaþmasýný murad etmiþti. Öyle ki; müs-lümanlann da herhangi mücadele ve meþakkate girmesine hacet kalmadan... Ebû Süfyân'ýn müslüman olmasýnýn sebebleri de çok önceden hazýrlanýp plânlanmýþtý âdeta!... Bu da Resûlullah (s.a.v.) ile vuku bulan mülakat ânýnda Merri Zahran'da gerçekleþti. Arkasýndan da Mekke halkýna koþtu, onlarýn kafasýndan ve gönlünden savaþ düþünce ve arzusunu silip attý. Mekke atmosferini teslimiyete hazýrladý. Câhiliyye þirkini yere gömerken, Ýslâm ve tevhid tohumunu da ekmiþ oluyordu.
Nitekim, Resûlullah (s.a.v.) 'in ona ilânýný tenbihlediði þu emir de bunun baþlangýç ve belgesiydi: «Kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emniyettedir». Tabii bu taltif, onun müslüman oluþu, Ýslâm'a ýsýnýp kalbinin karar kýlmasýndan sonraydý... Bilirsiniz ki, Ýslâm, dinin inanç ve ameli ahkâmýna tam uyup boyun eðmektir. O halde, bir müslümana gerekli olan, imanýn kalbine sirayet etmesidir. Bu da tabiî Ýslâm prensip ve erkânýna sürekli uyumla gerçekleþir. Sürekli ve ýsrarlý olarak birtakým meþru vesileler ve sebeblere kalbini alýþtýran kimse, gitgide imaný kalbine oturtur. Ýslâm onun tabiatý olur, iman kökleþir. Artýk, fýrtýnalar onu sarsamaz, saptýra-maz...
Nitekim Hak Teâlâ, Kitab-ý Kerim'inde böyle buyuruyor: «Araplar, biz iman ettik dediler. De ki, belki henüz iman etmediniz ama îslâm olduk diyeb'Hrsin'z. Çünkü henüz iman kalbinize tam olarak kök salmadý!..[82]».
Yine bu yüzden, savaþ anýnda, harbin þiddeti karþýsýnda müs-lüman olan kimseyi, silâh korkusuyla veya ganimete ermek arzusuyla da sýrf zevahiri kurtarmak için müslüman olmuþ olmakla itham etmesi yakýþmaz.
Hattâ karineler buna delâlet etse bile caiz olmaz. Çünkü matlûb olan, kalbe ve iç âleme nüfuz etme deðil, görünüþün ve dýþ âlemin ýslâhýdýr. Nitekim Resûlullah (s.a.v.)'ýn çýkardýðý seriyyelerde bazý sahabenin bu konudaki tutumu üzerine Cenâb-ý Hak vahy ile açýklýk getirmiþtir. Çünkü bazý sahabeler, böyle bir çarpýþma anýnda, müslümanlýðýný ilârf eden kimselerin ölüm korkusuyla böyle davrandýðýný iddia edip öldürmüþlerdi:
«Ey inananlar! Allah yolunda çarpýþýrken uyanýk olun. Size teslimiyetlerini bildirenlere, «Sen mü'rnin deðilsin» demeyin. Siz geçici dünya cilvesini takib ediyorsunuz. Halbuki Allah katýnda sayýsýz ni'metler var. Esasen daha önce sizler de böyleydiniz. Allah lütfetti de oldunuz. O halde iyi deðerlendirin insanlarýn hâlini. Zaten Allah sizin ne yaptýðýnýzdan haberdardýr[83]».
Dikkat edin, müslümamn dine yeni girdiði zamanki halini nasýl tasvir buyuruyor. Onlarýn çoðu da bugün için imanlarýndan þüb-he ettikleri kimselerin durumundaymýþ. Sonra Allah onlara ihsanýný artýrmýþ da, gitgide saf ve samimi müslüman olmuþlar...
Bu da tabiî, zahiri plânda, din ahkâmýný sürekli ve disiplinli þekilde yasaya yasaya þübhe ve eski yanlýþlardan temizlenme þeklinde olmuþtur.
Resûlullah (s.a.v.)'ýn risâlet hikmetinden birisi de îþte Ebû Süf-yân'ýn, müslüman olduðunu ilânýný müteakip; Hz. Abbas'a emrederek vadinin çýkýþ yerinde tutmasýndadýr. Oradan bütün îslâm ordusu, alaylar, taburlar halinde geçecek, o da Ýslâm'ýn gücünün ne noktada olduðunu görecekti.
Nihayet, Mekke'den paramparça, ezik, yenik kaçan müslüma-nm nasýl bir inkýlâp ile yenilmez kuvvet oluverdiðini anlayacak. Bu ise tabiî, o dinin akidesinin doðruluk ve zlâhilik yönünde te'kidle, zihne sunacakýt.
Ama bu hikmetler, bir ara, Ensârdan bazý sahabenin zihninden silinivermiþti. Haniya, Resûlullah (s.a.v.h «Kim Ebû Süfyân'ýn evine sýðýnýrsa emindir» fermaným ilân edince, O'nun kendi kabilesine ve memleketine özel bir sevgi duyduðunu, bu sözü de bu yüzden söylediðini sanmýþlardý.
Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Resûlullah bu sözü söyleyince, Ensâr'dan bazýlarý birbirine: Demek ki adamýn beldesine olan baðlýlýðý, halkýna olan sevgisi onu sardý. Ebû Hüreyre der ki: Bunun üzerine vahiy geldi. Zaten vahiy gelince haberimiz olurdu. Bu sefer vahiy gelince, daha bir ferdin Resûlullah (s.a.v.)'a kaþýný kaldýrýp bakmasýna fýrsat kalmadan, o vahyin emrini icra etti. Þöyle seslendi: Ensâr topluluðu! Onlar da: Buyur yâ Resûlâllah! dediler.
Buyurdu ki: «Adamýn memleket sevgisi baskýn geldi...» dediniz. Evet öyle oldu dediler. Bunun üzerine: «Asla! Ben Allah'ýn kulu ve Resulü olarak sizin beldenize hicret ettim. Dirim sizinle olduðu gibi, ölüm de sizinle olacak!..»
Ensâr ona aðlayarak þu itirazda bulundular: Biz bu sözü kötü niyetle deðil, sadece Allaha ve Resulüne baðlýlýðýnýzdan söylemiþiz-dir.
îman ve îslâm arasýnda farka yönelik þu anlattýklarýmýzý; size Ebû Süfyânýn müslüman oluþ biçimine dair tartýþmalarla ilgilidir. Haniya onun Resûlullah tarafýndan «hâlâ benim, Allanýn Resulü olduðuma kesin kanaatin oluþmadý mý?» diye, yöneltilen soruya verdiði cevabda bu endiþe vardý: «Buna gelince, vallahi hâlâ gönlümde bir tereddüd var!..»
Nitekim Hz. Abbas tr.a.) da ikaz ediyor: Yazýklar olsun sana, Allahm birliðine, Muhammedin Onun Resulü olduðuna þehâdet ge-tirsene, boynun vurulmadan!..
îþte o zaman gerçekten þehâdet getirdi.
Buradaki þübheli yan þu: Deniyor ki, tehdit altýnda Ýslâm'a girmek ne kýymet ifade eder? Çünkü az önce o, Resûlullah'ýn nübüvvetinde þübhesý olduðunu söylemiþti.
Ancak buradaki þübhe þöylece kalkar. Bilirsiniz ki: Müþrik ve kâfirden beklenen, imanýn kâmil mânâda kalbe yerleþmesi deðil. Baþlangýçta, Ýslâm'a girecek kimseden beklenen; aklýyla kavradýðý
Ýslâm'ý diliyle de ilân ve ikrar etmesidir. Bu teslim oluþtan sonra; yâni Allah'ýn birliði, Resulünün nübüvvetini ve onun getirip haber verdiklerinin doðruluðunu ifade ile onun topyekûn kanunlarýna boyun eðecek... îmanýn gerçeðiyle teessüsü ise, bundan sonraki baðlýlýk ve emirleri sürekli uygulama ile gerçekleþecektir.
Gerçekten de Ebû Süfyân bu nizamî ordularýn geçiþi karþýsýnda düþünüyordu. Gördükleri karþýsýnda çarpýlýyor, þaþkýnlýkla Hz. Abbas'a dönüyordu. Tabii henüz câhülyye düþüncesinden de sýyrýlamamýþ, o kafa ve gönülle deðerlendirme yapamýyordu:
«Gerçekten, yeðenin çok büyük bir hükümdar oluvermiþ yâ Abbas!» diyordu. Tabii Abbas (r.a.) onu bâtýl kalýntýsý düþüncesinden uyarmaya çalýþýr; «Ebû Süfyân, dikkat et! Bu hükümdarlýk deðil peygamberliktir! Neden söz ediyorsun?...»
Esasen o, bir zamanlar siz Mekkelüer teklif ettiðiniz halde, mülkü de, malý da, makamý da ayak altýna almýþ, sizin iþkence ve hakaretlerinizi de hiçe saymýþtý. Siz deðil miydiniz, hem ona sunduðunuz bunca dünyalýðý reddedip, Risâlet görevine tercih etmediði ve sizi imana çaðýrdýðý için, onu ülkesinden çýkarmaya mecbur eden?.
îþte nübüvvet böyledir!
Hz. Abbas (r.a.)'m dilinde tecelli eden ilâhi hikmettir bu. Böylece kýyamete kadar herkesin ibret alacaðý bir kelâm olsun; bilinsin ki, Resûlullah (s.a.v.)'ýn daveti, bazýlarýnýn vahyedip gevelemeye çalýþtýðý gibi; ne saltanat, ne akar, ne ýrk kaygýsýyladýr. Bu, Resûlul-lah'ýn baþtan baþa hayatýný kaplayan bir sayhadýr. Ýlâhi ikazdýr. Onun ömrünün her âný, damla damla konuþur bir armonidir. Bu, Allah yolunu ve O'nun nizamýný teblið için gönderilmiþtir insanlýða. Yeryüzünde nefsinin saltanatýna zerrece pay yoktur!.
4- Resûluliah'ýn Mekke'ye giriþ tarzý üstüne düþünceler.
a) Buhâri'nin, Abdullah bin Muðfil'den rivayetinde gördük ki; Resûlullah (s.a.v.) Mekke giriþinde Fetih sûresini okuyor. Okuyuþunda terci' yapýyordu Terci' ise kýrâette bir tarzdýr. Okuyan coþarak onu terennüm eder sanki... Bu da O'nun, Mekke giriþinde Raî> biyle baþbaþa bir istiðrak halinde olduðunu gösterir. Yoksa, zafer ve büyük muvaffakiyetin nefsine getirdiði büyüklenme, gurur ve þuurunu kaplayan övünçten deðil. Hayýr, sýrf Allah'ýn destek ve yardýmým apaçýk müþahede etmesinin sonucu, ona bütün zerreîeriyle iltica ediþidir...
Nitekim, îbn îshâk'ýn rivâyetindeki tasvir de bu mânayý daha açýk yansýtýr. Ona göre Resûlullah Cs.a.v.) Zituva'ya gelince; Allah'a minnet tavriyle baþýný öyle eðiyordu ki, nerdeyse alný hayvanýn yelesine deðiyordu. Bu, onun, kendisine Allah'ýn lütfedip gösterdiði «Feth-i Mübîn» için minnet ifadesiydi.
Bu da þunu gösteriyor; O, Rabbinin emrini yerine getirmiþ olmakla kullukta tamlanýþ ve kulluðu baþarmanýn þükrü içindedir. Ve kavminden çektiði bunca çileyi, kendisini zorla çýkardýklarý bu beldeye, Allah'ýn nasýl bir zaferle, þeref ve izzetle döndürmekte olduðunu gözlemekte... Evet bu an Allah'a en kâmil mânâda hamd ve þükür dolu gönülle yönelme âný; bu mekân ona kulluðun son haddine taþýrýlma makamýdýr. Tabii bu her mü'minden beklenecek haldir esasta. Yâni, geniþlik ve darlýk ânýnda hep Allah'a mutlak ubûdiyyette kalmak. Bollukta kýtlýkta, güçlü iken de, zayýf iken de hep mutlak kulluk...
Yâni müslümana, sadece sýkýntýya düþtüðü, belâya uðradýðý zamanda darlýk gitsin, zarar kalksýn diye kulluk gösterisi asla yakýþmaz. Çünkü geniþ ve mutlu günlerin huzur ve refahý, sarhoþ eder--se, isyana düþer, gözü birþey görmez. Öyle kimseler ilâhý emir ve ahkâmýn yanýndan teðet geçmeye baþlar. Öyle ilgisiz olur ki, sanki o dar günlerinde yalvaran ve boyun büken o deðilmiþ...
b) Buhâri'nin ,bu rivayeti ayný zamanda, bize Kur'an okuyan kimsenin ahenk ve teganni yapmasýnýn da caiz olacaðýný gösterir. Bu anlam, Abdullah bin Muðfil'in naklindeki «Terci1» ta'b'rinden çýkar. Bu ise bütün Þâfü ve Hanefî ulemasýyla Mâlikilerin ve ötekilerin çoðunluðunun birleþtiði gerçektir[84].
c) Resûlullah Cs.a.v.)'in hikmet dolu tedbirinden biri de, Mekke'ye girerken ashabýna farklý yönlerden bölük bölük girmelerini emretmesidir. Onlar, tek yol veya kapýdan girmemekle, savaþý büyük çapta önlemiþ oldular. Çünkü Mekkeliler bu durumda savaþa cesaret edemezdi. Etse, adamlarý dört bir yana daðýtmalarý gerekirdi. Bu ise onlarýn zayýflamasý demekti. Bunu göze alamayýnca da savaþ ve saldýrýnýn sebebi kendiliðinden ortadan kalkmýþtýr.
Resûlullah Cs.a.v.) bunu, muhakkak ki, kan dökülmesini önlemek, Ýslâm'ýn belde-i Haram'a verdiði mânâyý korumak için emretti. Ve onlara da, sadece saldýrana karþýlýk savaþma izni verdi. Öbürlerine de, evlerine kapandýklarý takdirde emniyet va'detti.
5- Mekke Haremine mahsus hükümler:
a) Orada savaþ yasaðý:
Gördük ki, Resûlullah (s.a.v.) ashabýna hiçbir kimseyle savaþmaya izin vermedi. Sadece müslümanlara saldýranlarla, kaný heder edilen ve öldürülmelerini kendisinin emrettiði altý kiþi hariç.
Yine gördük ki, O (s.a.v.), uzaktan kýlýç parýltýlarýný görünce sormuþ ve Hâlid bin Velid'in kendisine saldýranlarla savaþmak zo-Minrlfi kaldýðýný anlayýnca, buna üzülmüþ. Ancak, «Allanýn kazasýnda hayýr vardýr» buyurmuþtu. Zaten bunun dýþýnda da Mekke'-d» herhangi bir çarpýþma olmamýþtý...
Nitekim fetih günü halka hitap ederken de: -Mekke'yi Allah yasak bölge yaptý, insanlar deðil...» buyurdu. Ve, «Allah'a inanan bir kiþiye kýyamete dek, orada kan dökmesi veya kavga etmesi helâl olmaz. Biri kalkýp da ruhsat var savaþa derse; Allah kendi Resulüne izin verdi, size deðil deyin. Ona bile bir günde bir an için izin vermiþti. Ve dünkü gibi bugün de haramhðý avdet etti.
tþte bunu deL'l alan bütün müçtehidler, Mekke'de ve çevresinde savaþýn caiz olmadýðýna hükmetmiþlerdir. Çünkü bu Fetih hutbesinde açýk bir peygamber emridir. Ancak ulema mes'eleyi geniþlemesine alýnca; uygulamanýn nasýl olacaðýný araþtýrýnca müþriklerle ve âsilerle savaþý emreden, kýsas olunacaklarýn öldürülmesini bildiren nasslarla bu yasak arasýný þöyle bulmuþlardýr. Müþrik ve mür-tedlerle savaþma hususunda bir müþkil düþünülemez. Çünkü müþriklerin orada yerleþmesi, mekân tutup kalmasý þer'an yasaklanmýþtýr. Bunda ittifak var. Hattâ Þafii mczhebiyle öbür birçok müçlehid; müþriklerin oraya uðrayýp geçmesini bile caiz görmez. Bunun dayanaðý þu âyet-i kerîmedir: «Müþrikler necistir. Bu seneden sonra artýk Mescid-i Haram'a yaklaþmasýnlar...» O halde, orada bulunanlara düþen, müþrikler oraya girmeden ve yaklaþmadan onlara savaþ açýp yaklaþtýrmamaktýr. Bu demektir ki: Cenâb-ý Hak, Haremine bir müþrik veya kâfir sokmamayý tekpff .1 etmiþtir. Ýþte bu da, bu dinin mûcizesidir. Yâni Allah'ýn kitabýnda ve Resulünün lisanýnda gelen va'din tecellisidir.
Asîlere gelince: Bunlar sâîih imâma baþkaldýranlardir. Cum-hûr-u fukahânýn kanaatýna göre böyleleriyle savaþa medar, âsi oluþlarýdýr. Çünkü bu isyan ancak silâhlý karþýlýkla bastýrýlabilir. Çünkü âsilere karþý savaþ hukukullahtan olup, vazgeçilemez. Haremde de olsa onu bastýrmak için savaþ, onlarýn önünü koyvermekten evlâdýr.
Ýmam Nevevi þöyle der: Bu, cumhurdan nakledilen görüþtür. Doðru olan da budur. Ýmam Þafiî de, «Kitâbü Ýhtilâfi'l-Hadîs»te bunu delil getirmiþ, nassa dayandýrmýþtýr. Þafiî þöyle diyor: Mutlak olarak kýtal'i meneden hadîslerin zahirinin gerektirdiði durumu þöyle yorumlayabiliriz Cyâni âsilerle bile savaþý reddeden hadîsler) : Kýtalin bu genel yasaðý haramhk ifade etmesi; (bu mancýnýk dahil her tür savaþ vasýtalarýyla saldýrmadýr) ýslah olmalarý baþka yolla mümkün olmasýna baðlýdýr. Ama küffâr baþka beldelere üslenmiþ ise o zaman savaþýn her türü ve vasýtasý caiz olur.
Tabiî bazý fakîhler, âsilere karþý savaþýn haram olduðuna; ancak sýkýþtýrmak suretiyle Harem'den çýkýp kaçmalarým veya itaat etmelerini
Ynt: Umretul kaza By: hafýz_32 Date: 07 Ekim 2010, 11:13:09
te'min etmek için çeþitli çarelere baþvurmanýn caiz olduðuna kail olmuþlardýr[85].
Hadlerin tatbikine gelince: Þafiî ve Mâlikî Mekke Hareminde haddin yerine getirilebileceðine hükmetmiþtir. Delilleri ise: Bunâri'-nin rivâyetindeki Resûlullah'ýn þu kavlidir: «Harem, âsileri, kan döküp kaçanlarý ve kapkaççýlarý korumaz elbette[86]».
Ebû Hanife ise, (bu da Ahmed'den nakildir.) Harem'de oldukça bu kimseler emindir. Ancak sýkýþtýrýlarak, Haremi terketmesini saðlamak caizdir. Oradan çýkýnca da had veya kýsas uygulanýr. Delili ise, Resûlullah (s.a.v.)'ýn Fetih günü söylediklerinin genel yorumudur. Zerkeþî ise þöyle der: O halde Mekke Haremindeki özel durum þudur: Mekke dýþýnda küffâr veya âsiler bir yere üslendi ise, onlar üzerine umûmî savaþ açmak ve hangi savaþ tekniði gerekliyse onu uygulamak caiz olur. Ama Mekke'de böyle bir üslenmeleri oldu ise bu tarz bir savaþ açmak caiz olmaz[87].
Biz de deriz ki; Cenâb-ý Hakk'm Harem-i Þerifi sýrf mü'minlere mahsus emniyet yeri ve onlara âit sýðmak kýlmýþ olmasý bakýmýndandýr. Durum bu olunca, artýk orada kýtale sebeb olacak ne olabilir? Belki sadece «had»leri tatbik ve âsileri tedib vardýr ki, onlarýn da ahkâmý malûmunuzdur.
b) Avlanma yasaðý:
Bu icmâ' ile sabittir. O da müttefekun aleyh olan þu hadîs-i nebeviye dayanýr: «...Oranýn otu koparýlmaz, avý ürkütülemez...» Avý ürkütme haram olursa, telef etmek tabii olarak haram olur. Demek ki, o arazide ava rastlayan, onu serbest býrakacak. Eliyle telef ederse ihramlýnýn yaptýðý gibi tazmin eder. Ancak, hadîste ta'yin edilen beþ tür hayvan bu umumi yasaktan hariçtir. Çünkü Resûlullah bunlarý ayýrmýþ ve zararlýlar olarak göstermiþtir. Karga, yengeç, akrep, fare ve kuduz köpek....Ulema, yýlan ve zararlý yýrtýcýlarý da zarar verici olmalarý sebebiyle bunlarla ayný kategoride mütalâa etmiþlerdir.
c) Nebatýnýn koparýlmasý yasaðý:
Bu da yukarýda geçen hadîsteki; «Otlarý koparýlmaz» ifadesinde delilini bulur. Böylece o arazide Allah'ýn bitirdiði her bitki bu yasaða dahil olup, sadece halkýn geçimi için ektiði ve yeþilken koparmak zorunda olduðu bitkiler hariç kalýr. Halkýn ekip biçmesi haram olmaz yâni...
Týpký evcil hayvan kesmenin haram olmadýðý gibi, hayvan ve nebatýn bakýmýný yapmak, kuruyan dallarýný ve otlarýný koparmak caizdir. Ancak, Zerkeþî'nin, Ebû Hanîfe ve Ahmed'den rivayetine gö-rem, Harem dahilinde hayvan gütmeyi menetmiþlerdir[88].
Yine cumhur, zararlý haþerelerden beþini istisna eden hadîs-i þerife kýyasla, umumî bitkilerden de ezâ veren bitkileri istisna etmiþlerdir ki, bu da, «Nass'ý Kýyas'la tahsis» kabilindendir[89].
d) Oraya ihramlý girmenin vücûbu:
Yâni kim Mekke'yi veya Nevevi'nln dediði gibi onun Hareminde bir yeri, hedef alýr yola çýkarsa-, eðer bu gidiþi de, ticaret ve zarurî ihtiyaçlarý saðlamak gibi sürekl igiriþ ve çýkýþý gerektiren bir iþ için deðilse, sürekli Harem'e girip çýkmak zorunda deðilse, o kimsenin ancak ve ancak hac veya umreye niyet ederek ihramlý olarak girmesi gerekir.
Ancak; ulema bu talebin, «vücûb<> mu, «Nedb» mi ifade ettiði hususunda ihtilâf etti. Ama üç imam nezdinde meþhur olan, Þâfiîle-rin de çoðunluðunca zâh'r olan «vücûb»dur ki bu îbn Abbas'tan nakildir.
Bazý ulema ise bunun mendûb olduðuna kanidir.
Ýhtilâfýn sebebi ise, Resûlullah (s.a.v.)'m Fetih günü Mekke'ye ihramsýz girmiþ olmasýdýr, Bu da, Müslim ve ötekilerinin; -Resûlullah Fetih günü Mekkeye girerken baþýnda siyah bir sarýk vardý ve ihramsýzdý.,.» þeklindeki rivayetlerine dayanýr.
Yâni ihramýn mendûb olduðuna hükmeden ulema bu hadisi delil alýyor. Ama vâcib diyenler de durumu þöylece tashih ediyorlar: Resûlullah o gün küffârýn hýyanetine karþý tedbirli ve her an çýkabilecek bir harbe karþý hazýrlýklýydý. Bu ise umumi halden müstesnadýr. Vücûbun dýþýndadýr.
e) Gayr-i müslimlerin orada kalmasýnýn yasaðý:
Biz ilk hükmü açýklarken bunun da hükmünü deliliyle zikret-mistik. Bu da orada harbin yasaklýðýna dayanýr.
6- Resûlullah (s.a.v.)ýn Kâbe-i Muazzama'da yaptýklarý üzerine düþünceler:
a) Kabe içinde namaz:
BuhârÝ'nin îbn Abbas'tan rivayetini naklederken demiþtik ki. Resûlullah (s.a.v.) Beyt'e, oradaki putlar temizlenip, Hz. îbrahim ve ismail'e izafeten yapýlmýþ ellerinde fal oku olan resimler silininceye kadar girmedi. Bundan sonra ancak Beyt'e girdi ama sadece dört köþeye tekbir getirdi ve namaz kýlmadan çýktý.
Müslim ise Ýbn Ömer (r.a.)'den Resûlullah'ýn, Usâme, Bilâl ve Osman bin Talha el-Hasbi ile Kabe içine girdiðini, kapýsýný kapatýp bir müddet orada kaldýðýný rivayet etmiþtir. îbn Ömer diyor ki; Ben, Bilâl çýkýnca, Resûlullah'ýn orada ne yaptýðýný sordum. Þöyle dedi: iki direði soluna, birini saðýna ve üç direði de arkasýna aldý ve namaz kýldý. (O gün Kabe'nin altý direði vardý).
Buhâri'nin de îbn Ömer'den buna yakýn rivayeti var...
Ulema da bu iki hadîs arasýnda tearuz olmadýðýný beyan eder. Sebebi ise îbn Abbas'ýn (ki o Resûlullah'ýn namaz kýlmadýðýný naklediyor) Resûlullah (s.a.v.) ile beraber olmadýðý, Kâbe içine girmediðinden gelir. Çünkü o namaz kýlmadýðýný, îbn Hâcer'in dediði gibi, bir Usâme'ye, bir kardeþi Fazla isnad ettiriyor. Halbuki Fazl da Kabe'ye beraberce girmemiþti. Bilâl'e gelince, o Resûlullah ile beraberdi ve namaz kýldýðýný isbat ediyor. Binâenaleyh, îbn Ömer'in Bilâl'den rivayet ettiði hadisi, þu iki sebebten dolayý tercih etmemiz gerekir: Bir kere, bu olumlu bir haberdir ve onun bilgisi fazladýr. Esas olarak, birþeyi isbat eden haber inkâr edene tercih olunur. Ýkinci olarak da; Biiâl'in haberi isbath ve müþahedelidir. Çünkü o Resûlullah üe beraberdi, Kabe içinde... Ýbn Abbas'ýn haberi ise gördüðünüz gibi sadece rivayete dayalý, müþahede yönü eksik. Üstelik bir Usâme'den, bir kardeþi Fazl'dan rivayet ediyor. Fazl ise yine Resûlullah'ýn yanýnda deðildi.
Ýmam NevevÝ der ki TTndisçiÝPi- BilAl'in rivayetini esas almakta birleþtiler. Çünkü o isbat edicidir. Bilgi fazlalýðý da vardýr. Artýk onu tercih vâcib olur[90].
Ebû Hanîfe, Þafii, Ahmed ve cumhûr~u ulema da böylece, Kabe içinde musalli herhangi bir duvarýna dönüp namaz kýlabilir, diyorlar. Bu nafile veya farz olabilir. Ama Ýmam Mâlik ayný görüþte olup; Nafile namazý caiz görür, ama farz ve müretteb namazý caiz görmez...[91].
b) Resim ve fotoðrafýn hükmü -.
Buhârî hadîsinde açýkça gördük ki; Resûlullah ts.a.v.) oradaki putlar ve resimler tamamen temizlenmedikçe Kabe'ye girmemiþti. Ebû Dâvud da Câbir (r.a)'den; Resûlullah (s.a.v.)'ýn, o anda Bat-hâ'da bulunan Ömer îbn Hattâb'a haber göndererek, gelip, Kabe'deki bütün resimleri imha etmesini emrettiði ve bütün resimler silininceye kadar oraya girmediðini naklediyor. Nitekim Buhâri de, Ki-tâbü'1-Hacc bahsinde Usâme'den naklediyor ki; Resûlullah Kabe'ye girince Hz. Ýbrahim aleyhisselâmý temsil eden resmi görünce su istedi ve o resimlerin hepsini sildirdî. Ýþte bu hadislerin hepsi gösteri»- ki; Nebi aleyhisselâm, duvara çizilen resimleri de imha ettirdi, mücessem ve tablo halindeki resimleri de oradan çýkarttýrdý. Yine anlaþýlýyor ki; bütün bunlardan sonra Kabe'ye girince, duvarlarda resimlerden bazý izlerin kaldýðým gördü ve tekrar su isteyip tamamen silip yok edinceye kadar uðraþtý.
Bütün bunlar da, Ýslâm'ýn tasvir, mücessem ve gayr-i mücessem resimler hakkýndaki hükmünü açýkça göstermektedir. Þimdi size, mam Nevevi'nin, Müslim üzerine yazdýðý þerhteki açýklamasýnýn metnini sunuyoruz: «Asýrdaþlarýmýz ve öbür ulema der ki: Canlý varlýklarýn resimlerini çizmek þiddetle haramdýr. Bu büyük günahlardandýr. Çünkü bunca hadisde, resim yapanlar tehdid edilmiþtir. isterse bunu adam, bir geçim yolu olarak, san'at edinmiþ olsun. Her halükârda bu san'at haramdýr bir kere... Çünkü burada Allah ile yaratýcýlýk yarýþý vardýr. Yine bu resim ister elbise, ister sergi, para, banknot, kap-kacak, duvar v.s. üzerinde olsun, aynýdýr. Ancak aðaç resmi, kervan silueti ve benzeri canlý resmi (hayvan, insanî görünmeyen tablolar haram olmaz.
Tasvirin, resim yapmanýn hükmü iþte budur. Ama canlý resimli birþeyl almanýn hükmü ise; eðer duvara asýlacak, üste giyilecek ya da baþa sarýlacak cinsten, tahkir anlamý verilemez biçimde kullanýlacaksa bu da haramdýr. Ama yere serilip oturulacak ya da yaslanýlacak yastýkta olursa, yâni tahkir ve aþaðýlanma anlamý taþýrsa o zaman haram olmaz. Ama madem ki rahmet meleklerinin oraya girmesine mânidir, o halde helâl olmaz. Aþaðýda onu ayrýca zikredeceðiz.
Burada, gölgeli veya gölgesiz olmasýnýn da bir farký yoktur. Bu bizim mezhebimizin özetidir. Yâni, sahabe, tabiîn ve onlardan sonrakilerin toplu görüþü... Bu, ayný zamanda Süfyânü's-Sevrî, Ýmam Mâlik ve îmam Ebû Hanife'nin ve ötekilerinin görüþüdür. Bazýlarý ise, gögeli resim nehyedilmiþtir. Gölgesizlerde ise beis yoktur, der ise de bu bâtýl bir mezhebdir. Çünkü Resûlulîah'ýn kötü gördüðü ve hiçbir ferdin de hoþ göremeyeceði o perde üzerindeki resimler de[92] gölgesizdi. Artýk öteki hadislerin mutlak mânâdaki resim yasaðý da ayrý...
Rahmetli Ýmam Nevevi þöyle devam ediyor: «Ulema gölgeli resimlerin yasakhðý üzerinde ittifakla, taðyirini vâcib gördü. Kaadl lyâz ise çocuk oyuncaklarý için ruhsat verildiðini söyler.»
Ben de derim ki: Bugün halk fotoðraf makinasýyla çekilen resimler hakkýnda tereddütlüdür. Bu da acaba, el mehareytiyle çizilen, resmedilen suretlerin hükmüne dahil mi, yoksa baþka bir hükmü mü var?
Bazýsý da, Ýmâm-ý Nevevî'nln aðzýndan aktardýðýmýz, haramhk lletine bakarak, fotoðrafýn elle yapýlan resim hükmünde olmayacaðýný sanýr. Çünkü fotoðrafýn bir el meharetine dayanýr tarafý yoktur. Yâni Allah'ýn yarattýðým taklid ve O'nunla ölçüþme görülmez. Sadece resim makinesini kullanmadan ibaret basit hareket var. Belli kayýtlarla, makine haznesinde görüntüyü hapsetmekten ibaret olan bu iþi küçük bir çocuk bile yapabilir. Hadisin lâfzýndaki mutlak mânâya göre de gerçekten çeþitli tasvir iþlemleri arasýnda bir fark bulmaya zorlanma uygun olmaz.
Resim yapma ile ilgili hususlar bundan ibaret. Ama alma ve kullanma hususuna gelince, fotoðrafla öbür resimler arasýnda bir fark yoktur. Ama ne olursa olsun, resmin yapýlmasý ve taþýnmasýna dair hükümde etkili olan özellikler vardýr elbette. Haniya kadýn resmi ve benzerim muharrem attan birþeyin resmini taþýmak seksiz haramdýr. Ama zaruret türünden maslahata binâen bir resmi taþýmakta ise ruhsat olsa gerek. Allah bilir en doðrusunu.
Öte yandan bazý kimseler günümüzde tasvirin ve heykeltraþlý-ðýn dince yasak sayýlmasýna þaþabilirler. Ve çaðýmýzda baþka medenî milletlerce de, bu iki þeyin üstün ve güçlü san'atlardan sayýldýðýný söyleyebilirler.
Ama bu kimselerin þaþmasýnýn sýrrý, Ýslâm'ýn bugünkü batý me-deniyetiyle özdeþ olduðunu sanmalarmdandýr. Öyle olunca, bu basit görüntülerde ona ters düþmesini bir tenakuz olarak alýyor ve yorumlayamýyorlar. Halbuki îslâm bu görüntüleri bir san'at olarak almaz ve yasaklar. Çünkü îslâm yepyeni bir medeniyet dünyasýna geçmek için büyük inkýlâb yapmýþ, nev'i þahsýna münhasýr bir dünya görüþü ortaya koymuþtur. Bugün medeniyet diye körükörüne bizi taklide zorladýklarý anlayýþla ittifak etmesi de düþünülemez. Artýk bize akli muhakeme ile bunun takdimi mümkün olmayýnca, san'at adý altýnda yutturmaya özenseler de, Ýslâm'ýn san'at anlayýþý da bambaþkadýr. Ve bu yabancý düþüncelerin empozeye çalýþtýðý san'at mefhûmunun hiçbir deðeri yoktur.
c) Kabe hizmeti: îmdi, Resûlullah'm Kabe'nin anahtarýný Osman bin Talha'ya vererek «Ebediyyen ve sonuna kadar sende kalmak üzere - Abdüddâr ve Benî Þeybe'yi kastediyor - bu anahtarý al. Artýk senden onu zâlimlerden baþkasý alamaz» buyurduðunu söylemiþtik, îþte buna dayanarak ulemanýn hepsi; kýyamete kadar Kabe hizmetlerini o sülâleden almanýn caiz olmadýðý kanaatine varmýþlardýr.
imam Nevevi, Kaadi tyâz'dan naklen þunu söylüyor: «Bu Resûlul-lah tarafýndan onlara verilmiþ bir velayettir. Süreklidir ve ilâ niha-ye evlâddan evlâda geçer. Onlardan zorla bu vazife gasbedilemez. Ve bu iþe ehil olduklarý müddetçe de kimse iþtirak bile edemez...» Ben de, bugün bUe bunun geçerli ve Resûlullah'ýn vasiyyetinin ve emrinin ellerinde baki olduðu görüþündeyim.
d) Putlarýn kýrýlmasý: Bu da muhakkak kif Allah'ýn, Resulüne (s.a.v.) yardým ve büyük zaferle desteklemesinin açýk görüntüsüdür. Çünkü O, bu Kabe çevresinde dizilmiþ zavallý putlara asâsýyla dokunurken þöyle diyordu: «Hak geldi, bâtýl yýkýlýp gitti. Hak geldi, artýk bâtýl gözükemez ve geri gelemez...»
Yine, îbn Ishâk ve ötekilerin rivâyet.ne göre; bütün bu putlar diplerinden kurþunla yere kaynatýlýp, yýkýlmamasý saðlanmýþtý. Halbuki o, hangisine asâsýyla dokunsa, ya sýrt ustune devriliyor, ya yüzüstü kapanýyordu... Eh nasýl duþup kýnlmasýndý bunlar? O'na Allah öyle bir inkýlâb nasib etmiþti ki Kureyþ'in en ceberut liderleri, O'nun önünde baþ eðip teslim olmuþ, bütün bir Mekke O'nun getirdiði dini kabullenmiþ, O'nun Hak da'vetine icabet etmiþti.
7- Resûlullah'ýn fetih hutbesi üstüne düþünceler:
Þu an artýk O, Mekke'nin sahibidir. Sekiz sene önce hicret ettiði Mekke þehri. Topyekûn kendisine boyun eðip, risâlet ve hidâyetine teslim olup inanmýþ bir halde. Ýþte onlar. O'na her türlü düþmanlýðý gösteren ve her iþkenceyi tattýran toplum. Þimdi O'nun etrafýna toplanmýþ, saygý ve hayranlýkla, gönülleri buruk halde kendilerine neler söyliyeceðini beklemedeler.
O'na yakýþan ise, herþeyden önce, kendisin; zafere erdiren, destekleyip va'dinde doðrulayan yüce Rabbine hamd ü sena ile söze baþlamaktý. Ve öylece açtý hitabesini: «Lâ ilahe ülâllahü vahdehu lâ þerike leh». O birdir, ortaksýzdýr,. Allah va'dinde sadýk oldu. Kulunu baþarýlý kýldý. Tek baþýna bütün kabileleri dize getirtti... Ve devam edecekti elbette, Kureyþ ve öteki kavimler önünde, yeni (îslâmi) toplumun ana ilkesini anlatmaya. Bu ilke Cenâb-ý Hakk'ýn þu kavlinde parýldýyordu: «Ey insanlýk! Sizi biz, bir diþi ve bir erkekten yarattýk. Ama millet ve kabileler halinde üniteîendirdik. Böylece (aranýzdaki müsbet yarýþma ile) Allah (ölçüsüyle) indinde en þerefli ve en samiminiz ortaya çýkýp tanýnsýn...»
Eh bunun yanýnda hemen; o köhne þirk düzenlerinden artakal-mýþ bayat gelenek ve âdetlerin de müslümanlarýn ayaklan altýna gömüldüðünü söylemesi gerekliydi ve öyle yaptý. Baba ve dedeleriyle övünme; ýrk, kabile ve milletle böbürlenme; dil, soy ve vücut yapýsý ayýrýmýyla düþmanlýk etmenin iptal edildiðini; tüm insanlarýn Adem'den geldiðini ve Âdem'in de topraktan olduðunu ilân etti.
Ve o andan itibaren Kureyþ câhiliyyeti dürülüp kaldýrýldý. Beraberinde tüm gelenek ve taklidleri de durulmuþ oldu. Tabii arkada kalan mazinin derinliðine gömüldü. Böylece Kureyþ bütün kirlerinden yýkanýp, yürüyen kervana katýlmýþ oluyordu. Çünkü bundan az ötedeki Tmluþma yeri, Kisrâ'nýn sarayý ve Rum ülkesinin göbeði olacaktý. Mekke, bugünden itibaren bir yepyeni medeniyet ve hamlenin doðuþ yeri olacak; dünya, topyekûn insanlýk oradan alacaðý mutluluk elbisesini giyecekti, tþte böylece, o saatte gömüldü ayaklarýn altýna câhiliyye kalýntýsý herþey, tüm renk ve çizgileriyle. Ve Kureyþ, Resûlullah (s.a.v.) ile îslâm için sözleþti. Anlaþtýlar ki: Ne Arab'ýn Acem'e, ne Acem'in Arab'a üstünlüðü yok; ancak takva ve dindeki ciddiyetle üstünlük edinilir. Yine tek üstünlüðün ve büyüklüðün Ýslâm kýlýðýyla, övünme de sadece îslâm'ýn ilkelerine tam baðlýlýkla olabilir. Bunun için, Allah dünyanýn güdümünü onlara teslim edip, dünya güdücülerini onlara boyun eðdirdi.
Þaþýyorum; kokuþmuþ bu lâþe, ölüp gömüldükten sonra tekrar ondört asýr sonunda nasýl hortlayýp çýkabiliyor[93].
8- Kadýnlarýn bey'atý ve ona dair ahkâm: Bazý hususlarý aþaðýda özetliyelim :
a) Müslümanlarýn topyekûn kalkýnýp üstün bir millet olabilmesi için; kadýnlarýn her sorumlulukta - ve tam bir eþitlikle - erkeklere katýlýþýný gösteriyor.
Bunun için de, halife veya müslümanlann hâkiminin; meþru ve mümkün olan her hususta, Ýslâm toplumu için uygulanacak kararlarda, onlarýn da re'ylni ve güvencesini toplamasý gerekiyor. Týpký erkeklerden söz aldýðý 'gibi. Ve aralarýnda hiçbir ayýrým gözetmeden. ..
Bu açýdan bakarsak, görürüz ki; müslüman kadýn da dininin esas ve gereklerini öðrenmekle yükümlüdür. Týpký erkeðin öðrendiði gibi... Ve tabii; ilim, fikir, strateji cinsinden her türlü silâhla da kendine meþru ve mümkün olduðu derecede donanmasý, dini yýkmak için pusuda bekleyen düþmana karþý her tedbiri almasý zarurîdir. Öyle ki, nefsine biçtiði ahid ve boynuna geçirdiði bey'at yükünü ehliyetle taþýyabilsin...
Çünkü herkes kabul eder ki, cahil oldukça kadýnýn bir sorumluluk yüklenmesi, hele de çevresindeki yabancýlarýn hiylelerüýe karþý uyanýk olmasý mümkün deðildir.
b) Kadýnlarla, Resûlullah (s.a.v.)'ýn yaptýðý bey'atýn izahýnda gördüðünüz gibi onlarla sözleþme sadece söz olur, el tutuþma yapýlamaz. Ama erkeklerle bey'at böyle deðil tabii. Bu daha öteye uzanarak, yabancý olduðu bir kadýnýn elini müslüman erkeðin tutmasýnýn caiz olmadýðým ortaya koyar. Ben bunun aksine hiçbir görüþe de rastlamadým, hiçbir Ýslâm âlimine de... Olabilir ki, týbbi zaruretler, tedavi ve diþ çekme gibi hallerde bir ruhsat tanýnmýþtýr... Kadýnlarla tokalaþmanýn artýk yaygýnlaþýp âdet halini almasý bazýlarýnýn sandýðý üzere, asla zaruret deðildir... Çünkü Kitab ya da Sünnetle sabit olmuþ bir hüküm, örf ve âdetle deðiþtirilemez. Ancak, o hükmün kendisi örfe dayanarak oluþmuþsa bu olabilir. Çünkü öyle bir hüküm zaten, muayyen bir duruma baðlý ve onunla þartlýdýr. Burada ise öyle birþey söz konusu deðil tabiî.
c) Yine, bey'at hadisinde gördük ki; kadýnýn, yabancý erkeklerin sesini duymasý da mubahtýr. Ama ihtiyaca baðlý olarak. Ve onlarýn sesleri de avret deðildir. Bu cumhurla birlik Þafiî'nin görüþüdür. Ama Hanefilerden bazýsý, kadýnýn sesinin de avret olduðu görüþündedir. Onlar da bu hususta, yine kadýnlardan bey'at alýnýþýný bildiren hadîse ve öbür birçok hadise dayanýyorlar[94].
9- Mekke savagla mý, sulhla mý fethedildi?
Bu konud« ulemanýn ihtilâfý vardýr. Þafii, Ahmed ve bazýlarý, sulhen alind-gý £»röþ.undedir. Kureyþ'in bu anlaþmadaki murahhasý olarak da Ebû bufyân'ý görürler. Anlaþmanýn þartý ise: «Kim evine kapanýrsa emindir. Kim Ýslâm'a dönerse emindir. Kim Ebû Süf-yân'ýn evine sýðýnýrsa emindir!.. Sadece kaný heder edilen altý kiþi hariç.»
Ebû Hanife ile Mâlik ise; zorla alýndýðý görüþündedir. Delil olarak ise müslümanlarýn Mekke'ye giriþ tarzýný gösterirler. Çünkü müs-lümanlar harb nizamýnda ve hepsi de silâhlýydý. Gerçi bütün ulema, orada ganimet alýnmadýðý ve kimsenin de esir edilmediði üzerinde ittifak ediyor. Sulh yoluyla fethedildi diyenlerin gösterdiði se-beb açýk. Harb yoluyla alýndýðýna kani olanlar ise; Resûlullah (s.a. v.)'ýn orada ganimet ve esiri menetmesi ayrý bir durumdur. Mekke þehrini öbürlerinden ayýran bir imtiyazdýr. Çünkü orasý, Rabbin Ha-rem'i, Hakk'a kulluk ve din ahkâmýnýn (haccýný) uygulanma mahallidir. Ve sanki, bütün dünyaya karþý Cenâb-ý Hakk'ýn vakfýdýr. Bunun için de, Ebû Hanîfe dahil bazý ulema; Mekke arazisinin satýlamayacaðý, baþkasýna devredilemeyeceði kanaatine varmýþlardýr[95].
Mekke-i Mükerreme'nin Büyük Fethi'nln bize gösterdiði ahkâm ve derslerden bir kýsmýný böyle özetlemiþ olduk. Elimizden gelen bu idi. Doðruyu en iyi bilen Allah'týr. [96]
7- Huneyn Gazvesi
Hicretin sekizinci yýlý, Þevval ayýnda vuku buldu. Sebebi ise þu idi: Cenâb-ý Hakk Mekke Fethini Resulüne (s.a.v.) nasib edince, düþmanlýk ve isyaný býrakýp ona baðlanan Kureyþ'in hâli; Havâzin ve Sakif ileri gelenlerinin huzurunu kaçýrdý. Aralarýnda gel-gitler baþladý. Allah'ýn Resulüne ve mü'minlere verdiði zaferi hazmede-miyorlardý. Bunun üzerine büyük bir kalabalýk topladýlar. Havâzin reisi Mâlik bin Avf'ýn liderliðinde bütünleþtiler. Onlara tüm mal, evlâd ve ýyâliyle gelmelerini emretti liderleri. Ve bu müthiþ kalabalýkla Mekke - Tâif arasýndaki, Evtas mevkiine ordugâh kurdular. Mâlik bunu sýrf, kimsenin geri kaçmasýna fýrsat býrakmamak için yapmýþtý. Çünkü herkes aile, evlâd ve malýný savunmuþ olacaktý... Ve topluca Resûlullah (s.a.v.)'in üzerine yürüyorlardý. O ise Þev-val'ýn baþlarýnda hareket edip[97] oniki bin müslümanla onlar üzerine yürüdü. On bini Medineli, iki bini ise Mekkeliydi[98].
Bu esnada Resûlullah (s.a.v.), Abdullah îbn Hadrad el-Eslemî'-yi, düþman ordusu içine girip, durumunu öðrenip haber getirmekle vazifelendirdi. O da gitti. Aralarýna katýlýp, ordugâhlarým gezdi ve her hallerini öðrenip geldi.
Öte yandan, Resûlullah (s.a.v.)'a, Safvân tbn Ümeyye'de çok miktarda zýrh ve silâh bulunduðu haber verilmiþti. O da ona adam gönderip (ki Safvân o anda henüz müþrikti) zýrh ve silâhlarý istetti. Safvân ise; «Acaba gasp mý ediyorsunuz yoksa?» diye sorunca, Resûlullah (s.a.v.): «Hayýr, ödünç olarak, saðlamca sana iade edilecektir» diye cevab verdi. O da yüz zýrh ile, yeteri kadar silâh verdi'[99]. Mâlik bin Avf, Resûlullah (s.a.v.)'m geldiðini haber alýnca; çevresindeki bu kalabalýðý Huneyn vadisine indirip, herkesin vadiye yayýlýp pusuya girmesini emretti. Ve ordusuna; Muhammed ve arkadaþlarý üzerine çepeçevre, aniden ve toptan baskýn yapmalarýný ten-bihledi.
Müslümanlar, Huneyn vadisine vardý ve sabahýn alaca karanlýgýnda vadiye yayýldý. Onlan, vadinin stratejik noktalarýnda üstlenen düþman birlikleri gözetliyordu. Ve talimat üzere aniden hücum edip, müslümanlara toptan baskýn yaptýlar. Bundan hayvanlar ürktü, halk gerisin geri dönüp daðýldý. Öyle bir panik oldu ki, kimsenin gözü kimseyi görmüyordu.
Resûlullah (s.a.v.) saða yöneldi ve halka çaðýrdý: «Ey Allah'ýn kullan, bu yana gelin. Þübhesiz ben peygamberim, Abdülmuttalib evlâdýyým!..» Müslim, Abbas tr.a.Vdan þöyle naklediyor: Ben Re-sûlullah'ýn yanýndaydým Huneyn günü. Biz, Ebû Süfyân bin Haris bin Abdülmuttalib ile birlikte ondan hiç ayrýlmadýk. O beyaz katýrý üzerindeydi. Müslümanlar, küffâr ile karþýlaþýnca ilkin þaþýrýp geri çekildi. Halbuki Resûlullah, katýrým mahmuzlayýp, düþman üzerine sürüyordu. Abbas þöyle devam ediyor: Ben hemen Resülullah'ýn atýnýn yularým tutup durdurdum. Düþmana yaklaþmasýný önleyecektim. Ebû Süfyan da Resülullah'ýn üzengisinden tutmuþtu...
Resûlullah (s.a.v.) Ashâb-ý Semre diye çaðýrýn buyurdu[100]. (Hz. Abbas'ýn sesi çok gürdü). Ben de: Ey Ashâb-ý Semre!.. diye en son sesimle baðýrdým. Abbas diyor ki: O anda kendilerine bu çaðrým týpký ineðin yavrusuna mülemesi gibi karþýlýk gördü ve hep birden: «Yâ lebbeyk, yâ lebbeyk!..» diye cevab verdiler. Hemen de dönüp küffâr ile savaþa tutuþtular. Bir çaðrý da «Ey Ensâr!» þeklinde olmuþtu. Resûlullah ise onlarýn çarpýþmasýna bakarken; «Ýþte þimdi Valisin, iþi bitti..» buyurdu. Yerden kum alýp küffârýn suratýna serpti ve: «Muhammed'in Rabbi aþkýna onlarý ezin!..[101]» diye haykýrdý.
Allah, müþriklerin gönlüne korku saldý. Ve öyle bir yenilgiye uðradýlar ki; kimsenin kimseyi göreceði yoktu. Onlar kaçýyor, müs-lümanlar kovalýyor, öldürüyor veya esir ediyorlardý. Herkes bir sürü esirle Resülullah'ýn huzuruna geldi.
Bu gazvede ayrýca, Resûlullah (s.a.v.) isbat etmek kaydiyle her savaþçýnýn öldürdüðü adamýn terikesine sahip olabileceðini ilân etti.
Bu konuda îbn îshâk ve ötekiler, Enes bin Mâlik (r.a.)den þunu nakleder: Ebû Talha, Huneyn gününde tek baþýna öldürdüðü yirmi kiþinin eþyasýný almýþtý.
Yine Ibn îshâk ve îbn Sa'd sahih senedle nakleder ki; o gün Resûlullah etrafýna bakýnýrk«n, Ümmü Selim binti Melhân'ý gördü. O da, kocasý Ebû Talha ile birlikte çarpýþýyordu: Resûlullah (s.a.v.) ona: Sen Ümmü Selim ha! deyince, o cevab verdi: Evet, babam, anam sana feda olsun yâ Resûlâllah! Seninle savaþanlarla nasýl çarpýþýyorsan, ben de sana saldýranlarla öylece savaþýyorum. Ebû Talha da (onun elinde bir hançer gördü), bu hançer nereden Ümmü Selim? diye sorunca; kocasýna da þu karþýlýðý verdi: Onu, bize yaklaþan bir müþrikin kolunu büküp elinden aldým ve onunla kendisini öldürdüm.
Yine Resûlullah (s.a.v.) bir kadýn gördü. Hâlid bin Velid öldürmüþtü onu. Halk onun etrafýna toplanmýþtý. Sordu: «Ne bu?» diye. Dediler ki; Hâlid bin Velid'in öldürdüðü kadýn. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) yanýndakilere : «Hâlid'i bulun ve ona söyleyin ki; Resûlullah seni, kadýn, çocuk ve köleleri öldürmekten þiddetle men etti!..[102]»
Mâlik bin Avf ve kabilesinin ileri gelenleri birlikte kaçýp, Taife sýðýndý. Surlara çekilip savunmaya geçtiler. Bütün varlýklarýný býrakmýþlardý.
Resûlullah, bütün ganimetlerin Ca'râne mevkiinde toplanmasýný ve korunmasýný emretti. Mes'ûd bin Amr el-Gýfârî'yi de üzerine muhafýz tâyin etti. Resûlullah (s.a.v.î da beraberindekilerle Tâif'i kuþattý. Sakif kabilesi surlarýnýn içinde, müslümanlara ok atmaya baþladýlar. Bazýlarý þehid oldu. Resûlullah (s.a.v.) Tâif kuþatmasýný on gün kadar sürdürdü. Yirmi gün kadar olduðu da söylenir. Daha sonra, vazgeçmeyi uygun gördü. Abdullah tbn Ömer (r.a.)'in nakline göre, Nebi Aleyhisselâm ashabýna ilân etti: «Ýnþaaüah dönüyoruz...» diye. Bazý sahabeler, biz burayý fethetmeden mi döneceðiz? deyince, O da: Hücum edin öyleyse - yâni isterseniz hadi savaþýn -buyurdu. Onlar da gerçekten ilk saldýrýda bazý yaralar aldýlar. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Yarýn geri döneceðiz». Bu onlarý þaþýrtmýþtý. Ama Resûlullah gülüyordu[103]. Resûlullah geriye dönüþte yola çýkarken, ashabýna þöyle emretti: «...Vazgeçiyor, tevbe ediyor, Rabbimize kulluk ediyor, hamdediyoruz», deyin. Bazý sahabe de ona: Yâ Resûlâllah, Sakif kabilesine duâ et, dediler. O da: «Yâ Rab! Sakiflilere hidayet ver ve hepsini îslâm'a getir» diye duâ etti[104].
Biz de haber verelim: Gerçekten Sakiflilere Allah hidâyetini nasib etti. Çok geçmeden, hey'etleri gelip Medine'de Reûlullah (s.a. v.î'a Ýslâm'a girdiklerini arzettiler. [105]
Ganimet Mes'elesi Ve Resulullah (S.A.V) Bunlarý Taksünindeki Metodu:
Ve Resûlullah, Ca'râne'ye döndü. Huneyn gazvesinde Havâzin-lilerden alýnan esir ve ganimetler oraya toplanmýþtý. Esirleri, orada gazilere taksim etti. Arkasýndan da Havâzin'den bir hey'et gelip, tevbekâr olduklarým beyanla, mal ve esirlerinin kendilerine iade edilmesini istediler. Resûlullah (s.a.v.) ise onlara: «Benim yanýmda gördüklerimiz var. Ve benim nazarýmda en güzel söz doðru olandýr. Siz þimdi iki þýktan birini tercih etmek durumundasýnýz: Ya esirlerinizi, ya mallarýnýzý, müslüman olacaðýnýzý ümid ederek esirlerin ve mallarýn taksimim biraz geciktirmiþtim...»
Gerçekten Resûlullah, Tâif dönüþünde onlarý on gün kadar beklemiþti. Onlar: Yâ Muhammed! Bizi ailemiz ve mallarýmýzdan birini tercihte serbest býraktýðýna göre, bizim için önemli olan insanlarý-mýzdýr. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) kalkýp, müslümanlara hi-tab etti. Cenâb-ý Hakk'a lâyýk þekilde hamd ü senadan sonra þöyle konuþtu: «tmdi, kardeþleriniz tevbe edip gelmiþ durumdadýr. Ben de onlara esirleri iade etmek niyetindeyim. Þimdi bu görüþü tasvib edenler hemen yerine getirsin. Ama gönül hoþluðuyla deðil de, bir karþýlýk isteyen varsa, karþýlýðýný ilk savaþ ganimetinden vermek þartýyla, onlar da bu emri yerine getirsin[106]».
Fakat halk hep bir aðýzdan: Biz bunu karþýlýksýz kabul ettik, dediler. Resûlullah (s.a.v.) ise; «Ama bu durumda kimin razý, kimin razý olmadýðým kesin olarak bilemeyiz. Siz gidin, güvendiðiniz dostlarýnýzla istiþare edin! Onlar da gidip akýl danýþacaklarýna danýþýp gelsinler» dedi. Resûlullah (s.a.v.)'a bir bir müracaat ederek; (esirleri iade etmeyi kabullendiklerini) bildirdiler. Ýþte bundan sonra izin verildi, Havâzin esirleri iade edildi[107].
Yine Ýbn tshâk'ýn nakline göre; Resûlullah (s.a.v.) Havâzin hey'-etine, Mâlik bin Avfm durumunu sordu. Onlar da, Sakif kabilesiyle birlikte Tâif'e sýðýndýðýný söylediler. O da onlara dedi ki: Haber verin Mâlik'e, gelip müslüman olursa-, ona mal ve ailesini teslim ettiðim gibi, yüz tane deve vereceðim!., Mâlik'e bu haber ulaþtý. O da gelip Resûlullah'a Ca'râne ve Mekke arasýnda eriþip Ýslâm'a girdi. Ona ailesi, malý ve yuz de deve verildi. Mâlik gerçekten yararlý bir müslüman oldu.
Resûlullah (s.a.v.) bu taksimde, müellefe-i kulûb (yâni yeni müslüman olan Mekkelilere) ganimet ve baðýþý fazla verdi. Maksad onlarýn gönlünü iyice Ýslâm'a ýsýndýrmaktý. Ama, Ensâr'dan bazýlarýnýn gönlü burkuldu. Ve kendi aralarýnda: «Henüz kýlýçlarmuzdaki kanlan kurumadýðý halde Mekkelileri bize tercih etti Resûlullah!» diye konuþtular.
Durum Resûlullah (s.a.v.)'a ulaþýnca, Ensâr'a haber gönderip karargâhlarýnda toplanmalarýný istedi. Yanlarýnda da onlardan baþkasýný býrakmadý. Ve ayaða kalkýp, Allah'a hamdini ve O'na lâyýk senasýný ifadeden sonra mes'eleyi þöylece izah etti: «Ey Ensâr cemaatý! Söylediklerinizi aynen haber almýþ bulunuyorum. Düþünün ki siz sapýk yoldaydýnýz, Allah benimle size hidâyet verdi. Paramparça idiniz, benimle sizi bütünleþtirdi. Siz yoksuldunuz, benimle size Allah zenginlik ihsan etti, deðil mi?.. (Her söylediðinin sonunda onlar, «Evet yâ Resûlâllah, öyle oldu. Haklý olan Allah ve Resulüdür» diye karþýlýk veriyorlardý). Sonra sözünü þöyle devam ettirdi:
Peki ey Ensâr topluluðu, sizin bana karþýlýðýnýz, karþý sorunuz olmayacak mý? Onlar ise :
Biz sana ne diyelim yâ Resûlâllah? Ni'met ve üstünlük Allah ve Resulüne aittir. O zaman þöyle buyurdu :
Doðrusu, isterseniz þöyle derdiniz: Ve haklýlýðýnýz da teslim edilirdi: Sen de bize geldin, herkes seni yalanladýðý halde, biz seni tasdik ettik. Yenilgideydin yardým ettik. Ülkenden çýkarýlmýþtýn, biz baðrýmýza bastýk. Kimsesizdin, sana sahip çýktýk.
Bunun üzerine feryâd etti bütün Ensâr: Asla öyle deðil. Biz Allah'a ve Resulüne minnet borcundayýz. Bundan sonra Resûlullah sözlerine þunlarý ekledi:
Ey Ensâr cemaatý! Bir topluluðun gönlünü sizin gibi Ýslâm'a yaklaþtýrmak için verdiðimiz geçici dünyalýða nefsinizde hased mi duydunuz? Yoksa, onlar koyun ve develerle giderken, kendiniz Allah Resulü ile birlikte yurdunuza dönmeye razý deðil misiniz? Vallahi onlarýn beraberinde götürdüðünden, sizin birlikte gideceðiniz çok hayýrlýdýr. Muhammed'in hükmü elinde olan Allah'a yemin olsun ki;
Eðer hicret olmasa bile ben yine Ensâr'dan bir kiþi olmak isterdim.
Yine de herkes bir millet seçecek olsa ben Ensâr'ý (milleti olmayý)
seçerdim. Benden sonra siz daha çok servetle karþýlaþýrsýnýz. Sakýnýn, sabredin, ta benimle Havz'da buluþmak üzere. Yâ Rab! Ensâr'a, çocuklarýna ve torunlarýna rahmet eyle. Halk bu söz üzerine o kadar aðladý ki, sakallarý ýslandý. Ve: «Biz Allah ve Resulünün, nasib ve taksim ettiði neyse ona razýyýz» dediler.
Yine Resûlullah (s.a.v.)'m peþine bazý köylüler takýlýp fazla baðýþ istiyordu[108]. Hatta semüre aðacýna astýðý ridâsýný almaya kalktýlar. Dönüp onlara ^ Be adamlar, bari ridâmý bana verin, buyurdu. Eh vallahi size Tihâme aðaçlarýnýn sayýsýnca ganimet olsa daðýtýrdým. Belki o zaman beni, cimri, yalancý ve korkak saymazsýnýz. Vallahi þu an bana düþen ganimet sadece beþte birdir. Hadi o da sizin olsun!..[109]. Yine bir köylü Arap yetiþti ona; hýrkasýný öyle bir çekti ki Necrân iþi sert hýrkanýn yakasý boynunda iz býraktý. O adam hâlâ: «Emret de bana, senin elindeki Allah malýndan verilsin biraz...» diyordu. Ama buna raðmen Resûlullah güldü ve ona da birþeyler verilmesini emretti[110].
îbn îshâk der ki; Resûlullah, Ca'râne'den ayrýlýp Umre için yola çýktý. Umresini bitirince de dönüp Medine'ye vardý. Mekke'de ise Attâb bin Esid'i vekil býrakmýþtý. [111]
Dersler Ve Ýbretler
Huneyn gazvesi de, Bedir gibi veya onun mütemmimi mahiyetinde dersler taþýr. Ýslâm akidesine dair sebebler ve müsebbebler açýsýndan bir tür dersler...
Bu bakýmdan, Bedir gazvesini düþündüðümüzde; müslümanlarýn az, düþmanýnýn çok olmasýnýn hiçbir önemi olmadýðýný açýkça görürüz. Tabiî sabýr ve zafere tam itimad kaydiyle... Ama Huneyn gazvesi ise onun tersi; yâni müslümanlarýn çokluðunun esasta bir-þey ifade etmediðini, sabýr ve itimad olmadýkça düþmanýn az olmasýnýn da bir garanti olmadýðým kesin olarak gösteriyor.
Nitekim, Bedir hakkýnda nazil olan âyetler, ondaki ibretleri sergilerken : Huneyn'den alýnmasý gereken ibretler için de âyetler nazil olmuþtur.
Bedir'de müslümanlar, sayýca gerçekten azdý. Diðer yönlerden de zaif... Ama bu azlýk ve imkânsýzlýk zarar vermedi.
Sebeb: Ýslâm'da samimî, imanlarý olgun, Allah'a ve Resulüne baðlýlýklarý son derece idi. Ama Huneyn'de mü si umanlar, daha öncekilerin tersine sayýca da, öbür yönlerden de düþmanlarýndan çok üstündüler. Halbuki çokluklarý onlara birþey kazandýrmadý. Çünkü-orduya katýlmýþ bazý gruplarýn imaný henüz kalblerine yer etmemiþti. Gönül ufuklarýnda Ýslâm'ýn yüce anlamý henüz çaðýldar hâle gelmemiþti. Bu kalabalýklar, orduya katýlmýþtý ama sadece cisim ve görüntüleriyle... O an henüz dünya zevklerinden armmamýþtý gönülleri. Nefislerini kuþatýp yönlendiren bu heveslerdi. Halbuki gövde gösterisi ve sayý kalabalýðý zafer ve baþarýda ne role sahipti ki.
Bu yüzdendir ki, bu derme çatma kalabalýklar, düþmanla ilk karþýlaþmada hemen yüzgeri dönüp Huneyn vadisine daðýlýp gittiler. Çünkü pusudaki düþman aniden saldýrmýþtý. Hattâ bu panik ilk anda, onlarla kader birliði yapan sadýk mü'min kitleyi de sarmýþtý.
Ama tabii, Ensâr ve Muhacirler, Resûlullah (s.a.v.)'ýn nidasýný iþitince kendilerine gelip döndü, Resülullah'ýn çevresinde toplaþtý-lar. Ve daldýlar onunla birlik Evtas savaþýna. Ki bu ilk dönüp tutuþanlarýn sayýsý ikiyüz civarýndaydý!.. Ama bu iki yüz metin kiþi yüzünden zafer mü'minlere döndü. Kalblerine sekinet indi. Dayandýlar ve Allah da düþmanlarýnýn gönlüne ürpert: verip kötü bir yenil; giye uðrattý. Oniki binlik karma bir topluluðun kendilerine aslýnda birþey kazandýramýyacaðýný gösterdikten sonra!..
Nitekim Cenâb-ý Hak bu dehþetengiz dersi kitabýnda açýklýyor: «...Hani Huneyn günü, çokluðunuz gururlandýrmýþ ti sizi. Halbuki iþinize yaramadý. Öyle ki; yeryüzü size dar geldi korkudan. Hemen yüzgeri kaçtýnýz. Ama arkasýndan Allah bir sekinet verdi gönlünüze de, görmediðiniz ordularý da indirdi. Kâfirleri de çileye soktu. Bu idi kâfirlerin müstehak olduðu tabiî. Bundan sonra da Allah dilediðinin tevbesini kabul eder. O, Gafur ve Rahim'dir.[112]Þimdi artýk bu gazveden çýkaracaðýmýz ders ve hükümleri takdim edebiliriz :
1- Düþman içine, durumlarým tesbit için casus gönderme
Geçen bahislerde bunun caiz olduðuna dair izahatýmýz oldu (Hudeybiye'de). Hattâ bunun vâcib olduðunu söyliyeceðiz þimdi.
Bunu, bu savaþ esnasýnda bizzat Resûlullah (s.a.v.)'m uygulamasýndan anlýyorum. Hani o, Abdullah tbn Ebi Hadrad el-Eslemi'-yi, düþmanýn sayý, hazýrlýk ve stratejisini öðrenip müslümanlara haber vermek üzere göndermiþti. Bu konuda Ýmamlar arasýnda da hiçbir ayn görüþ yok.
2- Lider için bir gayri müsltmden savaþ maksadýyla emânet silâh almasýnýn hükmü:
Burada silâh ta'biri, savaþ anýnda askere lâzým olacak her türlü araç ve malzeme diye anlaþýlmalýdýr. Ödünç almayý da, baðýþ kabulü, ya da para ile satýn alma diye düþünmeliyiz, tþte Resûlul-lah (s.a.v.)'m bu savaþta yaptýðý budur. Hani Safvân bin Ümeyye'-den borç silâh almýþtý. O ise henüz müþrikti. Bu ise harb halinde gayr-i müslimlerden yardým alma umumî hükmü içindedir. Biz bu hususu Uhud harbine yazdýðýmýz ekte izah etmiþtik. Þimdi ise haber verelim, küffârdan alýnacak yardým iki çeþittir:
a) Müslümanlarla birlikte çarpýþacak insan yardýmý (asker talebi) buna dair hadis, Uhud gazasý bahsinde geçti. Orada biz ihtiyaca binâen bu caizdir, dedik. Ama müslümanlar da, omuz omuza çarpýþacaklarý bu kiþilerden emin olmalý tabii.
b) ikmal maddesi yardýmý: Silâh ve cephane v.s. Bunun caiz olduðuna dair herhangi bir ihti'âf yoktur. Þart þu ki; müslümanla-rýn gurur ve izzetini kýrýcý, aþaðýlýk duygusuna götürücü bir yaný olmamalý. Ve ayný zamanda, müslümanlarm o gayr-; müslimlerin sultasýna (sömürüsü altýna, güdümüne)düþmesine de sebeb olmamalý bu yardým. Ya da dinin emrettiði bazý sorumluluklarýn terkine sebeb olmamalý... Açýkça görüyorsunuz ki; Safvân bin Ümeyye, Resûlullah (s.a.v.)'a ödünç silâh verdiði zaman zaif ve maðlûb pozisyonunda; Resûlullah da, en kuvvetli merkezdeydi[113].
3- Resûlullah (s.a.v,)'ýn savaþtaki cesareti:
Gerçekten böylesi bir cesaret nadir görülebilir. Bütün müslü-manlarýn vadiye yayýlýp geri kaçtýðý anda Resûlullah (s.a.v.)'m tek baþýna savaþ girdabýnýn merkezinde, pusudan kalkan düþmanýn aniden çepeçevre saldýrýþý karþýsýnda... Öyle bir metanetle yerinde duruyor (hattâ atým düþman üstüne sürüyor) ki; te'siri, firardaki insanlarýn bile gönlünü sarýyor. Bu müthiþ görüntü onlara yeni bir azim ve þecaat aþýlýyor. Hepsi geri dönüyorlar.
îbn Kesir, Tefsirinde Huneyn olayýný anlattýktan sonra þunlarý ekliyor: «Bence, þecaatin zirvesi budur iþte. Çünkü öylesi bir günde, savaþ çaðýltýsýnýn göbeðinde, ordusunun daðýlýp ortada kaldýðý bir anda, katýrýnýn üzerinde, ne kaçýyor, ne bir hiyle ve oyun deniyor. Evet iþte tam bu halde bile o katýrýný yöneltip düþmanýn üzerine sürüyor. Hem de kimse kendisin; tanýmadýðý halde, kendi istemiyle kendisini ilân ediyor. (Ben Nebi'yim þübhesiz. Ben Abdülmut-talib evlâdýyým» diye), bilmeyenler bilsin diye... Salât ve selâm O'-na olsun, ta haþre kadar,..
Bu, baþka deðil, sýrf Allah'a tam güven, O'na tevekkül ve zafer verip rlsâletini tamarnhyacaðma ilm-i yakindendir. Biliyordu ki bu dini, bütün din Cve ideolojilere) üstün kýlacaktýr[114].
4- Erkeklerle birlikte kadýnlarýn da cihada katýlmasý:
Onlarýn savaþa çýkýþý, esasen yaralýlarý tedavi ve su ulaþtýrmak içindir. Sahih had zîslerde böyle tesbit edilmiþtir. Birçok savaþta böyle olmuþtu. Ama bizzat savaþmaya gelince, açýkça sünnette vârld deðil. Gerçi îmam Buhâri, Kitâbü'l-Cihâd'da, «Kadýnlarýn gazasý ve erkeklerle birlikte savaþýr.s.zý» diye bir bahis açmýþ ve bunu zikretmiþtir. Ancak bu hususta serdedilen hadîsler, doðrudan doðruya kadýnlarýn erkekler gibi savaþa iþtirakine delâlet etmemektedir. Nitekim îbn Hâcer de: Ben bu bahiste (yâni bu konuda vârid olan hadislerde) kadýnlarýn savaþçýlýðýna dair bir açýklama göremedim[115]diyor.
Ama, kadýnlarýn savaþa katýlmasýna dair fukahânýn ifadesine gelirsek, þöyledir: Bir ülkeye düþman büyük çapta istilâ gücü île saldýrýrsa, müslümanlarýn kadýn - erkek demeden, hepsinin üstüne vâcib olur, kýyam edip savaþmak... Ama tabiî onlardan bir savunma ümidi görürsek böyle. "î'oksa meþru olmaz[116]. Ümmü Selîm'in elindeki hançere gelince, o sýrf nefis müdafaasýný gösterir, kendisinin de ifade ettiði üzere...
Buhâri ve ötekilerin Hz. Aiþe (r.a.)'den naklettikleri de iþte bu açýdan deðerlendirilebilir. O, Resûlullah (s.a.v.)'dan cihad için izin istemiþ de, o da «Sizin cihadýnýz haccdýr» buyurmuþ. Burada kasd edilen ve izin istenilen cihadýn, savaþa katýlma olduðu, tedavi ve benzeri hizmetlerin kasdedilmediði besbellidir. O ise þartý bulundukça ittifakla meþrudur tabiî.
Bütün bunlara bakýnca, kadýnlarýn erkeklerle savaþa iþtirakinin þu þartlara baðlý olduðu da gözden kaçmaz. Setir ve korunmanýn tam olmasý. Onlarýn böyle bir mücadeleye katýlmasýna gerçekten ihtiyaç bulunmasý... Ama onlarýn iþtirakine gerçekten ihtiyaç yoksa, haram olan bir takým olaylara vesile olacaksa o zaman onlarýn savaþa çýkmasý tereddütsüz haram olur.
Çok önemli husus þu ki: Islârmn hükümleri birbirine dayalý ve iç içedir. Yâni insanýn aklýna doðan ve evvelemirde iyi gibi gelen bazý sebeblere kapýlarak birtakým kesin hükümleri tepelemek caiz olmaz. Bunu þu lafz-ý celîl çok açýk anlatýr: «...Siz kitabýn bir kýsmýna inanýp bir kýsmýný inkâr mý edersiniz? Þübhesiz, böyle davrananlarýn cezasý ancak, dünya hayatýnda periþanlýk, kýyamet günü ise en þiddetli azaba itilmektir. Zaten Allah yaptýklarýnýzdan gafil deðil[117]».
Peki ne çirkin hiyledir, þu hasis bir dünyalýk için Allanýn dininden tâviz verenlerin tutumu!.. Dinden bütün baðlarýný koparýp ondan soyunduktan sonra, dönüp kendilerinden þer'î fetva isteyen köksüzlere, o beyefendilerin keyf ve zevklerine uygun fetva döktürenlerin hali. Ve kalkýp müdahene için onlara fetva takdim edenlerin fitnesi ne feci!..
5- Cihad ânýnda kadýn, çocuk ve kölelerin öldürülmesinin yasaklýði:
Buna, Resûlullah (s.a.v.)ýn Hâlid bin Velid tarafýndan öldürülen kadým görünce söylediði delâlet eder. Bütün ulema da bunun üzerinde ittifak halindedir.
Ancak, savaþa katýlan ve müslümanlara kýlýç çekenler müstesna tabii. Tabii olarak bunlar öldürülür. Geri dönüp kaçanlar ise, ta-kib edilmez.
Týpký küffârýn, çocuk ve kadýnlarýn kendilerine siper yapmasý gibi. Bu gaileyi bertaraf etmek (pek tabiî önce) nlarý öldürmekle mümkündür. Bu caiz olur. Müslüman lider ise, maslahata uygun olaný yapmasý' gerekir.[118]
6- Ölünün eþyasýný soyup almak:
Biz Resûlullah (s.a.v.)ýn bu gazvede, gazilere, öldürdüðü müþrikin eþyasýna sahip olmasýnýn hakký olduðunu ilân ettiðini söylemistik. îbn Seyyidi'n-Nâs da der ki: «Bu sürekli bir hüküm olmuþtur artýk».
Bize gelince: Bunun müttefekun aleyh olduðunu biliyoruz. Ancak, bu sürekli hükmün türü hakkýnda ulemanýn ihtilâfý vardýr. Acaba bu, müslümanlarýn halifesinin hükmüne baðlý mý olacak, yoksa bir fetva mes'elesl midir?..
Yâni, Resûlullah (s.a.v.) bu hükmü, baþka seçeneði olmayan bir esas olarak mý ilân etmiþtir. Týpký namaz ve oruç gibi. Yoksa maslahat ve ihtiyaca göre müslümanlarýn liderinin uygun gördüðü yerde uygulayabileceði vasýfta bir hüküm olarak mý ilân etmiþti?..
Þafiî (r.a.) bunun, teblið ve fetva esasýna dayalý bir hüküm olduðu görüþündedir. Ona göre, hangi asýr ve þartta olursa olsun, raü-câhid, kendi eliyle ölen bir harbinin elbise ve teçhizatýný soyar ve sahiplenir. Bunun için komutanýn iznine hiç hacet yoktur.
Ebû Hanife ve Mâlik (r.a.) bunun kazâî bir hüküm olup, sýrf imâmýn talimatýna dayandýðý görüþündedir. îmamýn iznine baðlý olarak öldürülen selb caizdir. îzin olmazsa selbedilen bu eþya da ganimet cinsinden olup, o hükme tâbi olur.[119]
7- Cihadýn düþmana eza etmek olmadýðý:
Bunu biz, Tâif muhasarasýndan vazgeçip dönülürken, bazý sahabelerin Resûlullah (s.a.v.)'a: «Sakîf için Allah'a duâ et» diye ricalarý üzerine, onun da: «Yâ Kab! Sakîf'e Hakk'ý göster ve bize döndür» diye niyazda bulunmasýndan anlýyoruz. Bu demektir ki cihad, «emr-i bi'1-mâruf ve nehy-i ani'I-münker» vazifesinin bir tür uygulamasýdýr. Yine bu, insanlarýn birbirine karþý sorumluluklarýný yerine getirerek, kýyamet günündeki ebedi azabdan yakalarýný kurtarmak hamlesidir.
Buradan þunu da anlarýz ki; müslümana yakýþan, baþkalarýnýn hidâyet ve kurtuluþu için duâ etmektir. Zaten cihadýn meþru sayýlmasý da bu maksad (insanlarý ýslâh etmek) a baðlýdýr.
8- Asker ganimete ne zaman sahib olur?
Yukarýda anlattýk: Resûlullah (s.a.v.) Havâzin hey'eti müslüman olarak gelince onlara: «Zaten ben sizi bekliyordum» yâni ganimet taksimini, sizin müslüman olabileceðinizi umarak geciktirdim buyurdu.
îþte bu gösterir ki; gaziler ganimete ancak kumandanýn (imam ve hakim'ýn) taksiminden sonra sahip olabilir. Bundan önceki müddet içinde hiçbir savaþçý bir ganimet elde etmiþ sayýlmaz. Resûlul-lah'ýn taksimi geciktirmesinin sonuç ve anlamý budur. Yine bu uygulama gösterir ki; müslümanlann baþýna yakýþan, ganimetlerin sahipleri müslüman olursa, onlarý iade etmektir. Ancak asker arasýnda taksim edilmediyse... Resûlullah (s.a.v.)'ýn tercih ettiði tarz da bu idi.
Yine bu olayda Resûlullah (s.a.v.)'ýn tutumu gösteriyor ki: (Yâ ni Havâzinlilerin ganimet olarak müslümanlara geçen mallarý için gelen hey'ete karþý tavýr) onlar arasýnda taksim ettikten sonra, ganimetten herhangi birþeyi geri almak, imamýn yetkisinde deðil, alanlarýn rýzasýna baðlýdýr. Zorlama ve tehdid olmadan baðýþlarlarsa alýnabilir ancak.
Þimdi düþününüz Resûlullah (s.a.v.)'ýn dikkat ve hassasiyetini. Yâni ganimetlerden (esirleri) daðýttýðý kimselerden, sahibine iade izni isterken, hepsinin birden: «Tamam yâ Resûlâllah, biz gönül hoþ-luðuyla veririz» demelerini yeterli bulmuyor. Onlarýn tek tek gelip bu izni vermelerini ya da akýl ve anlayýþýna güvendikleri kimselerin gelip bizzat buna razý olduklarýný beyan etmelerini istiyor. Bunu herkesin aðzýndan tevsik etmek istiyor. Ve bunda ýsrar ediyor.
Bu da gösterir ki; baþkanýn, bir kimsenin elde ettiði meþru haklardan herhangi birþeyi iskat etmeye selâhiyeti yoktur. Yetkisini bu yolda kullanamaz. Þâri-i Mübîn, bu lider Resul bile olsa ona böyle bir yetki ve imtiyaz tanýmamýþtýr.
Ýþte gerçek anlamda ve en parlak biçimde adalet ve eþitlik böylece tecelli eder. Ve bu hârika örnek ve dev çaptaki ilâhî yapýyý bozmak için her türlü bâtýl etkilere slogan ve geleneklere raðmen O nefsini hiç hesaba katmayabilir, ilâhi yapýyý oturtmak için...
9- Müellefe-i Kulûb'e karþý Ýslâm siyaseti :
Yukarýda gördük ki, Resûlullah (s.a.v.) Fetih yýlýnda ganimet tevziinde Mekke halkýný öbürlerine tercih etmiþti. Bu taksimde, savaþçýlar arasýndaki eþitlik ilkesine de riâyet etmemiþti. Bu uygulama, bütün ulemanýn ve fakîhlerin bu konuda delil olarak aldýðý fiili sünnettir. Yâni, kalbleri islâm'a ýsýndýrýlacak olanlara, müslümanlann imamýnýn, maslahat onu gerektiriyorsa, öbürlerinden daha fazla atiyyede bulunmasý caizdir. Belki de durumun icabýna göre bu kaçýnýlmaz bir vazife olur ona... Bu atiyyenin (baðýþlarýn) ganimetlerden olmasýnda da bir mâni yoktur. Ayný þekilde, zekât fonundan,
imâmýn idaresinde biriken mallardan da, böyle kalbi kazanýlacaklara, durumun müsaade ve zorlamasýna binâen özel hisse vermesi mümkün,
10- Ensâr'ýn üstünlüðü ve Resûlullah (s.a.v.) 'in onlara sevgisi:
Resûlullah (s.a.v.)'in sözü Haktýr: -Þeytan insanoðlunu hep kan meydanýna çeker.»
Nitekim þeytan, Ensâr cemaatýný da Aleyhissalâtü vesselam efendimizin ganimet taksimindeki siyâsetini eleþtirmeye çekmiþti. Nefislerine bunu üfledi. Þeytan onlara Resulleri hakkýnda; kendi kavminin sevgisiyle karþýlaþýp vatan muhabbeti kabarýnca bizi unuttu» diye düþündürmek diledi. Ama Resul aleyhisselâm, bundan haberdar olunca ne buyurdu?
Onun bu vesveselere karþýlýk onlara verdiði hitabe en üstün zevk ve en ince mânâyý kuþatýr. Ensâra olan müthiþ muhabbeti meþ'-alendirir. Kendisi de o an, en çok sevdiði insanlarýn kendisini, unutmak ve yüz çevirmekle ittiham etmesi karþýsýnda elemle dolup taþmaktadýr:
Tekrar o hutbesine bak da gör. Göreceksin ki; gönlünden taþan þefkat ve sevgi konuþmaktadýr... Bu hissiyat ve coþkular, Ensâr'ýn vicdanýný Öyle bir sarsmýþtýr ki; içlerine giren vesvese ve fitne silinmiþ ve hýçkýrýklar yükselmiþ Hepsi birden. Nebilerinden duyduklarý huzur ve þerefin serinliðinde, hislerine bin kere razý olduklarýný ilân etmiþlerdir.
Mal kim oluyor, ganimet ve eþya nedir? Nedir ki; Resûlullah (s.a.v.)'m rýzâsý karþýsýnda?. O'nunla birlikte mes'ûd ve bahtiyar, nurlu Medine'ye döneceklerine göre, hayatlarý ve mematlarý O'nunla beraber olacaðýna göre...
Hem onlara o Resulün sevgisini anlatacak baþka dile hacet var mý? O kendisi bildiriyor ve ilân ediyor. Ensâra olan aþkýný. Vataným terkedip kalan hayatýný kendileri arasýnda geçireceðine söz veriyor. Bu sevginin senedi söz (kurtuluþun senedi ise bu sevgi!..»
Sonra, kim görmüþ Resûlullah (s.a.v.)'in sevgisinde malýn bir ölçü olduðunu? Evet o, Kureyþ'e fazla fazla mal ve ganimet verdi. Peki kendi nefsini kime tahsis etti? Ensâr'a mý, Kureyþlilere mi? Ve hangisinin nasibi elzem? Haniya, Allah'ýn kendisine tahsis ettiði beþte biri de o anda çevredeki Arablura daðýttý. Þimdi onlara hitabýný da düþün: kendi etrafým sarýp, b.raz daha ver, diye yalvarýp ýsrar edenlere: «Ýnsanlar insaf! Bana Allah'ýn lütfettiði beþte biri de verdim size, onu da istemiyorum!..»
Allah seni yüceltti, sana rahmet etsin ey efendim. Ey Allah'ýn Resulü! Seçkin ashabýna da, Ensâr ve Muhacirine de rahmet eylesin! Ve bizi senin (Livâi'1-Hamd) sancaðýn altýnda toplasýn. Ve bizi, o günde senin Havz'ýn kenarýnda toplananlara ilhak buyursun. Âmin! [120]
[46] Tabakat-ý tbn Sa'd: 3/167.
[47] Siret-i Ýbn Hiþâm: 2/370. Þeyhayn indinde yakýn rivayetlerle birlikte, muhteva müttefekun aleyhtir.
[48] Uyûnü'1-Eser: 2/48.
[49] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 365-366.
[50] Buharý. 5/85.
[51] el-Fetýh sûresi, âyet. 27.
[52] Ne var ki bu, kadýnlar için müstehab deðildir.
[53] Müslim: 65.
[54] Müslim: 5/60, Buhâri'de de benzer rfvâyet var.
Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi:366-368.
[55] Buhâri nakletti. Ahmed de, Ibn Ýshâk da... Ancak Buhârî'de «O da ölürse halk razý olduðu kimseyi seçer» kaydý yok.
[56] Meryem sûresi, âyet 71.
[57] Fethü'1-Bârl: T/361, 362.
[58] Firari: Kaçak; Kerrarî: Döne döne çarpýþan (müt. notu).
[59] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 368-371.
[60] Bak. Tabakat-i Ibn Sa'd: 3/175; Siyer, tbn Hiþâm: 2/375.
[61] Dünyanýn büyük Ýki imparatorluðundan biri olan Bizans'ýn ordusu. (Mütercimler)
[62] Fethü'l-Bârl: 7/361.
[63] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 371-374.
[64] Ýbn Sa'd ve tbn Ýshâk naklidir. Ýbn Hâcer ise; Bezzâr, Taberânî, Mûsâ bin Uk-be ve ötekilerinin de ayný nakli yaptýðýný söylüyor.
[65] îbn Sa'd ve tbn Ýshâk yakýn Ýfadelerle rivayet ederler.
[66] Müttefekun aleyhtir. Lâfýz-BuhârÝ'nJn, âyetler: Mümtehýne: 1-9.
[67] Buraya kadar Buhârî'nin nakliydi. Gördüðünüz gibi, öbür iki arkadaþýnýn müslüman olduðuna âit iþaret yok Siyer bilginlerinin, bu meyanda Mûsâ bin Uk-be'nin nakline göre ise Bedii ve Hakim, Resûlullah'ýn huzurunda müslüman oldu. Ebû Süfyân Ýse sabaha kadar mühlet istedi. Onun için de Buhâri, Ebû Stff-yân'ýn söyleyip onlarý pas geçmiþtir.
[68] Ýbn Sa'd'ýn rivayeti, Ýbn Ýshâk, Ibn Cerir, Buhâri de yakýn ifadelerle nakletmiþtir.
[69] Ýbn tshâk.
[70] Buhar i. Ýbn îshâk ve ötekiler nakleder.
[71] Ýbn Sa'd, tbn Ýsfâk rivayeti böyledir. Ýbn Hâcer ise, bu isimleri derlemiþtir.
[72] Ýbn Sa'd, îbn Hâcer de Mûsâ bin Ukbe'den, böyle nakletti. Ýbn HÝþâm ise Siyer'inde müþrik ölüyü ondbrt, onbeþ olarak kaydeder. Bak; FethÜ'1-BârÝ* 8A 9.
[73] Müttefekun aleyh.
[74] Buhari'nin rivayeti böyle. Müslim Ýse: Girdiðini de, namaz kýldýðýný da kaydeder. Ýnþâallah ileride açýklayacaðýz.
[75] Taberi, tbn Ebi Þeybe, Ýbn Ýshâk rivayeti.
[76] Ýbn Ba'd da benzerini nakletti.
[77] tbn tshâk ve Ýbn Cerîr nakletti.
[78] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 375-383.
[79] Demek ki ceza umumî oluyor. (Mütercimler)
[80] Mesek: Deriden yapýlmýþ torba. Altýnla doldurulmuþtur.
[81] Meselâ parti taassubunu... (Mütercimler)
[82] Hucürât sûresi, âyet: 14.
[83] Nisâ sûresi, âyet: 94.
[84] Bu imamlar, birçok sahabe ve tabiinden; Kur'an tilâvetinde, teganni ve tahribin nehyi hakkýnda gelen rivayetleri, harfleri ve kelimeleri sahih mahreçlerinin dýþýnda okuma þeklinde yorumlamýþlardýr. Gerçekten, bu türlü tilâvet ittifakla caiz deðildir. (Müellif)
Caiz olan ise: «Kur'ân'ý tertil üzere okuyun» âyeti ile; «Kur'ân'ý sesiniz Ýle güzelleþtirin» hadîsine göre; hoþ ama doðru okumaktýr.
(Mütercimler)
[85] Nevevi'nin Müslim þerhi: 9/124, 5/125 ve Mâverdi'nln Ahkâmu's-Sultanl-yesi: 168. sahifeye bakýn.
[86] Hadîsteki Hirbe: Ayb, þer'an helâl olmayaný kaçýran demektir. (En-NÝhaye)
[87] t'lâmü's-Sâcid Fi Ahkâml'l-Mesâcid: Zerkeþî: 162 ve Tarhu't-Tesrlb: &/86. (H. Iraki)
[88] Zerke?!: Ý'lâmü's-Sâcld: 157.
[89] Müellifin: Zavâbýtu'l- Maþlaha Fi'5-Þeriati'l-Ýslâmiyye eserinin 200. sahUe-sine bak.
[90] Fethü'l-Bâri: 3/304 ve Nevevî'nin Müslim Þerhi: 9/82.
[91] TarhuVTesnb, Hafýz el-lrâfci: 5/175.
[92] Burada Müslim'in Âiþe'den rivayetini kastediyor: «Resûlullah odama girdiðinde üzerimde ince ve üstü resimli bir örtü vardý. Rengi deðiþti ve örtüyü çekip parçaladý. Ve buyurdu ki; «Kýyamet günü azabý en þiddetli olanlar yaratýcýlýkta Allah ile yarýþa kalkanlardýr...»
[93] Bu hortlama insanlýðýn düþüþü ve kýyametin yaklaþýþýný bildlrse gerek... (Mütercimler)
[94] Hanefinin dayanaðý: Ahzâb sûresi, 32. âyetinde. Peygamber hanýmlarýna olan hitapta; «cezbedlci sesle konuþma» menedllmiþ. Buna öbür delillerle yasaklýmý - kýsmi ve özel - hükmedilmiþtir, (Mütercimler)
[95] Ahkâmu's-Sultaniye: 164, Zâdü'1-Meâd: 2/174.
[96] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 383-403.
[97] Tabakat. 4/200
[98] Tabakat:4/200 ve Ýbn Hlþâm'ýn siyeri.
[99] Ýbn tshâk bunu sahih senedle nakleder.
[100] Hudeybiye'de altýnda bey'at alýnan aðacý kasdediyor. Rýdvan aðacý.
[101] Buhâri'de, Müslim'de ve sijer kttablannda vardýr bu rivayet.
[102] Ebû Dâvud ve tbn Mâce'nin bu rivayetini Þeyhayn, mânâ olarak nakletmiþ.
[103] Müttefekun aleyhtir.
[104] Ýbn Sa'd, Tabakafýnda: Tlrmlzl, Sünen'inde naklettiler.
[105] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 404-407.
[106] Yâni daha sonra bedellerini ödemek üzere teslim etsinler.
[107] Buhârî, Taberânî ve Beyhaki naklettiler.
[108] Buhârî, Müslim, tbn Ýshâk, Ýbn Sa'd yakýn rivayetler yaptýlar.
[109] Buhâri rivayeti.
[110] Müttefekun aleyh.
[111] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 407-409.
[112] Tevbe sûresi, âyet: 25, 26, 27.
[113] Zâdin-Meâd: 2/190; Muðni'l-Muhtâc: 4/221.
[114] Tefsîr-l Ýbn Kesir: 2/345.
[115] FethÜ'1-Bârî: 6/51.
[116] Muðni'l-Muhtâc: 4/219.
[117] Bakara sûresi, âyet: 85.
[118] Alýkârau's-Sultaniye: 4; MuðnH-Muhtâc: 4/223.
[119] Ahhâmu's-Sultaniye: 139, Ahkâmü'l-Kur'aniye: 28.
[120] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fýkhu’s Siyre, Gonca Yayýnevi: 409-417.
radyobeyan