El- Muvafakat - Þatibi
Pages: 1
Fetva By: ayten Date: 29 Eylül 2010, 23:54:42
Fetva

ÝKÝNCÝ TARAF: FETVA


MÜCTEHÝDÝN VERDÝÐÝ FETVAYA MÜTEALLÝK KONULAR



Konu dört mesele altýnda ele alýnacaktýr:

BÝRÝNCÝ MESELE:


Müftî, ümmet içerisinde peygamber makamýnda bulun­maktadýr.[1]

Buna aþaðýdaki hususlar delâlet eder:

(1)

Bu konuda naklî deliller vardýr: Meselâ hadislerde þöyle buyu-rulur: "Þüphesiz âlimler, peygamberlerin varisleridir, Peygamberler ne dinar ne dirhem miras býrakmamýþlardýr; onlar miras olarak sadece ilim býrakmýþlardýr[2]"Ben uyumakta iken (rüyamda) bir bardak süt ikram edildi. Ben ondan içtim. Öyle kandým ki, bana kanmýþlýk tâ týrnaklarýmdan çýkýyor gibi geldi. Ýçmemden arta ka­laný Ömer b. Hattâb´a verdim" Orada bulunanlar: "Bunu ne ile yordunuz Yâ Rasûlallah!" diye sordular. O da: "Ýlim ile" buyurdu. Bu hadiste ifade edilen þey, miras anlamýna gelir. Öbür taraftan Rasûlullah, "Sen ancak bir uyarýcýsýn[3]âyetinde de ifade­sini bulduðu üzere uyarýcý (nezîr) olarak gönderilmiþtir. Allah Teâlâ, ulemâ hakkýnda ise: "Mü´minlerin hepsi toptan sefere çýkma­larý doðru deðildir. Onlardan her topluluktan bir grup dinde (dini ilimlerde) geniþ bilgi elde etmek ve kavimleri (savaþtan) döndükle­rinde (onlarý) uyarmak için geride kalmalýdýr"[4] buyurmaktadýr. Buna benzer daha baþka nasslar da vardýr.

(2)

Müftî, hükümlerin tebliði konusunda Rasûlullah´m na­ibi olmaktadýr. Konu ile ilgili olarak Rasûlullah þöyle bu­yurmaktadýr: "Dikkat edin! Burada hazýr bulunanlarýnýz, burada olmayanlara (bu anlattýklarýmý) ulaþtýrsýn![5]; "Bir âyet de olsa, onu benden teblið edin![6] "Siz iþitirsiniz, sizden iþitilir, sizden iþi­tenden iþitilir..[7]Müftînin, Rasûlullah´ makamýna kâ­im olmasýnýn mânâsý iþte budur.

(3)

Müftî bir bakýma Sâri´[8] sayýlmaktadýr. Çünkü þeriat adýna bil­dirmiþ olduðu þey, ya bizzat þeriatýn sahibinden menkuldür, ya da bu nakillerden istinbât yoluyla çýkarýlmýþ þeylerdir. Birinci týsým karþýsýnda müftî, sadece tebliðci durumundadýr. Ýkinci kýsýmdan olan hükümlerde ise, müftî, hüküm inþasý konusunda O´nun maka­mýna kâim bulunmaktadýr. Hüküm inþâ[9] yetkisi de sadece Þâri´e aittir. Madem ki müctehid, kendi deðerlendirmesi ve içtihadýna gö­re hüküm inþasýna yetkili kýlýnmýþtýr, iþte bu açýdan o da, Sâri´ kavramý altýna girmektedir. Bu noktadan hareketle kendisine tâbi olunmasý ve koymuþ olduðu hüküm doðrultusunda amel edilmesi vacip olmaktadýr. Bu, Rasûlullah´a halef olmak demektir. Dahasý, müftînin sadece tebliðci durumunda olduðu menkûl þeriatla ilgili olarak, gerek þer´î lâfýzlardan mânâlarýn anlaþýlmasý açýsýndan ve gerekse (uygulama esnasýnda) onlarýn dayanaklarýnýn tesbiti (tahkîku´l-menât) ve hükümlere indirgenmesi açýsýndan, on­lar üzerinde durmasý ve deðerlendirme yapmasý zarureti vardýr. Her iki iþ de, yine müftî tarafýndan yapýlacaktýr. Dolayýsýyla o, bu açýdan da Sâri´ makamýna kâim bulunmaktadýr. Nitekim hadiste: "Kur´ân´ý okuyup (anlayan) kimse, nübüvveti iki böðrü arasýna al­mýþ demektir"[10] buyurulur.

Þu halde müftî, peygamber gibi Allah Teâlâ´dan haber veren kimse konumundadýr, yine peygamber gibi kendi deðerlendirmesi­ne tâbi olarak þeriatý mükelleflerin fiillerine indirgemektedir, emri, hilâfet menþuru[11] ile ümmet hakkýnda peygamber emri gibi geçerli olmaktadýr. JBu yüzden de: "Ey inananlar! Allah´a itaat edin, Pey-gamber´e ve sizden olan ulû´l-emre itaat edin!"[12]âyetinde onlara "ulâ´l-emr" adý verilmiþ ve itaatleri, Allah´a ve -peygamberine itaat ile eþ tutulmuþtur.

Bu mânâya delâlet eden deliller çoktur.

Bu husus üzerine bir baþka mânâ daha doðmaktadýr ki, o da þudur:" [13]

ÝKÝNCÝ MESELE:


Müftîden sadýr olan fetva, sözü ile olduðu gibi fiili ve ikrarý (onay) yolu ile de olur.

Sözlü fetva: Söz ile verilen fetva konusu açýktýr; dolayýsýyla üzerinde durmaya gerek yoktur.

Fiilî fetva: Fetvanýn fiil ile olabilmesi iki yoldan olur:

(1)

Fiil, kullanýlýþý yaygýn olarak bilinen bir konuda anlatma kasdý içerir. Bu tür fiiller açýk söz yerine geçer. Meselâ Rasûlullah parmaklan açýk olarak iki elini göstermiþ ve: "Ay böyle, böyle ve böyledir[14] buyurmuþtur. Rasûlullah´a hacc hak­kýnda soru sorulmuþ ve (soruyu soran kiþi): "Þeytan taþlamadan ön­ce kurban kestim. Ne gerekir " demiþ, Rasûlullah da baþý ile iþaret etmiþ ve "Bir günah yoktur" demiþtir.[15] Yine Rasûlullah þöyle buyurmuþtur: "Ýlim alýnýr, ortaya bilgisizlik ve fitne­ler çýkar, here çoðalýr" Dediler ki: "Here nedir Yâ Rasûlallah!" O eliyle: "iþte böyle" buyurdu ve sanki Öldürmeyi tarif ediyormuþ gibi eliyle iþarette bulundu.[16]Güneþ tutulmasý (küsûf) hakkýndaki Hz. Âiþe hadisi de böyledir. Þöyle ki: Esma, namaz kýlmakta olan Hz. Aiþe´ye gelmiþ ve "Ýnsanlarýn bu hali ne " diye sual sormuþ. O da baþý ile göðe iþaret etmiþ. "Bu bir âyet midir " demiþ. Hz. Âiþe de: "Baþý ile (evet anlamýna) iþaret etmiþ"[17] Rasûlullah kendi­sine namaz vakitlerini soran kiþiye: "Bu iki günü bizimle birlikte kýl!" demiþ, sonunda da: "Vakit, bu ikisi arasýndadýr" buyurmuþ­tur.[18] Bu mânâda örnekler gerçekten pek çoktur.[19]

(2)

Nümune-i imtisal olma ve bu amaçla gönderilmiþ bulunmasý­nýn gereði olarak fiillerin beyan mânâsý içermesi: Bunun esasý[20]Al­lah Teâlâ´nýn þu buyruðudur: "Zeyd, o kadýndan iliþiðini kesince biz onu sana nikahladýk ki (bundan böyle) evlâtlýklarý, kanlarýyla iliþkilerini kestikleri (onlarý boþadýklarý) zaman o kadýnlarla evlen­mek hususunda mü´minlere bir güçlük olmasýn´[21]Hz. Ýbrahim hakkýnda ise: "Ýbrahim´de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardýr.[22] buyurur. Örneklik, fiilin, ör­nek alman kimsenin iþlediði þekil üzere iþlenmesidir. Bizden önce­kilerin þeriatý, bizim de þeriatýmý zdýr. Rasûlullah, Ümmü Seleme´ye: "Ben oruçlu olduðum halde, eþlerimi öper olduðumu ona bildirseydin ya[23]buyurmuþtu. Yine o: "Beni nasýl namaz kýlar­ken görüyorsanýz, siz de öyle kýlýn![24]"Hac menâsikinizi[25]benden ahn![26] buyurmuþtur. Rasûlullah´ýn fiillerine uyma konu­sunda Ýbn Ömer hadisi vb. gizli kalmayacak kadar açýktýr.[27] Bütün bunlar sebebiyle usûlcüler, hükümlerin beyaný konusunda onun fi­illerini sözleri mesabesinde kabul etmiþlerdir.

Durum böyle olup müftînin Rasûlullah´ýn makamýna kaim ve onun naibi durumunda olduðu sabit olunca, bundan müftî­nin fiillerine de ayný þekilde uyulmasý lâzým geleceði sonucu çýkar. Bu durumda, eðer fiili ile beyan ve anlatým kastetmiþse ona uyma­nýn gerekli olacaðý açýktýr. Böyle bir kasdý bulunmamasý halinde ise hüküm, iki açýdan dolayý yine ayný þekilde olacaktýr.

(1)

Müftî varistir. Varis olduðu kiþi yani Raaûlullah hem sözü hem de fiili ile mutlak anlamda örnek bulunuyordu. Dolayýsýy­la onun yerini alan vâris de ayný þekilde olacaktýr. Aksi takdirde gerçek anlamda bir verasetten bahsetmek mümkün olmaz. Þu hal­de müftînin fiilleri de, aynen sözlerinde olduðu gibi örnek alýnma durumundadýr; onlarý bu þekilde deðerlendirmek gerekecektir.

(2)

Fiillerin örnek alýnmasý toplum içerisinde gözde büyütülen insanlara nisbetle insan yaratýlýþýnda mevcut bir sýrdýr.[28] Ýnsan­larýn, yaratýlýþlarýnda bulunan bu özellikten koparýlmalarý hiçbir þekil ve halde mümkün deðildir. Özellikle de itiyat halini almasý, sürekli tekrarlanmasý ve örnek alman kiþiye karþý bir muhabbet ve meyil duyulmasý halinde bu imkânsýzdýr. Eðer bu halde bulunan bir kimse, bazý insanlarca örnek alýnýp kendisine uyutmuyorsa, bi­lesin ki bu mutlaka bir baþka örneðe uyulmasý sebebiyle olmakta­dýr. Bu durum[29] Rasûlullah zamanýnda iki yerde ortaya çýkmýþtýr:

a) Birincisi þudur: Rasûlullah müþrikleri inançsýzlýk­tan imana, putlara tapmaktan Allah Teâlâ´ya kulluk ve ibadete davete baþladýðý zaman, onlarýn örnek aldýklarý þeylerin en baþýnda atalarý geliyor; onlara uyulmasý ve on­larýn örnek alýnmasý ilke kabul ediliyordu: "Onlara (müþ­riklere) ´Allah´ýn indirdiðine uyun!´ dendiði zaman onlar: ´Hayýr! Biz atalarýmýzý üzerinde bulduðumuz þeye uyarýz.´ dediler"[30]Yine onlar: ´Tanrýlarý, tek tanrý mý yaptý" Doð­rusu bu tuhaf birþeydir!´ dediler"[31] Bu ve benzeri âyetler bu gerçeði ifade etmektedir. Rasûlullah onlarý uyarmaya devam etti; onlar ise, atalarým üzerinde bulduk­larý gidiþata ýsrarla devam ettiler. Sonunda iþ harbe kadar gitti. Onlar buna razý oldular; fakat gidiþatlarýný terketme-diler. Ýþin ilginç tarafý, kendilerinin davet edildikleri þeyin bir kýsmý atalarý Hz. Ýbrahim´e uymadan ibaretti ve onlara þeriatý Muhammedi de ilave edilmiþti. Allah Teâlâ onlara hitaben: "Atanýz Ýbrahim´in dini(nde olduðu gibi).[32] ifa­desini kullanmýþtý. Bu, onlarý en büyük atalarýna uymaya, onun gidiþatýný takip etmeye çaðýrmanýn bir kapýsý oluyor­du. Bununla birlikte onlara Ýslâm´da bulunan güzel ahlâk esaslarýný, faziletleri açýklýyordu ki, atalarý bunlarýn çoðu­nu zaten güzel bulur ve onlarý yaparlardý. Böylece, örnek­lik, yanlýþ yolda olanlarý örnek almadan uzaklaþtýrýcý bir yol olarak kullanýlmýþtý ki bu, rýfk ve hikmetin gereði ile da­vette bulunmanýn en belirgin yollarýndan biri olmaktadýr. Kur´ân´da þöyle buyurulmuþtur: "Sonra da sana ´Doðru yo­la yönelerek ibrahim´in dinine uy! Zira o müþriklerden de­ðildi´ diye vahyettik[33] "Sen, Rabbin yoluna hikmet ve güzel öðütle çaðýr ve onlarla en güzel þekilde mücadele et!´[34] Allah´a davet yolunda takýnýlan bu incelik, Rasûlullah´ýn davet metodunda sürekli kullandýðý hikmet türle­rinden biri oluyordu. Öbür taraftan, Kur´ân´da zikredilen üstün ahlâk, bizzat Rasûlullah´ýn ahlâký idi. Onla­ra nisbetle, fiil, sözü tasdik etmekteydi. Bu durum, ona uy­mayý ve onun örnek alýnmasýný telkin ediyordu. Dolayýsýyla sonuçta onlar da boyun eðdiler ve Hakk´a döndüler.

b) Ýkinci mahal ise, ashabýn Ýslâm´a girip, Hakk´ý tanýyýp, Rasûlullah´ýn emir ve yasaklarýna uyma konusun­da birbirleri ile yanþa girmeleri anýnda olmuþtur. Bazý hal­lerde Rasûlullah kendilerine bir emirde bulunmuþ ve onlarý dinleri için kendileri hakkýnda hayýrlý olacak þeye irþad etmiþtir. Bununla birlikte onlar, Rasûlullah´ýn bizzat iþlemiþ olduðu fiillere yönelmiþler, onlarý sözlerine tercih etme yoluna gitmiþlerdir. Meselâ, emrettiði halde ashap, ihramdan çýkmaya yanaþmamýþlardýr. Hatta Rasûlullah e§i Ümmü Seleme´ye: "Görmez misin þu kavminin halini! Emrettiðim halde, emrime uymuyorlar" diye serze­niþte bulunmuþtur. Bunun üzerine Ümmü Seleme: "Kurba­ným kes ve týraþ ol!" demiþ, Rasûlullah onun dediði gibi yapýnca ashap da kendisine tâbi olmuþtur. Yine visal orucu hakkýnda da benzer durum olmuþ, onlara bu orucu yasakladýðý halde onlar tutmaktan geri durmamýþlar ve gerekçe olarak da bizzat kendisinin tutmakta olduðunu ile­ri sürmüþlerdi. Bunun üzerine Rasûlullah: "Þüp­hesiz ben gecelerim de Rabbim beni yedirir ve içirir (siz ise böyle deðilsiniz)" [35]buyurdu. Buna raðmen onlar tutmaya devam edince, onlarla birlikte kendisi de visale baþladý ve sonunda onlar güç yetiremediler ve Rasûlullah þöyle buyurdu: "Eðer ay gecikseydi, ben mutlaka visal oru­cuna gün ekleyerek devam ederdim ve o zaman aþýrýlýk gös­terenler aþýrýlýklarýný terkederlerdi"[36] Bir baþka hadise þu þekilde olmuþtur. Rasûlullah ashapla birlikte bir seferde iken onlara oruç tutmamalarýný emretmiþti. Kendi­si ise oruçlu bulunuyordu. Bu hali gören ashab ya da bir kýsmý emre uymamýþ ve duraksamýþlardý. Bu durum bizzat kendisi bozuncaya kadar sürmüþ, sonunda onlar da kendi­sine bakarak bozmuþlardý.[37] Onlar Rasûlullah´ýn sözlerini araþtýrdýklarý gibi fiillerini de araþtýrmakta idiler. Bu konu, onun makamýna gelecek olan âlim için uymasý ge­reken en aðýr bir þart olacaktýr. Beyân konusunda bu mese­le ele alýnmýþtý. Ancak yapýlan açýklama bir baþka açýdan­dý. Buna raðmen her iki yerde de mânâ ayný noktaya çýk­maktadýr.

Îtiraz: Belki burada biri çýkarak þöyle diyebilir: Þüphesiz Ra-sûlullah masum idi. Dolayýsýyla onun fiilleri hiç kuþkuya yer kalmadan uymaya (iktidâ) mahaldir. Diðer insanlarýn durumu ise böyle deðildir. Çünkü diðer insanlarýn fiilleri (masum olmadýk­larý için) hata, unutma ve masiyete hatta iman bir tarafa küfre bile mahal bulunmaktadýr. Bu durumda böyle birinin fiillerine nasýl gü­ven duyulabilir Þu halde Rasûlullah´ýn dýþýndaki insanla­rýn (burada müftî söz konusu) fiilleri, (þer´î bir hüccet gibi) uyulma­sý gerekli þeylerden olamaz.

Cevap: Eðer biz bu ihtimali, müsteftîye nisbetle müftînin fiille­rinin hüccet olmasý konusunda sabit görecek olursak, ayný ihtimali onun sözleri konusunda da sabit görmemiz gerekir. Çünkü sözle­rinde de hata etmesi, unutmasý, kasden veya yanýlarak yalan söyle­mesi mümkündür; zira sözleri konusunda da masum deðildir. Ma­dem ki bu ihtimal sözleri konusunda dikkate alýnmamaktadýr, fiil­leri hakkýnda da dikkate almamak gerekir.[38] Bu noktadan hareket­ledir ki, þer´an âlimin zellesi çok tehlikeli bulunmuþtur. Nitekim bu konu burada ve Beyân bahsinde ele alýnmýþ ve açýklanmýþtýr. Bu durumda müftînin, hem fiili hem de sözü ile fetva makamýnda bu­lunduðunun idraki içerisinde olmasý gerekmektedir.[39] Þu mânâda ki onun mutlaka fiillerine dikkat etmesi, onlarýn hep þer´î esaslar dahilinde cereyan etmesine çalýþmasý gerekir ki böylece kendisi fiil­leri konusunda bir örnek telakki edilebilsin.

Ýkrar yani tasvip yoluyla fetvaya gelince bu, esas itibarýyla fiile râcidir. Çünkü el çekmek fiildir. Müftînin, (yanlýþ) bir iþ gördü­ðü zaman onun yanlýþlýðýný belirtici bir açýklama yapmadan geri durmasý, sanki onu açýkça onaylamýþ anlamýna gelir. Usûlcüler, bu­nun Rasûlullah´a nisbetle þer´î bir delil olduðunu ortaya koymuþlardýr. Bu durumda, fetva makamýnda bulunan kiþiye nis­betle de hüküm ayný olacaktýr. Fiilî fetva babýnda ileri sürülen de­liller aynýsýyla tereddütsüz olarak bu konu için de geçerlidir. Ýþte bu anlayýþtan hareketledir ki, selef-i sâlih iyiliði emretmek, kötülü­ðü yasaklamak (emri bi´1-ma´rûf ve nehyi ani´l-münker) görevinin yerine getirilmesi konusuna son derece önem vermiþler, bunun üze­rinde azim ve sebatla durmuþlar, bu konuda karþýlaþabilecekleri güçlüklere, ölüm vb. gibi sonuçlar da dahil olmak üzere maruz ka­labilecekleri zararlara aldýrýþ etmemiþlerdir. Kötülüðün önünün alýnmasý konusunda ruhsat hükümle amel etmeyi yeðleyen kimse­ler, dinini yaþamak için uzlete çekilmiþ ve yalnýz yaþamýþlardýr.[40] Tabiî bunu yaparken de, yaptýklarý bu iþin, kötülüklerin önlenmesi ilkesinin terkinin getireceði zarardan daha büyük bir zararýn orta­ya çýkmamasý noktasýný göz önünde bulundurmuþlardýr. Çünkü iki serden daha hafif olanýný (ehven-i þerreyn) iþlemek, her iki þerri de birden iþlemekten daha evlâdýr. Mesele aslýnda, iyiliði emretme ve kötülüðü yasaklama konusundaki kaidenin çalýþtýrýlmasý sonucuna çýkmaktadýr. Bu konuda söz konusu olan üç mertebe[41], delilleri ile birlikte olmak üzere ilgili eserlerde ele alýnmýþ ve açýklanmýþtýr. [42]

ÜÇÜNCÜ MESELE:


Bu mesele, bir önceki konu üzerine bina edilir. Þöyle ki: Ýlmin gereðine muhalif düþen bir kimsenin fetva vermesi sahih olmaz.[43]Gerçi usûlcüler bu konuya dikkat çekmiþler ve gerekli açýklamalarda bulunmuþlar ise de, bu onlarýn sözlerinde çok mücmel kalmýþtýr. Bu itibarla, fetvanýn kýsýmlarý da dikkate alýnarak konunun açýk­lanmasýna ihtiyaç bulunmaktadýr.

Fetvanýn sözlü halinde, sözleri gayrýmeþru bir þekilde sadýr ol­muþ olabilir. Bu takdirde onun fetva ile ilgili sözleri, sair sözleri gi­bi deðerlendirilir. Nasýl ki diðer sözleri gayrimeþrû bir hal üzere sadýr olabiliyorsa, fetva ile ilgili sözleri de ayný þekilde olabilir. Böy­le bir söze ise güven duyulamaz ve itibar edilemez.

Fiillerine gelince, eðer bunlar din ve ilim adamlarýnýn fiilleri hilafýna bir þekilde sadýr olmuþsa, o fiillere uyulmasý, onlarýn selef-i sâlihin amelleri cümlesinden kabul edilmesi ve onlarýn örnek alýn­masý sahih olmaz.

Ýkrarlarý yani tasvipleri de aynýdýr; çünkü bunlar da fiilleri cümlesinden olmaktadýr.

Sonra bu üç yönden (yani söz, fiil ve ikrardan) her biri, diðer iki kýsma etki eder. Organlarýyla (yani iþlediði fiil ile þeriata) ters düþmesi, sözü ile de ters düþtüðünü gösterir. Sözü ile ters düþmesi de, fiili ile ters düþmesine delil olur. Çünkü hepsi de kalbî olan tek birþeyden[44] sadýr olmaktadýr.

Bu, ilmin gereðine muhalif olan bir kimseden sadýr olacak fetvanýn sahih olmadýðýnýn icmalî olarak beyaný olmaktadýr.

Konunun geniþçe açýklanmasýna gelince: Meselâ müftînin, kiþi­ye kendisini ilgilendirmeyen þeyler hakkýnda susmasýný emretmesi halinde, eðer bizzat kendisi de lüzumsuz þeyler hakkýnda sükût eden biri ise, o zaman fetvasý doðru olacaktýr. Eðer lüzumsuz konuþ­malara dalan kimselerden biri ise, o takdirde fetvasý doðru olmaya­caktýr. Sana dünya karþýsýnda zahidâne bir hayat yaþamaný öðütler ve bizzat kendisi de ayný þekilde yaþarsa o zaman fetvasý doðru ola­caktýr. Yok kendisi dünyaya dört elle sarýlýr bir halde olursa o za­man fetvasý yalan olacaktýr. Sana namazlarý vaktinde ve üadil-i er­kana riayetle kýlmam öðütler ve kendisi de öyle olursa, fet-vâsý doðru, aksi takdirde yalan olacaktýr. Emir mahiyetinde olan diðer þer´î hükümler hakkýndaki fetvasýnda da durum ayný olacaktýr. Yasak­lar hakkýnda da durum aynýdýr: Meselâ, yabancý kadýnlara bakma­yý yasakladýðý zaman, eðer bizzat kendisi de bakmayan biri ise, fetvasý doðru olur. Kendisi doðru sözlü biri olduðu halde yalan söy­lemeyi, zina etmediði halde zina etmeyi, kendi kötü sözlü olmadýðý halde kötü sözde bulunmayý, kötü kimselerle düþüp kalkmadýðý halde, onlarla beraber olmayý yasaklarsa... vb. bütün bunlarda fet­vasý doðru ve o kimse sözüne ve fiiline uyulan biri olur. Aksi takdir­de ne fetvasý doðru olur, ne de sözüne ve fiiline uyulabilir. Çünkü sözün doðruluðunun alâmeti, fiile uygun düþmesidir. Hatta bu, ulemâya göre hakikatta doðrunun bizzat kendisidir. Bu yüzdendir ki Allah Teâlâ: "Mü´minler içerisinde Allah´a verdikleri sözde du­ran nice erler var. Ýþte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda can vermiþtir; kimi de (þehitliði) beklemektedir" [45]buyurmuþ, bu­nun zýddý yani fiilin söze uygun düþmemesi hakkýnda da "Onlar­dan kimi de, ´Eðer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka (ve zekât) vereceðiz ve elbette biz sâlihlerden olacaðýz!´ diye Allah´a and içtiler. Fakat Allah lutfundan onlara (zenginlik) verin­ce, onda cimrilik edip (Allah´ýn emrinden yüz çevirerek sözlerinden döndüler. Nihayet, Allah´a verdikleri sözden döndüklerinden ve ya­lan söylediklerinden dolayý Allah kendisiyle karþýlaþacaklarý güne kadar onlarýn kalbine nifak soktu" [46] buyurmuþtur. Görüldüðü gibi doðruluk konusunda, sözün fiile uygunluðuna, yalan konusunda da sözün fiile uygun düþmemesine itibar edilmiþtir. Allah Teâlâ (Te-bük seferine iþtirak etmeyip) geride kalan üç kiþi hakkýnda da: "Ey inananlar! Allah´tan sakýnýn ve doðrularla beraber olun!´[47] buyur­muþtur.[48]

Buna göre âlim, bir hüküm, emir ya da nehiy hakkýnda bir söz söylediði zaman, aslýnda o þey, kendisi ve diðer mükellefler arasýn­da müþterek birþey olmaktadýr. Dolayýsýyla eðer o söylediði þeye uy­gun hareket ederse, doðru söylemiþ; yok tersine hareket ederse ya­lan söylemiþ olur. Muhalefet hali ile birlikte fetva sahih olmaz; fetva ancak uygunluk halinde sahih olur.

Bu konuda deðerlendirme yapacak kimselerin insanlarýn efen­disi (Rasûlullah´ý dikkate almalarý yeterli olacaktýr. O-nun fiilleri ile sözleri arasýnda tam ve kusursuz bir uyum bulunu­yordu. Kendisi hakkýnda: "Allah Teâlâ, rasûlü hakkýnda dilediði þe­yi helâl kýlar..." diyen kimseye, durumun öyle olmadýðýný ifade ile tepki göstermiþti. Yine kendisine yöneltilen bir durum hakkýnda[49]"Ben yapýyorum" dediði zaman: "Sen bizim gibi deðilsin. Allah Teâlâ, senin geçmiþ ve gelecek bütün günahlarým atfetmiþtir" diyen kimseye kýzmýþ ve: "Vallahi, elbette ben sizin Allah´tan en çok kor­kanýnýz ve O´ndan ne ile sakýnacaðýný en iyi bileniniz olmayý umu-yorum"[50] buyurmuþtur. Kur´ân´da da Þuayb´dan bahsederken Allah Teâlâ: ("And olsun ki), Allah bizi ondan (kâfirlik-ten) kurtardýktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah´a karþý if­tira etmiþ[51] oluruz"[52]buyurmuþtur. Yine Allah Teâlâ: "Size yasak ettiðim þeylerde aksini yaparak size aykýrý davranmak istemiyo­rum"[53] buyurmuþtur. Âyet, sözün fiile uygun düþmemesi halinin, sözün yalan olacaðý sonucunu gerektireceðini beyan etmektedir. Bu, bundan önceki meselede geçen hususun gereði olmaktadýr. Pey­gamberlerin, henüz peygamber olmadan Önce Allah Teâlâ´yý bilme­mekten ve O´ndan baþka mabudlara tapýnmaktan korunmuþ olma­larý hakkýnda (delil olmak üzere) þöyle demiþlerdir: Çünkü kalpler, hali böyle olan birinden nefret eder. Ayný mânâ, peygamberlikten sonraki hayatý için usûlle ilgili konular bir tarafa ferî hüküm­ler hakkýnda da evleviyetle geçerlidir. Çünkü eðer onlar bazý þeyleri emretseler ve bazý þeyleri yasaklasalar ve sonra da dönüp Allah saklasýn! onlarý iþleyecek olsalardý, bu onlardan uzaklaþýlmasý-nýn en önemli sebeplerinden biri olur ve onlara uymaktan yüz çe­virmeyi gerektirirdi. Veraset yoluyla onlarýn makamýnda bulunan kimselere gelince, bu makama gerçekten ulaþabilmiþ olmanýn gös­tergesi, fiilin söze uygun olarak sâdýr olmasýdýr. Rasûlullah (meþhur Veda hutbesinde) ribayý yasaklayýnca: "Kaldýrdýðým ilk ribâ, (amcam) Abdulmuttalib oðlu Abbâs´ýn ribasýdýr" buyurmuþ, cahiliye âdeti olarak süregelen kan dâvalarýný kaldýrdýðýný ilan etti­ði zaman da: "Kaldýrdýðým ilk kan davasý da, bizim davamýz yani Rabîa 6. el-Hâris´in[54]kanýdýr" buyurmuþtur.[55] Bir hýrsýzlýk olayýn­da cezanýn tatbik edilmemesi için tavassut edilmesi karþýsýnda:"Caným elinde olan Allah´a yemin ederim ki, eðer Rasûlullah´ýn kýzý Fâtýma çalmýþ olsaydý, mutlaka elini keserdim´[56]buyurmuþtur. Bütün bunlar, söz ile fiilin (uygulamanýn) birbirine uygun olmasý, insanlarýn Allah´ýn hükümleri karþýsýnda eþit olduklarý esasýnýn hem kendisine hem de yakýnlarýna nisbetle korunmasý gerektiði ko­nusunda açýktýr.

Konu ile ilgili deliller sayýlamayacak kadar çoktur.

Ýslâm þeriatý, söylediðinin tersini yapan kimseler hakkýnda yergide bulunmuþtur. Bu meyanda olmak üzere Allah Teâlâ þöyle buyurur: "insanlara iyilik yapmalarýný emreder de kendinizi unu­tur musunuz ![57]; "Ey inananlar! Yapmayacaðýnýz þeyi niçin söy­lersiniz Yapmayacaðýnýzý söylemeniz, Allah katýnda þiddetli bir buðza sebep olur´[58] Cafer b. Burkan, Meymûn b. Mihrân´ýn: "Kýs-sacý (vaiz), gazabý; onu dinleyen de rahmeti bekler[59] dediðini nak­leder. Ona: "Ey inananlar! Yapmayacaðýnýz þeyi niçin söylersiniz âyeti hakkýnda ne dersin Acaba bundan maksat kendisini öven ve (asýlsýz yere) þu þu hayýrlarý yaptým diyen kimse midir Yoksa ken­disi ihmal gösterdiði halde, iyiliði emredip kötülüðü yasaklayan kimse midir " diye sordum. O bana: "Her ikisi de" diye karþýlýk ver­di.

Ýtiraz: Eðer durum anlatýldýðý gibi ise, o zaman fetva verme, iyiliði emretme ve kötülüðü Önleme iþlerinin üstlenilmesi imkânsýz bir hal alýr. Halbuki ulemâ þöyle demektedir: Ýyiliði emretme ve kö­tülüðü önleme konusunda, bu iþi yapacak kimsenin emrettiði þeyi yapan, yasakladýðý þeyi de terkeden biri olmasý gerekmez; aksi tak­dirde böyle bir þart bu görevin tümden ortadan kalkmasý gibi bir sonucu doðurur. Daha önce de geçtiði üzere, aslý ortadan kaldýrma sonucunu doðuracak olan tamamlayýcý unsurlar itibardan düþerler. Dolayýsýyla ayný durum burada yani iyiliði emretme ve kötülüðü önleme konusunda da geçerlidir.[60] Ayný durum, fetva görevi için de söz konusudur. Hiç sürçmeyen, hiç hata yapmayan ve hiç sözü fiiline ters düþmeyen biri bulunabilir mi Özellikle de nübüvvet nu­rundan uzaklaþmýþ olan son dönemlerde böyle birini bulmak müm­kün mü Evet! Mutlak anlamda sözü fiiline tam uygunluk arzeden bir kimsenin, bu mertebelere getirilmeyi herkesten önce hakeden biri olduðunda en ufak bir kuþku yoktur. Ancak öyle birinin bulun­mamasý halinde, fetva makamýnýn boþ kalmasý ve hiçbir kimse ta­rafýndan bu görevi üstlenmenin sahih olmamasý gerçekten kabul edilebilir deðildir.

Cevap: Bizim buradaki amacýmýz karþýsýnda bu itiraz yerinde deðildir. Çünkü bizim burada sözünü ettiðimiz husus, þer´î hüküm hakkýnda olmayýp, fetvaya yeltenmenin sýhhati ve vukuunda ondan istifadenin husulü konusundadýr. Biz þunu söylüyoruz: Müctehid olan âlime, mutlak anlamda fetva vermesi ve bu görevi üstlenmesi vaciptir; sözü fiiline uygun düþsün düþmesin bu görevi üstlenmek zorundadýr. Ancak verdiði fetvanýn kabul görmesi ve beklenilen faydanýn elde edilebilmesi için fiillerinin sözüne uygun olmasý þart­týr. Aksi takdirde fayda hasýl olmaz; olsa bile her zaman için ol­maz.[61] Þöyle ki: Eðer sözü fiiline uygun ise, o fetvadan beklenilen fayda hasýl olur ve hem sözde hem de fiilde ona uyma birlikte ger­çekleþmiþ olur. Veya en azýndan gerçekleþme iþi büyük ölçüde bek­lenilir. Çünkü fiil, sözü ya tasdik eder ya da yalanlar. Sonra fiilin sözüne ters düþmesi halinde, bu durum onu adalet mertebesinden fâsýklýk derecesine düþürebilir de, düþürmeyebilir de. Eðer muhale­fet, onu adalet vasfýndan düþürebilecek bir düzeyde ise, ona uyma­nýn doðru olmayacaðý, kendisinin fetva verme iþini üstlenmesinin sahih olmayacaðý konusunda hem þer´an hem de âdeten herhangi bir tereddüt bulunmaz. Böyle birine uyan kimse de onun gibi (þeriata) muhalif düþmüþ olur. Dolayýsýyla gerçekte ne fetva ne de hükümden söz edilemez. Eðer ikinci durum söz konusu ise, o kim­seye uyulmasý, ondan fetva talebinde bulunulmasý sahih olur ve bu durumda fetvasý, muhalif düþtüðü konuda deðil de, uygun düþtüðü alanda olur. Daha önce de söylediðimiz gibi, bir kimse sana zinayý terketmen, içki içmemen ve vacipleri yerine getirmen doðrultusun­da fetva verse ve kendisi de dediklerini tutmuþ olsa, bu durumda sözünün fiili ile tasdiki gerçekleþmiþ olur. Sana dünyada zâhidâne bir hayat sürmeni ya da lüks bir hayat sürenlerden uzak durmaný ya da benzeri adalet vasfýný temelden zedelemeyecek olan baþka bir hususu yapmam (ya da yapmamam) söylese, sonra onun dünyaya sarýldýðýný ve senin beraber olmamam istediði kimselerle düþüp kalktýðým görsen, bu takdirde onun fiili sözünü doðrulamamýþ olur. Evet, gerçi þeriat bize müftînin sözüne uymamýzý emretmiþtir. An­cak diðer taraftan Sâri´ Teâlâ onu ayný zamanda hem sözü hem de fiili ile kendisine uyulsun, örnek alýnsýn diye o makama getirmiþtir. Çünkü e peygamberin varisidir. Hal böyle iken, þeriata ters düþme­si halinde, sahip olduðu mevkiin gereðine muhalefet etmiþ, fiil sözü yalanlamýþ olur. Zira insan fýtratý, fiillere tâbi olmaya daha yatkýn­dýr. Dolayýsýyla âlimin tam anlamýyla örnek alýnabilmesi ve fetvaya ehil olmasý ve verdiði fetvanýn bir anlam ifade edebilmesi için mut­laka sözün fiil ile uyum arzetmesi gerekecektir. Ebû´l-Esved edDüelî ne güzel demiþtir:

Önce kendinden baþla ve nefsim önle azgýnlýðýndan,

Sen bilge birisin, eðer nefsin vazgeçer, arýnýrsa ondan,

O zaman söylediðin söz dinlenir,

Örnek alýnýr görüþün, fayda verir öðretim.

Bir huyu yasaklayýp da yapma kendin,

Eðer yaptýysan büyük bir ayýp iþledin!

Bu hem akla hem de nakle uygun bir mânâdýr. Saðduyu sahip­leri arasýnda bu konuda görüþ ayrýlýðý bulunmamaktadýr.

Fasýl:


Soru: Sözü ile fiili arasýnda terslik bulunan böyle bir müftî karþýsýndaki müsteftînin yani fetva talebinde bulunan kimsenin hükmü ne olacaktýr Mükellefiyet getiren konularda onu taklid et­mesi doðru olur mu Yoksa olmaz mý Yani böyle bir müftînin sözü esas alýnýr ve onunla amel edilebilir mi

Cevap: Bu sorunun cevabý, yukarýda arzedilen hususlar üzerine kuruludur. Þöyle ki; Vukûda sýhhat açýsýndan ele alýndýðý zaman, bu sahih olmaz. Çünkü bu müftîye nisbetle sahih olmadýðýna göre, ayný þey müsteftîye nisbetle de sahih olmaz. Devamlý ve çoðunluk halde bulunan budur. Bunun dýþýnda kalan ise, nadir gibidir ve hiçbir þekilde küllî bir esasa mesned olabilecek durumda deðildir. Þayet konu, þer´î ilzam açýsýndan ele alýnacak olursa, o zaman me­selenin fýkhý durumu açýktýr. Eðer müftînin muhalefeti açýk ve adalet vasfýný düþürecek bir düzeyde ise, o fetva ile ilzam asla sahih olmaz. Çünkü sözün kabul edilmesi ve gereði ile amel edilmesi için, doðru olmasý þartý vardýr. Adalet sahibi olmayan kimseye ise her ne kadar verdiði fetva haddizatýnda deliller doðrultusunda ve yerli yerinde olsa bile güven duyuîamaz. Çünkü fetvanýn þenliði ancak kendisinin beyanýna istinaden bilinebilecektir. Kendisi ise güvenilir biri deðildir. Dolayýsýyla müsteftînin böyle bir fetva ile ilzam edil­mesi durumu düþer. Müsteftînin ilzamý durumu düþünce, acaba müftîye yönelik fetva verme görevi gibi bir mükellefiyet hâlâ var ol­maya devam eder mi [62]Bunun cevabý, "Þart-ý serînin husulü, yü­kümlülük konusunda þart mýdýr Deðil midir " meselesinde[63] bulunan görüþ ayrýlýðý üzerine kurulur. Konu usûl kitaplarýnda açýk­lanmýþtýr.

Eðer muhalefeti adalet vasfýný düþürecek kabilden deðilse, o takdirde sözünün kabul edilmesi sahih, verdiði fetva doðrultusunda amel edilmesi zimmetten borcun düþebilmesi için yeterli olur. Bu durumda þer´î ilzam her ikisine de birden yönelik olarak bulunur.[64] [65]

DÖRDÜNCÜ MESELE:


Fetvada, en üst dereceye ulaþabilen müftî, insanlarý, halkýn ço­ðunluðuna uygun düþecek biçimde itidal üzere olmaya sevkedebilen kimsedir. Ýdeal müftî hiçbir zaman insanlarý þiddet tarafýna sevketmeyeceði gibi, çözülmeye götürebilecek tarafa da sevketmez; ifrat ve tefrit arasýnda orta yolu korumaya çalýþýr.

Bunun doðruluðunun delili, þeriatýn orta yolcu özelliðidir. Bi­lindiði üzere Ýslâm þeriatý denge þeriatýdýr. Daha önce de geçtiði üzere, Sâri´ Teâlâ´nýn mükelleften istediði þey, ifrat ve tefrite düþ­meksizin din yoluna sülük etmesidir. Buna göre müftî, müsteftîye vereceði fetvada bu noktayý göz önünde bulundurmaz ve orta yol­dan çýkarsa, Sâri´ Teâlâ´nýn kasdýný ihlal etmiþ olur. Bu yüzdendir ki dinde derinleþmiþ ilim erbabýna göre, orta yoldan çýkan ve ifrat ya da tefriti temsil eden görüþler yerilmiþ, iyi karþýlanmamýþtýr.

Ýkincisi, bu ortayolcu yaklaþým, Rasûlullah´ýn ve de­ðerli ashabýnýn tutmuþ olduklarý yol olmaktadýr. Rasûlullah bazý sahâbîlerin rahipler gibi evlenmeksizin uzlete çekilerek yaþa­ma teklifini geri çevirmiþtir. Muâz, cemaatle namaz kýldýrýrken çok uzatmýþ ve bu yüzden þikayete konu olmuþtu. Bunun üzerine Rasûlullah kendisine: "Muâz! Sen fitneci misin !" diye aðýr uya­rýda bulunmuþ ve: "Ýçinizde dinden nefret ettirenler var!" demiþ­tir.[66] Yine o, þöyle buyurmuþtur:

"...(Ashabým!) Doðruluða dikkat edin, ibâdetinizde ifrata düþ­meyin. (Yolcu gibi) gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gece­nin bir saatinden de istifade edin. (Her hal ve hareketinizde) itidali elden býrakmayýn ki maksadýnýza ulaþasýnýz´[67]Bir baþka defasýn­da:

"Amellerden güç yetirebileceðiniz þeyleri yapmaya çalýþýnýz. Çünkü siz usanmadýkça Yüce Allah asla (sevap vermekten) usan-mayacaktýr´[68] buyurmuþtur. Yine o: "Ameller içerisinde Allah´a en sevimli olaný, az da olsa sahibinin üzerinde devamlý olduðu amel-dir´[69] buyurmuþtur. Visal orucunu tutmalarýna izin vermemiþtir. Ve buna benzer itidali isteyen, ifrat ve tefriti kötü gören daha pek çok örnek vardýr.[70]

Sonra orta yolu býrakýp da kenarlara çýkmak, adaleti terket-mek demektir ve bu yolla halkýn maslahatlarýnýn gerçekleþtirilmesi mümkün deðildir. Ýfrat (teþdîd) tarafý, insanlarý helake sürükler. Tefrit (çözülme) tarafi da sonuçta aynýdýr. Zira müsteftî, sýkýntý ve meþakkat yoluna sokulmasý halinde dinden nefret eder ve bu onun âhiret yoluna suluktan kesilmesi sonucunu doðurur. Nitekim bu tecrübe ile sabit bulunmaktadýr. Tefrit yani ihmal ve aldýrmama yoluna sevkedilmesi halinde ise, kiþi heva ve heveslerinin peþine takýlýp yoluna bu þekilde devam eder. Oysa ki þeriat, insanlarý heva ve heveslerinin esiri olmaktan kurtarmak için gelmiþtir. Nefsânî arzularýn peþinden gidilmesi helak edici bir durumdur. Velhasýl bu konuda deliller çoktur.

Fasýl:

Buna göre, fetva verirken mutlak surette ruhsatlara meylederek, orta yoldan yürüme, itidali elden býrakmama esasýna ters dü­þer. Nitekim ifrat (teþdîd) yani zorlaþtýrma yoluna gitmek de ayný þekilde Ýtidal esasýna terstir.

Muhtemelen bazý insanlar, ruhsatlarýn terkedilmesinin bir if­rat (teþdid) yani zorlaþtýrma yolu olduðu zehabýna kapýlmýþlardýr. Bunlar ifrat ve tefrit arasýnda bir orta yol (Ýtidal) mertebesi de ka­bul etmemektedirler. Bu yanlýþtýr. Orta yol, þeriatýn büyük çoðun­luðu ve Kitab´ýn esasýdýr.[71] Þer´î hükümlere konu olan mahalleri tam istikra yolu ile araþtýran kimseler, bunun böyle olduðunu bilir­ler. Kendisini ilim adamý zanneden kimselerden bu gibilerinin yap­týðý þey, ilmî meselelerde mevcut bulunan görüþ ayrýlýklarýna yapýþ­mak olmaktadýr. Bu gibileri müsteftînin arzusuna en uygun düþe­cek görüþ hangisi ise onunla fetva vermek gibi bir araþtýrma içeri­sindedirler.[72]Bunu yaparken de þöyle demektedirler: Görüþ ayrýlýðý bulunan bir konuda, müsteftînin nefsine aðýr gelecek görüþü seçip onun doðrultusunda fetva vermek, onu zora koþmak ve sýkýntý altý­na sokmak mânâsýna gelir. Halbuki görüþ ayrýlýklarýnýn bulunmasý rahmettir ve rahmet ancak bu þekilde gerçekleþir. Teþdîd ile tahfif yani zorlaþtýrma ile kolaylaþtýrma arasýnda bir mertebe de yoktur. Bu anlayýþ, þeriatta gözetilen mânânýn tamamen tersine çevrilmesi demektir. Daha önce de geçtiði üzere, heva ve heveslere tâbi olmak, ruhsat kapýsýnýn açýlmasýna sebebiyet verecek türde bir meþakkat deðildir. Görüþ ayrýlýklarýnýn rahmet olmasý ise bir baþka açýdandýr. Þeriat, insanlarý orta yola (itidale) sevketmek demektir; mutlak surette hafifletme yoluna gitmek deðildir.Aksi takdirde bundan teklifin tümden ortadan kalkmasý gibi bir sonuç lâzým gelir. Zira teklif haddizatýnda bir yük, sýkýntý ve nefsin arzularýna muhalefet demektir. Þeriat, mutlak anlamda zorlaþtýrma yoluna girmek de deðildir. Bu itibarla müftî bu konuda çok dikkatli olmalýdýr. Çünkü bu konu, açýk olmasýna raðmen ayaklarýn kayabileceði, insanlarýn yanýlabileceði bir konu olma özelliði taþýmaktadýr.

Fasýl:

Müctehid, söz konusu kendisi olduðu zaman, Ruhsat bahsinde geçen esastan hareketle, orta yolu býrakarak daha aðýr yükümlü­lüklerin altýna girebilir. Ancak o, hem sözü hem de fiili ile kendisi­ne tâbi olunan bir konumda olmasý hasebiyle, yaptýðým gizlemeli-dir. Çünkü, iþlediði bu aðýr mükellefiyet konusunda kendisini gö­renler, onu taklid yoluna gidebilirler. Belki bu konuda, o fiile güç yetiremeyecekler de onu taklide yeltenir ve sonuçta takati kesilir ve amelden kopar. Gizlemeye çalýþtýðý halde, eðer insanlar onun duru­muna vakýf olurlarsa, o zaman onlarý bu konuda uyarýr. Nitekim Rasûlullah böyle yapmaktaydý. Zira kendisi hem ibadetçe hem de huyca insanlardan üstün bulunuyordu. O, herkes için bir örnekti. Bu itibarla iþlemekte olduðu aðýr amellere muttali olun-muþsa, diðer insanlar da kendisine uyarlardý. Ýþte bu yüzden Rasû­lullah, bazý konularda ashabýný kendisi gibi hareket et­mekten menetmiþti. Meselâ visal orucu tutmayý yasaklamasý böy­le idi. (Abdullah) b. Amr b. el-As´a peþi peþine sürekli oruç tutma­masýný emretmesi böyle idi. Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur: "Hem bilin ki, içinizde Allah´ýn elçisi vardýr. Þayet o, birçok iþlerde size uysaydý, sýkýntýya düþerdiniz´[73] O, (Zeyneb´e) ait ibadet esnasýnda yorulduðu zaman tutunmakta olduðu iki direk arasýnda baðlý bulu­nan ipin çözülmesini emretmiþ ve el-Havlâ bt. Tuveyt´in geceleri hep ibadetle geçirmesine tepki göstermiþtir.[74] Bazý kereler, insanlar kendisine tâbi olurlar ve sonunda üzerlerine farz kýlýnýr endiþesiy­le, yapmak istediði bazý amelleri terketmiþtir.[75] Ýþte bu düþünceden hareketle Allah daha iyi bilir ama selef-i sâlih, örnek edinilirler korkusuyla amellerini gizlemiþlerdir. Tabiî gizlemelerinin bunun yanýnda riyadan kaçýnmak vb. baþka sebepleri de vardý. Amellerin açýktan iþlenilmesi, örnek alýnma sonucunu da beraberinde getire­ceðine göre, müftînin ancak halkýn çoðunluðunun kolayca götürebi­leceði amelleri açýktan yapmasý uygun olacaktýr.

Fasýl:

Sâri´ Teâlâ´nýn kasdýna uygun olan, madem ki insanlarý orta yol (itidal) üzere sevketmektir ve selef-i salibin üzerinde olduðu yol da budur, o halde mukallidin bu noktayý göz önünde bulundurmasý [26i] ve mezhepler içerisinden hangisi bu yol üzere bulunuyorsa, ona uy­manýn ve onu dikkate aîmamn daha uygun olacaðýný bilmesi gere­kir. Her ne kadar mezheplerin tamamý bizi Allah´a götüren yollar ise de, mutlaka bunlarýn içerisinden birinin tercihi gerekmektedir. Çünkü bir gerekçeye dayalý olarak yapýlan tercih sonucunda kul­lukta bulunmak, heva ve heveslerin peþine takýlmýþ olmaktan daha uzak ve içtihadý meselelerde Sâri´ Teâlâ´nýn kasdýný yakalamýþ ol­maya daha yakýndýr. Ýþte bu noktadan hareketledir ki, âlimler Ýmam Davud´un mezhebini, her halükârda lâfzýn zahirine itibar et­mesi sebebiyle, "hicrî iki yüz yýlýndan sonra ortaya çýkmýþ bir bidat"olarak nitelemiþlerdir. Re´y taraftarlarý hakkýnda da: "Kýyas konu­sunda fazla derine dalan kiþi, mutlaka sünnetten ayrýlýr" demiþler­dir. Bu iki aþýn uç arasýnda eðer baþka bir görüþ daha varsa, iþte uyulmaya daha layýk olan odur. Bu mezhebin tayini konusu ise, eh­linin bileceði bir iþtir. Allah´u a´lem! [76]


[1] Müftînin Rasûlullah´ýn (s.a.) makamýna kâim olmasý þu yönlerden olur:

1. Genel olarak þeriat ilminde onun varisi olmasý yönünden.

2. Þeriatý insanlara teblið etmesi, onu bilmeyenlere Öðretmesi, onun­la uyanda bulunmasý yönünden.

3. Hüküm istinbâtý yapýlmasý gereken yerlerde bütün gücünü sarfe-derek ictihâdda bulunmasý yönünden.

Bu mertebelerden her biri, bir önceki mertebeye nisbetle daha yüce bir mevkide bulunmaktadýr. Müellif, birinci mertebe hakkýnda delil ola­rak iki hadis ile, iki âyet getirmiþtir. Ýkinci âyetin baþ tarafý, ilme vera­seti, ikincinin son tarafý birinci ile, genel olarak veraseti özel olarak da inzârda veraseti ifade etmektedir. Eðer müellif, bu ikisini ikinci mertebe­de zikretmek üzere geriye alsaydý, daha uygun olurdu. Ýkinci mertebe hakkýnda üç hadisle istidlalde bulunmuþtur. Üçüncü mertebenin delilleri ise, ictihâd için getirilen delillerin aynýsýdýr. Bu üçüncü mertebe, müftînin Rasûlullah´ýn (s.a.) makamýna kâim olmasý, ona halef bulunmasý baký­mýndan en önemli mertebedir. Nitekim müellif bunu söyleyecektir. Bu izahýmýzla söz, daha iyi açýklýk kazanmýþtýr. Üç durum (mertebe) tek bir nev´i üzerine delil deðildir; aksine delillendirilmek istenen þey, üç nev´i olmaktadýr ve hepsi de Rasûlullah´a (s.a.) halef olma (hilâfet) mânâsý içeri­sinde dahil bulunmaktadýr. Nev´iler farklý olduðu gibi, delilleri de farklýdýr.

[2] Ebû Dâvûd, Ýlim, 1; Tirmizî, Ýlim, 19 ; Ýbn Mâce, Mukaddime, 17.

[3] Hûd 11/12.

[4] Tevbe 9/122.

[5] Hadis, Veda hutbesinden bir parçadýr, bkz. Buhârî, Hacc, 132 ; Müslim,

Hacc, 446.

[6] Buhârî, Enbiyâ, 50 ; Tirmizî, Ýlim, 13.

[7] Eb´û Dâvûd, Ýlim, 10.

[8] Sâri´, mutlak anlamda sadece Ailah Teâlâ´dýr. Geniþ anlamda Rasûlullah (s a.) da, bu kavram içerisine girmektedir. Burada kastedilen de budur. (Ç)

[9] Yani vahiy yoluyla veya bazýlarýna göre ayný zamanda ictihâdla da.

[10] Bu söz, Ýhyâ´da Abdullah b. Ömer´in sözü (mefkûf) olarak geçmektedir. Ancak merfû olarak da rivayet ediliniþtir.

[11] Menþurun buradaki en yakýn mânâsý muhtemelen mühürsüz padiþah fer­maný demektir. Az önce geçen ulemânýn Rasûlullah´a (s.a.) halef olduðunu gösteren âyet ve hadisler, bu mânâya iþaret etmektedir.

[12] Nisa 4/59.

[13] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/245-247

[14] el-Mesâbîh adlý eserde: "Böyle, böyle ve böyledir" buyurmuþ ve üçüncü­sünde baþ parmaðýný yummuþ, ikinci defasýnda da üçünde de parmaklarý açýk olarak, "Ay böyle, böyle ve böyledir" buyurmuþtur, denir. Yani ´ay, yir­mi dokuz ve otuz gün çeker´ mânâsýna el iþareti yapmýþtýr, bkz. Buhârî, Savm, 11; Müslim, Sýyâm, 4 vd.; Ebû Dâvûd, Savm, 4.

[15] Buhârî, Ýlim, 24.

[16] Buhârî, Ýlim, 24, Edeb, 39 ; Müslim, Ýlim, 11.

[17] bkz. Buhârî, Ýlim, 24.

[18] Ebû Dâvûd, Salât (Mevâkît), 1; Müslim, Mesâcid, 179; Tirmizî, Mevâkît, 1.

Rasûlullah {s.a.), iki gün, birincisinde namazlarý ilk vaktinde, ikinci­sinde de son vakitlerinde kýldýrýp öyle býraksa ve arkasýndan "Vakit, bu ikisi arasýndadýr" þeklinde sözlü beyanda bulunmasa idi, o zaman fiilî fetvaya örnek olurdu. Bu sözü söyleyince, o zaman fetva mücerred fiil ile deðil, bu sözle olmaktadýr. Þu kadar ki, iki gün boyunca kýlman namaz, fetvanýn bu kýsacýk sözle verilebilmesine yardýmcý olmuþtur. Evet, fiilin be­yanýn güçlü olmasýnda önemli katkýsý bulunmaktadýr. Ancak burada fetva sözlüdür; açýklýk kazanmasý ve vecizliði ise fiil üzerine bina edilmiþtir. Hem fiil hem de sözden mürekkeptir demek de mümkündür.

[19] Meselâ, hafýzasýndan þikayetçi olan sahâbîye, eliyle iþaret ederek yazma­sýný tenbihlemesi gibi.

[20] Yani, Rasûlullah´ýn (s.a.) fiillerine uymanýn gerekliliðini belirten sözlü ge­nel delili.

[21] Ahzâb 33/37.

[22] Mümtehine 60/4.

[23] Muvatta, Sýyâm, 13 (1/291).

[24] Buhârî, Ezan, 18, Edeb, 27.

[25] Yani hac esnasýnda yapýlmasý gereken iþleri. (Ç)

[26] Nesâî, Menâsik, 220.

[27] Müellif, bununla içerisinde Rasûlullah´ýn (s.a.) fiillerine uyukhýðu tasrih edilen pek çok hadisi kastetmektedir. Bunlardan bir kýsmý Hacc konusuyla ilgilidir, özellikle de Uheyd b. Cüreyc hadisi bunlar içerisinde zikre deðer­dir.

[28] Eðer beyan kastetmemiþse, mücerred insanýn yaratýlýþýnda gözde büyütü­len insanlarýn fiillerini taklide karþý bir meyilin bulunmasý, müftînin fiille­rini þer1! bir delil kýlmaya yeterli olur mu Bu husus üzerinde düþünmek gerekir.

[29] Yani, uymanýn baþka birine uyma söz konusu olduðu için terkedilmesi hali.

[30] Bakara 2/170.

[31] Sâd38/5.

[32] Hacc 22/78.

[33] Nahl 16/123.

[34] Nahl 16/125.

[35] Daha önce geçti bkz. [2/138].

[36] Daha önce geçti bkz. [1/343].

[37] Ebû Saîd þöyle anlatýr: Rasûlullah (s.a.) yaðmurdan oluþan bir suyun ba­þýna geldi, insanlar sýcak bir günde oruçlu ve yaya idiler. Kendisi (s.a.) ise bir katýr üzerinde binili idi. Onlara: "Ey insanlar! îçin!" diye em­retti. Onlar buna yanaþmadýlar. Rasûlullah (s.a.): "Ben sizin gibi deði­lim. Ben sizin en az meþakkat çekeninizim, ben bindiyim" dediyse de yine yanaþmadýlar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) dizini büktü, indi ve su­dan içti. Ona bakarak diðer insanlar da içtiler. Aslýnda kendisi içmek is­temiyordu, bkz. Ahmed, 3/46.

[38] Gözlemlerimiz ve vakýa sonucunda da biliyoruz ki sözler ile fiiller arasýn­daki fark açýktýr. Bu iþi üstlenenlerden birçoðu, sözlü fetva konusunda tam duyarlýlýk göstermekte ve kýlý kýrk yararcasýna hassas olmaktadýrlar. Bununla birlikte fiilleri, bazen verdikleri fetvaya muhalif düþebilmekte-dir. Özellikle de zorunlu olmaksýzýn istenilen, keza haram olmaksýzýn ter­ki matlup olan konularda kendi nefisleri hakkýnda ruhsat yollarýný tut­makta, iþin kolayýna gidebilmektedirler.

[39] Müftîye yaraþan, yapmasý gereken ayrý þey, onun fiillerinin þer´î bir delil kýlýnmasý ayn þeydir. Bu itibarla bu konuda müellife katýlmak yerinde olmaz.

[40] Yani kötülüðü önlemek istediði zaman karþýlaþacaðý zararýn daha büyük olacaðýný gördüklerinde uzleti ve insanlardan uzak durmayý tercih eden­ler olmuþtur.

[41] Yani kötülüðün el ile, dil ile ve kalp ile deðiþtirilmesi.

[42] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/247-253

[43] Ýleride sýhhatten maksadýn, þer´î hükümdeki sahihlik deðil de, onunla fay­dalanma olduðu gelecektir.

Yani böyle birinden sadýr olan fetvanýn kýymeti olmaz, ondan istifade edi­lemez; onun getirdiði hükme güven duyulamaz. Çünkü müftî, Rasûlul­lah´ýn (s.a.) varisi ve onun halefi durumundadýr. Kendisi, uyulma ve ör­nek alýnma makamýnda bulunmaktadýr. Bu açýdan bakýldýðý zaman, sözü­ne fiilinin muhalif düþmesi halinde, kendi kendisini yalanlamýþ gibi bir duruma düþecektir. Hiç þüphe yoktur ki, birþeyi haber verip arkasýndan kendi kendisini yalanlayan bir kimsenin sözü itibardan düþer, görüþü (as­lýnda deðerli bile olsa) atýlýr ve ona güven duyulamaz. Bu bahiste anlatýl­mak istenilen kýsaca budur.

[44] Yani kâmil yâ da noksan olan imandan.

[45] Ahzâb 33/23.

[46] Tevbe 9/75-77.

[47] Tevbe 9/119.

[48] Yani þöyle demektir: "Ey inananlar! Allah´tan sakýnýn, doðruluk ve sami­mi niyet konusunda onlar gibi olun!" Nitekim yapýlan tefsirlerden biri bu þekildedir. el-Âlûsî, bu tefsirin uygun olduðunu söylemiþtir. Bu durumda mânâ: "O müslümanlar, sözleri fiilleri ile uygunluk arzetmiþ kimselerdir. Onlar, diðerleri gibi asýlsýz mazeret beyaný gibi bir yola girmemiþlerdir" þeklinde demek olur. Þöyle de denilebilir: Ayetin sebebi ki sözlerinin fiillerine uygunluðu olmaktadýr her ne kadar husûsî ise de, doðruluk (sýdk) sözcüðü çoðunluk ulemâya göre daha geniþ manâsýyla ki bu, ha­berin nisbetinin vakýaya uygun olmasý demektir , garazýn hususîliðine delâlet eder. Bu da kiþinin sözünün fiiline uygun düþmesidir. Bu, ulemâya göre doðruluk (sýdk) sözcüðünün husûsî mânâsý olmaktadýr.

[49] Oruçlu iken eþini öpme hakkýnda. (Ç)

[50] Buhârî, Nikâh, 1 ; Müslim, Sýyâm, 79.

[51] Çünkü Þuayb (s.a.) Tevhîd´e çaðrýda bulunuyordu. Eðer onlarýn þirklerine dönecek olsaydý, o zaman fiili sözünü doðrulamazdý ve yalancý olurdu.

[52] A´râf7/89.

[53] Hûd 11/88. Yani nasihatimi dinleyip, ölçü ve tartýda hile yapmaktan, put­lara tapmaktan ve diðer günahlardan kaçýndýysanýz, bilin ki bunlarý ben de yapmýyorum, bu konularda ben de sizden farklý davranmýyorum. Çün­kü peygamberler hiçbir zaman birgeyi yasaklayýp da arkasýndan dönüp kendileri o þeyi iþlemezler; onlarýn fiilleri sözlerine hiçbir zaman ters düþ­mez.

[54] Aslýnda Rabîa cahiliye devrinde öldürülmüþ deðildir; o Hz. Ömer devrine kadar yaþamýþtýr. Öldürülen ona ait bir çocuktu. Velisi olmasý hasebiyle kan kendisine nisbet edilmiþtir.

[55] Daha önce de geçmiþti, bkz. [4/41].

[56] Buhârî, Hudûd, 12 ; Müslim, Hudûd, 8 ; Ebû Dâvûd, Hudûd, 4.

[57] Bakara 2/44.

[58] Saf 61/2-3.

[59] Çünkü vaizin yaptýðý ile anlattýklarý (her zaman) birbirine uymaz; bu yüz­den de onun Allah´ýn gazabýna uðramasýndan korkulur. Dinleyici ise, bel­ki duyduklarý ile amel eder, bu yüzden de rahmete ulaþýr.

[60] Ýyiliði emretme ve kötülüðü önleme külli bir esastýr. Yapýlan faaliyetin en üst düzeyde fayda vermesi ve etkin olabilmesi için, bu görevi yerine geti­recek kiþi tarafýndan emredilen þeyin yapýlmasý, yasaklanýlan þeyin terke-dilmesi ise bu esasýn tamamlayýcý unsurlarýndan olmaktadýr. Ancak bu þart her zaman ve mekanda mutlak surette aranmasý gerekli bir þart ka­bul edilecek olursa, o zaman bu, külli esasýn tümden ortadan kalkmasý gi­bi bir sonucu gerekli kýlar. Dolayýsýyla böyle bir zamanda sözü edilen ta­mamlayýcý unsur, itibardan düþer.

[61] Yani bazen bu gibi fetvalardan da istenilen netice alýnabilir; ancak bu hiç­bir zaman bidüziyelik arzetmez. Sözü fiiline uygun düþen müftîden sadýr olan fetvada ise durum böyle deðildir. Ondan istifade her zaman için ya da en azýndan çoðunlukla mümkündür.

[62] Yani fetva verebilme için gerekli bulunan adalet þartýný kaybeden bu kiþi­ye fetva verme yükümlülüðü gibi bir sorumluluk yönelir mi

[63] Hanefilerin, böyle bir þartý yükümlülük konusunda aradýklarý ileri sürül­müþtür. Ancak onlar bunun genel olmayacaðýný ifade etmiþler ve akýl sa­hibi hiçbir kimsenin böyle birþey söyleyemeyeceðini belirtmiþlerdir. On­larla Þâfiîler arasýnda bulunan asýl tartýþma mahalli, hususiyle kâfirlerin furû meseleleriyle de ayrýca yükümlü tutulup tutulmayacaðý konusunda olmaktadýr. Buna göre, söz konusu görüþ ayrýlýðýnýn buradaki meseleye temel teþkil edeceðini söylemek doðru olmayacaktýr.

[64] Yani o müftî, fetva verme mükellefiyeti ile, müsteftî de o müftînin verdiði fetvayý kabul ve gereði ile amel etme ile yükümlüdür. (Ç)

[65] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/253-260

[66] Daha önce geçmiþti, bkz. [1/343]

[67] Buhârî, Rikâk, 18.

Hadisin anlamý þudur: Allah´a olan tâatinizi gerçekleþtirme konusun­da zinde olduðunuz ve kalplerinizin meþgul olmadýðý anlarda iþleyeceði­niz amellerden istifade etmeye çalýþýn. Öyleki ibâdetlerden haz ala, usan-mayasmýz. Böylece amacýnýza ulaþasýnýz. Nitekim tecrübeli yolcu da bu vakitlerde yol alýr. Hem kendisi hem de bineði þâir vakitlerde dinlenir, is­tirahat eder. Böylece varacaðý yere yorgun düþmeden ulaþýr. Allah´u âlem! (Ç)

[68] Müslim, Sýyâm, 177.

[69] Buhârî, Rikâk, 18 ; Müslim, Müsâfirin, 215 ; îbn Mâce, Zühd, 28.

[70] Bu konuda daha önce Ruhsat bahsinde geniþ açýklamalar geçmiþti, bkz. [1/343]

[71] Yani çoðunluðu teþkil eden ve muhkem olan azimet hükümlerdir. (Ç)

[72] Bu konu ile ilgili olarak yeterli açýklama geçmiþti, bkz. Ýctihâd bölümünün Üçüncü Mesele´si.

[73] Hucurât 49/7.

[74] Daha önce geçmiþti, bkz. [1/343].

[75] Teravih namazýný cemaatle mescidde kýlmayý terketmesi gibi.

[76] Þâtýbi, el-Muvâfakât, Ýz Yayýncýlýk: 4/260-265


radyobeyan