Nurdan Damlalar
Pages: 1
Risalei Nur da tasavvufi anlayis By: sumeyye Date: 20 Eylül 2010, 17:39:38
RÝSALE-Ý NURDA TASAVVUFÝ ANLAYIÞ

"Kur'ân'ýn hakikatlerini özellikle 20. asýr insanlarýnýn hidayetine daha çok muhtaç olduklarý âyetleri izah eden Risale-i Nur Külliyatý, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceðim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatleri nedir?" gibi suallerin cevabýný Kur'ân'a dayanarak açýk ve kati bir þekilde, çekici bir üslup ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akýllarý tenvir ve tatmin eder. 20. asrýn Kur'ân düþüncesi olan bu eserler bir taraftan teknik, fen ve sanat olarak maddiyatý, diðer taraftan imân ve ahlâk olarak maneviyatý camî ve havî olacak Ýslâm medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride býrakacaðýný isbat ve îlân eder.

GÝRÝÞ
Ýnsan için en büyük merak konusu olan þeylerin baþýnda kendi yaradýlýþý, kainatla münasebeti ve ikisi arasýndaki hakikat baðlarýný yakalamak gelir. Bu yolda ona yol gösterici olarak ALLAH (cc) tarafýndan Nebiler (as) gönderilmiþ, daha sonra da onlarýn yollarýnýn izah ve þerhlerini yapan âlimler, âbidler, muhakkikler, tasavvuf erbabý vb. insanlar gelmiþtir. Bunlarýn bütünü bu hakikatin bir parçasýný göstermeye çalýþmýþ ve vazifelerini hakkýyla yaparak hakiki âleme gitmiþlerdir. Bunlardan bir bölümü olan tarikat ve tasavvuf erbabý da vazifelerini bihakkýn ifa etmiþ ve insanlýða hakikate giden nurdan bir iz býrakmýþlardýr. Biz bu yazýmýzda tasavvufun genel bir tarifini yaptýktan sonra 14. (20) asýrdaki Ýslâmî hizmette çok önemli bir yeri olan Risale-i Nurun tasavvuf ve tarikat anlayýþýný izah etmeye çalýþacaðýz. Böyle bir çalýþmadan maksat ise, kafalardaki bazý istifhamlarý kaldýrmaktýr. Bu istifhamlarýn baþýnda da "Risale-i Nur tasavvuf ve tarikata karþýdýr" iddiasý gelmektedir.

TASAVVUF VE TARÝKAT NEDÝR?

Tasavvuf en veciz tarifini Gazalî'de bulur: "Kalbi Hakka baðlayýp mâsiva (O'ndan gayri herþey) ile ilgiyi kesmektir"(1). O'nun gayesi ise, "Hakkýn rýzasýný kazanmak için nefisleri temizlemek, güzel ahlâk sahibi olmaya çalýþmak veya kýsaca ALLAH (cc) ve Resûlünün (sau) ahlakýyla ahlâklanmak" (2) olarak bilinmektedir. Ayrýca tasavvuf, "Hz. Peygamber (sav)'in manevi otoritesinin terbiye, irþâd, davet ve teblið adýyla devam eden müesseseleþmiþ þeklidir" (3) diye de izah edilmektedir. "Hz. Peygamber devrinde bilinmeyen ve pek meþhur olmayan bir kelime olan Tasavvufun ortaya çýkýþý ve türetiliþi tartýþmalý bir konu olsa da" genel anlamýyla "Sûf (yün) kökünden geldiði kabul edilir" (4) ve kýsaca "Ýlâhi emirlere tam teslimiyet, ALLAH ve Resûlünün ahlâkýyla ahlâklanmak ve mâsivadan kalbî alâkayý kesmek" (5) manâlarýnda kullanýlýr. Tasavvuf iyice incelendiðinde görülecektir ki; "O Ýslâm'ýn insana gösterdiði gaye olan insan-ý kâmil olmanýn bir yolu ve yöntemi, iki diyarýn anahtarý, gönül gözünün açýlmasýnda mükemmel vasýta ve ilâhi bir aþk" (6), "ALLAH (cc)'tan gayriye (makam, mevki, mal, mülk, para, kadýn, hýrs vs.) kul olmama, O'ndan baþkasýndan hiç birþey ummama, ihtirasý býrakýp Hakk'in verdiðine þükür etme, þikayeti býrakýp sýkýntýya alýþma, kibri býrakýp tevazuyu huy edinme, uykuyu ve gafleti býrakýp ibadete devam etme" (7)'dir. Bu tariflerin yeterliliðine güvenerek Risale-i Nurun tasavvuf ve tarikat anlayýþýna geçelim. Fakat bu mevzuya geçmeden önce kýsaca Risale-i Nur'un manâ ve mahiyetinden bahsetmekde de fayda mülahaza ediyoruz.

RÝSALE-Ý NUR NEDÝR VE NASIL BÝR TEFSÝRDÝR?

"Kur'ân'ýn hakikatlerini özellikle 20. asýr insanlarýnýn hidayetine daha çok muhtaç olduklarý âyetleri izah eden Risale-i Nur Külliyatý, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceðim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatleri nedir?" gibi suallerin cevabýný Kur'ân'a dayanarak açýk ve kati bir þekilde, çekici bir üslup ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akýllan tenvir ve tatmin eder, 20. asrýn Kur'ân düþüncesi olan bu eserler bir taraftan teknik, fen ve sanat olarak maddiyatý, diðer taraftan imân ve ahlâk olarak maneviyatý camî ve havî olacak Ýslâm medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride býrakacaðýný ispat ve ilan eder." Risale-i Nur'un nasýl bir tefsir olduðu hakkýndaki açýklamalarda ise; Tefsir iki kýsýmdýr. Birisi; malum tefsirlerdir ki, Kur'ân'ýn kelime, ibare ve cümlelerinin manâlarýný beyan, izah ve ispat ederler. Ýkinci kýsým tefsir ise; "Kur'ân'ýn imaný olan hakikatlarýný kuvvetli delillerle beyan, ispat ve izah etmektir. Bu kýsmýn çok ehemmiyeti var. Meþhur malum tefsirler, bu kýsmý bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar, fakat Risale-i Nur doðrudan doðruya bu ikinci kýsmý esas tutmuþ, emsalsiz bir tarzda muannid feylesoflarý do susturan bir manevi tefsir olmuþtur" (8 ) denmektedir. Ayrýca Risale-i Nur akla gelen bütün istifhamlarý çözüme kavuþturmuþ, fenden ve felsefeden gelen küfrün önünde bir sedd-i Kur'ân oluþturmuþ, vahdaniyet-i ilahiyyeyi ve nübüvvetin hakikatini aklî ve ilmî delillerle ispat etmiþ, akla gelen bütün imanî meseleleri en kat'i ve saðlam delillerle aklen, mantýken, ilmen izaha çalýþmýþ ve bunda yüzde yüze varan bir baþarý elde etmiþ nurlu bir tefsir ekolüdür.

RÝSALE-Ý NURDA TASAVVUFÎ ANLAYIÞ

20. asrýn fen ve felsefesinden gelen saldýrýlara Kur'ânî cevaplarla karþý koyan Bediüzzaman, tasavvuf ve tarikata saldýranlara da karþý çýkmýþ ve tasavvufun gayesini "Tasavvuf ve tarikatýn gayesi, marifet ve iman hakikatlerinin inkiþafý olarak, Peygamber Efendimiz'in Mir'acýnýn gölgesi ve himayesi altýnda kalb ayaðýyla, ruhânî bir yol kat etme neticesinde, zevkî, halî ve bir derece iman-Kur'ân hakikatlerini görerek onlara mazhar olma namýyla ulvî bir insan sýrrý ve beþerin kemâl noktasýna ulaþmasýdýr" (8 ) diye açýklayarak en güzel þekilde müdafaa etmiþtir. Getirdiði izahlarla tarikat ve tasavvufun bir haritasýný çizen Bediüzzaman "Þeriat kabuk, tasavvuf içtir" diyenlerin de ifrata gittiklerini belirterek bu yolda gidilecek düsturlarý da ortaya koymuþtur. Tasavvufun lüzumuna deðinirken "Ýnsan þu kainatýn bir fihristi olduðundan, kalbi de binler âlemin manevî haritasý hükmündedir. O zaviyeden kalbin yoktan var edicisi o kalbi iþlettirmesini inkiþafýný ve hareketini irade etmiþ ki, öyle yapmýþ, madem irade etmiþ elbette o kalbi iþlettirmek için en büyük vasýtasý, velayet mertebelerinde ilahi zikir ile tarikat yolunda iman hakikatlerine teveccüh etmektir" diyerek insan için kaçýnýlmaz bir yol olduðunu da belirtmiþtir. Bu kalbî yol alma ve ruhani hareketin anahtarý ve vesilesinin ise ancak "Ýlahi zikir ve tefekkür" olacaðýný ve bunlarýn güzelliklerinin anlatmakla bitmeyen þeyler olduðunu ve insana uhrevî faydalarla mükemmeliyet kazandýran bu vasýtadan uzak olmanýn insana büyük zararlar açabileceðini de belirtir. Onu inkar edenlerin mühim bir yanýlgý içinde olduklarýný beyan ederken "Tarikat ve tasavvuf þeriatýn bir delilidir. Çünkü onlarýn içindeki bütün velayet ehli hakikatleri gözle gördüklerinden þeriatýn bütün hükümlerini tasdik ederler. Bu hakikati anlayamayan veya onlarýn aldýklarý feyzden mahrum olanlar ulaþamadýklarý o nurlarý inkara sapmýþlardýr. Sebebi ise, tarikatýn mensuplarýnýn bazýlarýnda gördükleri suistimalleri ve hatalarý umuma teþmil etmeleridir. Bunlarý bahane ederek bir nevi âb-ý hayat daðýtan o kevser menbaýný kurutmak için çalýþýyorlar. Halbuki bu hatalar ehil olmayanlarýn iþidir ve hatasýz meslek ve meþrepler hemen hemen yok gibidir. Cenâb-ý Hakk ahirette sevap-günah dengesine bakar. Sevap kefesi aðýr basan kulu makbul sayýp Cennete koyar. Hasenat ve günahýn muvazenesi ise kemmiyete deðil keyfiyete göredir. Bazan olur bir sevap binlerce günahý affettirir. Madem Cenâb-ý Hakk böyle adalet eder, o halde inkar manâsýzdýr" izahlarýný getirerek tarikat ve tasavvuf erbabýnýn ordan aldýklarý zevkle ve evliyaya duyduklarý muhabbetle imanlarýný muhafaza edeceklerini de ortaya koyar. Bu husustaki inkarcýlara karþý da "Ýþte ey hamiyetfuruþlar ve sahtekar milliyetperverler.. Tarikatýn toplum hayatýmýzdaki bu güzel yönlerini çürütecek olan hangi günahlardýr söyleyiniz" diyerek onlarý susturur. (Bu sözlerin tarikate karþý resmi çevrelerde takibatýn baþlayýp tekke ve zaviyelerin kapatýlmaya baþladýðý bir anda yayýnlandýðýný unutmayalým.)
Bediüzzaman velayet mesleðinde (tarikat ve tasavvuf yolunda) ilerlemenin çok kolay, kýsa, kýymetli ve geniþ olduðunu, ancak bu kolaylýk içerisinde özü yakalayamayan insanlarýn çok müþkilatlara, uzun ve dar bir yola düþeceklerini de belirterek bu yolda ilerleyenlerin iki þekilde yürüyebileceklerini anlatýr. Bu yollardan birincisinin "Seyr-i enfüsi, diðerinin ise seyr-i afaki" olduðunu belirtir. Getirdiði orijinal cevaplarla enfüsî ve afakî meþrepleri anlatýrken "Enfüsi meþrebi nefisten baþlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enaniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikati bulur. Sonra afâka girer, onu nurani görür. Çabucak o seyri bitirir, Enfüsi dairesinde gördüðü hakikati büyük bir ölçüde onda da görür. Bu yolda gitmenin en mühim esasý enaniyeti kýrmak, hevayý terketmek ve nefsi öldürmektir. Seyr-i afâki ise afâktan baþlar, o büyük dairenin görünen yerlerinde esmanýn ve sýfatýn cilvelerini seyredip, sonra enfüsi daireye girer. Küçük bir ölçüde kalb dairesinde o nurlarý müþahede edip, onda en yakýn yolu açar. Kalbin ayine-i Samed olduðunu görür, aradýðý maksada vasýl olur. Ýþte birinci meþrepte yol alan insanlar nefsi emmareyi öldürmeye muvaffak olamazlarsa, hevayý terkedip enaniyeti kýramazlarsa þükür makamýndan fahr makamýna düþer.. fahirden de gurura sukut eder. Eðer muhabbetten gelen bir cezbe ve cezbeden gelen bir nev'i sekir beraber bulunsa 'ÞATAHAT' namýyla haddinden çok fazla dâvalar ondan sudur eder. Hem kendi zarar eder, hem baþkalarýnýn zararýna sebeb olur (9) diyerek gelebilecek tehlikelere de dikkat çeker. Bu hale düþenlere ise tavsiye ettiði reçete "Þeriatýn ölçülerini elinde tutmak ve usûl-ud-din ulemasýnýn düsturlarýný kendisine rehber kabul etmek ve Ýmam-ý Gazali, Ýmam-ý Rabbani (ra) gibi muhakkik evliyalarýn talimatlarýný tutmak" þeklindedir. Ayrýca 'Ýnsanýn nefsini daima ittiham etmesi gerektiðini ve ona verilecek þeyin yalnýzca acz, fakr ve kusur" olduðunu da beyan eder. Velayet yollan içinde en saðlam yolun Sünnete tabi olma, yani "amel ve hareketlerinde sünnete baðlýlýðýný düþünüp onu taklit etmekten ibaret müstakim bir yol" olduðunu izah eden Bediüzzaman "Ýþte bu büyük cadde en büyük velilik yolu ve Nübüvvetin mirasçýsý olan sahabîlerin (ra) ve selef-i salihinin caddesidir" (10) diyerek bunun en büyük esasýnýn ise 'ÝHLAS' olduðunun izahýný yapar. Bunun esas kaidelerinin "Bu dünyayý hikmet ve hizmet diyarý bilmek, ücret ve mükafat istememek, uhrevi hayata ait neticelere talip olmamak, verilse bile memnunane deðil, mahzunane kabul etmek ve her hale þükretmek" (11) olduðunu da ayrýca belirtir.

ÞERÝAT-TARÝKAT KARÞILAÞTIRMASI
Bediüzzaman þeriat ve tarikatýn bir karþýlaþtýrmasýný yapar, herbirine genel kaideler vaz'eder. Bunu izah ederken "Þeriat doðrudan doðruya gölgesiz, perdesiz Ehadiyat sýrrý ile Mutlak Rububiyet noktasýnda ilahi hitabýn neticesidir" (12) diyerek "Tarikatýn en yüksek mertebelerinin ancak þeriatýn cüz'leri hükmüne geçebileceðini" yani onlarýn ancak bir vesile, baþlangýç ve hadim olabileceklerini (13) anlatýr. Bu noktada 'Þeriat kabuk, tarikat-tasavvuf özdür" diyenlere de gereken cevabý verirken "yoksa bazý tasavvuf mensuplarýnýn zannettikleri gibi þeriatý zâhiri bir kabuk, hakikati onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doðru deðildir. Þeriatýn insanlarýn tabakalarýna göre inkiþafý ayrý ayrýdýr. Avam insanlara göre þeriatýn zâhirini þeriatýn hakikati zannedip havassa açýlmýþ olan þeriat mertebelerine HAKÝKAT ve TARÝKAT namý vermek yanlýþtýr. Þeriatýn umum tabakalara bakan yaný vardýr" (14), izahýný getirir ve neticede de "Tarikatýn en mühim esasýnýn sünnete uymak" olduðunu söyler.

TARÝKAT EHLÝNÝN VARTALARI
Sünnetin ölçülerini elinde tutmada yani onlarý pratik hayata tatbik etmeden tarikat ve tasavvufun içine dalan insanlarýn birçok vartaya düþeceklerini ve bunlarýn da insaný büyük yanýlmalara götüreceðinin izah ve ispatýný yapan Bediüzzaman bunlarýn baþlýcalarýnýn; "Velayeti, Nübüvvete tercih etme, evliyayý Sahabeden üstün görme, birkýsým tarikat evradý ve adaplarýný sünnete tercih ederek muhalefet etme, ilhamý vahiyle karýþtýrma, keramet, zevk ve nurani tecellileri hoþ görüp onlara aþýk olma ve onlarý ibadete tercih etme, fahri, nazý þatahatý, insanlarýn teveccühünü, þükrün, niyazýn, tazarruatýn ve insanlardan istiðnanýn önüne geçirmek (15) ten ibaret olduðunu anlatýr. Bu vartalardan kurtulmanýn tek yolunun ise Kitap ve Sünnetin ölçüleri ile hareket etmekten geçtiðini ve onlar bilinmeden tarikat dairesine girilmemesi lazým geldiðini de ayrýca beyan eden Bediüzzaman "Þeriatsýz cennete giden yoktur ama tarikatsýz cennete giden çoktur" (16) diyerek meselenin önemine dikkat çekmiþtir.

ZAMAN TARÝKAT ZAMANI DEÐÝLDÝR SÖZÜNÜN HAKÝKATI
Þimdi burada daima sözü edilen ve edildiði meclislerde çoðu zaman yanlýþ anlaþýlmalara sebeb olan bir sözün izahýný da yapmak gerekecektir. Bu "Zaman tarikat zamaný deðildir" sözüdür. Þunun bilinmesi zaruri bir hakikattir ki, 'bir sözün hüsnünün, metanet ve kuvvetinin anlaþýlmasý için dört þeyin iyi bilinmesi gerekir. Bunlar da, kim söylemiþ, kime söylemiþ, hangi makamda söylemiþ ve hangi maksatla söylemiþ' cümleleridir. Bunlar bilinmeden bir sözün gerçek deðerinin anlaþýlmasý zordur. Þimdi Bediüzzaman bu sözü ne zaman söylemiþtir, bu çok önem arzetmektedir. Bu söz, Tekkelerin kapatýlmaya baþlandýðý ve tarikat toplantýlarýnýn sýký bir takibata maruz kaldýðý bir anda söylenmiþtir. Zaten tekkelerin bir kýsmý, yeni þartlarýn ihtiyaçlarýna cevap vermekten uzak, üstelik kötü uygulamalar sebebiyle âdeta kendi kendilerini kapatmýþlardýr. Öyle anlaþýlýyor ki Bediüzzaman, bir taraftan, bu tahribatýn müslümanlar arasýnda doðuracaðý ümitsizliði giderip teselli etmek, diðer taraftan, Kur'ân hizmetinin tarikatlarla kaim olmadýðýný belirtmek istiyordu.
Cemiyet hayatýnýn bozulmaya yüz tutmasýyla, Osmanlý eski ihtiþamýný kaybetmiþtir. Ahlâki çöküntü, ister istemez bütün müesseselere sýçramýþ ve Ýslâm bu dönemde toplum hayatýnda görünmez olmuþtu. Bu sýçrayýþta bu müesseselerin kurtulmasý ise zaten mümkün deðildi. Artýk zaman fitne ve fesadýn kol gezdiði bir devirdir ve bu devirde herkes kendi þahsi kemâlatýyla meþgul olmaktadýr. Ýman ve Kur'ân hakikatlerinin ayaklar altýna alýndýðý bir dönemde insanýn þahsi kemâlatýyla uðraþmasý, direkleri çürümüþ bir binanýn içinin süsüyle uðraþmaya benzediðinden birinci ve en birinci vazife olan iman kurtarma yoluna girmenin lüzumuna dikkat çekmek için söylenen bir sözü umum zamanlara teþmil edip 'Bediüzzaman tarikata karþýdýr' deme en azýndan insafsýzlýktýr. Bediüzzaman Hazretleri bu hususu izah ederken Ýmam-ý Rabbani'den getirdiði misâllerle meseleyi derinlemesine tahlile tabi tutmuþ ve neticede þu hükme varmýþtýr; "Ýmam-ý Rabbani (ra) Mektubatý'nda demiþ ki, iman hakikatlerinden bir meselenin inkiþafýný binlerce zevkler, zevk halleri ve kerametlere tercih ederim', 'Hem demiþ ki, bütün tariklerin son noktasý iman hakikatlerinin vuzuh ve inkiþafýdýr', madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki, eðer Þeyh Abdulkadir-i Geylani (ra), Þah-i Nakþibend (ra) ve Ýmam-ý Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydýlar (yani iman ve Kur'ân hakikatlerinin cemiyet hayatýndan silinmeye çalýþýldýðý dönem) bütün gayret ve çalýþmalarýný iman hakikatlerinin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü, ebedî saadetin medârý onlardýr. Onlarda kusur edilse ebedî þekavete sebebiyet verir. Ýmansýz cennete gidemez, fakat tasavvufsuz cennete giden çoktur. Ekmeksiz insan yaþayamaz, fakat meyvesiz yaþayabilir. Tasavvuf meyvedir, iman hakikatleri gýdadýr" (17). Bu hususta varid olan bir suale verdiði cevapda da, insanýn þeriat yolunda kalbi çalýþtýrýrken takip etmesi gereken hareketin ne olduðunu anlatýr. Sualde iddia edilen mesele þudur; "Tarikatlar hakikatlerin yollarýdýr. Tarikatlarýn içerisinde en meþhur, yüksek ve büyük cadde iddia olunan Nakþibendi hakkýnda, o tarikatýn kahramanlarýndan ve imamlarýndan bazýlarý esasýný böyle tarif etmiþler. Demiþler ki: Nakþî tarikatýnda dört þeyi býrakmak lazým; 'Hem dünyayý, hem nefis hesabýna ahireti dahi hakiki gaye yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düþünmemektir. Demek hakiki Marifetullah ve insanýn kemâlâta gitmesi mâsivânýn terki ile olur?" denmektedir. Bediüzzaman bu suâle verdiði cevapta; 'Eðer insan yalnýz bir kalbten ibaret olsaydý, bütün mâsivâyý terk, hatta esmâ ve sýfatý dahi býrakmak, yalnýz Cenâb-ý Hakk'ýn zâtýna kalbi baðlamak lazým gelirdi. Fakat insanýn akýl, ruh, sýr, nefis gibi pek çok vazifeli latifeleri ve hassalarý vardýr. Esas kamil insan odur ki, bütün o latifeleri kendilerine mahsus ayrý ayrý ibadet yolunda hakikat yönüne sevketmekle sahabe gibi geniþ bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, latife askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalb yalnýz kendini kurtarmak için askerini býrakýp tek baþýyla gitmek, iftihar sebebi deðil belki ýztýrar neticesidir" (18) diyerek insanýn bazý latifelerini bazýlarý yolunda fedâ etmemek gerektiðini beyan eder.

TASAVVUFUN FAYDALARI

Bediüzzaman, tarikat ve tasavvuf hakkýndaki bu açýklamalarý yaptýktan sonra onun faydalarýna da deðinmiþ ve onlarý dokuz maddede toplamýþtýr. Bunlar; "Ýstikametli tarikat sayesinde iman hakikatlerinin inkiþafý, kalbi tarikat vasýtasýyla iþlettirip insanî latifeleri yaradýlýþ neticelerine sevketmek, tarikat silsilelerinden birisine dehalet ederek dalâlet ve þüpheleri defetmek, imandaki ALLAH'ý tanýmak (marifetullah) ve o bilgideki ALLAH sevgisi (Muhabbetullah) zevkini safi tarikat vasýtasýyla anlamak, þer'i tekliflerdeki hakiki latifeyi tarikattan ve ilahi zikirden gelen bir uyanýk kalb vasýtasýyla hissetmek, tevekkül makamý, hakiki zevke medâr olan teslim rütbesi ve rýza derecesini kazanmak, tarikat yolunun en mühim esasý ve neticesi olan ihlas vasýtasýyla gizli þirk, tasannu ve rezâilden kurtulmak, kalbi zikir ve aklý tefekkür ile kazandýðý huzur ve kuvvetli niyetler vasýtasý ile âdetlerini ibadete çevirmek, kalbinin derinliklerine yaptýðý seyahat ve verdiði ruhi mücadele ile kazandýðý manevî terakki ile kamil insan olmak için çalýþmak" (19) gibi daha sayýlamayacak birçok faydalardýr. Bediüzzaman ayrýca "Bütün hak tariklerin kaynaðýnýn Kur'ân olduðunu belirtirken kendisinin de Kur'ân'da dört esasa dayalý bir yol keþfettiðini ve bunlarýn 'acz, fakr, þefkat ve tefekkür' tariki olduðunu ve bu yolun virdlerinin ise 'sünnete baðlanmak, farzlarý iþlemek, büyük günahlarý terk etmek ve bilhassa namazý tadil-i erkan ile kýlmak ve namazýn arkasýndaki tesbihatý muazzam yapmak' (20)'tan teþekkül ettiðini anlatýr.

NETÝCE

Þunu belirtmekte fayda mülahaza ediyoruz: "Hz. Ebubekir ve Hz. Ali (ra) ile Efendimizden alýnarak baþladýðý söylenen tasavvuf ve tarikat yolunun böyle olduðunu 'Kitap, sünnet ve icma' esaslarýna göre hareket eden bir insanýn "böyledir" diye kanaat getirmesi zor görünse de yolun saliklerince bu mevzudaki inanç tamdýr" (21) ve bu inanç dev halkalar þeklinde günümüze kadar gelmiþtir. “Tatmayan bilmez7” sýrrýnca ona giremeyenlere düþen asla tenkit etmemek ve sýrrýna vakýf olamadýklarý þey hakkýnda hüküm kesmemektir. Tasavvuf ve tarikata mensup kiþiler ise; þeriatý kabuk sayma fikrinden vazgeçmeleri ve tasavvuf ve tarikata asla vasýtalýktan baþka bir paye vermemeleri gerekir. Biz bu yazýmýzda Risale-i Nur'da daha geniþ ve derinlemesine tahlillerle iþlenen tasavvuf ve tarikatýn fayda ve zararlarýnýn kýsa bir deðerlendirmesini yapmaya gayret ettik. Gayemiz herþeyi yerli yerine oturtmak ve insanlarýn birbirlerini kötülemelerinden vazgeçirmektir. Sözü tasavvuf yolunun en büyüklerinden Ýmam-ý Rabbani (ra)'nin þu sözüyle bitirelim; "Bütün tarikatîerin son noktasý iman hakikatlerinin vuzuh ve inkiþafýdýr ve iman hakikatlerinden bir meselenin inkiþafýný binlerce zevk, zevk halleri ve keramete tercih ederim. Çünkü bu yol tarikat ve tasavvuf berzahýna uðramadan doðrudan doðruya iman hakikatlerine yol açan Sahabenin (r. anhüm) cadde-i kübrasýdýr" (22).



NOTLAR
1. Bu tarif ve diðer tarifler için bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi. S.34. 1990 Ýst. a.g.e. S.31-43 arasý 40 kadar mutasavvýfýn tasavvuf tarihini toplamýþdýr.
2. Mâhir Ýz, Tasavvuf, S. 31
3. Hasan K.Yýlmaz, Kur'an ve Sünette Tasavvf, S.25
4. Ýrfan Gündüz, Tasavvuf ve Ýnsan. S.41
5. Yýlmaz, a.g.e
6. Halil Necâtioðlu, M.Zâhid Kotku'nun Tercee-i Hâli. S.22
7. Ýz, a.g.e. S.39
8. Bediuzzaman'ýn Tarihçe-i Hayatý. S.682
9. Bediuzzaman, Mektubât, S.415 (29. Mek. 9. Kýsým)
10. 29. Mek. 9. Kýsým. 4. Telvih
11. A.g.e... 6. Telvih
12. A.g.e. 6. Telvih, 3. nokta
13. A.g.e. 7. Telvih, 1. nükte
14. A.g.e. 7. Telvih, 7. nükte
15. A.g.e. T. Telvih, 1. nükte
16. A.g.e. 8. Telvih
17. A.g.e. S.21
18. A.g.e. S.20-21
19- Bediuzzaman, Sözler, S.464, 22. Sözün Zeyli
20. Mektubât, S.428. 29.Mek.
21. M.A.Þahin, Asrýn Getirdiði Tereddütler, S.220
22. Ýmam-ý Rabbani, Mektûbatý Rabbani.


Cemal Doðan

radyobeyan