Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Adalet 2 By: sumeyye Date: 06 Ekim 2010, 16:34:33
Adalet (2)

Ýnsanlýk, var olduðu günden beri yüzü Yaratan’a müteveccih, kulaðý her zaman O’nda, mantýk ve muhakemesiyle de O’nu duyma, O’nu tanýma, O’nun marifeti arkasýndan koþma ve emirlerini yaþamaya âmâde bulunduðu sürece hep dengeli düþünüp dengeli davranmýþ, varlýðýn bir parçasý olduðu þuuruyla sürekli itidâl soluklamýþ ve adaletin temsilcisi olmuþtur. Aksine körler, saðýrlar gibi O’ndan habersiz ve bir mânâda kopuk yaþadýðý dönemlerde de mütemâdiyen tenâkuzlar içinde bocalayýp durmuþ, ifrattan tefrite, tefritten ifrata gel–gitler yaþamýþ ve bir türlü belini doðrultamamýþtýr: Bazen cesedini ruhundan koparmýþ ve ömrünü cismaniyetinin gayyalarýnda geçirmiþ.. bazen de “ruh” demiþ bütün fizikî mülahazalara sýrtýný dönerek maðaradakiler gibi gölgelerle oynamýþ. Yer yer bütün himmetiyle dünyaya yönelerek öteleri tamamen hesap dýþý býrakmýþ.. zaman zaman da kendi hayalinde oluþturduðu farklý bir öteler anlayýþýyla bu dünyayý bütünüyle defterden silip atmýþ; atmýþ ve hiçbir zaman küllî (bütüncül) bir nazarla bakamamýþ varlýða, onun perde arkasýna; hadiselere ve onlarýn ifade ettikleri gerçeklere. Kuramamýþ, koruyamamýþ madde ve mânâ arasýndaki dengeyi, dünya ve ukba mabeynindeki âhengi; kuramamýþ ve koruyamamýþ da þu güzel, oldukça sevimli ve her þeyi yerli yerinde; zerreden sistemlere, canlýlardan câmidlere en küçük daireden en geniþ âlemlere kadar bütün kâinatlarý bitip tükenme bilmeyen bir çatýþma arenasý þeklinde tahayyül etmiþtir. Ruhunda hemen her zaman bir denge problemi yaþamýþ ve o müstesnâ konumuyla çeliþip durmuþtur.

Ýslam, birbirinden farklý, birbirine ters ve baðrýnda bir hayli de çatýþma unsuru bulunduran bütün bu ifratlara ve tefritlere karþý –sýrrý onu gönderene ait“ bir denge ve adalet mesajýyla geldi; geldi ve teâruzlarý, tenâkuzlarý bertaraf ederek kendi evrensel âhengini tesis etti. Bu, bir mânâda o güne kadar devam edegelen aþýrýlýklara baðlý çatýþmalarýn da sona ermesi demekti. Evet bu yeni din, bütün maddî–mânevî güçleri, dünya ve ukbâ hakikatini, fizik ve metafizikle alakalý gerçekleri bir vâhidin deðiþik yüzleri ve derinlikleri gibi görüyor; kâinât, insan ve hayatý doðru okuma üzerinde ýsrarla duruyor ve her hususta insanlýða bir tevhid mesajý sunuyordu.

Ýslam’ýn temel kaynaðý olan Kur’an bir taraftan “Bütün mülk elinde bulunan Allah’ýn þaný ne yüce, hayrý, bereketi de ne sýnýrsýzdýr.. ve O herþeye kâdirdir.” (Mülk/1) “Her þeyi yaratýp bir nizama baðlayan ve her nesneyi farklý farklý ölçülerde takdir buyuran da O’dur.” (Furkan/2) “O, yeryüzünde sabit daðlarý yerleþtiren ve oraya bereketler ihsan eden, sonra da dört zaman parçasý içinde her isteyenin isteðine denk rýzkýný tayin ve takdir buyurandýr.” (Fussilet/10) “O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin istifadeniz için yaratmýþtýr.” (Bakara/29) gibi pek çok ayetiyle bizi fizik âlemi ve onun içine serpiþtirilen Ýlâhî nimetler arasýnda dolaþtýrarak þükür ve minnet hislerimizi þahlandýrýp icraât-ý Sübhâniyesini temâþâya davet etmenin yanýnda; “Andolsun ki insanoðlunu Biz yarattýk. Nefsinin ona neler fýsýldadýðýný (veya vesvese verdiðini) de Biz biliriz.” (Kâf/16) “Rabbin þöyle buyurdu: Bana dua edin ki, Ben de kabul edeyim.” (Gâfir/60) “ Þüphesiz sizin Allah karþýsýnda en þerefliniz takvaca en ileri olanýnýzdýr.” (Hucurât/13) “Mal, mülk, çoluk–çocuk.. gibi þeyler dünya hayatýnýn süsü–zinetidir; bakî kalacak olan salih ameller ise, Rabbin katýnda hem sevap hem de ümit baðlama açýsýndan daha hayýrlýdýr.” (Kehf/46) türünden yüzlerce âyât-u beyyinâtýyla da nazarlarýmýzý mânâya, öze ve insan olarak âkýbetimize çevirerek hep denge ve itidâl üzerinde durmaktadýr. Zira o Kur’andýr ve deðiþmemiþ Allah kelamý olma farklýlýðýyla da bütün bu iþlere yetecek en güçlü kaynak ve en parlak mesajdýr.

Evet o, âlemþümul prensipleri ve ihtiva ettiði semavî disiplinleriyle topyekün beþeriyete seslenirken kâinât, eþya, hadiseler ve insan yapýsýnýn farkýnda olarak seslenir: Bilir varlýðýn mahiyetini; insanoðlunun deðiþik derinliklerini; onun arzu, istek ve zaaflarýný, ihtiyaç, emel ve beklentilerini; bilir ve onu, Hak rýzasýna, kendiyle barýþýklýða, varlýðý okumaya, Yaratan’ýn emirlerine uymaya çaðýrýrken asla olmazlarla karþý karþýya getirmez; tâkatini aþan sorumluluklarla ezmez; katiyen ona þaþkýnlýk yaþatmaz ve onu kendi darlýðýyla baþ baþa býrakmaz; býrakmaz da ona yakýnlardan daha yakýn olduðunu, gözü her zaman onun üzerinde bulunduðunu, istidat, konum ve donanýmýna göre bu özel muhatabýný farklý bir âkýbete hazýrladýðýný hep ihsas eder.

Vakýa insanoðlunun tabiat ve cismaniyeti itibariyle kural tanýmaz bir yaný da vardýr; onca fâikiyetine raðmen hep serâzât yaþamak ister.. çok defa hýrs ve arzularýný takip eder.. þuna–buna zulüm ve haksýzlýkta bulunur, bazen hak ve hukuk tanýmaz olur.. ve böylece zulüm ve haksýzlýk, sonra bunlara aynýyla mukabele gibi deðiþik fâsid daireler içinde þuraya–buraya sürüklenir durur.

Ýþte bu türlü inhiraflara karþý Ýslam ona kendi farklýlýðýný hatýrlatýr, konum ve donanýmýna göre bir vaziyet almasýný salýklar; onu Allah’la münasebete geçmeye, insanlarla da yardýmlaþma, dayanýþma ve uzlaþmaya çaðýrýr; bir kesimin iddia ettiði gibi hayatýn kahreden bir mücadele, bir savaþ olmadýðýný ihtar eder ve onun ruhuna ilk plan ve projesindeki yüksek gâyeleri, hikmetleri duyurur. Donanýmýna yakýþmayan alçaltýcý tavýr ve davranýþlarý karþýsýnda kollarýný makas gibi açar ve “Bu çýkmazlar sana göre deðil” der, onun nazarýný kalb ve ruh ufkuna çevirir.

Ýslam, ruhu öldüren ve kalbi söndüren bütün haramlarýn karþýsýndadýr; gayr-i meþru keyiflere, lezzetlere asla izin vermez; meþru dairedeki zevk u lezzetten de kimseyi alýkoymaz. Dahasý, Allah’ýn yasaklamadýðý bazý nimetlere karþý tavýr almayý –zühd niyetiyle bazýlarýnýn tadýp doymama felsefesine göre hareket etmeleri müstesna– kesinlikle men eder. Kur’an: “De ki: Allah’ýn kullarý için yaratýp ortaya koyduðu süsü–zineti, o hoþ ve tertemiz rýzký haram kýlan da kim.! De ki: O rýzýk dünya hayatýnda (herkes için), ahirette ise sýrf mü’minlere hastýr.” (Araf/32) buyurarak meþruiyet çerçevesinde ilahî nimetlerden istifade etme kapýsýný hep açýk tutar. Ancak kendisi bu nimetlerden yararlanýrken –onlar onun el emeði alýn teri olsa da– o ihsanlar içinde baþkalarýnýn da hakký bulunduðunu hatýrlatýr va onu içtimaî olmaya çaðýrýr.. ve iþte onun adalet ve denge dediði de budur. Adaleti, mutlak müsâvât þeklinde anlayanlar, istidâd ve kabiliyetlerdeki farký görmeyerek, ne olursa olsun “eþitlik” deyip bu tür dimaðlarý körelttiklerinin farkýnda olamadýlar ve hâlâ da deðiller...

Ýslam, adaleti fýrsat eþitliði, hayatýn yüce hedefleriyle mütenakýz düþmeme kayd-u þartýyla kabiliyetlerin serbest býrakýlmasý, herkesin sa’y u gayrete imrendirilmesi, bütün bunlarýn yanýnda sa’y ve sermaye mücadelesine de meydan verilmeyerek toplumun deðiþik kesimleri arasýnda yardýmlaþma, dayanýþma ve paylaþma düþüncesinin geliþtirilmesi þeklinde anlar. Aksine onu, mutlak müsâvât ve sýnýfsýzlýk þeklinde ele almayý adaletin alanýný daraltma ve bir mânâda ekonomiyi de darbeleme sayar.

Ayrýca Ýslam, ekonomik refah ve maddî mutluluðun yanýnda daha baþka deðerlerden de söz eder ve hakiki adaletin bu deðerlerin bütününe saygýyla gerçekleþebileceðini ileri sürer. Ona göre fýtratla çeliþen, farklý kabiliyetlerin varlýðýný görmezlikten gelen, yüksek istidatlarýn sa’ye þevklerini kýrarak onlarý verimsizleþtiren, dahasý onlarý zayýf, çelimsiz ve beceriksiz iradelerle bir tutan kaba riyazî müsâvât anlayýþýna da þiddetle karþý çýkar.

Aslýnda biz bugün, bir kýsým farklý kabiliyetlerin varlýðýný, bazý yüksek irade ve kararlý ruhlarýn mevcudiyetini, sonra bu kabil kimselerin bugünkü faaliyetleriyle yarýnlarýný îmâr etme peþinde olduklarýný görmezlikten gelsek de, zaman o yanýltmayan yorumlarýyla bir gün mutlaka fetvalarýný ortaya koyacaktýr; ihtimal o gün bize de mahcub olmak düþecektir. Bu husus mutlaka gerçekleþecektir ve böyle bir duruma maruz kalmayý da ne çaðýn o demode diyalektiði önleyebilecektir ne de Ýslam düþmanlýðý adýna sýk sýk baþvurulan demogojiler.

Bir kere daha hatýrlatmakta yarar var; Ýslam, zeki, sýhhatli, becerikli ve gözü göklerde olan üstün idrak ve harika kabiliyetleri; aptal, hastalýklý, aciz kimselerle hukuk açýsýndan bir kabul etse de, imkan ve refah seviyesi bakýmýndan kat’iyen ayný kategoride mütalaa etmez. O içtimaî adalet derken, bundan fýrsat eþitliðini, çalýþma ile beraber neticeye imrendiriciliði ve herkesi maddî–manevî kendi “arþ-ý kemâlât”ýna yükselmede serbest býrakmayý anlar; anlar ve meþru kazanç yollarýna asla tahdit koymaz, kimsenin sa’ye þevkini kýrmaz.. ve kazanmayý mübarek bir iþ olarak, infâký da ibadet sayarak alkýþlar.

Ayrýca o, ekonomi ve maddî refahý da nihâî hedef kabul etmez; bunlarýn dýþýnda daha pek çok evrensel insanî deðerlerden söz eder ve hakikî insanlýða giden yollarýn da bunlardan geçtiðini vurgular. Kur’an: “Mal, mülk, çoluk – çocuk.. gibi þeyler dünya hayatýnýn süsü – zinetidir; bakî kalacak olan salih ameller ise, Rabbin katýnda hem sevap hem de ümit baðlama açýsýndan daha hayýrlýdýr.” (Kehf/46) diyerek bu dünyada duyup tattýðýmýz nimetlerin dýþýnda daha farklý ve üstün ihsanlarýn bulunduðunu hatýrlatýr ve bizi bura ve öteler arasýnda denge kurmaya çaðýrýr. “Düþünenler için þu dünya hayatý muvakkat bir oyun ve eðlenceden baþka bir þey deðildir; ahirete ait yaþayýþ ise hayatýn ta kendisidir; keþke insanlar bunu bilebilselerdi.” (Ankebut/64) fermanýyla her iki dünyanýn mahiyetlerini ihtar ederek, bu fânî aleme ait þeyler ne kadar da kýymetli olsa bâkî bir âlem karþýsýnda bir hiç hükmünde olduðunu vurgular ve bizi o sermedî âlemlere yönlendirir. “Þüphesiz sizin Allah nezdinde en þerefliniz takvaca en derin ve en ileri olanýnýzdýr.” (Hucurât/13) muhtevalý fermanlarýyla da dikkatlerimizi Allah katýndaki farklý deðerlere çeker ve bizi cismanî konumlarýmýzýn üstünde çok yüksek ufuklara çaðýrýr. Ruhlarýmýzý kaskatý iktisadî mülahazalara baðlýlýk gibi bir darlýktan kurtarýr ve bizi imanlarýmýzýn derinliði ölçüsünde marifetin ferahfezâ iklimlerinde dolaþtýrýr. Bu sayede insan olmadaki farklýlýðý duyar ve ruh-u içtimâînin içlerimizde hâsýl ettiði geniþlikle serbest bir nefes alýrýz.

Burada birkaç cümle ile “içtimâî adalet” de diyebilirdik ama, þimdilik onu Allah’ýn lütfedeceði baþka bir fýrsata býrakmak daha uygun olacak...


ALINTI

radyobeyan