Lamartine By: hafýz_32 Date: 15 Eylül 2010, 16:23:26
Lamartine
15 Nisan 1326 (1910)
Be cihan hurrem ezanen ki cihan hurrem ezost
Âsikam berheme âlemki heme âlem ezost
diyen Sa´dii Þirazý hakkýnda ne perestiþkârane bir hürmet beslersem;
Ve ala tefennnni vasefihi bi vasefihi
Yefnez-zamanu ve fihi ma lem yusafi
terane-i vicdanrübasile her dem istiðrak olan îbni Fariza karþý ruhumda ne büyük bir incizab duyarsam;
Ey ki beherca zuhur kerde benami diðer
Hem arabî ra ilâh, hem acemî ra lýuda.
tehlili ârifanesiyle cihan-i þiirin berterîn tabakatma yükselen Feyz-i Hindiye nasýl hayran olursam;
Gerçi canandan dili þeyda için kâm isterim
Sonra canan bilmezem kâmi dili geyda nedir...
neþide-i lâhutisiyle aþkýndaki kemali fevkalhayali duyuran Fuzuli´yi ne kadar seversem; Lamartine´i de okadar sever, okadar hürmetle okadar iþtiyak ile yad ederim.
Bugün bile pek kifayetsiz olan fransýzcam, o garp bülbülünün ilâhi zemzemelerini ilk dinlediðim zamanlar, hiç derekesinde iken yine anlamakta okadar müþkülât çekmezdim; onun lisaný benim samiaý vicdanýma bigâne gelmezdi, diyecek olursam ihtimal ki istigrab edersiniz. Ne olursa olsun, þurasý muhakkaktýr ki ben o zamanlar bile Lamartine´i asarýndan pek çok zevk duyardým.
Þark ile garp arasýndaki mesafe bûdel-meþrikayn [26] olmakla beraber ben Iraklý Fuzuli ile fransalý Lamartine´i ayni hâki namiedarýn [27] feyzi mübini zannederdim. Graziyellayý okurken Leyla name-i Fuzuli´yi okuduðuma zahip olurdum. Hele “Meditation” benim için bir S´adi külliyatý, yahut Ýbni Farýz divaný idi!..
Lamartine´in desti sanatýndaki erganunu, Fuzuli´nin benani rýkkatinde inleyen neypare ile hem ahenk bulur, ikisinden de ayni muhrik teraneleri duydukça serkerm-i istigrak olurdum.
Birinin samimi ruhundan kopan safir Dicle vadisinin nesimi gibi ateþin, diðerinin sinei masumundan yükselen sürud Surranet sahilindeki çamlarýn enini rakiki gibi hazin olsa da, hilkatin bu iki bestekârý giryaný baþka baþka eda, baþka baþka seda ile ayni sesleri terennüm edip duruyordu. Çünkü ikisi de bir hüsni lâyezalin met-huþi cemali idi.
Graziyella´nýn nigâhi kebudu Lamartine´in muhiti istiðrakýnda nasýl sermedi bir cihaný ezelî´yi ziya açýyorsa, Leylâ´nýn canlý nazarlarý da Fuzuli´yi öyle bir âlem-i baki-i vecd içinde bidar ediyordu! Acaba Graziyella´nýn arkasýndan aðlayan Lamartine´in “ilk acý” sýnda.
Cami meyi gam tutan da âlem,
Hem sen içtin o cami hem ben.
Bir hayli zaman eðerçi yandýn.
Süzi dile durmadýn usandýn!
Bidarlýða getirmedin tab,
Þehlâ gözün oldu maili hâb!
Nevehatiyle Leylâsýnýn hayali girizanýný teþyi eden Fuzuli´yi duymamak kabil midir?
Yarý caným Ferit ile ara sýra “meditation” dan parçalar okuruz. Bu büyük þairi, Feridin de benim kadar sevdiðini, asarý hakkýnda onun da benim gibi düþündüðünü gördükçe incizabi kadimim - bilmem rekabetin tesiri sihri midir nedir?- bir kat daha arttý.
Bir gün Ferit:
“Biz Lamartine´i pek iyi anlýyormuþuz. Baksana kendisi bile ne söylüyor...” diyerek “meditaion”´uh o zamana kadar gözüme iliþmeyen bir parçasýný gösterdi Ýnce mýruf ile haþiye kýlýklý yazýlan o parçanýn meali þuna yakýn idi:
“Fýtrat beni Paris âlemi için yaratmamýþ... O hayat zevkime elvermiyor, ruhumu bizar ediyor. Ben þarklý doðmuþum, hem þarklý öleceðim. Ben ýssýz yerler, çöller, denizler, daðlar, atlar, tabiat ile derunî müþafeheler, mealini takdis edeceðim bir neþidei cemal, musahebesiyle oyalanacaðým bir enisi can... hülâsa araplarda, Osmanlýlarda olduðu gibi metaibi cismaniyeden azade bir lâkaydi içinde, fakat ruhun müfekkirenin mesaisile, tahayyülati mülhimanesiyle geçen bir hayat için yaradýlmýþým. Bir hayat ki baþtan baþa þiir ile, iman ile, hissiyatý necibei hamasetle pirayedar...”
Lamartine´e ait ihtisasatýmýn galatý hiss þaibesinden pâk olduðunu o büyük þairin kendisinden iþitince içimde ne samimî bir sürür, ne tabii bir gurur uyanacaðým ben tasvir edemezsem de elbette siz takdir edersiniz.
Ne olur, bir hayýr sahibi çýksa da bize “Meditation”larý “Ar-monie” leri, “Graziyella” larý, “Rafael” leri tercüme etse! Vakýa iki sonraki eser lisanýmýza naklolunmuþ, lâkin bugün için kâfi deðildir, çünkü bîr çok yerleri geçilmiþtir. Hususiyle bu gibi aþari muhallede aslýndaki nezahate müsaadei imkân nisbetinde yaklaþýlýncaya kadar bir çok erbabý kalem tarafýndan tercüme edilmelidir. Rafael´in tamam natamam iki üç tercümesinden, ben birini gördüm ki iyi deðildi. Lamartine´e tercüman olacak adaný fransýzcayý ne kadar iyi anlasa, Türkçeyi de ne kadar doðru yazsa, hasîsei gür ile meftur olmadýkça, kabil deðil ihrazi muvaffakiyet edemez. Hele benim gördüðüm tercümede “mezkûr kadýnýn çehresinde nuri sabahat leman etmekte bulunmuþ idi...” Ýbaresine yakýn cümleler bile vardý! Evet, bu mütercim bir tarih tercüme edebilir, bir bendi siyasî yazabilirdi, lâkin hiç bir vakit Rafael´i tercüme edemezdi.
Her vadide kalem yürütmek fýtratýn pek nadir yetiþtirdiði er-bab-ý dehanýn kâridir. Bize pek müfrid eserler býrakan Þemseddin Sami Bey merhum Hugo´nun “Sefiller”´ini tercümeye baþladýðý zaman edibi a´zam Kemal: “iyi ama bilmem yapabilecek mi?” demiþ. Tercümenin birinci formasýný getirmiþler:
“Fena deðil, fakat Türkçeden ziyade arnavutçaya benziyor!” tarzýnda lâtife perdazlik etmiþ!...
Þarkta garpta bir çok bedayii edebiye var ki lisanýmýza nakli übedamýz için âdeta farzý kifayedir. Sadilerden, Firdevsilerden, Senailerden, Mevlânlardan, Ýbni Farzlardan, Ebu Taným anýlardan, Mütenebbilerden, Ebul Alalardan, kezalik garbin duhati edebinden bizim fakir edebiyatýmýz nasýl müstagni olabilir? Niçin bu iþi baþa çýkarabilecekler köþe-i mahviyete çekiliyorlar?
Vaktiyle Ahmet Naim bey kardeþimiz “Bedaiul Arap” unvaný altýnda ne nýüntehep eserler bulmuþ, tercüme etmiþ, idi! Sýrati Müstakimin sayfalarý o mesainin devamýný görse ne olur!
Ferid, Lamartine´in “Cenabý Hak” unvanlý neþidei ârifanesini tercüme etti, okuyanlar mest oldu. Fakat çok yazýk ki alt tarafý gelmedi. Mesnevide neler var! Lâkin hiç birimizin haberi yok. Vaktiyle uðraþmýþ, okumuþ olanlar bize bilmediðimiz, okumadýðýmýz, bu gidiþle okuyamayacaðýmýz eserleri birer birer yazmalý, okutmalýdýr. Evvelce böyle teklif varid olsaydý reddi pek kolay idi; lâkin teþekkür olunur ki; þimdi öyle deðil.
Þimdiye kadar þifahî davetlerde bulundumsa da ruyu kabul gösteren olmadý. Hattâ bazýlarý baþýndan savmak için “kendin yapsana!” dediler. Ben kendimde o servet-i iktidar görsem kalkar da ihvan-ý gaf aya keþkül uzatýr mýyým?.. [28]