Hz. Mevlana ve misyonu By: sumeyye Date: 24 Eylül 2010, 22:49:41
Hz. Mevlana ve Misyonu
Bir þahsý veya bir eseri, ondan asýrlar sonra tahlil ederken çeþitli yanlýþlýklar içine düþülmesi mukadderdir. Bunda tahlili gerçek Bir þahsý veya bir eseri, ondan asýrlar sonra tahlil ederken çeþitli yanlýþlýklar içine düþülmesi mukadderdir. Bunda tahlili gerçek leþtiren kiþilerin bakýþ açýlarý, kültür seviyeleri, içinde bulunduklarý ortam birinci derecede rol oynayan hususlardandýr.
Ýslâm dünyasý içinde âlim, þair ve mu tasavvýf vasýflarý ile ölümünün 723. yýlýnda andýðýmýz Mevlânâ da tahlili yapýlýrken hakkýnda büyük yan lýþlýklarýn yapýldýðý þahýslar arasýnda yer alýr. Onu gerçek kimliði ve yaþadýðý hayat boyunca eda ettiði misyonu iti bariyle deðerlendirmemize altyapý olabilecek bazý önem li noktalarýn gözden kaçýrýlmasýnýn bunda çok önemli bir rol oynadýðýna inanýyorum. Yukarýda arzettiðimiz bakýþ açýsý, kültür seviyesi de buna eklenince, karþýmýza çýkan Mevlânâ'nýn, hiç de gerçek Mevlânâ olamadýðýný çok ra hatlýkla söyleyebiliriz. Zannediyorum bu durumdan en çok rahatsýz olan da odur. Perde-i gayb açýlýp, bu mesele üzerinde cevabý kendinden istenilse, verilecek olan cevab, ifade etmeye çalýþtýðým hususu bütün çýplaklýðý ile ortaya koyacaktýr.
Mevlânâ hakkýnda mutlaka bilinmesi ge rekli olan hususlara kýsaca temas edelim: Mevlânâ 30 Eylül 604/1207 yýlýnda Horasan'ýn Belh þehrinde dün yaya gelir. Asýl adý Celâleddin'dir. Rumî ise Anadolulu olduðunu belirten bîr ifadedir. Moðol istilasýnýn ortalýðý kasýp kavurduðu bu dönemde, Mevlânâ'nýn babasý Ba-hauddin Veled, ailesi ile birlikte Þam, Hicaz, Malatya, Erzincan ve Akþehir'i ziyaret ede ede Konya Karaman þehrine yerleþir. "Sultanu'l-Ulema" lakabýyla anýlan baba Bahauddin Veled, oðlunun ayný zamanda ilk ho-casýdýr. Mevlânâ 13 yaþýna kadar babasýnýn rahle-i ted risine oturur. Mevlânâ, 13 yaþýnda Þam'a giderek üç yýl içinde usul, tefsir, fýkýh, hadis vb. ilimleri tahsil ederek geri döner. Bu arada babasý Selçuklu Sultaný Alaaddin'in yapmýþ olduðu davete uyarak Konya'ya yerleþmiþ ve Hüdavendigâr Medresesi'nde müderrislik yapmaya baþ lamýþtýr. Mevlânâ da babasýnýn vefatýna kadar, onunla birlikte Hüdavendigâr Medresesi'nde hocalýk yapar. Ba basýnýn vefatýndan sonra -ki o zaman 24 yaþýndadýr- ayný medreseye müderris olur. Bu dönemde Mevlânâ, Hakim Sinaî, Sadreddin Konevî ve babasýnýn müridi Seyyid Burhaneddin'den ders alýr. Bu süre zarfýnda zahir ilim lerin yaný sýra batýn ilimleri de tahsil eden Mevlânâ, pek çok sayýda talebe ve mürþid yetiþtirir.
Burada görüldüðü gibi, çok saðlam Ýslamî ilimler temeli olan ve o döneme göre bu mesleðin zirvesine çýkýp Selçuklu baþkentinin bir medresesinde hocalýk yapan bir Mevlânâ vardýr. Dolayýsýyla hayatýnýn daha sonraki dönemlerinde girdiði tarikat yolunda, onun îslamî esaslara zýt ve muhalif þeyler yapmasý, konuþ malarda bulunmasý akla pek mümkün gözükmemek tedir.
Bu hususa tekrar temas etme niyetiyle þimdi Mevlânâ'nýn diðer özelliðine geçelim.
Mevlânâ yaklaþýk 41 yaþlarýnda iken bugün bile hayatý, kimliði, düþünceleri hakkýnda çok net malumata sahip olmadýðýmýz Þems-i Tebrizî ile tanýþýr. Bu ta nýþýklýk onu aþk yoluna sürükler. Rivayete göre, Mevlânâ ile Þems'in ilk karþýlaþmalarýnda aralarýnda þöyle bir ko nuþma geçer:
Þems: Hz. Muhammed (s.a.v) mi büyüktür, Beyazid-i Bistamî mi?
Mevlânâ: Bu nasýl soru! Elbette Hz. Muhammed (s.a.v) büyüktür.
Þems: Ýyi ama Hz. Muhammed (s.a.v) "Kalbim buðulanýr da bu yüzden Rabbime günde yetmiþ defa is tiðfar ederim" diyor. Halbuki, Beyazid "Kendimi noksan sýfatlardan tenzih ederim! Zuhurum ne kadar büyüktür" diyor ve "Cübbemin içinde Allah'tan baþka bir þey yoktur!" diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?
Mevlânâ: Hz. Muhammed (s.a.v) her gün yetmiþ makam aþýyordu. Her makam ve mertebeye vardýðýnda bir önceki makamdan istiðfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda kaldý ve bu makamýn en yüce olduðunu sa narak öyle konuþtu.(5)
Mevlânâ'nýn bu sözlerini dinleyen Þems, kar þýsýndaki zatýn imtihaný baþarýyla verdiðine hükmederek birlikte handan çýkar ve yine birlikte altý aylýk bir halvete girerler. Bundan sonra Mevlânâ'nýn eski hayatý ciddi bir deðiþikliðe uðramýþtýr.
Mevlânâ'nýn Þems ile olan münasebetleri sonucu þöyle dediði rivayet olunur. "Ömrümü üç kelime ile hü lasa etmek mümkündür: Hamdým, piþtim, yandým." Yani Seyyid Burhaneddin ile görüþmeye kadar hamdý, onunla görüþünce piþti ve Þems ile görüþünce yandý.
Mevlânâ, Þems ile iliþkisi sonucu medresedeki vazifesini aksatmaya, halka va'z ve sohbet etmemeye baþlayýnca, Konya halký rahatsýzlýðýný izhar eder. Ni hayet Þems Konya'dan ayrýlmak zorunda kalýr. Bundan sonra Þems-i Tebrizî'nin bir defa daha Konya'ya gel diðini, sonra da öldüðünü ya da öldürüldüðünü veya öl dürüldüðü þayiasýný bizzat Þems'in çýkartarak Konya'-dan bütünüyle ayrýldýðýný kaynaklar bizlere aktarmak tadýr.
Tebrizî'nin ölümünden sonra Mevlânâ, önce Selahaddin Zerkup ile 10 yýllýk bir arkadaþlýk dö-nemi geçirir. Kuyumcu ve Allah dostu olan bu þahsýn ve fatýndan sonra da Hüsameddin Çelebi ile olan be raberlikler baþlar. Meþhur Mesnevî, iþte bu sufî zatýn ýsrarý ve katipliði neticesi ortaya çýkmýþtýr.
Mevlânâ'nýn hayatýnda mutlaka bilinmesi gerekli olan üçüncü husus ise; içinde yaþanýlan þartlardýr. Asýr larca bulunduðu kuþakta hakim rol oynamýþ ve Ýslamiyet harcýyla bütün soylarý Ýslam ülküsü etrafýnda bir leþtirerek idare eden Selçuklu, çeþitli sebeplerle yýkýlma aþamasýna gelmiþtir. Belki de hakimiyet dönemlerinin en zayýf olduðu bu devrede Moðol istilasýnýn bütün hýzýyla ilerlemesi, bu süreci hýzlandýrmýþtýr.
Öte yandan Moðollarýn istila ettikleri yerlere Orta Asya kültürünü getirmeleri, yepyeni fikrî ve kül türel oluþumlarýn meydana gelmesine vesile olmuþtur.
Moðollarýn o zalim baskýsý altýnda, in sanlar derbeder ve periþan edilmiþtir. Batý dünyasýnýn Bosna-Hersek, Karabað, Irak, Somali vb. yerlerde müslümanlara reva gördüðü zulüm kadar olmasa bile, o dev rin þartlarý içinde bugünü de hiç aratmayacak ölçüde ya pýlan zulümler insanlýk mânâsýný heder etmiþtir. Ýþte bu kan, gözyaþý, cesed, inilti ortasýnda Mevlânâ insana saygý, insana hürmet gibi insanlýðý bulunduðu durumdan kurtarmayý hedef alan bir felsefeyi temsil etmiþtir. Mevlânâ burada Ýslam'ýn evrenselliðinden hareketle mu hatap kitleyi alabildiðine geniþ tutmuþ, sadece müslüman olanlarý deðil, olmayanlara da îslamî mesajlar sunmayý kendine vazife edinmiþtir.
Bu temel bilgiler ýþýðýnda Mevlânâ'yý de ðerlendirecek olursak;
1- "Mevlânâ'nýn müderrislik kimliðinin iþtihar et memesi, onun kolayca istismar edilmesine sebep ol muþtur. Halbuki Mevlânâ, mutasavvýf olmadan önce alimdi. Selçuklu'nun baþkentinde, bir medresede talebe yetiþtiriyor, fýkýh, tefsir, hadis adýna bilgiler öðretiyor, sonra da okuttuðu bu talebeleri Selçuklu devletinin dört bir yanýnda ihtiyaç olan yerlere, devletle olan yakýn iliþ-kileri sayesinde tayin ettiriyordu. Böylece Mevlânâ, bir taraftan Moðol istilasý karþýsýnda bir noktada çaresiz ko numda bulunan Selçuklu devletine yardýmcý oluyor, diðer taraftan mücadele azmini yitiren, yýllar süren sa vaþlar sonucu teslimiyetçi bir ruha sahip hale gelen ve kimlik bunalýmý içine düþmeye baþlayan Selçuklu Türklerine talebeleri vasýtasýyla en büyük hizmeti yapýyordu. Ne var ki, onun bu tavrýný bugün bile anlayamayan ve yadýrgayan insanlar vardýr. Mevlânâ'nýn devlet yanlýsý bir politika izlemesini tenkid eden, sultanlarla içli-dýþlý olmasýný hazmedemeyen ya da bunun ardýndaki niyeti anlayamayan, hatta hiç ilgisi olmadýðý halde ona "Moðol uþaðý" diyen insanlar bile çýkmýþtýr.
Halbuki böyle bir yýkýlýþ döneminde Mevlânâ'nýn dört bir yanda neþv ü nema bulan bu hizmeti sa yesinde, yeni kurulacak olan Anadolu birliðinin manevî temelleri atýlmýþtýr. Daha sonralarý açýða çýkacak olan mýtasavvýf kimliðiyle yetiþtirdiði müridlerinin de Anadolu sathýna yayýlmasý, bu temellerin saðlamlaþmasýna vesile olmuþtur. Þeriat ve tarikat veya baþka bir tabirle medrese ve tekke eðitimi alan talebeler, tarih içinde bazý tarikatlar içinde müþahede ettiðimiz þatahatýn içine hiç düþmemiþ, ve halka bu hakikatleri olduðu gibi yan sýtmýþlardýr.
2- Mevlânâ, Þems-i Tebrizî ile olan yoðun mü nasebetleri sonucunda aþk yoluna sülük etmiþti. Öyle ki o, girdiði bu yolda eski kimliðini bir noktada unutarak, medreseyi, halka va'z u nasihat etmeyi terk etmiþti. Fakat bu dönemi itibariyle Mevlânâ, daha sonralarý ekol haline gelecek anlayýþ, yorum ve uygulamalarý ile bir ta rikatýn kurulmasýna öncülük etmiþtir. "Mevlevîlik" adý verilen bu tarikatýn kurulmasýnda, Mevlânâ'nýn ira desinin olmasý ya da olmamasý hiç önemli deðildir. O kendi anlayýþ çizgisi üzerinde bir hayat yaþamýþ, et rafýndakiler ve arkadan gelenler onu sistemleþtirmiþlerdir. Zaten Ýslam'da fýkhý mezheplerin veya sair ta rikatlarýn da ortaya çýkýþ þekilleri hep ayný olmamýþ mýdýr?
Yalnýz burada temas edilmesi gerekli olan husus sair tarikatlardan farklý ola rak "sema" ve "ney"dir. Günümüze gelinceye kadar tartýþmalanrý devam eden se ma ve ney hakikaten literatürümüze Mevlânâ ile mi girmiþtir? Bunlar tasavvuf geleneðinde her ne kadar hoþ görülse de acaba Ýslâmî kaide ve kurallarla ne derece uyum saðlamaktadýr? Sema o dönemde de günümüzde olduðu þekliyle, hakikaten bir merasim, gösteri þeklinde mi icra ediliyordu? Bu ve buna benzer sorular çoklarýmýzýn cevap aradýðý ve bulmakta olabildiðince zorlandýðý þeylerdir.
Ýhtimal Mevlânâ, vecd halinde yani ilâhî aþkla bütünleþmiþ ve kendinden geçmiþ bir halde iken, kalkýp sema yapmýþtý. Hatta bu sema saatlerce sürmüþ de ola bilir. Nitekim, bugün yapýlan zikirler sonucu kendinden geçip, ruhun derece-i hayatýna yükselerek, beden-ruh bü tünlüðüne eriþip, tamamen melekî bir hüviyet kaza narak, kendilerinden geçen insanlar, -bu süre az veya çok olabilir- âlem-i þehadet sýnýrlarý içinde izahý müm kün olmayan þeyler yapabiliyorlar. Demek ki ruha kendi gücünün kazandýrýlmasý ile çok þeyler gerçekleþebil mektedir.
Yalnýz bu bir hal iþiydi. Bu seviyeyi ihraz ede meyen kiþilerin bu türlü þeyleri hayatýna taþýmasýnýn sunîlikten öte bir mânâ taþýmayacaðý izahtan varestedir. Mevlânâ'da vecd halinde ortaya çýkan sema, tarihin de ðiþik devirlerinde vecde maruz kalan sair velilerde baþka baþka þekillerde tezahürü görülmüþ olabilir.
Ney'e gelince: Mesnevî'nin özellikle ilk 18 beyti içinde ele alýnýp, iþlenen ney kavramý sadece enstrüman özelliði olan ney midir, yoksa Mevlevî müfessirlerin ifade ettiði insan-ý kamil midir? Onlarýn beyanlarýna göre "kamýþlýktan koparýlarak yapýlan ney, her nefeste ayrý düþtüðü vatanýný terennüm etmektedir. Ýnsan da geldiði ulvî âlemin hasretini çekmektedir. Ruh beden hapsinde bu ayrýlýðýn ýzdýrabýný yaþamakta ve her an geldiði va taný, koparýlýp uzaklaþtýrýldýðý yeri özlemektedir. Þu halde ney ile anlatýlmak istenen, insanýn bu âlemdeki var oluþunun nedenini açýklayabilecek bir þekilde, birlik ka mýþýndan kesilmiþ kendi varlýðýndan geçmiþ, gerçek var lýkla var olmuþ insan yani insan-ý kâmildir."
Mevlânâ vecd ha linin gereði olarak sema yaptý, ney çaldý veya din ledi ise, onu bugünkü þekliyle bir gösteri halinde kat'iyen ele almýþ deðildi.
Sema ve ney me selesi su-i istimale açýk yönleri itibariyle, nesilden nesile intikal ederken, ma-alesef o ilk dönemdeki asliyetini koruyamamýþtýr. Son devirlerde müsteþrik lerin de bu iþe sahip çýk masýyla sema, bir gösteri ve merasim þeklinde icra edilmeye baþlanmýþtýr. Tamamen folklorik üslup hakimdir. Vecdden uzak, maaþ karþýlýðý bu iþi yapan semazenler mevcuttur. Hele sema gösterileri (!) sýrasýnda ney'e ilave edilen sair çalgýlarýn Mevlânâ'nýn hayatýnda hiç yeri olmadýðý bilinen bir ger çektir.
Aslýnda bu hakikatler bugün icra edilen sema gösterilerine karþý olduðumuzu göstermez. O ayrý bir müzakerenin konusu olabilir. Ýslamî esaslar çerçevesinde bu mesele ele alýnýp yeniden incelemeye tâbi tutulabilir. Bununla beraber, meselenin aslî hüviyetinin bilinmesi de gerekli olduðu kanaatine dayanarak, kýsaca bu hususa temas ettik.
3- Mevlevîlik Mevlânâ'dan bu yana toplumun elit tabakasýnýn ve kültürlü insanlarýn mensup olduðu bir tarikattýr. Konuþma dili Türkçe olmasýna raðmen, Mevlânâ'nýn eserlerinin birçoðunun Farsça ve bir kýs mýnýn da Arapça olmasý, onu sevenlerin bu dilleri öð renmesini gerekli kýlmýþtýr. Ya da bu dilleri bilenler, Mevlânâ'yi takip edebilmiþtir. Kaldý ki, o dönemde dev letin resmî dili Farsçaydý... Yazýþmalar hep Farsça ya pýlýyordu. Þairler mutasavvýflar genelde Farsçayý kul lanýyordu.
Mevlânâ daha önce de ifade ettiðimiz gibi in sanlýk manasýnýn heder edildiði, insana saygý ve hür metin hemen hiç olmadýðý bir zaman diliminde dünyaya gelmiþtir. Moðollarýn geride kan, zulüm, gözyaþý bý rakarak her tarafý bir fýrtýna gibi kasýp kavurmasý bütün hýzýyla devam ediyordu. Ýþte bu devrede Mevlânâ, in sanlýðýn sevgiye, saygýya hasret olduðunu görüyor ve mihrakýna insana saygý ve sevgiyi oturttuðu irþad fa aliyetlerini gerçekleþtiriyordu. Yetiþtirdiði talebelerine, müritlerine hep bunu salýk veriyordu. Kaleme aldýðý eserlerinde bunu açýk ve net bir biçimde vurguluyordu. Bütün bunlarý yaparken, kafir-Müslüman, Yahudi-Hýristiyan ayrýmýna da gitmiyordu. Ýslâm'ýn evrensel ha kikatlerini, aslýnda Ýslâm'ýn da hedef kitle olarak be lirttiði bu insanlara sunmanýn yollarýný arýyordu. Fakat Mevlânâ bütün bunlarý yaparken, Ýslâm'dan taviz ver miyordu. O, "Ne olursan ol yine gel. Yahudi, Hýristiyan, Mecusî olsan da yine gel. Bin defa tevbeni bozmuþ olsan da yine gel" derken -ki bu sözlerin Mevlânâ'ya ait ol-duðu þüphelidir- Yahudi, Hýristiyan, Mecusî olarak ka labilir, bu vasfýnla Ýslâm içinde yer bulabilirsin demek is temiyordu. Onun Allah Rasulü'ne baðlýlýðý tamdý. Tefsir, fýkýh, hadis ilimlerinde müderrislik payesini elde ettiði, bu sahalarda birçok talebe yetiþtirip, ülkenin dört bir ya nýna resmî görevlerle tayin ettirdiðine daha önce iþaret etmiþtik. Bu açýdan Mevlânâ'nýn bu ve benzeri söz lerinde Ýslâm'ýn temel esaslarýna zýt fikirler beyan etmesi herhalde düþünülemez.
Bakýn þu sözler ona ait; "Caným tenimde olduðu müddetçe Kur’an’ýn kölesiyim. Allah'ýn seçkin Pey gamberi Muhammed'in yolunun topraðýyým" ve sanki bugün hakkýnda söylenenleri hissetmiþ gibi, Mevlânâ bu beytin devamýnda diyor ki, "Her kim bundan baþka ben den bir söz naklederse ondan þikâyetçi olurum ve o söz den de üzüntü duyarým."
Ve Mevlânâ, Efendimiz'e hitaben þunlarý söylüyor: "Kim, senin sofrandan baþka bir sofraya giderse, bil ki þeytan, onunla bir kâseden yer.
Kim, senin komþuluðundan kaçarsa, þüphe yok ki, þeytan ona komþu olur."
‘Ey Allah'ýn Elçisi, bulutsuz bir güneþ gibi pey gamberliði sen tamamladýn, apaydýn bir hale koydun."
Ama yukarýda da ifade ettiðimiz gibi, müs teþrikler ya da o zihniyete sahip insanlar Mevlânâ'da su-i istimal edilebilecek þeyleri ön plana çýkartmýþlar ve bunu olaðanüstü bir gayret ve çaba ile bütün dünyaya hem de çok kýsa bir zamanda yaymýþlardýr. Öyle ki UNESCO ta rafýndan 1995 yýlý "Mevlânâ Yýlý" ilân edilmiþtir. Fakat, UNESCO Mevlânâ'nýn "ben O'nun yolunun topraðýyým" dediði Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu Hz. Muhammed (sav) adýna hiçbir þey yapmamýþtýr. Böyle olunca, bu tür or ganize faaliyetlere olumlu bir gözle bakmanýn safdillik olacaðý kanaati insaný sarýp sarmalýyor. "Acaba bunun al týnda ne gibi fikirler var?" diye insan merak etmekten ya da araþtýrmaktan kendini alamýyor.
NETICE itibariyle; Mevlânâ temsil ettiði mis yonu ile günümüze kadar gelmiþ devasa bir kamettir. Âlim, þair ve mutasavvýftýr. Aþk, vecd istiðrak insanýdýr. Ehl-i Sünnet çizgisi dýþýna çýkmamýþtýr. Devrinde Ýslâm davasýna büyük yararlýlýklarý olan birisidir. Etkisi ölü münün 723. yýlýnda dahi devam etmektedir. Fakat ar kadan gelenler onun maddî ve manevî mirasýný çok iyi koruyamamýþtýr. Ona ait olmayan mýsralar, beyitler, sanki onunmuþ gibi Mesnevî'ye ya da Divan-ý Kebir'e sokulduðu iddialar arasýnda yer almaktadýr. Ýnsanlarý "Fihi Mâfih" deki bazý görüþlerin sair eserlerde olmayýp, sonradan o eserlere sokulduðu düþüncesine itmektedir. Perde arkasý çok net bilinmeyen, bilinemeyen dü þüncelerle Mevlânâ'nýn su-i istimal edildiði herkesin üzerinde ittifak ettiði bir konudur. Sema gösterileri, ney ve sair çalgýlar buna ilk elden örnek olarak gösterilebilir. Yine onun yanlýþ anlaþýlýp, yanlýþ deðerlendirilen, meselâ: "Ne olursan ol, yine gel" gibi sözleri, bu konuda örnek olabilecek hususlardandýr. Bütün bu inhiraflar, Mevlânâ'yý aslî mahiyeti ile araþtýrýp gerçek yörüngesine oturtacak ve onu bütün dünyaya duyurup, hayata ta þýyacak insanlarý beklemektedir.
leþtiren kiþilerin bakýþ açýlarý, kültür seviyeleri, içinde bulunduklarý ortam birinci derecede rol oynayan hususlardandýr.
Ýslâm dünyasý içinde âlim, þair ve mu tasavvýf vasýflarý ile ölümünün 723. yýlýnda andýðýmýz Mevlânâ da tahlili yapýlýrken hakkýnda büyük yan lýþlýklarýn yapýldýðý þahýslar arasýnda yer alýr. Onu gerçek kimliði ve yaþadýðý hayat boyunca eda ettiði misyonu iti bariyle deðerlendirmemize altyapý olabilecek bazý önem li noktalarýn gözden kaçýrýlmasýnýn bunda çok önemli bir rol oynadýðýna inanýyorum. Yukarýda arzettiðimiz bakýþ açýsý, kültür seviyesi de buna eklenince, karþýmýza çýkan Mevlânâ'nýn, hiç de gerçek Mevlânâ olamadýðýný çok ra hatlýkla söyleyebiliriz. Zannediyorum bu durumdan en çok rahatsýz olan da odur. Perde-i gayb açýlýp, bu mesele üzerinde cevabý kendinden istenilse, verilecek olan cevab, ifade etmeye çalýþtýðým hususu bütün çýplaklýðý ile ortaya koyacaktýr.
Mevlânâ hakkýnda mutlaka bilinmesi ge rekli olan hususlara kýsaca temas edelim: Mevlânâ 30 Eylül 604/1207 yýlýnda Horasan'ýn Belh þehrinde dün yaya gelir. Asýl adý Celâleddin'dir. Rumî ise Anadolulu olduðunu belirten bîr ifadedir. Moðol istilasýnýn ortalýðý kasýp kavurduðu bu dönemde, Mevlânâ'nýn babasý Ba-hauddin Veled, ailesi ile birlikte Þam, Hicaz, Malatya, Erzincan ve Akþehir'i ziyaret ede ede Konya Karaman þehrine yerleþir. "Sultanu'l-Ulema" lakabýyla anýlan baba Bahauddin Veled, oðlunun ayný zamanda ilk ho-casýdýr. Mevlânâ 13 yaþýna kadar babasýnýn rahle-i ted risine oturur. Mevlânâ, 13 yaþýnda Þam'a giderek üç yýl içinde usul, tefsir, fýkýh, hadis vb. ilimleri tahsil ederek geri döner. Bu arada babasý Selçuklu Sultaný Alaaddin'in yapmýþ olduðu davete uyarak Konya'ya yerleþmiþ ve Hüdavendigâr Medresesi'nde müderrislik yapmaya baþ lamýþtýr. Mevlânâ da babasýnýn vefatýna kadar, onunla birlikte Hüdavendigâr Medresesi'nde hocalýk yapar. Ba basýnýn vefatýndan sonra ki o zaman 24 yaþýndadýr ayný medreseye müderris olur. Bu dönemde Mevlânâ, Hakim Sinaî, Sadreddin Konevî ve babasýnýn müridi Seyyid Burhaneddin'den ders alýr. Bu süre zarfýnda zahir ilim lerin yaný sýra batýn ilimleri de tahsil eden Mevlânâ, pek çok sayýda talebe ve mürþid yetiþtirir.
Burada görüldüðü gibi, çok saðlam Ýslamî ilimler temeli olan ve o döneme göre bu mesleðin zirvesine çýkýp Selçuklu baþkentinin bir medresesinde hocalýk yapan bir Mevlânâ vardýr. Dolayýsýyla hayatýnýn daha sonraki dönemlerinde girdiði tarikat yolunda, onun îslamî esaslara zýt ve muhalif þeyler yapmasý, konuþ malarda bulunmasý akla pek mümkün gözükmemek tedir.
Bu hususa tekrar temas etme niyetiyle þimdi Mevlânâ'nýn diðer özelliðine geçelim.
Mevlânâ yaklaþýk 41 yaþlarýnda iken bugün bile hayatý, kimliði, düþünceleri hakkýnda çok net malumata sahip olmadýðýmýz Þems-i Tebrizî ile tanýþýr. Bu ta nýþýklýk onu aþk yoluna sürükler. Rivayete göre, Mevlânâ ile Þems'in ilk karþýlaþmalarýnda aralarýnda þöyle bir ko nuþma geçer:
Þems: Hz. Muhammed (s.a.v) mi büyüktür, Beyazid-i Bistamî mi?
Mevlânâ: Bu nasýl soru! Elbette Hz. Muhammed (s.a.v) büyüktür.
Þems: Ýyi ama Hz. Muhammed (s.a.v) "Kalbim buðulanýr da bu yüzden Rabbime günde yetmiþ defa is tiðfar ederim" diyor. Halbuki, Beyazid "Kendimi noksan sýfatlardan tenzih ederim! Zuhurum ne kadar büyüktür" diyor ve "Cübbemin içinde Allah'tan baþka bir þey yoktur!" diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?
Mevlânâ: Hz. Muhammed (s.a.v) her gün yetmiþ makam aþýyordu. Her makam ve mertebeye vardýðýnda bir önceki makamdan istiðfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda kaldý ve bu makamýn en yüce olduðunu sa narak öyle konuþtu.(5)
Mevlânâ'nýn bu sözlerini dinleyen Þems, kar þýsýndaki zatýn imtihaný baþarýyla verdiðine hükmederek birlikte handan çýkar ve yine birlikte altý aylýk bir halvete girerler. Bundan sonra Mevlânâ'nýn eski hayatý ciddi bir deðiþikliðe uðramýþtýr.
Mevlânâ'nýn Þems ile olan münasebetleri sonucu þöyle dediði rivayet olunur. "Ömrümü üç kelime ile hü lasa etmek mümkündür: Hamdým, piþtim, yandým." Yani Seyyid Burhaneddin ile görüþmeye kadar hamdý, onunla görüþünce piþti ve Þems ile görüþünce yandý.
Mevlânâ, Þems ile iliþkisi sonucu medresedeki vazifesini aksatmaya, halka va'z ve sohbet etmemeye baþlayýnca, Konya halký rahatsýzlýðýný izhar eder. Ni hayet Þems Konya'dan ayrýlmak zorunda kalýr. Bundan sonra Þems-i Tebrizî'nin bir defa daha Konya'ya gel diðini, sonra da öldüðünü ya da öldürüldüðünü veya öl dürüldüðü þayiasýný bizzat Þems'in çýkartarak Konya'-dan bütünüyle ayrýldýðýný kaynaklar bizlere aktarmak tadýr.
Tebrizî'nin ölümünden sonra Mevlânâ, önce Selahaddin Zerkup ile 10 yýllýk bir arkadaþlýk dö-nemi geçirir. Kuyumcu ve Allah dostu olan bu þahsýn ve fatýndan sonra da Hüsameddin Çelebi ile olan be raberlikler baþlar. Meþhur Mesnevî, iþte bu sufî zatýn ýsrarý ve katipliði neticesi ortaya çýkmýþtýr.
Mevlânâ'nýn hayatýnda mutlaka bilinmesi gerekli olan üçüncü husus ise; içinde yaþanýlan þartlardýr. Asýr larca bulunduðu kuþakta hakim rol oynamýþ ve Ýslamiyet harcýyla bütün soylarý Ýslam ülküsü etrafýnda bir leþtirerek idare eden Selçuklu, çeþitli sebeplerle yýkýlma aþamasýna gelmiþtir. Belki de hakimiyet dönemlerinin en zayýf olduðu bu devrede Moðol istilasýnýn bütün hýzýyla ilerlemesi, bu süreci hýzlandýrmýþtýr.
Öte yandan Moðollarýn istila ettikleri yerlere Orta Asya kültürünü getirmeleri, yepyeni fikrî ve kül türel oluþumlarýn meydana gelmesine vesile olmuþtur.
Moðollarýn o zalim baskýsý altýnda, in sanlar derbeder ve periþan edilmiþtir. Batý dünyasýnýn Bosna-Hersek, Karabað, Irak, Somali vb. yerlerde müslümanlara reva gördüðü zulüm kadar olmasa bile, o dev rin þartlarý içinde bugünü de hiç aratmayacak ölçüde ya pýlan zulümler insanlýk mânâsýný heder etmiþtir. Ýþte bu kan, gözyaþý, cesed, inilti ortasýnda Mevlânâ insana saygý, insana hürmet gibi insanlýðý bulunduðu durumdan kurtarmayý hedef alan bir felsefeyi temsil etmiþtir. Mevlânâ burada Ýslam'ýn evrenselliðinden hareketle mu hatap kitleyi alabildiðine geniþ tutmuþ, sadece müslüman olanlarý deðil, olmayanlara da îslamî mesajlar sunmayý kendine vazife edinmiþtir.
Bu temel bilgiler ýþýðýnda Mevlânâ'yý de ðerlendirecek olursak;
1- "Mevlânâ'nýn müderrislik kimliðinin iþtihar et memesi, onun kolayca istismar edilmesine sebep ol muþtur. Halbuki Mevlânâ, mutasavvýf olmadan önce alimdi. Selçuklu'nun baþkentinde, bir medresede talebe yetiþtiriyor, fýkýh, tefsir, hadis adýna bilgiler öðretiyor, sonra da okuttuðu bu talebeleri Selçuklu devletinin dört bir yanýnda ihtiyaç olan yerlere, devletle olan yakýn iliþ-kileri sayesinde tayin ettiriyordu. Böylece Mevlânâ, bir taraftan Moðol istilasý karþýsýnda bir noktada çaresiz ko numda bulunan Selçuklu devletine yardýmcý oluyor, diðer taraftan mücadele azmini yitiren, yýllar süren sa vaþlar sonucu teslimiyetçi bir ruha sahip hale gelen ve kimlik bunalýmý içine düþmeye baþlayan Selçuklu Türklerine talebeleri vasýtasýyla en büyük hizmeti yapýyordu. Ne var ki, onun bu tavrýný bugün bile anlayamayan ve yadýrgayan insanlar vardýr. Mevlânâ'nýn devlet yanlýsý bir politika izlemesini tenkid eden, sultanlarla içli-dýþlý olmasýný hazmedemeyen ya da bunun ardýndaki niyeti anlayamayan, hatta hiç ilgisi olmadýðý halde ona "Moðol uþaðý" diyen insanlar bile çýkmýþtýr.
Halbuki böyle bir yýkýlýþ döneminde Mevlânâ'nýn dört bir yanda neþv ü nema bulan bu hizmeti sa yesinde, yeni kurulacak olan Anadolu birliðinin manevî temelleri atýlmýþtýr. Daha sonralarý açýða çýkacak olan mýtasavvýf kimliðiyle yetiþtirdiði müridlerinin de Anadolu sathýna yayýlmasý, bu temellerin saðlamlaþmasýna vesile olmuþtur. Þeriat ve tarikat veya baþka bir tabirle medrese ve tekke eðitimi alan talebeler, tarih içinde bazý tarikatlar içinde müþahede ettiðimiz þatahatýn içine hiç düþmemiþ, ve halka bu hakikatleri olduðu gibi yan sýtmýþlardýr.
2- Mevlânâ, Þems-i Tebrizî ile olan yoðun mü nasebetleri sonucunda aþk yoluna sülük etmiþti. Öyle ki o, girdiði bu yolda eski kimliðini bir noktada unutarak, medreseyi, halka va'z u nasihat etmeyi terk etmiþti. Fakat bu dönemi itibariyle Mevlânâ, daha sonralarý ekol haline gelecek anlayýþ, yorum ve uygulamalarý ile bir ta rikatýn kurulmasýna öncülük etmiþtir. "Mevlevîlik" adý verilen bu tarikatýn kurulmasýnda, Mevlânâ'nýn ira desinin olmasý ya da olmamasý hiç önemli deðildir. O kendi anlayýþ çizgisi üzerinde bir hayat yaþamýþ, et rafýndakiler ve arkadan gelenler onu sistemleþtirmiþlerdir. Zaten Ýslam'da fýkhý mezheplerin veya sair ta rikatlarýn da ortaya çýkýþ þekilleri hep ayný olmamýþ mýdýr?
Yalnýz burada temas edilmesi gerekli olan husus sair tarikatlardan farklý ola rak "sema" ve "ney"dir. Günümüze gelinceye kadar tartýþmalanrý devam eden se ma ve ney hakikaten literatürümüze Mevlânâ ile mi girmiþtir? Bunlar tasavvuf geleneðinde her ne kadar hoþ görülse de acaba Ýslâmî kaide ve kurallarla ne derece uyum saðlamaktadýr? Sema o dönemde de günümüzde olduðu þekliyle, hakikaten bir merasim, gösteri þeklinde mi icra ediliyordu? Bu ve buna benzer sorular çoklarýmýzýn cevap aradýðý ve bulmakta olabildiðince zorlandýðý þeylerdir.
Ýhtimal Mevlânâ, vecd halinde yani ilâhî aþkla bütünleþmiþ ve kendinden geçmiþ bir halde iken, kalkýp sema yapmýþtý. Hatta bu sema saatlerce sürmüþ de ola bilir. Nitekim, bugün yapýlan zikirler sonucu kendinden geçip, ruhun derece-i hayatýna yükselerek, beden-ruh bü tünlüðüne eriþip, tamamen melekî bir hüviyet kaza narak, kendilerinden geçen insanlar, -bu süre az veya çok olabilir- âlem-i þehadet sýnýrlarý içinde izahý müm kün olmayan þeyler yapabiliyorlar. Demek ki ruha kendi gücünün kazandýrýlmasý ile çok þeyler gerçekleþebil mektedir.
Yalnýz bu bir hal iþiydi. Bu seviyeyi ihraz ede meyen kiþilerin bu türlü þeyleri hayatýna taþýmasýnýn sunîlikten öte bir mânâ taþýmayacaðý izahtan varestedir. Mevlânâ'da vecd halinde ortaya çýkan sema, tarihin de ðiþik devirlerinde vecde maruz kalan sair velilerde baþka baþka þekillerde tezahürü görülmüþ olabilir.
Ney'e gelince: Mesnevî'nin özellikle ilk 18 beyti içinde ele alýnýp, iþlenen ney kavramý sadece enstrüman özelliði olan ney midir, yoksa Mevlevî müfessirlerin ifade ettiði insan-ý kamil midir? Onlarýn beyanlarýna göre "kamýþlýktan koparýlarak yapýlan ney, her nefeste ayrý düþtüðü vatanýný terennüm etmektedir. Ýnsan da geldiði ulvî âlemin hasretini çekmektedir. Ruh beden hapsinde bu ayrýlýðýn ýzdýrabýný yaþamakta ve her an geldiði va taný, koparýlýp uzaklaþtýrýldýðý yeri özlemektedir. Þu halde ney ile anlatýlmak istenen, insanýn bu âlemdeki var oluþunun nedenini açýklayabilecek bir þekilde, birlik ka mýþýndan kesilmiþ kendi varlýðýndan geçmiþ, gerçek var lýkla var olmuþ insan yani insan-ý kâmildir."
Mevlânâ vecd ha linin gereði olarak sema yaptý, ney çaldý veya din ledi ise, onu bugünkü þekliyle bir gösteri halinde kat'iyen ele almýþ deðildi.
Sema ve ney me selesi su-i istimale açýk yönleri itibariyle, nesilden nesile intikal ederken, ma-alesef o ilk dönemdeki asliyetini koruyamamýþtýr. Son devirlerde müsteþrik lerin de bu iþe sahip çýk masýyla sema, bir gösteri ve merasim þeklinde icra edilmeye baþlanmýþtýr. Tamamen folklorik üslup hakimdir. Vecdden uzak, maaþ karþýlýðý bu iþi yapan semazenler mevcuttur. Hele sema gösterileri (!) sýrasýnda ney'e ilave edilen sair çalgýlarýn Mevlânâ'nýn hayatýnda hiç yeri olmadýðý bilinen bir ger çektir.
Aslýnda bu hakikatler bugün icra edilen sema gösterilerine karþý olduðumuzu göstermez. O ayrý bir müzakerenin konusu olabilir. Ýslamî esaslar çerçevesinde bu mesele ele alýnýp yeniden incelemeye tâbi tutulabilir. Bununla beraber, meselenin aslî hüviyetinin bilinmesi de gerekli olduðu kanaatine dayanarak, kýsaca bu hususa temas ettik.
3- Mevlevîlik Mevlânâ'dan bu yana toplumun elit tabakasýnýn ve kültürlü insanlarýn mensup olduðu bir tarikattýr. Konuþma dili Türkçe olmasýna raðmen, Mevlânâ'nýn eserlerinin birçoðunun Farsça ve bir kýs mýnýn da Arapça olmasý, onu sevenlerin bu dilleri öð renmesini gerekli kýlmýþtýr. Ya da bu dilleri bilenler, Mevlânâ'yi takip edebilmiþtir. Kaldý ki, o dönemde dev letin resmî dili Farsçaydý... Yazýþmalar hep Farsça ya pýlýyordu. Þairler mutasavvýflar genelde Farsçayý kul lanýyordu.
Mevlânâ daha önce de ifade ettiðimiz gibi in sanlýk manasýnýn heder edildiði, insana saygý ve hür metin hemen hiç olmadýðý bir zaman diliminde dünyaya gelmiþtir. Moðollarýn geride kan, zulüm, gözyaþý bý rakarak her tarafý bir fýrtýna gibi kasýp kavurmasý bütün hýzýyla devam ediyordu. Ýþte bu devrede Mevlânâ, in sanlýðýn sevgiye, saygýya hasret olduðunu görüyor ve mihrakýna insana saygý ve sevgiyi oturttuðu irþad fa aliyetlerini gerçekleþtiriyordu. Yetiþtirdiði talebelerine, müritlerine hep bunu salýk veriyordu. Kaleme aldýðý eserlerinde bunu açýk ve net bir biçimde vurguluyordu. Bütün bunlarý yaparken, kafir-Müslüman, Yahudi-Hýristiyan ayrýmýna da gitmiyordu. Ýslâm'ýn evrensel ha kikatlerini, aslýnda Ýslâm'ýn da hedef kitle olarak be lirttiði bu insanlara sunmanýn yollarýný arýyordu. Fakat Mevlânâ bütün bunlarý yaparken, Ýslâm'dan taviz ver miyordu. O, "Ne olursan ol yine gel. Yahudi, Hýristiyan, Mecusî olsan da yine gel. Bin defa tevbeni bozmuþ olsan da yine gel" derken -ki bu sözlerin Mevlânâ'ya ait ol-duðu þüphelidir- Yahudi, Hýristiyan, Mecusî olarak ka labilir, bu vasfýnla Ýslâm içinde yer bulabilirsin demek is temiyordu. Onun Allah Rasulü'ne baðlýlýðý tamdý. Tefsir, fýkýh, hadis ilimlerinde müderrislik payesini elde ettiði, bu sahalarda birçok talebe yetiþtirip, ülkenin dört bir ya nýna resmî görevlerle tayin ettirdiðine daha önce iþaret etmiþtik. Bu açýdan Mevlânâ'nýn bu ve benzeri söz lerinde Ýslâm'ýn temel esaslarýna zýt fikirler beyan etmesi herhalde düþünülemez.
Bakýn þu sözler ona ait; "Caným tenimde olduðu müddetçe Kur’an’ýn kölesiyim. Allah'ýn seçkin Pey gamberi Muhammed'in yolunun topraðýyým" ve sanki bugün hakkýnda söylenenleri hissetmiþ gibi, Mevlânâ bu beytin devamýnda diyor ki, "Her kim bundan baþka ben den bir söz naklederse ondan þikâyetçi olurum ve o söz den de üzüntü duyarým."
Ve Mevlânâ, Efendimiz'e hitaben þunlarý söylüyor: "Kim, senin sofrandan baþka bir sofraya giderse, bil ki þeytan, onunla bir kâseden yer.
Kim, senin komþuluðundan kaçarsa, þüphe yok ki, þeytan ona komþu olur."
‘Ey Allah'ýn Elçisi, bulutsuz bir güneþ gibi pey gamberliði sen tamamladýn, apaydýn bir hale koydun."
Ama yukarýda da ifade ettiðimiz gibi, müs teþrikler ya da o zihniyete sahip insanlar Mevlânâ'da su-i istimal edilebilecek þeyleri ön plana çýkartmýþlar ve bunu olaðanüstü bir gayret ve çaba ile bütün dünyaya hem de çok kýsa bir zamanda yaymýþlardýr. Öyle ki UNESCO ta rafýndan 1995 yýlý "Mevlânâ Yýlý" ilân edilmiþtir. Fakat, UNESCO Mevlânâ'nýn "ben O'nun yolunun topraðýyým" dediði Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu Hz. Muhammed (sav) adýna hiçbir þey yapmamýþtýr. Böyle olunca, bu tür or ganize faaliyetlere olumlu bir gözle bakmanýn safdillik olacaðý kanaati insaný sarýp sarmalýyor. "Acaba bunun al týnda ne gibi fikirler var?" diye insan merak etmekten ya da araþtýrmaktan kendini alamýyor.
NETICE itibariyle; Mevlânâ temsil ettiði mis yonu ile günümüze kadar gelmiþ devasa bir kamettir. Âlim, þair ve mutasavvýftýr. Aþk, vecd istiðrak insanýdýr. Ehl-i Sünnet çizgisi dýþýna çýkmamýþtýr. Devrinde Ýslâm davasýna büyük yararlýlýklarý olan birisidir. Etkisi ölü münün 723. yýlýnda dahi devam etmektedir. Fakat ar kadan gelenler onun maddî ve manevî mirasýný çok iyi koruyamamýþtýr. Ona ait olmayan mýsralar, beyitler, sanki onunmuþ gibi Mesnevî'ye ya da Divan-ý Kebir'e sokulduðu iddialar arasýnda yer almaktadýr. Ýnsanlarý "Fihi Mâfih" deki bazý görüþlerin sair eserlerde olmayýp, sonradan o eserlere sokulduðu düþüncesine itmektedir. Perde arkasý çok net bilinmeyen, bilinemeyen dü þüncelerle Mevlânâ'nýn su-i istimal edildiði herkesin üzerinde ittifak ettiði bir konudur. Sema gösterileri, ney ve sair çalgýlar buna ilk elden örnek olarak gösterilebilir. Yine onun yanlýþ anlaþýlýp, yanlýþ deðerlendirilen, meselâ: "Ne olursan ol, yine gel" gibi sözleri, bu konuda örnek olabilecek hususlardandýr. Bütün bu inhiraflar, Mevlânâ'yý aslî mahiyeti ile araþtýrýp gerçek yörüngesine oturtacak ve onu bütün dünyaya duyurup, hayata ta þýyacak insanlarý beklemektedir.Ahmet Kurucan