Ýslamda Hükümet
Pages: 1
Hilafet ve Hakimiyet By: Eslemnur Date: 24 Eylül 2010, 10:17:52
II. HÝLÂFET VE HAKÝMÝYET

Bu bahis, Ýslâmî hükümet ve hilafete ait bazý mese­leleri tahkik için bir Alman talebe tarafýndan sorulmuþ olan sualler ve onlara verilen cevaplarý teþkil etmekte­dir.

Sualler:

1. Niçin Ýslâmî hükümeti yürüten kimseye sadece halife ýstýlahý kullanýlýyor?

2. Acaba Emevî halifelerine sahih manada halife di­yebilir miyiz?

3. Benî Abbâs halifeleri ve bilhassa Me'mun hak­kýnda Zat-ý Faziletlerinin fikri nedir?

4. Hazret-i Ýmamý Hasan ve Hazret-i Ýmam Hüse­yin ve îbn-i Zübeyr (Radýyallahu Taalâ anhüm) hakkýn­da zat-ý faziletlerinin düþüncesi nedir? 680 senesinde is­lâm Milletinin gerçek rehberi kimdi? Hazret-i Hüseyin Radýyallahu Taalâ anh mýydý, yoksa Yezid miydi?

5. Acaba Ýslâmî hükümette ayaklanmak caiz bir iþ midir?

6. Eðer ayaklananlar camiye yahut da diðer mu­kad­des yerlere (Harem, Kabe) ye sýðýnýrlarsa islâm hü­kümeti bu gibi kimselere nasýl muamele edecektir?

7. Bir islâm hükümeti Kur'an ve Sünnete uygun oir þekilde vatandaþlardan hangi vergileri tahsil edebil­mek müsaadesine haizdir?

8. Acaba herhangi bir halife, kendisinden evvelki ha­lifelerin tuttuktan yoldan baþka bir yol takip edebilir mi?

9. Haccac Ýbn-i Yusuf'un valiliði ve inzibatý temin et­mek bakýmýndan takip ettiði usul hakkýnda zat-ý fazi­letle­rinin düþüncesi nedir?

10. Bir Ýslâm hükümeti, acaba, Kur'anda ve Sün­nette bahsi geçmeyen ve sabýk halife devrinde de benzeri bu­lunmayan bir vergiyi vatandaþlardan alabilir mi? Böyle bir tahsilata hakký var mýdýr?

 

Cevap:


Zat-ý âlilerinin göndermiþ bulunduklarý suallere geniþ ve etraflý olarak cevap verebilmek için yeteri kadar bir zamana kavuþabilmem þarttýr. Halbuki þu hali hazýr du­rumda bu imkândan mahrum bulunuyorum. -Bu duruma binaenaleyh vereceðim cevaplar kýsa olarak arz edilecek­tir:

1. Ýslâmî hükümette, hükümetin baþýnda bulunan baþ­kan veya reis için "halife" kelimesinin kullanýlmasý zarurî bir ýstýlah deðildir. Bu mevki olanlara emîr, imam, sul­tan vesaire gibi baþka kelimeler de söylenebilir. Ha­diste, fýkýhda, kelâm'da ve Ýslâm tarihinde bu gibi keli­meler kul lanýlmýþtýr. Fakat burada zaruri olan birþey var­dýr; O da hükümetin esas nazariyesinin hilâfet üzerine kaim bulunmuþ olmasýdýr. Sahîh bir Ýslâm hükümet, ne padi­þahlýk, (kýraliyet) ne amirlik (hükümdarlýk) ne de "ava-mî cumhuriyet" yani halk hâkimiyeti (Paktýlar Sover-cignty) olabilir. Bunlarýn hiç birisine benzemez. Bu ik­tidar þekillerinin hilâfýna ancak bu hükümet îslâmî ola­bilir ki, böyle bir rejim de yalnýz hakikî hâkimiyetin Hak Taalâya "ait olduðu kabul edilmiþtir. Allah ve O'nun Re­sü­lü­nün Þeriatý en üstün kanun olduðu gibi, çýkarýla­cak kanunlarýn da esas menþei ve mehazý yine o mu­kaddes hükümlere istinat etmesi lâzýmdýr. Bu esaslara inanýla­caktýr. Hududullah dairesinin içinde çalýþýlacak ve iþler bu dairede yürütülecektir. Böyle bir hükümette ikti­dar dan yegâne maksat, Allahýn ahkâmýný icra etmek ve O-nun rýzasý gereðince fenalýklarý ortadan kaldýrýp, bunla­rýn yerine iyilikleri yerleþtirmektir. Böyle bir hükûmeteki iktidar ise, iktidar-ý âlâ (en yüksek iktidar) deðildir. Bura­daki iktidar veya emir sahibi olmak, Allah Ta-alaya niya­bet etmektir. O'nun tevdi ettiði emaneti mu­hafaza etmek­tir, îþte "Hilâfetin" manasý da budur.

2. Emevî hükümdarlarýna gelince, bunlarýn hüküm­darlýklarý hakikatte hilâfet deðildi. Onlarýn devletlerinde Ýslâm kanunlarý icra edilmiþ olmasýna "raðmen, Anayasa "Düstur": (Constitution) da bulunan Ýslâmî esaslarý, orta­dan kaldýrmýþlardý. Yine buradan baþka, onlar hükü­met iþinde Ýslâmî ruhu da silip yok etmiþlerdir. Bu fark, böyle b r hükümetin ta baþýnda bile kendisini hissettir­miþtir. Nitekim, bu hükümetin kurucusu Emîr Muaviye'nin kendi sözü þöyledir :

Ene evvel ül - mülûk: Ben ilk padiþahým.

Hele Emîr Muaviye kendi oðlunu veliahd tayin etti­ði zaman, Hazret-i Ebu Bekir Radýyaîlahu Taalâ anhýn oðlu Hazret-i Abdurrahman ayaða kalkarak þöyle söy­ledi:

"Ýþte bu bir Kayserliktir. Ne zaman bir Kayser ölürse, onun oðlu Kayser olur."

3. Usul bakýmýndan Abbasî hilafetinin vaziyeti de böyle idi. Bu bakýmdan Benî Ümeyye ile aralarýnda bir fark yoktu. Ancak þöyle bir fark vardý: Benî Ümeyye dinî hususlara ehemmiyet vermezlerdi (indîfferent), bunun hilafýna Benî Ab­bas kendilerinin dinî bir hilâfet ve ruhanî bir hükümet olduklarýný iddia ederler ve bu nam altýnda para basarlardý. Dinî iþlerde de Benî Ümeyyeden fazla alâkadar idiler. Fakat onlarýn dinî iþlere fazla alâ­ka gös­termeleri de bazan dine zararlý olmuþtur. Meselâ Me'munun bu alâkasý öyle bir vaziyete girdi ki, dinle il­gisi bulunmayan felsefî meseleleri, her ne þekilde olursa ol­sun, dinî bir akîde þekline sokarak hükümet gücü ile halka kabul ettirmeðe zorladý ve bu yüzden de bir hayli zulmetti.

4. Sual tevcih edilen devre gelince, hakikatte bu de­vir bir fitne ve kargaþalýk devri idi. Müslümanlar o devirde büyük bir fikrî sýkýntý içinde bulunuyorlardý. O devirde müslümanlann hakikî önderinin kim olduðuna hüküm vermek bir hayli zordur. Fakat þurasý da açýk­týr ki, Yezid siyasî kudreti elinde bulunduruyordu. Baba­sý kendisine saðlam bir saltanat saðladýktan sonra ken­disini velahd tayin etmiþti. Böyle olmasaydý ve Yezid. de diðer müslümanlarýn içine karýþmýþ bulunsaydý, o za­man ihti­mal ki, seçimi kazanmak hususunda sondan bi­rinci gel­mek þansým elde edebilecekti. Onun hilafýna Hü­seyin ibn-i Ali Radýyallahu Taalâ anh ise, o zamanki ümmet arasýnda en seçkin kimse idi. Serbest bir seçim olup da müslümanlarýn reylerine baþ vurulsaydý muhak­kak ki, halk kendisine rey verecekti. Reyler onun hak­ký olacaktý.

5. Zâlim emirlere karþý ayaklanmak, bu þekilde sa­dece caiz deðil belki bir farzdýr. Zâlim emirleri ve hû -kiimdarlarý kaldýrýp, onlarýn yerine adil ve sâlih bir hü­kümeti iþ baþýna getirmek imkâný bulunduðu takdirde, ayaklanmak farz olur. Bu hususta Ýmam Ebu Hanifenin fikri gayet açýktýr. Ebu Bekir Cassas, Ahkâm ül -Kur'anda ve El -Muvaffak El Mekkî de Menakýbî Ebu Hanife'de bu meseleyi nakletmiþlerdir. Bunun aksine âdil ve sâlih hü­kümete karþý ayaklanmak çok büyük bir günahtýr. Bütün ehl-i islâm için böyle bir ayaklanmaðý bastýrmak için hü­kümete yardým etmek lâzým gelir. Bu arada bir de þu vardýr ki, hükümet âdil olmazsa gerçek bir inkýlâp ile de ortadan kalkabilir. Böyle bir imkân yoksa, o zaman na­sýl bir yol takip edilmelidir? Bu husus þüphelidir. Eimmenin ve fukahanýn bu husustaki fi­kirleri ihtilaflýdýr. Bazýlarýna göre, sadece hakký söyle­mekle iktifa edilir, ayaklanmak caiz görünmez. Bazýlarý­na göre ayaklanmak, hattâ þehid olmak da vardýr. Di­ðer bir kýsým fukahaya göre de "Ýnþaallah Ýslah olur" diye dua ederek beklemek lâzým­dýr.

6. Âdil bir hükümete karþý ayaklanmýþ bulunan halk camilere sýðýnýrlarsa onlarýn bulunduklarý yer mu. hasara edilir. Eðer bu isyancý zümre, bulunduklarý yer­den silah kullanýp kurþun veya diðer harp vasýtalarýný istimal eder­lerse, o zaman onlarýn yaptýklarýna karþýlýk kurþun atýlýr ve mermi de kullanýlýr. Hareme sýðýndýklarý zaman, sa­dece muhasara edilir. Muhasara uzatýlýr ki, sý­kýntýya dü­þüp silahlarýný býraksýnlar. Haremde kan dök­mek yahut da haremi taþ veya kurþun yaðmuruna tut­mak kesin ola­rak doðru deðildir. Bu durumun aksine, zâlim bir hükü­mete karþý ayaklanmýþ bulunan halkýn du­rumu baþkadýr. Esasen zâlim hükümetin varlýðý haddi za­týn­da günahtýr. Böyle bir hükümet devam etmek için baþ vurduðu çare­lerle günahýný çoðaltmýþ olur. Günahýný arttýrmaktan baþka bir iþ yapamaz.

7. Kur'an ve Sünnet gereðince usulsüz vergi hak­kýnda hiç bir cevaz yoktur. Müslümanlar, zekâtý ibadet diye, gayrý Müslimler de cizyeyi (itaati belirtmek için) ve­rirler. Bundan sonra memleket iþleri için hükümete kendilen bir þeyler býrakabilirler yahut da hükümetin mu­vafakatiyle bir þeyler verebilirler. Hirac ve mahsul gelirin­den alýnan hisse buna benzer bir þeydir ki, bunlar hak­kýnda Kur'anda ve Sünnette þer'an bir karar yoktur. Ýslâm hükümeti ihtiyaca göre bunlarý kararlaþtýrýr. Bu hususta asýl ölçü memleketin hakikî ihtiyaçlarýdýr. Eðer herhangi bir idareci veya hükümetin baþýnda bulunan kimse, kendi keyfi için bir vergi tarh ederse, bu vergiyi almak haram olur. Fakat memleket ihtiyaçlarýna sarf etmek için halkýn rýzasiyle alýnýrsa o zaman helâl olur.

8. Evet böyledir. Yalnýz kendisinden evvelkilerin deðil kendisinin daha önce verdiði kararlarý ve hüküm­leri de deðiþtirebilir.

9. Haccac ibn-i Yusuf, dünya siyaseti noktayi na­za­rýndan deðerli bir adam idi. Fakat dinî noktayý nazar­da zâlim bir hâkim (vali) idi.

10. Evet bu þartlar da yine 7 numaralý sualin ce­va­býnda verilmiþtir.[201]

 

b. El . Hilafet veya El - Hükümet
[202]

Soru:

Ýslâm, yirminci yüzyýlda dahi, kabili icra ise, o za­man bir hayli müþkilât arzeden nazariyeleri bir tarafa býraka­rak, bunlarýn yerine îbn-i Haldun'un hükümet ve devlet nazariyesini nazarý itibara almakla daha iyi bir neticeye ulaþmak mümkün olamaz mý? Yani El - Hilâfet yâ El - Hükümet. Bunlardan han­gisi mümkün olabilir?.

 

Cevap:

Zamanýmýzdaki bir çok menfî tesirler Ýslâm Nizâmý­ný boz­makta ve gölgelemektedir. Bazý nazariyeler ve bazý rüçhanlar Ýslama giden yolun önüne mania teþkil ek­mektedirler. Bunlarý birer birer incelersek, açýk bir þe­kilde þu mesele anlaþýlacaktýr ki, bu gibi tesirler, müslüman ülkelerinin, uzun zaman Batý istilâsýna uðrayýp Avrupalý milletlerin sultasý altýnda -kaldýklarý sýrada, bu sul­tanýn tesiri ile ortaya çýkmýþlardýr.

Avrupa milletleri, bizim ülkelerimize musallat olun­ca, bizim kanunlarýmýzý, ortadan kaldýrýp, kendi kanun­larým bize tahmil ettiler. Bizini kendi öðretim ve eðitim nizamý­mýzý atýl ve batýl býrakýp, onlara ait öðretim ve eðitim ni­zamlarým, bizim ülkelerde icra etmek yolunu tuttular. Bü­yük küçük her türlü hizmetler ve memuri­yetlerde, bizim nizam ve bizim usul ile yetiþmiþ bulunan­larý bertaraf ede­rek, kendi öðretim ye eðitim nizamlarý ile yetiþmiþ bulu­nanlarla kendilerinin mekteplerinde oku­yup bitirenleri bizim mekteplerden yetiþmiþ olanlarýn ye­rme koydular. Yavaþ yavaþ iktisadî kuruluþlar, idarî iþ­ler ve hemen he­men her þey, Avrupai terbiye ile yetiþ­miþ olan zümrenin eline geçti. Bu usul ve bu þekildeki tarzý hareket, gitgide idare sistemini bizim medeniyetimizden, bizim yaþayýþ ve düþünüþ tarzýmýzdan ayýrdý. Bu yoldan ayrýlmýþ ve baþka bir yola sapmýþ, sapýk bir ne­sil ortaya çýktý. Bunlar, Ýslâmdan da, Ýslâm tarihinden de, Ýslâmýn öðretim ve eðitim usulünden de, Ýslâmî riva­yetlerinden de ve her þeyden ilmî manada bigâne idiler. Kendilerince tercih edilmesi lâzým gelen ve itibar edile­cek olan hususlara da alâkasýz bulunuyorlardý, iþte bi­zim Ýslama kaymamýza en büyük mania teþkil eden þey de budur. Bu þekilde yanlýþ anlayýþlarýn neticesinde, Ýslam yirminci asýrda kabili icra deðildir diye tutturuluyor.

Gördükleri talim ve terbiyeleri tamamen gayrý islâ­mî olan bu güruh bundan baþka ne yapabilirdi? Onlar ancak, islâm kabili icra deðildir diyeceklerdi. Çünkü Ýslâmý bilmi­yorlar. Islâmý bilmedikleri gibi, Ýslâm yolu ile de amel et­miyorlardý. Buna hazýr da deðillerdi, Ýslâmýn bir yaþayýþ nizamý olabileceðini de katiyen düþünemiyorlardý. Yaþa­yýþ nizamýnda, bunun amelî cephelerinin bu­lunduðunu akýllarýndan bile geçiremiyorlardý.

Þimdi bizim karþýmýzda ancak iki yol vardýr: Biri ýrk ve milliyet bakýmýndan hep kâfir olmak için hazýr lanmak ve ister istemez Ýslâmýn ortada bulunan ismini de bir ta­rafa býrakýp bundan da kurtulmak... ikincisi ise halis bir niyet ve imân ile (münâfikane yollarla deðil) mevcut eði­tim ve öðretim nizamý üzerinde tetkiklerde bulunulup, bu sistemi tahlil edip; araþtýrarak tesbit ey­lemek ki, ne gibi þeyler bizi, Ýslâm yolundan saptýrýyor? Ve ne gibi deðiþik­likler yapmak lâzýmdýr ki, bununla is­lâm nizamýný yürüt­mek için halký hazýrlayabilelim? Ben büyük bir esefle þunu söyliyeceðim ki, bizim eðitim ve öðretim sistemi­mizde maalesef bu hususa' hiç de ehem­miyet verilme­miþtir. Yalnýz ehemmiyet verilmemekle de kalýnmamýþ bu husus tamamen ihmal dahi edilmiþtir. Bu mesele, üze­rinde derinliðine düþünülecek ve ehemmiyetle üstünde durulacak bir problemdir. Biz bu meseleyi kö -künden halletmedikçe, islâm nizamýnýn yürüyeceði yolu da dü­zeltmiþ ve Ýslâm nizamýnýn caddesini temizlemiþ ola­ma­yacaðýz.

Ýbn-i Haldûnun hangi nazariyesine dönersek dönelim yine bu meseleyi halletmek için bir yardým bulmuþ -olma­yýz. Çünkü, bugün meydana çýkmýþ bulunan bu me­sele­ler çeþitlilik bakýmýndan, Ýbn-i Haldun zamanýnda mevcut deðillerdi. Meselenin hakikati ve onun hakikî ma­hiyeti þudur ki, sömürgeciler, bizim ülkelerimizden çeki­lip git­mek zorunda kaldýktan sonra, yukarýda bahsetti­ðiniz neslin eline hükümet ve iktidarý verip de öyle gitmiþlerdir. Yani kendi eðitim ve öðretim sistemleriyle ye­tiþtirmiþ ol­duklarý kimseleri, kendi medeniyet ve yaþayýþ usullerinin kaynaklarýndan su içermiþ olduklarý elemanla­rý, iþ ba­þýnda býrakmýþlardýr. Bunlar vücut yapýsý itibariyle bizim kavmimizden, bizim milletimizden olmalarýna raðmen, ilmî, zihnî ve ahlâkî bakýmdan ingilizlerin, Fran­sýz­larýn, Felemenklerin yerine geçip oturmuþlardýr. Bu zümrenin elinde bulunan hükümet de bir hayli manialar­la karþýlaþýr ki, bu manialarý ortadan kaldýrmak gayet mühim bir me­seledir. Ýbn-i Kaldunun nazariyeleri bu salýada iþ göre­cek durumda deðildir. Bunun için çok ehem­miyetle düþü­nüp taþýnmak lâzýmdýr. Hali hazýr durumu gözönünde bulundurarak bu iþin ýslahý için yeni yollar açmak gerekir


radyobeyan