Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Adalet By: sumeyye Date: 06 Ekim 2010, 16:14:10
Adalet

Dengeli olma, aþýrýlýða düþmeme, herkesin ve her þeyin hakkýna riâyet etme, zulme girmeme mânâlarýna gelen "adl" ve "adalet", Ýslâm dininde ahlâkî ve hukukî yanlarýyla fevkalâde önemli bir esastýr. Kur'ân ve Sünnet bu esas üzerinde ýsrarla durur, mü'minleri ona riâyet etmeye çaðýrýr ve onun Allah'a bir yaklaþma yolu olduðunu sýk sýk vurgular.

Adaletin ahlâkî ve hukukî mânâsýna geçmeden önce, Ýslâm hukemâ ve mütefekkirlerinin onu nasýl yorumladýklarýný görmekte yarar var. Ýslâm ulemâsý ve Müslüman düþünürler -Ýbn-i Miskeveyh'ten Bediüzzaman'a- insanda üç ana kuvvetten bahsedegelmiþlerdir: Kuvve-i akliye (aklî meleke), kuvve-i þeheviye (þehvet dinamiði), kuvve-i gadabiye (öfke hissi) ki, bazýlarý bunlardan kuvve-i akliye'ye kuvve-i melekiye, kuvve-i þeheviye'ye kuvve-i behîmiye veya nefs-i emmâre, kuvve-i gadabiye'ye de kuvve-i sebuiye demeyi tercih etmiþlerdir.
Fonksiyon itibarýyla kuvve-i akliye, belli ölçüde de olsa hakikatleri görüp bilmenin, iyi-kötü her iþin neticesini idrak etmenin, maslahat ve mefsedetleri birbirinden ayýrmanýn önemli bir esasý; kuvve-i þeheviye, arzu, istek, iþtiha, lezzet ve cismânî hazlarýn ana unsuru; kuvve-i gadabiye ise, kin, nefret, hýnç, hiddet, dargýnlýk, kýzgýnlýk ve atýlganlýðýn biricik kaynaðý kabul edilmiþtir.

Kuvve-i akliye'nin ifrat (aþýrý) hâline, hakký bâtýl, bâtýlý hak gösterme, safsataya girme ve þarlatanlýkta bulunma mânâsýnda "cerbeze"; tefrit durumuna, hiçbir þeyi doðru-dürüst anlayamama, en basit þeyleri dahi idrak edememe anlamýnda "gabâvet" ve "hamâkat"; mûtedil olanýna da, herkesin gücü ölçüsünde eþyâ ve hâdiseleri olduðu gibi bilme, mâhiyet-i nefsü'l-emriyelerine uygun deðerlendirip resmetme, lehinde ve aleyhinde olan, olmasý muhtemel bulunan þeyleri birbirinden ayýrma keyfiyetine de "hikmet" denegelmiþtir.
Kuvve-i þeheviye'nin ifrat hâline, tamamen ar ve hayâ hislerinden sýyrýlarak, her türlü saygýsýzlýðý, her çeþit küstahlýðý irtikâp edecek kadar kayýtsýz davranma anlamýnda "fýsk u fücûr"; aklýn ve þer'in tecvîz ettiði ilâhî nimet, lezzet ve zevklerden dahi kat-ý alâka etme, hissiz ve hareketsiz kalma mânâsýndaki þekline "humûd"; behîmî hislerin inkýyad altýna alýnmasý, gayr-i meþru arzu ve iþtihalara iradî olarak kapalý kalmanýn yanýnda meþru dairedeki zevk ve lezzetlere istek izhar etme diyeceðimiz tavra da "iffet" demiþlerdir.
Kuvve-i gadabiye'nin ifrat hâline, âkýbeti düþünülmeden, sonucu hesaba katýlmadan, ölçüsüzce ve muhâkemesizce altýndan kalkýlmayacak iþlere giriþme ve âkýbeti mutlak felâket tehlikelere kendini salma mânâsýnda atýlganlýða "tehevvür"; tefrit durumuna, korkulmayacak þeylerden dahi korkma, sürekli vehimlerle oturup kalkma ve deðiþik paranoyalarla hayatý yaþanmaz hâle getirme anlamýndaki sapkýnlýðýna "cebânet"; korkulacak þeyler karþýsýnda tedbirli ve temkinli davranma ve esbabda kusur etmeden ciddî bir soðukkanlýlýk içinde, korkulacak hususlarý herhangi bir telâþ ve endiþeye kapýlmadan savmaya çalýþma anlamýndaki yiðitçe duruþa da "þecaat" demiþlerdir ki, "adalet" denen þey de, iþte bu üç faziletin imtizâcýndan hâsýl olan ve "sýrât-ý müstakim" unvanýyla da anýlan dengeli olmanýn mübeccel adýdýr.

Aslýnda bütün insânî kemâlât ve fezâilin asýllarý da kabul edilen bu hususlar, ahlâkî mânâsýyla adaletin de ruhu, özü, esasý ve nüveleri sayýlýrlar. Bu ruh, bu öz ve bu esaslarýn anlaþýlamadýðý ya da kavranamadýðý yerde ne o adaletin nazarîsinden ne de ferdî, ailevî ve içtimaî yaþanan ve uygulananýndan bahsetmek mümkündür.

Fakîhlerin adalete bakýþý biraz daha farklýdýr; onlara göre âdil olma, büyük günahlardan kaçýnýp küçüklerinde de ýsrar etmemenin yanýnda her zaman istikamet peþinde olmaya baðlýdýr ki, bunu, hasenâtýn seyyiâta gâlip gelmesi þeklinde de yorumlamak mümkündür. Hususî anlamda ihkâk-ý hak, ibtâl-i bâtýl etmeye ve hakký tutup kaldýrmaya da adalet denegelmiþtir. Fukahâ ve büyük çoðunluðu itibarýyla diðer ulemâ, adaletin mutlak zikredildiði her yerde, daha ziyade onu birinci þýktaki þekliyle anlamýþlardýr ki, ikincisinin zýddý zülüm olduðu gibi bunun zýddý da fýsk u fücûrdur.

Ayrýca fukahâ, uygulama alaný itibarýyla da adaleti ikiye ayýrmýþlardýr:

1- Hiçbir zaman hiçbir þart karþýsýnda deðiþmeyen, neshe uðramayan, zaman ve konjonktüre baðlý bulunmayan mutlak adalet ki, iyiliðe iyilikle karþýlýk verme, hayra hayýrla mukabelede bulunma, zulmün büyüðünden de küçüðünden de uzak durma… gibi kýsmen de olsa insan aklýnýn iyi ve güzel olduðunu idrak edebileceði hususlar bu türün örneklerinden sayýlýrlar.
2- Ýyi, güzel ve yararlý olduðu Þer'-i Þerif'in açmasýyla kavranabilen itibarî ve izafî adalet ki, kýsas, diyet ve diðer cürümlere, cinayetlere terettüp eden cezalar ve onlarýn miktarlarý gibi hususlar da bu kýsmýn misallerindendir. Bu kabil cürüm ve cezalar arasýnda adalet nisbetini kavramanýn bir mizaný olmadýðý gibi, böyle bir konuda mantýk ve muhâkemeye dayanarak isabetli bir karara varmak da mümkün deðildir. Bazý hikmet ve maslahatlar nazara alýnarak doðruya yakýn bir þey ortaya konsa da, yüzde yüz isabet edildiði kat'iyen söylenemez. Bir baþka zaviyeden adalet-i izâfiye, adalet-i mutlakanýn hilafýna olarak, umumun hukuk ve selâmetinin söz konusu olduðu yerde bazý fertlerin haklarýna riâyet edilmeyeceði þeklinde yorumlanmýþtýr ki, bu da Ýslâm tarihinde çokça baþvurulagelen bir konu olarak bilinmektedir.
Ýslâm dini, gelmiþ-geçmiþ edyân-ý semâviye arasýnda ferdî ve içtimâî adaleti en belirgin þekilde ortaya koyan ve bir saat adaletle hükmetmeyi altmýþ sene ibadete denk tutan, hattâ ondan daha hayýrlý sayan bir dindir. Kur'ân-ý Kerim ve Sünnet-i Sahîha'da adaleti emreden pek çok âyât ve ehâdîs-i þerîfe göstermek mümkündür: "Allah, size âdil olmayý, (insanlara) ihsanda bulunmayý ve akrabaya bir þeyler vermeyi emreder." (Nahl/ 90) "Allah emanetleri ehline tevdî etmenizi ve insanlar arasýnda hükmettiðinizde adaletle hükmetmenizi ister." (Nisâ/58) "Ey iman edenler! Hak'tan yana olun ve her iþinizde adaleti gerçekleþtirmeye çalýþýn.. her zaman adaletin þahidleri ve temsilcileri olmaya bakýn.. herhangi bir zümreye karþý içinizde hissettiðiniz kin ve nefret sizi adaletsizliðe sürüklemesin; âdil davranýn ki, takvaya en yakýn davranýþ da budur." (Mâide/8) ve "Bana, sizin aranýzda adaletle hükmetmem emrolundu." (Þûrâ/ 15) türünden pek çok âyet-i kerime adaleti emrettiði gibi; "Zalimler yakýn bir gelecekte nasýl bir deðiþimle devrilip gideceklerini görüp bileceklerdir." (Þuarâ/ 227) "Ahâlisi ýslahçý ve hukuka riâyetkâr olduðu sürece senin Rabbin o beldeleri helâk edecek deðildir." (Hûd/117) "Biz ahâlisi kendini zulme salmýþ karyelerden baþkasýný helâk etmeyiz." (Kasas/59) gibi bir hayli âyât-ý beyyinât dahi adaletin zýddý olan zulmün çirkinliðini ve zalimlerin sû-i âkýbetini hatýrlatmaktadýr.

Bu itibarla denebilir ki, bir milletin beka ve devamý için sadece dinî ve millî hislerin canlý olmasý yeterli deðildir. Dinî hayatýn ve millî heyecanýn yanýnda adalet ve hakkaniyet duygusunun yürekten duyulup yaþanmasýna da ihtiyaç vardýr. Bu husus þimdiye kadar gelmiþ-geçmiþ milletlerin hayatýnda deðiþmeyen bir esas olduðu gibi, bundan sonra da her gün biraz daha artan önemiyle hep devam edecektir.

Bugüne kadar insanlar, âdil ve hakperest olduklarý nispette geleceklerini teminat altýna almýþ, zýll-i zalîl-i ilâhî'de hayat ve hâkimiyetlerini devam ettirmiþ, cânib-i ilâhî'den hep iltifatlar almýþ ve teveccühler görmüþlerdir; aksine, adaleti suiistimal edip haknâþinas davrandýklarýnda da sürekli tokatlanmýþ, te'dip görmüþ ve yalnýzlýða itilmiþlerdir.. hâl-i âlem buna en büyük þâhittir: Dün Müslümanlar hakký çiðnedi, adalet ve istikamet duygusunu yitirdi, bugün de Allah onlara zalimleri musallat etti ve hepsini cezalandýrdý. Haksýzlýðý irtikâp eden onlardý, cezalandýrýlanlar da onlar oldu. "Þu bir gerçek ki, zerre kadar dahi olsa Allah kullarýna zulmetmez." (Nisâ/40) Zulmeden, kullarýn kendileridir. Kur'ân-ý Kerim, onlarca âyetinde "Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmediyorlardý." (Nahl/118) diyerek haddini bilmezliðin ve haksýzlýðýn gerçek adresini gösterir ve her çaðdaki muhataplarýný teyakkuza çaðýrýr. Onun sýk sýk, "Kendilerine verilen öðütleri kulak ardý edip unutunca, içlerinden, onlarý kötülüklerden alýkoymaya çalýþanlarý kurtardýk, zulmedenleri de, fýský îtiyad hâline getirdiklerinden dolayý derdest edip yoksulluk azâbýyla kývrandýrdýk." (A'râf/165). "Kasem olsun ki, Biz sizden evvelki nesilleri, kendilerine apaçýk âyetlerle nebîler gelmesine raðmen zulümde ýsrar ettiklerinden ötürü, iman etme ihtimali kalmadýðý için helâk edivermiþtik." (Yunus/13) ve "Biz zulme gömülmüþ nice kentleri kýrýp geçirdik de, sonra onlarýn yerine baþka milletler yarattýk." (Enbiyâ/11) gibi âyetlerle bu tür tarihî tekerrürler devr-i dâimlerini hatýrlatmasý hep bu mülâhaza itibarýyladýr.

Ýnsanlar, hem Rabbilerine, hem nefislerine, hem de halka karþý adalet ve istikamet içinde bulunmakla mükelleftirler. Cenâb-ý Hakk'a karþý adalet ve istikamet, O'nun vaz'ettiði kurallara uyarak, emir ve yasaklarý mevzuunda kýlý kýrk yararcasýna titiz hareket ederek; nefsine karþý âdil olma, kendi þahsýna ve aile efradýna, emanete riâyet hassasiyetiyle muamelede bulunup ifrat ve tefritlere düþmeden her þart altýnda hayatýný îtidal içinde sürdürerek; halka karþý adalet ise, her hususta onlarýn haklarýný gözetip onlara her zaman hayýrhah bir yol arkadaþý gibi davranarak gerçekleþebilir.

Ýþte bu þekilde hem hukukullah hem de kul haklarýna, tâbir-i diðerle hem hukuk-u âmme'ye hem de ferdî haklara riâyet edilmiþ olur. Aksine, bu haklara riâyet edilmediði takdirde umûmî âhenk temelden sarsýlýr; ihtilâller baþ gösterir ve her yanda hercümerç yaþanmaya baþlar; Cenâb-ý Hak da bir kýsým zalimlerin eliyle onlarý cezalandýrýr; sonra döner o zalimlerden de intikam alýr. Bugüne kadar hiç deðiþmeden âdet-i ilâhî hep böyle cereyan edegelmiþtir. Bu arada fevkalâdeden inâyetler de olmuþtur ama, bunlar rahmetin gazaba sebkati esprisine baðlý sürpriz teveccühlerdir ve temâdîleri de O'nun ekstradan inâyetlerine vâbestedir.
Allah, yaratýrken her þeyi olabildiðine dengeli ve âhenkli yaratmýþtýr. Varlýðýn her yanýnda, bir kýsým temayüllerden, sevklerden, insiyaklardan söz edilse de canlý-cansýz her nesnenin arkasýnda o kâhir kudretin adl u âhengi gözettiði açýktýr. Bakýþ zaviyesini iyi belirleyip eþyâ ve hâdiselerin arka plânýný görebilenler için bütün kâinat, umum mevcudât, topyekün ekosistem sürekli adalet ruhuyla soluklanýp durmakta ve her nesne hâl, nizam ve maslahat diliyle Hak ismini haykýrmaktadýr. Ýnsanoðlu ise, yaratýlýþýndaki farklýlýk ve fâikiyete binaen bu örfâneye kendi hür iradesi ve kendi plânlarýyla iþtirak etme durum ve konumundadýr. Bu, onun farklý donanýmýna göre özel bir tevcih sayýlmasýnýn yanýnda ayný zamanda, çok zor bir sorumluluk da demektir ki, "Meþakkat ölçüsünde üstün pâyeler elde edilir." fehvâsýnca o iradesinin hakkýný yerine getirdiðinde kendisine vaadedilen öyle þeyler vardýr ki, onlara nisbeten o yolda verdiði ve o uðurda harcadýðý enerji oldukça önemsiz kalýr. Evet, altýndan kalkýlamaz bir iþ deðildir iman ve Ýslâmiyet'le Cenâb-ý Hakk'a teveccüh ve tekvînî emirlerle teþrîî direktifler arasýndaki mutabakatý keþfedip ortaya çýkarmak; ama gel gör ki, dünden bugüne oldukça kolay görünen böyle bir iþi baþaran tevfik erlerinin yanýnda onlarýn yüz katý haybet ve hüsran yaþayanlar da olmuþtur, hem de göz göre göre. Dün ve bugün Hakk'a teveccüh ederek iman ve Ýslâmiyet'i duyup yaþama þeklinde olsun iradesinin hakkýný eda edemeyen o kadar bahtsýz kimseler gelip geçmiþtir ki, böylelerini düþününce insanýn kendi kendine: "Meðer "eþref-i mahlûkat" sayýlan bu insanlar arasýnda ne kadar da özünden, mâhiyetinden habersiz kimseler varmýþ..." diyesi geliyor...


ALINTI

radyobeyan