Ýz Býrakanlar
Pages: 1
Orjinal tesbitler yeni yorumlar By: sumeyye Date: 18 Eylül 2010, 14:00:52
ORÝJÝNAL TESBÝTLER YENÝ YORUMLAR

Onüçüncü Lem’a
SEKÝZÝNCÝ ÝÞARET

Soru: Geçmiþ iþaretlerde isbat ettiniz ki, dalâlet yolu, kolay, yýkmak ve tecavüz olduðu için, çoklar o yola giriyorlar.. Halbuki diðer Risalelerde kesin delillerle isbat etmiþsiniz ki, küfür ve dalâlet yolu o kadar müþkil ve zordur ki, hiç kimsenin o yola girmemesi gerekir. Ve katiyyen gidilecek bir yol deðildir. Ýman ve hidayet yolu o kadar kolay ve açýktýr ki, herkes ona girmeli idi.
Cevap: Küfür ve dalâlet iki kýsýmdýr. Bir kýsmý amellere ait ve teferruata dahil olmak üzere iman hükümlerini inkâr ve nefyetmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydýr. Hakký kabul etmemektir, bir terktir, bir kabulsüzlüktür. Ýþte bu kýsým, Risalelerde kolay olarak gösterilmiþtir.
Ýkinci kýsým ise, amellere ait ve fer'î olmayýp, belki itikada ait ve düþünce ve fikre dair bir hükümdür. Yalnýz imanýn nefyini deðil, belki imanýn zýddýna gidip bir yol açmaktýr. Bu ise bâtýlý kabuldür, hakkýn aksini isbattýr. Dolayýsýyla bu kýsým, imanýn yalnýz imkân ve yalanlanmasý deðil, imanýn zýddýdýr. Bir kabulsüzlük deðil ki kolay olsun. Belki yoku kabuldür. Bu ise ancak yoku isbat etmekle kabul edilebilir. “elademü la yüsbetü” kaidesiyle, yokun isbatý elbette kolay deðildir.
Ýþte diðer Risalelerde, imkânsýzlýk derecesinde zor ve müþkil gösterilen küfür ve dalâlet bu kýsýmdýr ki, zerre miktar þuuru bulunanýn bu yola girmemesi gerekir. Hem bu yol, Risalelerde kat'î isbat edildiði gibi, o kadar dehþetli elemleri ve boðucu karanlýklarý var ki, zerre miktar aklý bulunan o yola talip olmaz.
Eðer denilse: Bu kadar elîm ve karanlýklý ve zor yola insanlarýn çoðu nasýl giriyorlar?
Cevap: Ýçine düþmüþ bulunuyorlar, çýkamýyorlar. Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, âkibeti görmedikleri, düþünemedikleri ve o insandaki latifelere galebe ettikleri için, çýkmak istemiyorlar ve hazýr ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.
Soru: Eðer denilse: Dalâlette öyle dehþetli bir elem ve korku var ki, deðil, kâfirin hayattan lezzet almasý, hiç yaþamamasý gerekiyor. Belki o elemden iki büklüm olmalý ve o korkudan ödü patlamalý idi. Çünkü insaniyet itibariyle hadsiz eþyaya müþtak ve hayata aþýk olduðu halde, küfür vasýtasýyla, ölümünü, ebedî bir yokluk, bitmeyen bir ayrýlýk, varlýðýn gidiþini ve dostlarýn vefatýný sonu gelmeyen bir yokluk þeklinde görmektedir. Böyle bir Ýnsan nasýl yaþar ve nasýl hayattan lezzet alýr?
Cevap: Acayip bir þeytan aldatmasýyla kendini aldatýr ve yaþar. Dýþ bakýþa göre bir lezzet aldýðýný zanneder. Meþhur bir temsîl ile onun durumuna iþaret edeceðiz. Þöyle ki:
Deniliyor: Deve kuþuna demiþler: "Kanatlarýn var, uç". O da kanatlarýný kýsýp "Ben deveyim" demiþ, uçmamýþ. Sonra ona demiþler: "Madem deveyim diyorsun, yük götür? O zaman kanatlarýný açývermiþ: "Ben kuþum" demiþ, yükün zahmetinden kurtulmuþ.
Ve yine meþhurdur ki, deve kuþu avcýyý görür baþýný kuma sokar. Tâ avcý onu görmesin. Halbuki koca gövdesi dýþarda. Ve ekseriyetle avcýlarýn hücumuna maruz kalýr ve bir himaye edeni de olmaz.
Aynen bunun gibi, kâfir, Kur'an'ýn semavî ilânlarýna karþý mutlak küfrü býrakýp þüpheli bir küfre inmiþ. Ona denilse: "Madem ölüm ve zevâli ebedî bir yokluk olarak biliyorsun. Seni asacak idam sehpasý gözünün önünde duruyor. Ona bakýp duran bir insan nasýl yaþar? Nasýl lezzet alýr? O adam, Kur'an'ýn umumi rahmet ve herþeyi kuþatan nurundan aldýðý bir hisse ile der: "Ölüm, yokluk deðil; ihtimal ki bekâ var." Veyahut, devekuþu gibi baþýný gaflet kumuna sokar, tâ ki, ecel onu görmesin, kabir ona bakmasýn ve varlýðýn zevâli ona ok atmasýn!
Hülasa, o þüpheli küfür vasýtasýyla, devekuþu gibi, ölüm ve zevali, yokluk mânâsýnda gördüðü vakit, Kur'an ve semavî kitaplarýn, ahirete, imana dair kat'î haberleri ona bir ihtimal verir; kâfir o ihtimale yapýþýr, o dehþetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, mâdem baþka bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaþamak için dine ait tekliflerin zorluklarýna katlanmak gerekir. "O adam, þüpheli olan küfrü sebebiyle der: "Belki yoktur. Yok için neden çalýþayým?" Yani, ne zaman ki o, Kur'an hükümlerinin verdiði bekâ ihtimali cihetiyle ebedî yokluk elemlerinden kurtulur ve þüpheli küfrün verdiði yokluðun ihtimale dönmesi ve mutlak olmaktan çýkmasý cihetiyle dine ait tekliflerin zorluklan ona yönelir, hemen küfür ihtimaline yanaþýr ve sözüm ona zahmetten kurtulur. Demek, bu noktadan hareketle, kendini, bu hayattan, müminden daha çok lezzet alýr sanýyor. Çünkü dine ait tekliflerin zahmetinden küfre ait ihtimalle kurtuluyor. Ýmana ait taþýdýðý ihtimal düþüncesiyle de ebedi elemleri üzerine almýyor. Halbuki þeytanýn bu aldatmasýnýn hükmü gayet sathi, faydasýz ve geçicidir.
Ýþte, Kur'an-ý Hakimin kâfirler hakkýnda da bir nevi rahmet ciheti vardýr. Ve bu cihetten gelen bir rahmetle kâfirler hiç olmazsa dünya hayatýný cehenneme çevirecek olan mutlak küfürden kurtulup, þek ve þüpheye düþer ve bu þüphe ile yaþarlar. Yoksa, ahiret cehenneminden hiç de az olmayan bir azap içinde bu dünyada da ya-þýyacaklardý. Bu mânevi azap sebebiyle de intihara mecbur kalacaklardý..
Ýþte, ey ehl-i imanî Sizi ebedî yokluktan, dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur'an'ýn sýðýnaðý altýna, tam bir iman ve itimat ile giriniz; ve Sünnet-i Seniyyenin dairesine, teslimiyet ve arzu ile dahil olunuz. Dünya þekavetinden ve ahiret azabýndan kurtulunuz!

DOKUZUNCU ÝÞARET

Soru: Hizbullah (Allah'ýn ordusu) olan hidâyet ehli, baþta enbiyâ ve onlarýn baþýnda Fahri Âlem Aleyhisselam, o kadar, Cenab-ý Hakk'ýn, yardým, rahmet ve imdadýna mazhar olduklarý halde neden çok defa þeytanýn ordusuna karþý maðlup düþmüþler? Hem, Hâtem'ül-Enbiyânýn güneþ gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve büyük bir iksir gibi tesirli Kur'an'a ait mucizeleri vasýtasýyla yaptýðý irþadý ve bütün kainattaki câzibelikten daha çekici ve cezbedici Kur'an hakikatlerinin yakýnýnda ve komþuluðunda olan Medine münafýklarýnýn dalâlette ýsrarlarý ve hidâyete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Cevap: Bu iki þýk müthiþ sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lazým gelir. Þöyle ki:
Þu kainatý yaratan Cenab-ý Hakk'ýn, cemâlî ve celâlî olmak üzere iki kýsým isimleri vardýr. Bu isimler, hükümlerini ayrý ayrý cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Cenab-ý Hak, kainatta zýtlarý, birbirine katýp, birbirine karþý getirip, birbirine mütecaviz ve müdafaa edecek bir duruma sokmuþtur. Bu, hikmet ve fayda dolu bir mübarezedir. Zýtlar, bir birinin hududuna geçip, ihtilaflar ve deðiþiklikler meydana getirmekle Cenab-ý Hakk, kainat, taðayyür, tahavvül, terakki ve tekamül kanununa tâbi kýlmýþtýr. Onun için de, yaratýlýþ aðacýnýn en câmi bir meyvesi olan insan nevinde o mübareze kanununu daha acip bir þekle getirip, bütün insanî terakkilere medar bir mücahede kapýsýný açýp, Allah'ýn ordusuna karþý meydana çýkabilmek için þeytan ordusuna bazý cihazlar vermiþtir.
Ýþte bu ince sýr içindir ki, nebiler, çok defa dalâlet ehline karþý maðlup oluyor. Ve gayet zayýf ve aciz olan dalâlet ehli, mânen gayet kuvvetli olan hak ehline geçici olarak galip oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acip mukavemetin sýr ve hikmeti þudur ki:
Dalâlette ve küfürde hem adem ve terk vardýr ki pek kolaydýr, hareket istemez. Hem tahrip var ki, çok kolaydýr; az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarýna zarar verip korkutma noktasýnda ve firavunluk cihetinden onlara bir makam kazandýrýr. Hem, âkibeti görmeyen ve hazýr zevke mübtela olan insandaki nebatî ve hayvaný kuvvelerin tatmini, lezzeti ve hürriyeti vardýr ki, akýl ve kalp gibi insana ait latifeleri, insanca ve âkýbeti düþünen vazifelerden vaz geçiriyorlar..
Hidâyet ehli, baþta nebiler ve en baþta Allah Rasulünün kudsi mesleði ise, hem varlýða ait, hem sabit, hem tamir, hem hareket, hem sýnýrda istikamet, hem âkibeti düþünmek, hem kulluk ve hem nefs-i emmarenin firavunluðunu kýrmak ve serbestliðine bir hat çekmek gibi mühim esaslar bulunduðundandýr ki, Medine-i Münevvere'de bulunan o zamanýn münafýklarý, o parlak güneþe karþý yarasa kuþu gibi gözlerini yumup, o büyük câzibeye karþý þeytanî bir itici güce kapýlýp, dalâlette kalmýþlardýr.
Eðer denilirse: Rasul-ü Ekrem Aleyhisselâm, madem Âlemlerin Rabbinin Habibidir. Hem elindeki hak ve lisanýndaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kýsmý melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buðday ve bir oðlaðýn etiyle bin adamý doyuracak bir ziyafet verir. Küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla, o bir avuç topraktan her kâfirin gözüne bir avuç toprak girmesiyle onlarý kaçýrýr. Ve daha bunun gibi binlerce mucize sahibi olan Rabbânî bir Kumandan, nasýl oluyor Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in baþlangýcýnda maðlup oluyor?
Cevap: Rasul-i Ekrem beþeriyete, uyulmasý gereken bir önder, imam ve rehber olarak gönderilmiþtir. Tâ ki, insanlýk, ferdî ve ictimaî hayata ait kaideleri O'ndan öðrensin ve Cenab-ý Hakk'ýn kanun ve meþietine itaate alýþsýnlar ve hikmet düsturlarýna uygun hareket etsinler. Eðer Rasul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ictimaî ve þahsî hayatýnda daima harikülâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o zaman mutlak mânâda imam ve en büyük rehber olamazdý.
Ýþte bu sýr içindir ki, yalnýz dâvasýný tasdik ettirmek için, ara sýra, ihtiyaç anýnda inkârcýlarýn inkârýný kýrmak için mucizeler gösterirdi. Diðer vakitlerde nasýl ki, herkesten ziyade ilahî emirlere itaat etmiþtir; öyle de, Rabbânî hikmet ve Cenab-ý Hakk'ýn dilemesiyle tesis edilen âdetullah kanunlarýna herkesten ziyade riayet ve itaat ederdi. Düþmana karþý zýrh giyerdi; "Sipere giriniz" emrederdi. Yara alýrdý, zahmet çekerdi. Tâ, tamamiyle, ilâhî hikmetler kanununa ve kainattaki fýtrat kanunlarýna karþý itaat ve riayeti öðretsin, göstersin.

ONUNCU ÝÞARET
Ýblisin en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir. Þu zamanda, özellikle maddeci felsefeyle zihni bulananlar bu apaçýk meselede tereddüt gösterdikleri için, þeytanýn bu desisesine karþý bir iki söz söyleyeceðiz. Þöyle ki:
Ýnsanlarda, müþahede ile, þeytan vazifesini gören cesetli habis ruhlar bulunduðu gibi, cinnîden cesetsiz habis ruhlarýn bulunduðuda o katiyettedir. Eðer onlar maddi ceset giyseydiler, bu þerir insanlarýn ayný olacaktýlar. Hem eðer, bu insan sûretindeki, insî þeytanlar cesetlerini çýkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktýlar. Hatta bu þiddetli münasebete binaendir ki, bir bâtýl mezhep hükmetmiþ ki, "Ýnsan sûretindeki habis ruhlar, cesetten ayrýldýktan sonra þeytan olurlar.."
Mâlumdur ki, âlâ birþey bozulsa, düþük, birþeyin bozulmasýndan daha ziyade bozuk olur. Meselâ, nasýl ki, süt ve yoðurt bozulsalar yine yenilebilir. Yað bozulsa yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de, mahlûkatýn en mükerremi, belki en âlâsý olan insan, eðer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Kokuþmuþ maddelerin kokusundan haz alan haþarat veya zehirlemekten lezzet alan yýlan gibi böyle bir insan, dalâlet bataklýðýndaki þerler ve habis ahlâklar ile zevklenir, övünür ve zulmün karanlýðýndaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alýrlar, âdeta þeytanýn mahiyetine girerler. Evet, cinnî þeytanýn vücudunun kat'i bir delili, insî þeytanýn vücududur.
Ýkincisi: Yirmidokuzuncu Söz'de yüzlerce kafi delille ruhanî ve meleklerin vücudunu isbat eden umum o deliller, þeytanlann dahi vücudunu isbat ederler. Bu ciheti o Söz'e havale ediyoruz.
Üçüncüsü: Kainattaki hayýrlý iþlerdeki kanunlarýn mümessili, nazýn hükmünde olan meleklerin vücudu, dinlerin ittifakýyla sabit olduðu gibi, þer iþlerin mümessilleri, mübaþirleri ve o iþlerdeki kanunlarýn medarlarý olan habis ve þeytânî ruhlarýn bulunmasý, hikmet ve hakikat noktasýnda katidir. Belki, þer iþlerde þuur sahibi bir perdenin bulunmasý, daha ziyade lâzýmdýr. Çünkü, Yirmiikinci Söz'ün baþýnda denildiði gibi, herkes, herþeyin hakiki güzelliðini göremediði için, dýþ görünüþteki þer ve noksanlýk cihetinde Cenab-ý Hakk'a karþý itiraz etmemek ve rahmetini ittiham, hikmetini tenkid ve haksýz yere þikayet etmemek için, zahiri bir vasýtayý perde ederek, tâ itiraz, tenkid ve þikayet o perdelere gidip, Kerîm ve Hakîm olan Allah'a yönelmesin. Nasýl ki, vefat eden kullarýn küsmesinden Hazreti Azrail'i kurtarmak için, hastalýktan ecele perde etmiþ; öyle de, Azrail (a.s.)'i, ruhlarý almaya perde edip, tâ merhametsiz olarak düþünülen o durumlardan þikayetler, Cenab-ý Hakk'a teveccüh etmesin. Öyle de, daha ziyade bir katiyetle, þerlerden ve fenalýklardan gelen itiraz ve tenkid, Cenab-ý Hakk'a yönelmemek için, Rabbin hikmeti, þeytanýn vücudunu iktiza etmiþtir.
Dördüncüsü: Ýnsan küçük bir âlem olduðu gibi, âlem dahi büyük bir insandýr. Bu küçük insan, o büyük insanýn bir fihristesi ve hülâsasýdýr. Ýnsanda bulunan nümunelerin büyük asýllarý, büyük insanda mecburen bulunacaktýr. Meselâ, nasýl ki, insanda hâfýzanýn vücudu, âlemde, levh-i mahfuzun vücûduna kat'i delildir; öyle de, insanda kalbin bir köþesinde, "lümme-i þeytaniye" denilen bir vesvese âleti ve vâhime duygusunun telkinleriyle konuþan bir þeytana ait lisan ve ifsad edilen vâhime duygusu, küçük bir þeytan hükmüne geçtiðini ve sahiplerinin ihtiyarýna zýt ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini, hissen ve kesinlikle herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük þeytanlarýn vücûduna kat'i bir delildir. Ve bu lümme-i þeytaniye ve þu vâhime duygusu bir kulak ve bir dil olduklarýndan, ona üfleyen ve bunu konuþturan, dýþta, þerir bir þahsýn vücûdunu hissettirir.

ONBÝRÝNCÝ ÝÞARET

Ehl-i dalâletin þerrinden kâinatýn kýzdýklarýný ve külli unsurlarýn hiddet ettiklerini ve umum mevcudâtýn galeyana geldiklerini, Kuran-ý Hakîm mucizâne ifade ediyor. Yani, Nuh kavminin baþýna gelen tufan ile, semâvat ve arzýn hücumunu ve Semûd ve Ad kavimlerinin inkârýndan hava unsurunun hiddetini ve Firavunun kavmine karþý su unsurunun ve denizin galeyanýný ve Karun'a karþý toprak unsurunun gayzýný ve küfür ehline karþý ahrette “Tekadü temeyyezü minel ðayz” sýrrýyla Cehennemin gayzýný ve öfkesini ve diðer varlýklarýn küfür, dalâlet ehline karþý hiddetini gösterip ilân ederek gayet müthiþ bir tarzda ve i'cazkarâne dalâlet ve isyan ehlini sakýndýrýyor.
Soru: Niçin böyle ehemmiyetsiz insanlarýn ehemmiyetsiz amelleri ve þahsî günahlarý, kâinatýn hiddetini celbediyor?
Cevap: Bazý risalelerde ve geçmiþ iþaretlerde isbat edildiði gibi, küfür ve dalâlet, müthiþ bir tecavüzdür ve umum mevcudâtý alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü, kâinatýn yaratýlýþýnýn büyük bir neticesi insanlarýn kulluðudur ve ilâhî rububiyete karþý iman ve itaatla mukabeledir. Halbuki küfür ve dalâlet ehli ise, küfürdeki inkârýyla varlýðýn esas gayesi ve bekâ sebepleri olan o büyük neticeyi reddettikleri için umum mahlukâtýn haklarýna bir nevi tecavüz olduðu gibi umum sanat eserlerinin âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuâtýn kýymetlerini âyinedarlýk cihetinde yükselten Cenab-ý Hakk'ýn isimlerinin cilvelerini inkâr ettikleri için o kudsî isimlere karþý bir saygýsýzlýk olduðu gibi umum varlýðýn kýymetini düþürmek ile, o varlýklara karþý büyük bir hakarettir.
Ýþte, dalâlet çeþitlerinin derecelerine göre az çok kâinatýn yaratýlmasýndaki rabbânî hikmet ve dünyanýn bekâsýndaki yüce gayeye zarar verdiði için, isyan ve dalâlet ehline karþý kâinat hiddete geliyor, mevcudât kýzýyor, mahlukât öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük, cürmü ve zulmü büyük, ayýp ve günahý azim olan bîçâre insan! Kâinatýn hiddetinden, mahlukâtýn nefretinden, mevcudâtýn öfkesinden kurtulmak istersen, iþte kurtulmanýn çaresi, Kur'an-ý Hakîm'in kudsî dairesine girmektir ve Kur'an'ýn mübelliði olan Rasul-ü Ekrem Aleyhisselatü vesselâm'ýn Sünnet-i Seniyyesine ittibadýr. Gir ve tabi ol...



Bediüzzaman Said Nursi

radyobeyan