Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Hayat ibadet dengesi By: sumeyye Date: 15 Eylül 2010, 18:46:53
Hayat-Ýbadet Dengesi ve Ýbadetlerin Batý Ülkelerindeki Anlam ve Önemi






Giriþ: Hayat ve Ýbadet

Ýlahî dinlerin temel esaslarý arasýnda yer alan ibadetler; esas olarak dinin, inanç boyutundan gözlemlenebilir ve yaþanabilir davranýþlar boyutuna gelmesidir. Ýslâm dininde ise ibadetler, sadece Allah Teâlâ’ya yaklaþmak için yapýlan belirli bazý davranýþlar olarak görülmemiþ, hemen bütün dünya hayatýnýn bir ibadet haline dönüþtürülebilmesi için, Allah Teâlâ’ya kulluk ve O’na yakýnlaþma maksadýyla yapýlan veya terk edilen her davranýþ, kulluk/ibadet olarak deðerlendirilmiþtir. Þu ayette Cenâb-ý Hak buna iþaret eder: “De ki: Þüphesiz benim namazým, kurbaným, hayatým ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” (el-En’âm, 6:162). Buna göre Ýslâm’da ibadet ve kulluk, sadece namaz, oruç, hac, zekât ve dualardan ibaret deðil, Müslüman’ýn yüce Allah’ýn rýzasýný kazanmak amacýyla yaptýðý dünyadaki her güzel ve yararlý iþ; yani “amel-i sâlih”tir. Dindarlýðýn esasýný iman vücuda getirirse de, kalpteki imanýn varlýðýný fiilen ibadetler ortaya koyar. Allah Teâlâ, “Ben insanlarý ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattým” (ez-Zâriyât, 51:56) buyurarak, kâinattaki en þerefli mahlûk olan insanýn da kendisine kulluk maksadýyla yaratýldýðýný bildirir.

Þu halde insanoðlu, iþ ve ibadet hayatýný bu gayeye uygun olarak, kendisine verilen görevleri yerine getirme derecesine göre, Allah Teâlâ’ya yaklaþýr.

Meseleye bu açýdan bakýlýrsa, hayatýn kendisi bir ibadet; bütün ibadetler de hayattýr. Zira ibadet hayattan kopuk deðil, hayat ile iç içedir. Müslümanýn hayatýnda hayat ayrý, ibadet ayrý gibi bir bölünme yoktur. Zira ibadet Müslümanýn hayatýnda iðreti duran bir husus deðil, hayat dokusunun özünde bulunan bir iksir olup, Ýslâm’da gerek ferdin gerekse toplumun hayatý el ele dokunur. Bir “Ýslâm insaný” veya bir “Ýslâm toplumu”ndan söz edilecekse bu, ancak ibadeti ve iþ hayatýný Allah Teâlâ’ya yakýnlýk duygusu ile bütünleþme halinde olur. Bu itibarla Ýslâm dini, evrensel bir din olup tüm insanlýða ve hayatýn bütün alanlarýna yönelik teori-pratik, iman-aksiyon/amel ve ahlâký kucaklayan, aileden ekonomiye, fertten devlete, sosyal hayattan siyasî hayata kadar bir dizi esaslar getirmiþtir. Bu sebeple Ýslâm, Müslüman’ýn iþ hayatý ve çalýþma düzeni ile günlük, haftalýk ve senelik ibadetleri arasýnda uyum/ahengin de tedbirlerini almýþtýr.

Bu itibarla ibadetin ibadet olabilmesi için bile günlük iþ ve aile hayatýnýn Ýslâm’ýn bütünlüðü içinde inþa edilmiþ olmasýna ihtiyaç vardýr. Zira insanýn Allah’ýn huzurunda duruyor yoðunluðuna ulaþamadýðý bir hayat içinde, yani insanýn kalbi, dimaðý, uzuvlarýndan her biri bir yerde takýlýp kalmýþken, uzuvlarýnýn bir araya getirilebilmesi mümkün olamaz. Bu sebeple, esasen bir ibadet olan hayat-iþ ile takva ve ihlasýn yön verdiði ibadetlerimizi bir arada ahenk içinde götürmek, bugün dünden daha önemli hale gelmiþtir. Zira Allah Teâlâ ile iliþki biçimi hem de dindarlýðýn bir ifadesi olan ibadetlerin, ihlâs, samimiyet ve rýza-i Bârî (Allah’ýn rýzasý) ile yapýlmasý, insanda psikolojik bir alan açarak onda manevî bir coþkunluk, huzur, heyecan vermeye sebep olur ve bu da iþ hayatýna olumlu yansýr.

Buradan hareketle, bir ibadet niyetiyle âhiret hedeflenerek yapýlan iþler, insanýn hayatýný, ölümü ve ölüm ötesini anlamlandýrmada da ona çok önemli katkýlar saðlar. Ýnsaný sadece maddî deðerlere baðlanýp kalmaktan kurtararak insaný hem dünya hem de âhiret hayatýnda gerçek mutluluða götürür. Bilinçli olarak Allah Teâlâ’nýn huzurunda olduðunu hisseden insan, daima O’nun kontrolünde bulunduðunu düþünür ve iþ hayatýný O’nun emir ve yasaklarý, helâl ve haramlarý çerçevesinde düzenler. Böylece ibadetler, kiþinin sadece Yüce Allah ile olan iliþkisini deðil, ayný zamanda Müslüman olsun gayr-i müslim olsun etrafýndaki diðer insanlar ve bütün canlýlarla olan iliþkisini de olumlu etkiler.

Bu þuurla yapýlan ibadet, Cibrîl hadisinde Peygamber Efendimiz’e “Ýhsan nedir?” diye sorulduðu zaman, Efendimiz’in, “Allah’a sanki O’nu görüyormuþ gibi ibadet etmendir…” (Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 1, 5) diye cevap verdiði üzere, ihsan derecesinde kulluk ve ibadet olur. Böyle bir ibadet ise, “Muhakkak ki namaz, hayâsýzlýktan ve kötülükten alýkoyar…” (el-Ankebût, 29:45) âyet-i kerîmesinden de anlaþýldýðý üzere, günümüzde çoðunlukla þâhit olduðumuz üzere, kiþiyi her türlü kötülükten, stresten, depresyondan, iþ ve mal hýrsýndan, þahsî ve ailevî huzursuzluklardan alýkoyarak çalýþma/iþ hayatýný ve ahlâkýný güzelleþtirir.

Ýbadetler ve Maddi-Manevi Hayat Arasýndaki Denge

Ýbadetlerde maddî ve ruhî hayat arasýnda denge gözetilmesi, dünya hayatý için âhiret, âhiret hayatý için de dünya hayatýnýn feda edilmemesi, âhiret hayatýna yönelik olarak iþlerin düzenlenmesi, ancak hiç bir surette dünya hayatýnýn, günlük iþlerimizin ihmal edilmemesi gerekir. Yani dünyanýn kesben (kazanç ve rýzýk temini için) deðil, kalben terk edilmesi lazýmdýr. Kýsacasý Ýslâmiyet, ibadet hayatýnda dengeli olmayý, kendi nefsini, aile fertlerini ve sorumlu olduðu insanlarý ihmal edecek tarzda aþýrýlýða gidilmemesini esas almýþtýr. Bu anlamda, fahr-i kâinat Efendimiz (a.s.m.), az da yapýlsa, devamlý ve sürekli yapýlan ibadeti öðütlemiþ; iþ ve ibadet hayatýnda dengeli olmayý emir ve tavsiye etmiþtir. Büyük bir hýrsla iþ hayatýna dalýp ailesini, çocuklarýný, sosyal sorumluluklarýný ihmal etmek, esasen Efendimiz’in (asm) emir ve tavsiyesi olan denge ve i’tidal çizgisini iþ ve dünya hayatý lehine kaybetmek olacaktýr. Bu ise, günümüzde örneklerini pek çok Müslüman’da gördüðümüz tam bir bocalama halidir. Zira burada kendi þahsî iþleriyle hizmet ve dava iþleri karýþacaktýr.

Þu halde yapýlacak iþ, dava iþleriyle þahsî iþleri birbirine karýþtýrmamak; önce kendi olmaktýr. Kendisi olamayan, kendisini tanýmayan, iþ ve ibadet anlamýnda kendisi için bir þey yapmaktan aciz birinin, din adýna baþkasý için bir þey yapabilmesine ihtimal var mýdýr? Boðulmuþ biri, boðulmakta olan baþka birini kurtarabilir mi? Kiþinin öncelikli vazifesi kendine yeterliliðidir. Etrafýna yardým bir sonraki adýmdýr. Yük olmamak, külfet getirmemek esastýr. Bu anlamda Hz. Ömer’in “Bugün Allah için ne yaptýn?” sözü, “Bugün kendin için ne yaptýn?” ifadesi baðlamýnda düþünülmelidir. Zira kendisi için bir þeyler yapamayan insan, aslýnda Allah için, Ýslâm için de bir þey yapamaz. Kendisi için namaz kýlmayan, kendisi ve ailesi için helâl kazanç peþinde koþmayan, kendisi için âhiret yatýrýmý yapmayan, kendisini geliþtirecek bir okuma, düþünme, anlama, yorumlama faaliyetinde bulunmayan, “düne göre bugün daha ilerideyim” diyemeyen, bugün öldüðünde arkasýnda kalýcý bir “iz” býrakamayan, ailesine ve çevresindeki insanlara bugün daha güzel davranmayan, her an kötü alýþkanlýklarýndan birini daha terk edip hayatýna bir güzellik ekleyemeyen kimse Allah için bir þeyler yapabilir mi?

Bütün bunlarýn yaný sýra ibadetlerimizi iþ hayatýmýzla ahenk ve denge içinde götürmek için, iþ hayatýnda önceliklerin ibadetlere göre belirlenmesinin de önemi büyüktür. Ýþlerin, ibadetler gözetilerek, o an için en ehemmiyetlilerini öne alýp diðerlerinin de önemine göre sýralanmasý gerekir. Bu “ehemi (daha önemli olaný) mühime (biraz daha az önemli olana) tercih etmek” demektir. Burada da “acil ve önemli olan iþler”, “acil olmayan fakat önemli olanlar”, “acil fakat önemsiz olanlar”, “acil olmayan önemsiz iþler” þeklinde bir sýralama yapýlabilir; ibadetler de bu düzen içinde yerine getirilebilir. Bu sýralamayý ise, “Yaptýðým bu iþ gerçekten yapýlmasý gereken bir iþ midir?”, “Þayet bu iþi yapmaktan tamamýyla vazgeçersem ne kaybederim?”, “Bu iþ, baþka bir vakte ertelenebilir mi?”, “Bu iþe gerçekten lüzumlu ve ehemmiyetli olduðu için mi, yoksa haz için mi giriþtim?” sorularý baðlamýnda yapmak anlamlý olacaktýr.

Ýþ-Ýbadet Uyumunu ve Ýbadetlerde Dengeyi Saðlamadaki Bazý Önemli Hatalar

Bununla beraber burada sýk tekrarlanan bazý hatalar vardýr: Birincisi, az zamanda çok iþ yapmaya çalýþýlarak çoðu zaman doðru iþlerin, doðru zamanda, Müslüman’ýn hayatýnýn gayesine uygun olarak doðru istikamette yapýlýp yapýlmadýðýný gözden kaçýrmaktýr. Ýkincisi, her zaman hayattaki öncelikli iþlerin acil iþler (ehem) olduðu zannýna kapýlmak, kýsaca meþguliyetin kýskacýna düþüp ibadetleri ihmal ederek bocalamaktýr. Üçüncüsü, iþlerimizle ibadetlerimizin, arzu ve isteklerimiz ve sosyal/içtimaî hayatýn getirdiði sorumluluklarla bir arada yürütülebilecek þekilde planlanamamasýdýr. Dördüncüsü, iþ ve ibadetlerimizde hedef ve plan yapmakla birlikte, esas olanýn içerisinde bulunulan zaman/andaki sorumlulukla alakalý olduðunu hatýrdan çýkarmaktýr. Beþincisi, küçük olsun büyük olsun iþlerin ertelenmesidir. Zira ertelenen iþ, zamanla birikecek ve bu da ibadet hayatýmýzý olumsuz etkileyecek, ibadet hayatýmýzýn olumsuz etkilenmesi ise imanýmýza zarar verir noktaya ulaþabilecektir. Altýncýsý, düzenli ve az uyuma konusunda gerekli hassasiyeti göstermemektir. Zira gereðinden fazla uykunun, insaný istirahat gayesinden uzaklaþtýrdýðý, iþ düzenini bozduðu ve her þeyden önemlisi hayatýn bereketini yok ettiði bir gerçektir.

Bunlara dikkat edildiðinde, iþ hayatýnýn ibadetlerle insicam/uyum içinde yürüdüðü görülecektir. Aksi bir durumda, yani iþ ve ibadet hayatýmýzýn düzenli yürümemesi, genelde suçluluk, yetersizlik, çaresizlik, huzursuzluk ve ümitsizliðe yol açacaktýr. Bunun sonucu, genellikle stres, depresyon gibi asrýmýzýn ruhî bunalýmlarýdýr. Bütün bunlarýn neticesinde de, iþ hayatýnda verimin düþmesi, iþe kendini verememe ve elde edilmesi gereken azami faydayý temin edememe durumuyla karþý karþýya gelinecektir.

Böyle bir durumun ise, ibadet-hayat/iþ uyumu anlamýnda Ýslâm’ýn öngörmediði bir durum olduðu izahtan varestedir.

Bazý Hastalýklarla Baþ Etmede Ýnanç ve Ýbadetin Rolü

Günümüzde gerek bedensel gerekse zihinsel ve ruhsal hastalýklarýn arttýðýnda þüphe yoktur. Ýlgili araþtýrmalarýn sonuçlarý da zaten bunu doðruluyor. Kur’an ve Sünnet gibi iki temel kaynaða dayanan Ýslam dini, hastalýklar konusunda da bizim için rehberdir. Zira Kur’an’da hem fiziki ve ruhi hem de manevi ve ahlaki hastalýklara iþaret eden pek çok ayet vardýr. Buna göre 13 ayette ruhi-ahlaki-manevi hastalýklara, 11 ayette de fiziksel hastalýklara iþaretler vardýr. “Onlarýn kalplerinde hastalýk vardýr…” (el-Bakara, 10) ayetinde manevi-kalbi hastalýklara; “Hastalandýðýmda O bana þifa verir” (26: 80) ayetinde de ruhi-fiziksel/bedensel hastalýklar anlatýlmaktadýr.

Fiziki ve ruhi hastalýklarýn teþhis ve tedavisinde de çoðunlukla maneviyat ve ahlakýn rolüne iþaretler vardýr. Zira ayný þekilde Kur’an kendisini “þifa” olarak tanýmlamýþtýr. Ayrýca özel olarak da “þifa ayetleri” diye bilinen ayetler, Kur’an’da yer almaktadýr. Yine Kalem Suresi son ayeti ile Fatiha ve “Muavezeteyn (Felak-Nas)” surelerinin de, Hz. Peygamber’in (asm) gerçeklik” olduðunu haber verdiði “nazar-göz deðmesi” için okunduðu bilinen bir husustur.

Bunun yaný sýra Hz. Peygamber’in (asm) hadisleri içinde de “Týbb-ý Nebevi=Nebevi týp” adý altýnda pek çok hadislerinin bulunduðu ve bunlarda Efendimiz’in (asm) çeþitli bedensel ve ruhsal hastalýklar hakkýnda emir ve tavsiyelerinin bulunduðu aþikârdýr. Sadece Buhari’nin Sahih’inde doðrudan bedensel ve ruhsal hastalýklarýn taným ve tedavisine dair 129 hadis mevcuttur. Bu konuda gerek klasik dönemde gerekse günümüzde pek çok müstakil eserin de kaleme alýnmýþ olduðunu belirtmeliyiz. Kaldý ki bunlarýn büyük bir kýsmýnýn bugün alternatif týp ismiyle son yýllarda alabildiðine yaygýnlýk kazanan tedavi yöntemlerine kaynaklýk ettiði artýk bir sýr deðildir. Ne var ki Efendimizin (asm) bu tavsiyelerinin daha ziyade günümüz týp dilinde “koruyucu hekimlik” diye bilinen tedbir ve tavsiyeler olduðunu ve uyulmamasýnda herhangi bir zorunluluk olmadýðýný da burada özellikle belirtmeliyiz. Yani Ýslam esasen Müslüman’ýn fiziki ve ruhsal olarak kendilerini nasýl korumalarý gerektiði konusuna eðilmiþ; hastalýðý yaratan Allah’ýn þifayý da yaratmýþ olduðunu, dolayýsýyla genel anlamda tedavi yollarýný aramayý teþvik etmiþtir.

Ancak bu durum esasen hastalýk öncesi ile alakalýdýr. Hastalýða yakalandýktan sonra ise Ýslam, bu hastalýkla nasýl baþa çýkýlacaðý ile ilgili tavsiyelerde bulunur. Bunu ise hastalýðýn insan için bir “felaket”, “ceza” olmadýðý, aksine kiþinin günahlarýna “kefaret” olduðunu net bir biçimde ifade etmekle baþlar. Ancak bu, manevi hastalýklar için deðil; ruhsal ve bedensel hastalýklar için geçerlidir. Yani manevi hastalýklara Ýslam’da negatif bir bakýþ; buna karþýlýk bedensel hastalýklara olumlu bir bakýþ söz konusudur. Bunun sebebi ise ruhi ve bedensel hastalýklardan kurtulmanýn en önemli vesilelerinden birinin kalbi-manevi hastalýklardan arýnmakla mümkün olmasý sebebiyledir. Bu ise aslýnda hastalýklara bakýþ konusunda Yahudilik ve Hýristiyanlýk gibi diðer dinlerle Ýslam arasýndaki çok önemli bir ontolojik farka iþaret eder. Zira Ýslam’ýn dýþýndaki dinlerde hastalýk bir ceza olarak görülür. Ýki yýl önce Kampen Üniversitesi’nde düzenlenen “Hastalýk Sempozyumu”nda Ýslam’ýn hastalýklara bakýþýnda en temel noktanýn, onun bir “kefaret” olarak görülmesi olduðunu söylediðimde, salonda bulunanlarýn hayretli bakýþlarý ile karþýlaþmýþtým. Bu nokta aslýnda inançlý bir hastanýn bu hastalýðýnýn üstesinden gelmesindeki en önemli motivasyon kaynaðýdýr. Hastalýðýnýn günahlarýndan kurtuluþuna vesile olacak bir kefaret olduðunu düþünen ve inanan biri bu hastalýktan kurtulma konusunda çok daha istekli olacaktýr. Tabiatýyla bu hastalýðýn ve þifanýn kaynaðýnýn Allah Teâlâ olduðu ve bu hastalýðý kendisine veren Cenab-ý Hakk’ýn bunda bir hikmetinin olacaðý, ama ayný zamanda bu hastalýðýnýn þifasýnýn da yaratýldýðý inancýna sahip kiþi hastalýðý ile baþ etmede, daha baþtan kazanmýþ demektir. Bu ayný zamanda gerçek manada iman olgunluðuna ermiþ kiþiyi ifade eder. Aksi bir durumda yani “neden bu hastalýk beni buldu?” sorusunu sormaya baþladýðýnda ise, baþlangýçta bedensel olan rahatsýzlýðýný ayný zamanda ruhsal rahatsýzlýða ve inanç krizine dönüþtürebilir. Bu ise, günümüzün ruhsal rahatsýzlýðý diye nitelenen “stres” ve “depresyon” demektir. Stres ve depresyon da pek çok baþka hastalýðýn tetikleyicisi olduðu uzmanlarca ifade edilmektedir. Bazýlarýmýz bunun üstesinden gelmede baþarýlý olur ve olgunlaþýrken bazýlarýmýz ise imha oluruz. Ýþte burada kiþilik yapýsýnýn rolü olduðu gibi inanç ve ibadetler de son derece önemli rol oynar. Zira stresli vücudun psikolojik cevabý korku, endiþe, gerilim þeklinde olurken; bedensel/fizyolojik cevabý da çarpýntý, terleme, nefes sýkýþmasý gibi belirtiler gösterir. Aþýrý duyarlý, benmerkezci, katý, endiþeli, kötümser, içine kapanýk, alýngan, huzursuz, kolay kýþkýrtýlan, saldýrgan, aceleci, sabýrsýz, telaþlý, hýrslý, doyumsuz, mükemmeliyetçi, vurdumduymaz kiþilik yapýsýna sahip kimselerin bu tür hastalýklarla mücadelede son derece zorlandýðý bilinmektedir. Bütün bunlarýn ise, esasen bir Müslüman’a yakýþmayan huy-karakter özellikleri ve manevi anlamda kalbi hastalýklar olduðu izahtan varestedir.

Bu itibarla modern dünyamýzda genel geçer bir kabul/postüla haline gelen “Týp pozitif bir bilimdir; manevi tedavi ise teokratik bir kanundur; ikisi birbiri ile hiçbir þekilde uyuþmaz” düþüncesi sarsýlmýþtýr. Zira manevi yöneliþlerin ve inancýn insan beyninde birtakým kimyasallarý tetiklediði, bu kimyasallarýn da savunma sistemini harekete geçirerek hastalýklarý yenmede etkili olduðu bilinmektedir. Bu durum, týp bilimi ile maneviyat ve inancýn birlikteliðinin insanýn hem bedensel hem de ruhsal saðlýðýna son derece olumlu etki yaptýðýný doðrulamaktadýr. Þu halde ümit, sevgi, merhamet, baðýþlama, Yaratýcý’nýn ona yardým edeceði ve dolayýsýyla O’na teslim olma, yalnýz O’na güvenme, yalnýz O’ndan yardým isteme ve O’ndan gelene tereddütsüz rýza gösterme vb. duygular, kiþinin hastalýklardan iyileþmesine son derece olumlu tesirde bulunur. Artan iyileþme beklentisi de, beyinde seretonin gibi ruh halini düzenleyen bazý salgýlarý arttýrýr. Bu salgýlar ise, hastanýn savunma sistemini güçlendirir ve beden kendi kendine yardým ve tamir iþlevini baþlatýr. Böylece içimizdeki büyük doktor ve geniþ eczaneyi harekete geçirmek için saðlam bir inancýn somut etkilerini aslýnda bilim gözüyle de doðrulanmýþtýr.

Öte yandan ABD’nin Pensilvanya Eyaleti’nin Ýtalyan asýllý dindar katoliklerin yaþadýðý bir kasabasýnda yapýlan bir araþtýrma, inanç ile hastalýklar arasýndaki sýký baðlantýyý ortaya koymuþtur. Araþtýrmacýlarýn bu kasabada dikkatle not ettikleri husus, kalp hastalýklarýnda bütün ABD’ye kýyasla en düþük orana sahip olmalarýdýr. Bunun sebeplerini ortaya koymak için yapýlan alan araþtýrmada, beslenmeden hayat tarzýna kadar pek çok konu incelenmiþ. Neticede elde edilen baþlýca farklýlýklar olarak, lüks düþkünlüðü, tüketim çýlgýnlýðýnýn henüz kasabayý istila etmediði gözlemlenmiþ. Zira bu kasaba halkýnýn dindar ve muhafazakâr olarak geleneklerine sahip çýktýðý, aile baðlarýna da son derece önem verdiði, hasta ve yaþlýlarýn aile içinde çok büyük saygý, sevgi ve ilgi gördükleri belirtilmektedir.

Resûlullâh (sav) dünyada rahat ve huzuru ancak Yüce Rabbine ibadet etmekte bulurdu. Bu itibarla dünya meþguliyetleri arasýnda daraldýðý zaman; “Ey Bilâl! Bizi rahatlat” buyurarak ezana ve namaza koþar, namaz vakti girdiðinde her þeyi bir tarafa býrakarak Rabbine yönelirdi. Hatta herhangi bir sebeple sevinmiþ olsa bile Efendimiz (asm), þükür için hemen namaza yönelirdi (Ebû Dâvûd, Salât, 312).

Hayatý boyunca namazlarýný daima ilk vaktinde kýlmýþtýr. Nitekim o, nerede olursa olsun, vakti girdiði anda hemen namaz kýlmaktan çok hoþlanýrdý (Buhârî, Salât, 48) Hayatýný, Ýslâm’ý en güzel þekilde teblið etmeye ve Ashabýný ilâhî bir terbiye ile yetiþtirmeye adamýþ olan Resul-i Ekrem (asm), huzur kaynaðý namazýn, herkes tarafýndan en güzel bir þekilde kýlýnmasýný isterdi. Esasen psikolojik rahatsýzlýklarýn son derece yaygýn olduðu günümüzde modern insanýn en çok ihtiyacý olan þey de bu olsa gerektir. Bu açýdan bakýldýðýnda ünlü mütefekkir Cemil Meriç’in kýzý sosyolog Ümit Meriç’e ait þu söz çok daha anlamlý hale gelir: “Namaz kýlan bir toplumun psikolojiye zekât veren bir toplumun da sosyolojiye ihtiyacý yoktur.” Bir baþka sözünde ise Ümit Meriç, “Namaz olmazsa yaþadýðýmý unutacaðým sanki” demektedir.

Bu sözler, aslýnda en önemli ibadet olan namazýn manevî tatmin ve huzuru yakalamadaki anlam ve önemini en güzel özetleyen sözlerdendir. Ancak burada kastedilen, kiþinin bütün hücreleriyle hissederek, adeta namazý içselleþtirerek kýldýðý namazdýr. Bu þekilde kýlýnan namaz, kiþiyi yaþamanýn þuuruna erdirir; onu adeta diriltir. Yine Kur’an okumanýn stres azaltýcý etkisi ve vücudun baðýþýklýðýný artýrýcý bir güce sahip olduðu da genel olarak ifade edilen hususlardandýr.

Ayrýca dualarýn ve ismen dualaþmanýn da hastalýklarýn üstesinden gelmede önemli tesiri vardýr. Zira duada birisi ismen anýldýðýnda dua mesajý ruhsal boyutta telepatik iletiþimle dua edilen hasta kiþiye ulaþacaktýr. Dualarýn da Efendimiz’in (asm) hadisinde buyurulduðu üzere “ibadetlerin özü-iliði” (Tirmizî, Deavât 1) olduðu bilinmektedir. Çaðýrmak, seslenmek, istemek, yardým talep etmek olan dua, Kur’an’a göre “insanýn içten bir kalp ile Allah’a yönelmesi, O’na muhtaç olduðunun bilinci ile sonsuz güç sahibi Allah’tan yardým dilemesidir.” Yapýlan araþtýrmalarda hastalar için dua etmenin hastalarýn rahatsýzlýk belirtilerini azalttýðý ve iyileþme sürecini hýzlandýrdýðý sonucu elde edilmiþtir. Araþtýrmaya göre dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, düzenli olarak ibadet ve dua eden hastalar üzerinde yapýlan bazý araþtýrmalarda ibadet ve duanýn iyileþtirici gücü bilimsel olarak da ispatlanmýþtýr.

Þurasý muhakkak ki, hayatýn korunmasýný beþ temel gayesinden biri sayan Ýslam, Kur’an ve Sünnet’iyle saðlýklý bir hayat sürmeyi ve hastalýða yakalanmamayý ve hastalýða götürecek sebeplerden uzak durulmasýný öncelikle hedefler. Zira Kur’an’ýn ifadesiyle insanýn hayatý da ölümü de Allah’a aittir. Hastalýk halinde de bu bilinç ve inanç üst düzeye çýkar ve hasta güçsüzlük ve zayýflýðýný anlayýp Cenab-ý Hakk’a sýðýnýr. Bu itibarla Ýmam el-Gazali hastalýðý “Allah’ý bilmek ve tanýmanýn bir vesilesi” sayar. Bu bilinç halinin de esasen “ibadet” olduðunda þüphe yoktur. Böyle bilinç hali ise neticede, en çaresiz, aciz ve ümitsiz anlar olan hastalýklardan þifa bulmada, her þeyi bilen ve gücü yeten bir Kudret’e sýðýnarak, manevi güç, enerji ve sinerji elde etmek olacaktýr.

Ýbadetlerin önemi, ibadetlerde denge ve hastalýklarla baþ etmede inanç ve ibadetin rolüne dair bu izahlardan sonra aþaðýda, gayr-i Müslim ülkelerde ibadetlerin ifasý ve ibadetlerin Ýslam’ý teblið ve temsildeki önemi üzerinde duracaðýz.

Batý Ülkelerinde Modern Ýþ Hayatý ve Ýbadetler


Günümüzde özellikle Batý dünyasýnda –aslýnda Türkiye’de de- iþ hayatý, fabrikalarýn ve diðer kurum ve kuruluþlarýn çalýþma þekli ve zaman ayarlamalarý, her ne kadar ekonomik açýdan verimli olduðu iddia edilse bile, ibadetlerin yerine getirilmesi açýsýndan birtakým sýkýntýlarý barýndýrmaktadýr. Bu açýdan bakýlýrsa, kapitalizmin yön verdiði bugünkü çalýþma hayatý, insanlarýn dinî, ilmî, içtimaî, idarî, siyasî, iktisadî ve ailevî alanlarý arasýnda bir ahenk ve uyum saðla(ya)mamaktadýr. Aksine daha zýtlaþma, uzaklaþma getirmekte ve böylece çalýþma hayatý ahlâkla; siyasî hayat dinle, idarî hayat ise hem din ve hem de ahlâkla çatýþmakta, çeliþmekte ve böylece insan fýtratýna ters düþmektedir. Zira sekiz-on saat iþ baþýnda çalýþmak durumunda olan bir Müslüman, ibadeti ile iþi arasýnda sýkýþýp kalmaktadýr. Buna bir de iþin kendisinden kaynaklanan zorluklar eklenince, iþ daha da içinden çýkýlamaz bir hâl alýr. Þu halde ibadetle hayat arasýndaki iliþkinin, modern zamanlarda dünyevîleþme (sekülerizm) sürecinde büyük oranda kopmuþ olduðunu söylemek gerekir. Bu arada modern zihinler, “sanki Müslüman ibadetini yapar, ama iþini ve hayatýný Ýslâm dýþýndaki ölçülerle yürütebilir” gibi bir anlayýþa, ya da peþin kabule sürüklenmiþtir.

Öte yandan iþ hayatý ile ibadetlerin gayr-i Müslim ülkelerde yaþayan Müslümanlar açýsýndan dikkatle deðerlendirilmesi gereken bir yönü de; gayr-i Müslimlerle ayný mekânda yani iþ yerlerinde çalýþanlarýn ibadetlerini yaparken bir þov görüntüsü vermemeleridir. Zira bazan namaz kýlmak isteyen bir kýsým Müslümanlar, abdestlerini herkesin kullandýðý lavabolarda almakta, namazlarýný da ulu-orta yerlerde kýlabilmektedirler. Bu durum, Ýslâm dinini anlatmaya vesile olmasý açýsýndan bazý faydalar saðlayabilir. Yine açýk alanlarda huzur ve huþu ile kýlýnan namazýn, iç huzuru arayýþýnda olan bazý Batýlý insanlarýn gönlünün Ýslâm’a açýlmasýna vesile olduðu da bir gerçektir. Ancak bu halin, bazý zorluklarý ve Ýslâmî teblið ve Ýslâm-Müslüman imajý açýsýndan sakýncalý durumlarý da beraberinde getirdiði unutulmamalýdýr. Zira bazý Müslümanlar herkesin gelip geçtiði cadde ortasýnda veya önemli bir devlet binasýnýn önünde veya kalabalýk bir parkta namaz kýlarken görüntülenebilmektedir. Bu ise bazan Batý basýnýnda alay konusu bile olmaktadýr. Þüphesiz namazýn vaktinin geçiyor olmasý, burada anlaþýlabilir ve geçerli/meþru bir mazerettir. Ancak bu durumdaki bir Müslümanýn daha sakin mekânlarý tercih etmesi, dolayýsýyla istemeden en önemli ibadet olan namazýnýn bir þova dönüþmesinin önüne geçmesi, hem Ýslâm’ýn hem de namazýn ruhuna daha uygundur.

Batý Ülkelerinde Ýbadetlerin Teblið ve Temsildeki Önemi

1950 sonrasý Avrupa’ya olan iþçi göçü ile gelen Müslümanlarýn Avrupa’daki modern dönemdeki varlýðý ve Avrupa toplumlarýnda dinlerini yaþama tezahürleri, Avrupalýlarýn kendi dindarlýklarýný ve teolojilerini Müslümanlar üzerinden sorgulamalarýný beraberinde getirmiþtir. Mesela bu anlamda son dönemde Avrupa’nýn çeþitli ülkelerinde daha belirginleþen camiler, namaz, oruç gibi Ýslâmî ibadetler, litürgie/ibadet anlamýnda içi boþaltýlmýþ bir görünüm arzeden haftada bir günlük kilise ayinininin özellikle sorgulanmasýný beraberinde getirmiþtir. Bu anlamda Hz. Peygamber’in (asm) “namaz” ve “oruç” ibadeti bilhassa öne çýkýyor. Toplumda tezahürleri olan bu ibadetleriyle Müslümanlar, aslýnda sekülerliðin alabildiðine öne çýktýðý Batý toplumlarýndaki günlük yaþantýlarýnda son derece dinamik bir inancý yaþýyorlar.

Paradoks gibi görülse de, toplumda tezahürleri olan ibadetleriyle Müslümanlar, azýnlýk olmalarýna ve bütün Ýslâmofobik-antiislâmist söz ve eylemlere raðmen Avrupa’da toplumdan uzaklaþtýrýlmýþ olan Tanrý’yý tekrar toplumsal mekânlarda görünür hale getiriyor. Üstelik bu durum gittikçe daha da belirginleþiyor. Yani Avrupa’da Ýslâm ve Müslümanlar, günümüzde Avrupa’nýn bilincini sorguluyor, ama ayný zamanda da Avrupa ve Batý’nýn çaðdaþý haline geliyor. Tabiatýyla bu birbirine yaklaþma ayný zamanda çatýþma noktalarýný artýrýcý da bir sonuca yol açýyor. Bu ayný zamanda Müslümanlarýn, sorunlarýnýn farkýna varmasý demektir. Örneðin camiler artýk sadece ibadet yeri deðil, ayný zamanda kamusal alana ait, çevreye uyum saðlayýcý, birleþtirici, yaþam alanlarýyla çok amaçlý inþa ediliyor. Müslümanlar artýk cami estetiðine, þeffaflýða bile önem veriyorlar. Artýk camiler, Batýlý için de, þüphe edilen yerler olmaktan çýkýp korkulan deðil, beðenilen yerler olmaya baþlamýþtýr. Bu durum, Müslümanlarýn kendine güvenlerini artýrýrken, Avrupalýlar cephesinde ise son 10-15 yýlda kendi içindeki Ýslâm’ýn daha fazla farkýna varmasýna yol açýyor. Bu da gösteriyor ki Ýslâm, günümüzde alabildiðine bir Avrupa meselesi haline gelmiþtir. Zira özellikle Batý toplumlarýnda bulunan Müslümanlar son yýllarda, modernizm ve onun doðal sonucu sekülerleþme ile toplumun dýþýna itilmiþ olan dinî deðerleri, inanç ve ibadetleriyle yaþadýklarý bölgelerin kamusal alanlarýnda alabildiðine görünür kýlýyorlar. Nitekim bu durumun alabildiðine farkýna varan Batýlýlar, geleneksel Hýristiyan telâkkilerinin Avrupalýlarý mobilize etmede eskiye oranla ivme kaybettiði ve Ýslâm Dini’nin yön verdiði deðerlerin kamusal alanda görünürlülüðüne karþýlýk, Avrupa’nýn Hýristiyan aslýna dönmesi ve Hýristiyanlýða ait deðerleri toplumda daha fazla görünür kýlmalarý lazým geldiðini, “Avrupa’nýn kültürünün Hýristiyanlýk olduðu”nu yüksek sesle dillendiriyorlar.

Bu da gösteriyor ki, Batý/Avrupa, Ýslâm ve Müslümanlar üzerinden modernizm ile ters yüz ettiði kendi Hýristiyan köklerini hatýrlýyor; Ýslâm ve Müslümanlar üzerinden dini deðerlerine dönmeye ve teolojisini diriltmeye çalýþýyor. Zira son zamanlarda Batý medyasýnda gittikçe sekülerleþen Batý-Avrupa toplumlarýnýn geleceðinde dinin yeri sorgulanýyor. Bu anlamda din Avrupa’nýn geleceðinde yer alacaksa bunun Ýslâm olup olmayacaðý da ayrýca tartýþýlýyor. Tabiatýyla bu durum, son yýllarda Avrupa’da Ýslâm ve Müslümanlarla ilgili yaþanan olaylar bakýmýndan da son derece dikkat çekicidir. Zira özellikle Papa XI. Benedict’in üç yýl önceki Regensburg konuþmasý ve ardýndan gelen söylemleri dikkate alýndýðýnda aslýnda bütün bu konuþmalar, bir baþka açýdan okunduðunda, Avrupa’ya, uzaklaþtýklarý Hýristiyanlýklarýný hatýrlatmak ve “inanç ve ibadet hayatýnýzla Hýristiyanlýðýnýza dönün” çaðrýsý olduðunu da rahatlýkla söyleyebiliriz. Zira Avrupa’da Hýristiyan teolojisinin aslýnda bir çöküþ içerisinde olduðu sýr deðildir. Son yýllarda ortaya atýlan “The end of the Protestanism=Protestanlýðýn sonu” ile ilgili teoriler, görünürde Protestanlýk için olsa da, son tahlilde genelde bir bütün olarak Hýristiyan teolojisinin kriz haline iþaret etse gerektir.

Tabiatýyla bu ortam içerisinde “Avrupa Müslümanlaþacak mý?” sorusu da sýkca soruluyor. Son dönemlerde Avrupa’da sýkça gündeme getirilen bu sorunun, provakatif bir soru olduðunda þüphe yoktur. Zira bu tür sorular ve söylemler, özünde Avrupa’daki Ýslâm’ýn, Ýslâmî deðerlerin yükseliþini, Ýslami ibadet ve sembollerin þu veya bu þekilde engellenmesine –en son Ýsviçre’deki minare referandumu buna örnektir- ve dolayýsýyla Ýslâm’a yöneliþi engellemeye matuftur. Zira yukarýda da söylediðimiz üzere, Ýslâm’ýn Avrupa kamusalýnda alabildiðine görünür olmasý bir yana, günümüzde Batý toplumlarýnda ciddi oranlara varan ihtida hareketleri gözlemleniyor. Paradoks gibi gözükse de, 11 Eylül gibi, Ýslâm ve Müslümanlar açýsýndan zahirde olumsuzluklarla dolu eylemlerin de bu ihtida hareketlerini hýzlandýrýcý etkisi vardýr. Mesela Amerikalý meþhur mühtedi-hatip Khâlid Yasin’e gore, 11 Eylül’den bu yana Amerika’da Müslüman olanlarýn sayýsý, 540.000’nin üzerindedir. Yine Fransa’da günde ortalama 4-5 kiþinin Müslüman olduðundan bahsedilmektedir.

Batý’da Ýslâm’a yöneliþlerin hangi dinî, mezhebî ve kültürel alt gruplardan geldiðine dair net bilgilere sahip deðilsek de, kanaatimce Müslüman olanlarýn büyük çoðunlunu dinden/kiliseden uzaklaþmýþ gruplar oluþturuyor. Bunlar, inanç krizinin, ibadet açlýðýnýn, manevî boþluðun en fazla görüldüðü kesimdir. Zaman zaman “agnostik” olduðu veya “ateist” olduðunu bildiðimiz kiþilerin, Avrupa ülkelerindeki iftar programlarýndan, Kur’an okunan ve tasavvuf meclislerinden manevî haz duyduklarýný belirtmelerine þahit olmaktayýz ki, bu boþuna deðildir.

Bernard Lewis ve benzerleri, bütün bunlardan hareketle, “Bu yüzyýlýn sonunda Avrupa Müslümanlaþacak” diye öngörülerde bulunmakta ve Batýlý politika yapýcýlarýna bir anlamda, “bunu önlemenin dinî, siyasî ve sosyo-kültürel tedbirlerini alýn” diye seslenmektedir. Son Avrupa Parlementosu seçimlerinde Avrupa’nýn hemen her ülkesinde aþýrý sað partilerin yükseliþini de bu yönde açýklamak mümkündür. Avrupa Birliði Baþkanlýðý’na da Belçikalý Herman van Rompuy gibi aþýrý Hýristiyan sað bir baþkanýn seçilmesi de bu eðilime iþarettir. Hollanda’da Elsevier Dergisi’nin bildirdiðine göre, Hollanda’da protestan ve katoliklerin % 25-30’u, köklü Hýristiyan demokrat partileri býrakýp, son yýllarda Avrupa’da Ýslâm karþýtý söylem ve eylemlerin odaðý haline gelen Geert Wilders’in partisine (PVV) oy verme eðilimindedir.

Avrupa müslümanlaþacak veya Müslümanlaþmayacak; bunu nihai olarak kestirmek zor olsa da, eldeki verilerle kestirilmesi kolay olan bir husus var ki, o da Avrupa’nýn artýk eski Avrupa olmadýðýdýr. Ýslâm, Kur’an ve Hz. Peygamber (asm) ile alakalý hiç gündemden düþmeyen bütün olumlu ve olumsuz tartýþmalara raðmen, Nilüfer Göle’nin son kitabý “Ýçi Ýçe Giriþler: Ýslâm ve Avrupa” adlý son kitabýndaki tespitiyle Müslümanlarla iç içe geçmiþ bir Avrupa vardýr, artýk karþýmýzda.

Bilindiði üzere Üstad Bedîüzzaman “Avrupa Ýslâm’a hamiledir; günün birinde doðuracaktýr” diyordu. Anlaþýldýðý kadarýyla Avrupa henüz doðum yapmýþ deðildir. Ancak Müslümanlarýn inanç ve ibadetlerinin de alabildiðine etkisi ve tezahürleriyle doðum sancýlarýnýn baþladýðýný söylemek mümkündür.

Öz

Ýslâm dininde ibadetler, sadece Allah Teâlâ’ya yaklaþmak için yapýlan belirli bazý davranýþlar olarak görülmemiþ, hemen bütün dünya hayatýnýn bir ibadet haline dönüþtürülebilmesi için, Allah Teâlâ’ya kulluk ve O’na yakýnlaþma maksadýyla yapýlan veya terk edilen her davranýþ, kulluk/ibadet olarak deðerlendirilmiþtir. Ýslam açýsýndan hayatýn kendisi bir ibadet; bütün ibadetler de hayattýr. Bu yazýda hayat-ibadet dengesinin nasýl olmasý gerektiði üzerinde durulmakta ve seküler anlayýþýn hakim olduðu Batý ülkelerindeki ibadet anlayýþý sorgulanarak gelecekte Ýslam’ýn Batý toplumlarýndaki yeri hususunda ipuçlarý sunulmaktadýr.


Özcan HIDIR


radyobeyan