Fena ve beka By: sumeyye Date: 23 Eylül 2010, 18:16:33
FENÂ ve BEKÂ
Fenâ kelimesi, FNY sülâsi fiilinden masdardýr. Lügatta þu manâlara gelir:
1) Helâk oldu, inkýraz buldu, vücudu sona erdi, yok oldu.
2) Ýhtiyarladý, ölüme yaklaþtý.
3) Fî harf-i cerriyle kullanýldýðýnda, bir þeye (hýrsla) sarýlmak, onda fâni olmak (erimek), þiddetli çaba göstermek manâlarýna gelir.1
Istýlahta fenâ, baþlangýcý ve sonu olan þey için kullanýlýr. Nitekim Cenâb-ý Hakk mahlûkat için: "Yeryüzünde ne varsa fanidir" buyurur (Rahman, 55/26).
Tasavvufta ise, bütün hazlardan sýyrýlýp hiçbir þeye karþý haz duymamaktýr. Öyleki böyle bir kimse kendisinden fâni olduðu, Cenâb-ý Hakk'la meþgul bulunduðu için bütün eþya ile alâkasýný kesmiþ olur.2
Cüneyd'e göre fenâ, beþerî ve nefsanî vasýflarýn bütünüyle susturulmasý, tüm varlýðýn Cenâb-ý Hakk'la meþgul olmasýdýr.
Mutasavvife, Abdullah, b. Ömer'e ait þu vak'ayý fenâya delil kabul eder. Tavaf ederken birisi Ýbn Ömer'e selâm vermiþ, o da almamýþ. Selâm veren zat Abdullah'ý arkadaþlarýna þikayet edip kýrgýnlýðýný belirtir. Bunun üzerine Ýbn Ömer "Biz tavaf ederken Allahu Teâlâ'nýn tecellilerini görmekteydik" cevabýný verir.3
Bekâ kelimesi, BKY sülâsi fiilinin masdarýdýr. Lügatta þu manâlara gelir:
1) Devam ve sebat etmek (Rahman, 55/27).
2) Min harf-i cerriyle kullanýldýðýnda fazla olmak, artmak ve kalmak (Bakara, 2/127)
3) Alâ harf-i cerriyle kullanýldýðýnda korumak, acýmak ve þefkât göstermek.
4) Yine min ile kullanýlýnca bir þeyin bir kýsmýný depolamak ve stok etmek.
5) Mef'ulün bih ile kullanýlýnca kendi haline býrakmak.4
6) Bir þeyden geri kalan iz, eser ve kalýntý (Hakka, 69/2; Bakara, 2/248).
Istýlahta ise "bekâ"nýn üç manâsý vardýr:
Birincisi: Mecazî olarak dünya ve baþlangýcý ile sonu bulunmayan þeyler demektir.
Ýkincisi: Önceden kesinlikle mevcut olmayan, sonradan var olan fakat hiçbir zaman fâni olmayacak olan varlýklar demektir. (Ahiret, Cennet, Cehennem gibi).
Üçüncüsü: Mevcudiyeti hiç yok olmamýþ olan ve asla yok olmayacak olan varlýk demektir (Allah (cc) ve sýfatlarý gibi).5
Tasavvufta bekâ, kulun kendisine ait þeylerden fâni ve Allah için olan þeylerle bâki olmasý demektir.6 Kötü huylardan sýyrýlýp Allah'ýn razý olacaðý huylarla bezenmektir. 7
KONUMUZLA ÝLGÝLÝ ÂYETLER
"Sizin yanýnýzda olan fâni, Allah'ýn nezdinde olan ise bâkidir" (Nahl, 16/96).
"Yeryüzünde olan her þey fânidir, (Ancak) celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü ve zâtý bâkidir" (Rahman, 55/26-27).
"... Allah'ýn vereceði mükâfat daha iyi ve daha devamlýdýr" (Taha,20/73).
"... Bâki kalacak yararlý ameller, Rabbinin katýnda sevap olarak daha iyidir" (Meryem, 19/76).
"Mal ve oðullar dünya hayatýnýn süsüdür. Ama bâki kalacak yararlý iþler, sevap olarak da, amel olarak da Rabbinin katýnda daha hayýrlýdýr." (Kehf, 18/46)
"Ýnanýyorsanýz, Allah'ýn geri býraktýðý helâl kâr, sizin için daha hayýrlýdýr" (Had, 11/86).
"Size verilen herhangi bir þey, dünya hayatýnýn bir geçimliði ve süsüdür. Allah katýnda olan ise daha iyi ve devamlýdýr. Akletmez misiniz?"(Kasas, 28/60).
"... Allah katýnda olan; inanýp Rablerine güvenen, büyük günahlardan ve hayasýzlýklardan çekinen öfkelendiklerinde bile baðýþlayanlar,' Rabbinin çaðrýsýna cevap verenler ve namaz kýlanlar için daha iyi ve süreklidir" (Þûra, 42/36-37).
"Ahiret, daha hayýrlý ve daha bakîdir"(A'lâ, 87/17).
Bütün âyet-i kerîmeler, insanýn dünyaya ve onun süsüne takýlmayýp, kötülükleri terk ederek Allah katýnda bulunan hayýrlý þeylere talip olmasý; güzel huylarla bezenmesi gerektiðini ifade eder. Devamlý ve bâki olanlar bunlardýr; insanýn bekâsýný da bunlar temin eder. Yalnýz insana verilen bu bekâ ahirettedir. Dünya ise içindekilerle fânidir.
TASAVVUFTA FENA VE BEKA
Fenâ ve bekâ tasavvufun en nazik, en hassas ve en ince meselelerinden biridir. Yeni bir fenâ-bekâ anlayýþýnýn tasavvufa Ebu Said el-Harraz vasýtasýyla girdiði konusunda kaynaklar müttefiktirler. Hucvirî, Harraz'ýn fenâ-bekâ nazariyesini mümkün olan en güzel þekilde tasvir etmiþtir. Bu þekildeki fenâ anlayýþý daha sonra bütün Sünnî sufîler tarafýndan benimsenmiþ, sonraki asýrlarda yetiþen mu'tedil sufîler tarafýndan devam ettirilmiþ, zahir ulemasý da bu nev'i anlayýþa tepki göstermemiþlerdir.
Buna göre üç çeþit fenâ vardýr:
1- Alemin baþlangýcý ve sonu ile ilgili olan, tamamýyla kelâmý ve metafizik mahiyetteki fenâdýr.
2- Tamamen ahlâkî mahiyette olan kötü sýfat ve huylarý yok ederek yerine iyi sýfatlarý, güzel huylarý koymayý hedef alan bir fenâdýr.8
Fenâ ile bekâ birbirlerinin müteradifidir, þöyleki:
Cehalet fani olunca, ilmin bekâsý zarurîdir; bilgisizlik yok olunca, mutlaka bilgi var olur. Asilik hali fâni olunca, itaat hali bâki olur. Neticede kötü huylarýn yok olmasý fenâ, yerini güzel huylarýn almasý bekâdýr.9
"Kul vasýflarýndan fâni olunca, bekânýn tümünü elde eder."10
Bu þu demektir: Kul, insanlýk vasýflarýný taþýmasýna raðmen, bu vasýflarý terk ederek kendi muradýný, Allah'ýn muradý istikametinde yönlendirirse bekâya ulaþmýþ olur.
Fenâ makamýnda olan kimse, Allah'a karþý olan görevlerinde çok titizdir. Her türlü muhalefetten þiddetle kaçýnýr. Fenânýn arkasýndan bekâ gelir. Bekâ, kulun kendisine ait olan þeylerden, fâni, Allah için olan þeylerle bakî olmasý demektir.
Fenâyý, Hz. Musa'nýn daða tecelli eden Cenâb-ý Hakk'ýn azameti karþýsýnda kendinden geçmesi gibi, bütün eþyadan fâni olmaktýr diye açýklayanlar da vardýr.11
Kul eþyadan fâni olunca bekâya ulaþýr. Bu durumda onun için herþey birdir. Kurb ile bu'dun, sevgi ile nefretin, sýkýntý ile neþenin farký yoktur.
FENÂ VE BEKÂDA AÞIRILIK
Fenâ ve bekâ konusunda ifrat ve tefrite gitmek insaný hataya düþürür. Birisinde Allah'ýn kul ile birleþmesi görüþüne ulaþýlýr. Diðerinde dünyaya temessükte beis olmadýðý zehabýna varýlýr. Nitekim bazýlarý bu noktada hataya düþmüþlerdir. Zannetmiþlerdir ki fenâ, zatýn kaybolmasý ve þahsýn bedeninin yok olmasý manâsýna, bekâ da Hakk'ýn bekâsýnýn kula bitiþmesi ve eklenmesi manâsýna gelmektedir. Bu duruma küllî fenâ, fenâ-yý ayrý ve fenâ-yý zât isimlerini vermiþlerdir. Halbuki bu hallerin her ikisi de imkânsýzdýr. Zira hâdise kadîmin ve kadîme, hâdisin ârýz olmasý mümkün deðildir.
Bu aþýrýlýk bazý cahil sufîlerde ittihad ve hulûl itikadýný doðurmuþtur. Ýttihad, Allah'ýn kul ile birleþmesi; hulûl de bir þeyin baþka bir þeye girmesi demektir. Buna göre Allah "hâll" hulûl eden, kul ise, "mahal" (hulûl edilen) olmaktadýr. Bu anlayýþýn aþýrý þeklinden ve ileri ölçülere vardýrýlmasýndan Vahdet-i Vücud akidesi zuhur etmiþtir. Bunun da ötesinde tenasüh inancýný hâvî Hulûliye mezhebi ortaya çýkmýþtýr.
Hulûl ve ittihadýn tabiî ve zarurî sonucu Ýbâhiliktir. Allah ile kul bir ve ayný þey olunca, teklif edenle mükellef, âmir ile memur arasýnda fark kalmamaktadýr. Neticede haram ve yasak olan her þey caiz ve mübah olmaktadýr. Tasavvufta bu nevî akideleri benimseyenler az deðildir. Hulmâniye ve görüþlerini Hallaç'a dayandýran Faris'in yolu mezkûr tutumu sergiler.12
TASAVVUF EHLÝNÝN BU KONUDAKÝ SÖZLERÝ
Harraz: "Fenâ, Hakk'ta yok olmak, bekâ ise yalnýz Hakk ile beraber bulunmaktýr" diye tarif etmiþtir.13
Cüneyd ise: "Fenâ beþerî ve nefsanî vasýflarýn bütün ile susturulmasý, tüm varlýðýn Cenâb-ý Hakk ile meþgul olmasýdýr" diye açýklamýþtýr.14
Ýbrahim b. Þeyban: "Fenâ ve bekâ ilmi, vahdaniyetteki ihlas ve ubudiyetteki sýhhat üzerine devreder. Bunun dýþýndaki bütün deðerlendirmeler muðalâta ve zýndýklýktan ibarettir" demiþtir.15
Ebu Yakup Nehrecorî: "Ubudiyetin sýhhati fenâ ve bekâdadýr" demiþtir. Zira kul kendisine ait nasip ve faydalarýn tümünden kendini çekip uzaklaþtýrmazsa, ihlâsla hizmete þayeste ve lâyýk olmaz. Beþerî haz ve nasiplerinden teberrî ve kendini uzaklaþtýrmak, fenâ denilen þeydir. Ubudiyetteki ihlâs da bekâ denilen þeydir.16
Harraz'a, fenâ makamýna eren fâninin alâmeti sorulduðunda: "Fenâ iddiasýnda bulunan kimsenin alâmeti, Allahu Tealâ'nýn dýþýnda dünya ve ahiretle ilgili bütün hazlarýn gitmesidir" diye cevap vermiþtir.17
Harraz: "Fenâda fâni olan fenâ ehlinin, fenâlarýnýn sýhhati, beraberlerinde bekâ ilminin bulunmasý; bekâda bâki olan bekâ ehlinin bekâlarýnýn sýhhati de beraberlerinde fenâ ilminin bulunmasýna baðlýdýr' demiþtir.18
NETÝCE
Tasavvufun gayesi insaný saflaþtýrýp duru ve temiz olarak, aslî fýtratýna (Elest Bezmi'ndeki durumuna) kavuþturmaktýr. Zira Allah'la mülâki olmak, O'na vuslat bulmak Elest Bezmi'ndeki safiyete ulaþmakla mümkündür. Ýnsan bu duruluða ulaþýnca Allahu Tealâ ile kontak kurar, teatî ve konuþmada bulunabilir. Yalnýz bu durumun keyfiyeti bizce meçhuldür.
Nitekim bu durum daha önce Elest Bezminde tahakkuk etmiþtir, ikinci kez vuku bulmasý gayet normaldir (A'raf, 7/72). Ayrýca bir kudsî hadiste: "Kulumu sevdiðim zaman, onun duyan kulaðý, gören gözü, yürüyen ayaðý... olurum" buyrulmuþtur.19 Bir baþka kudsî hadiste kul, ibadetleriyle Allah'a yaklaþtýðýnda; Allahu Tealâ'nýn daha fazla kuluna yaklaþtýðý ifade edilmiþtir. Bu da bize kul ile Allah (cc) arasýnda bir rezonans halinin vuku bulacaðýný gösterir. Yalnýz anlatýlan rezonans hali, hulûl ve birleþme þeklinde deðil, sâlikin mâsivadan sýyrýlarak sadece Allah'ýn zatýný ve sýfatlarýný müþahede etmesi, baþka þeyleri görmemesi tarzýndadýr. Bu duruma, "Fenâ fi't-Tevhid" denir.20
Tasavvufta zikredilen fenâ ve bekâ hali insanýn sýfatýdýr. Allahu Tealâ'nýn sýfatlarýyla ayniyeti yoktur; fakat O'nun esma ve sýfatlarýnýn insanda tebeyyün eden tecellileridir. Zira bizim bekâmýz, bizim sýfatýmýz; bizim fenâmýz da bizim sýfatýmýzdýr. Allahu Tealâ'nýn bekâsý ise; O'nun kendi sýfatýdýr. Bizim bu sýfatýmýz O'nunkine benzemez. Fakat O'na baðlýdýr. Bizim bekâmýz, baðýmlý bekâdýr, Allahu Tealâ istemeyince biz onu tadamayýz.
Hucvirî, fenâ ve bekâ görüþünü, bütün yanlýþlýklarý bertaraf edecek fevkalâde bir teþbihle anlatmýþtýr.
Bir demir, ateþin içine atýlýnca; ateþ o demirin vasfý olan siyahlýk ve soðukluðu yok ederek, ona kendi vasfý olan kýrmýzýlýðý ve sýcaklýðý kazandýrýr. Ocaða bakýlýnca ateþ ile demir ayýrt edilemez. Ama ateþin zatýyla demirin zatý deðiþmemiþtir. Ateþ eski ateþ, demir ise yine eski demirdir. Týpký bunun gibi Allah'ýn muhabbeti ve aþký kulu istilâ edince onun vasýflarýný yok ederek, ona kendi vasfýný kazandýrýr. Bu manâda demir nârî olduðu gibi insan da ilâhî ve lâhutî olur. Tasavvuftaki fenâ ve bekâ iþte budur.21
Bu durum salikte, þeyhte fenâ olma þeklinde de zuhur eder. Mürid bu durumda þeyhiyle aynileþir. Her þeyde ona uyar, iradesini þeyhine teslim eder. Ýþte buna "Fena fi'þ-Þeyh" denir.
Kýsaca mutlak manâda fenâ ve bekâ, Allahu Tealâ'nýn emirlerinin kul üzerinde kesin bir hâkimiyet kurmasýdýr. Cenâb-ý Hakk'ýn bütün tasarruf ve tecellileri ile otorite tesis etmesidir. Bir açýdan kulun tevbe-i nasûh ile tevbe edip, kötülüklerden ve dünya metamdan el etek çekmesidir.
DÝPNOTLAR
1 Ýsbahanî Ragýp, el-Müfredât, el-Mu'cemü'l-Vasît. Ýlgili maddeler.
2 Sühreverdî, Avârîf, s. 646.
3 Sühreverdî, Avârif, s. 647.
4 Ýsbahanî Ragýb, el-Müfredât, Mu'cemü'l-vasît, ilgili md.
5 Hucvirî, Keþfü'l-Mahcûb, s. 365.
6 Sühreverdî, a.g.e., s. 647.
7 Hucvirî, Keþfü'l-Mahcub, s. 366.
8 Hucvirî, a.g.e., s. 372.
9 Hucvirî, a.g.e., s. 366.
10 Hucvirî, a.g.e., s. 367.
11 Sühreverdî, a.g.e., s. 647.
12 Hucvirî, a.g.e., s. 388.
13 Sühreverdî, a.g.e., s. 647.
14 Sühreverdî, a.g.e., s. 647.
15 Hucvirî, a.g.e., s. 370.
16 Hucvirî, a.g.e., s. 370.
17 Sühreverdî, a.g.e., s. 647.
18 Sühreverdî, a.g,e., s. 648.
19 Gazali, Ýhya-u Ulûmi'd-Din, C.4, s. 579.
20 Gazali, a.g.e., s. 579.
21 Hucvirî, a.g.e., s. 372.
BÝBLÝYOGRAFYA
1 Kur'ân-ý Kerîm ve Türkçe Anlamý (Meal), Diyanet komisyonu, Ankara, 1983.
2 Ýsbahanî Raðýb, el-Müfredât fî Garibi'l-Kur'ân, Ýstanbul, 1986, Kahraman yay.
3 Mu'cemü'l-Vasît, Ýstanbul, tarihsiz, Çaðrý yay.
4 es-Sühreverdî, Ebû Hafs Þîhâbüddin Ömer. Avarifü'l-Meârif, (trc. Kamil Yýlmaz-Ýrfan Gündüz), Ýst. 1989.
5 Hucvirî, Ali b. Osman Cüllâbî, Keþfu'l-Mahcûb (trc. Süleyman, Uludað), Ýst. 1982, Dergâh yay.
6 Gazâlî, Ýhya-u Ulûmi'd-Dîn (trc. Ahmet Serdaroðlu), Ýstanbul 1975, Bedir yay.
M. Salim Güven