Mu'tezile By: sidretül münteha Date: 14 Eylül 2010, 16:21:04
Mu'tezile
81- Mu´tezile´nîn Meydana Çýkýþý:
Mu´tezile fýrkasý, Emevîler devrinde ortaya çýktý. Fakat asýl Abbasîler devrinde uzun zaman îslâm efkârýný meþgul etti.
Hulefâ-yi Râgidîn zamanýnda ve Emevîler devrinde Irak´ta muhtelif dinlere mensup birçok milletler sakin idi. Bunlann içinde Irak´ýn eski sekenesi olan Keldânîler, iranlýlar, Hýristiyanlar, Yahudiler ve Araplar vardý. Bunlarýn çoðu Müslüman olmuþtu. Bâzýlarý Müslümanlýðý, kafasýnda yerleþmiþ olan eski malûmatýn ýþýðýnda anladý, ona içine sinmiþ olan renge göre yeni bir renk verdi. Kendi anlayýþýna göre bir inanç kurdu. Bâzýlarý Ýslâm´ý, sâf kaynaðýndan, temiz nýenbaýndan aldý. Gönlüne sâfiyet-i asliyesiyle yerleþtirdi. Fakat þuuru ve arzulan hâlis îslâmî deðildi. Farkýna varmadan eskiye meyil arzulan uyanýrdý. Psikoloji bilginlerinin dedikleri gibi, þuuraltý yoluyla eski sezgiler sýzýyordu. Onun için Emîrü´l-Mü´minîn Hz. Ali zamanýnda îslâm ülkelerinde fitneler coþup kaynaþmaya baþlayýnca, Irak´ta uyumakta olan o eski arzular yer yer yeniden uyandý, îçlerinde gömülü olan fikirler açýða vurdu. Irak´ta ve etrafýnda Haricîler ve Þîa meydana çýktý, iþte bu re´y ve görüþ kaynaþmasý içinde Mu´tezile fýrkasý da türedi. [1]
82- Mu´tezîle Ne Zaman Çýktý?:
Ulemâ bu fýrkanýn ne zaman çýktýðýnda ihtilâf etmiþlerdir. Bâzýlarý onun ilk meydana çýkýþýný þu hâdiseye baðlar: Hz. Ali´nin oðlu Hz. Hasan, Müslümanlar arasýnda boþ yere kan dökülmesin diye Hilâfeti Muâvi-ye´ye býraktýðý zaman, Hz. Ali taraftarlarýndan bir kýsmý siyasetten çekilerek kendilerini ibâdet ve i´tikad iþlerine.verdiler. Ebû Hüseyin Terâifî: (Ehl-i Ehvâ ve Bida´) adlý kitabýnda bunlar hakkýnda diyor ki:
"Bunlar kendilerine Mu´tezile nâmýný verdiler. Zirâ Hz, Ali´nin oðlu Hz. Hasan, Muâviye´ye bîat edip bütün umuru ona teslim edince bunlar Hasan´dan da; Muâviye´den de, hattâ bütün insanlardan el çektiler, evlerine çekildiler. Mescitlere kapandýlar. Dim ve ibâdetle meþgul oluruz, dediler."
dediler."
Ekseriyete göre Mutezilenin baþý, Vâsýl tbn-i Atâ´dýr. Hasan Basrî´-nin ilim meclisinde bulunurdu. O çaðlarda bütün zihinleri kurcalayan büyük günah irtikâbý nýes´elesi ortaya atýldý. Hasan Basri, görüþünü söyledi. Vâsýl, üstadý Hasan Basrî´ye muhalefet etti. Büyük günah iþleyen aiel-ýtlâk nýü´min deðildir, o küfür ile îman arasýnda bir mertebededir, dedi ve üstadýnýn meclisinden ayrýlarak mescid´de baþka bir ders halkasý kurdu. Bunun için onlara, ayrýlan mânasýna, Mu´tezile denildi.
Müsteþriklerden bâzýlarý ise, onlara Mu´tezile denilmesinin sebebini baþka buluyorlar: Onlar dünyadan yüz çevirmiþ, kendilerini ibâdete vermiþ, zâhid kimseler, dünyadan ayrýlmýþlar, dünyadan yüz çevirip uzlete çekilmiþler mânasýna gelen bir vasýf imiþ! Fakat bu fýrkaya mensup olanlarýn hepsi böyle deðildir ki. Ýçlerinde mâsiyet iþlemiþ kimseler de var, müttakîler de var. Bâzýlarý ebrârdan ise, bâzýlarý fâcirlerden. [2]
83- Mu´tezile Mezhebi Nedir?:
Ebû´Hasan Hayyât (intiþar) kitabýnda diyor ki: Bir kimse Mu´tezilenin esasý olan beþ aslý kabul etmedikçe, Mu´tezile ismini almaða hak kazanamaz. Onlar da: 1- Tevhîd, 2- Adalet, 3- Va´d ve vaîd, 4- iki mertebe arasý, 5- Mârufla emir, kötülükten nehiydir. Bir insanda bu beþ haslet tam olarak bulunursa o Mu´tezilî olur. Mu´tezile Mezhebinin esasý bu beþ þeydir. Bu yoldan ayrýlan onlardan olamaz. Bu beþ asýldan her birinden kýsaca bahsedelim:
1- Tevhîd: Mu´tezile Mezhebinin özü ve esasý budur. Ebû Hasan Eþ´ârî´nin Makâlâtü´l-tslâmiyyîn kitabýnda dediði gibi, tevhîd demek: "Allah Dirdir, Onun misli yoktur, O iþitir, görür; fakat cisim deðildir. Gölge, cüsse, suret deðildir. Et, kan, þahýs, cevher, araz da deðildir. Renk, koku, tat, hararet, bürûdet, rutubet, yubûset, tûl, arz gibi þeylerden uzaktýr, bunlar cevher ve arazýn vasýflarýdýr... O, her þeyi ihata eder, içine alýr, mahlûklardan hiçbirinin vasýflariyle O vasfolunamaz. O, akla gelen her tasavvurun üstündedir... Alîm, kaâdir, hayy olarak devam eder. Gözler Onu göremez, vehimler Onu ihata edemez.... Tek kadîm olan O´dur. Ondan baþka Tanrý yoktur. Onun ortaðý ve dengi yoktur. Yarattýklarým yaratmakta Onun yardýmcýsý yoktur. Yarattýklarýný eski bir örnekten alarak yaratmýþ deðildir..."[3]
Mu´tezile tevhîd hususunda gayet titiz davranýr. Allah eþyadan hiçbirine benzemez. Cisim ve cihetten münezzeh olduðundan âhirette Allah´ýn gözle görülmiyeceðine kaanidirler. Onlarca Sýfat, Zâttan baþka deðildir[4]. Yoksa Kadîmlerin çok olmasý icabeder. Müteaddit kudemâ ise bâtýldýr. Onlara göre Kur´ân mahlûktur. (Bu bahis biraz kýsaltýlmýþtýr.)
2- Ýkinci esaslarý adalettir. Mes´udî Murûcu´z-Zeheb´de bunu þöyle açýklýyor: "Allâhu Teâlâ fesadý sevmez; kullarýn ef´alini halketmez, Allah´ýn verdiði kudretle kullar Allah´ýn emrettiklerini iþlerler. O ancak murad ettiðini emreder. Kerih gördüðü þeyi nehyeder. Emrettiði iyilikleri sever[5]. Nehyettiði kötü þeylerden uzaktýr. Tâkatlarý olmayan þey-Jeri kullara emretmez. Güçleri yetmeyen þeyi onlardan istemez. Bir kimse ancak Allah´ýn verdiði kuvvetle elini yumup açar. Onlara bu kudreti veren Allah´dir. Ýsterse alýr, yok eder, dilerse halký itaate mecbur eder, mâ-siyetten zorla meneyler. Buna kaâdirdir. Bunu yapmýyor, çünkü o zaman kullan imtihana çekmenin mânasý kalmaz."
Bu esasla, kul fiilinde muhtar deðildir, diyen Cehmiyye´ye cevap vermiþ oluyorlar. Bunu zulüm sayarlar. Çünkü bir þahsa bir geyi hem emir etsin, hem de ona muhalefete zorlasýn, böyle emirde mâna yoktur. Bir þeyden nehyedip sonra da onu yapmaða mecbur tutmak olmaz. Cebriyye ise buna kail. Bu asla dayanarak kul kendi fi´lini yaratýr, dediler. Fakat Allah´ý acz´den tenzih etmek mânasýný da düþünerek bu, Allah´ýn kulda yarattýðý ve ona verdiði kuvvetle olur, hakîkî Hâlýk O´dur, dediler. Bu kuvveti kula veren Allah´dýr. Allah bu verdiði kuvveti geri almaða, kaldýrmaða kaâdirdir. Teklif umuru tam olsun diye bu kuvveti kula vermiþtir.
3- Va´d ve vaîd: Yâni iyilik yapanlara sevap va´detmek, kötülük iþleyenlere azap vermek demektir. Tevbe etmedikçe, büyük günah iþleyenleri affetmez.
4- îmanla küfür arasýnda bir mertebe tâyini (Menziletü´n beyne nýenzileteyn) meselesi ise þudur: Þehristânî bunu þöyle anlatýyor: "Vâsýl Ýbn´-i Atâ demiþ ki, îman birtakým iyi hasletlerin mecmuundan ibarettir. Bunlar kimde varsa sahibine mü´min denir. Mü´min, medih ismidir. Fâ-sýkta bu hayýr vasýflar toplanmaz. O medih ismine lâyýk deðildir. Ona mü´min denilmez. Fakat fâsýk, kâfir de deðildir. Çünkü Kelime-i Þehâdeti söylüyor, diðer hayýrlý iþleri de yapýyor. Fakat o büyük günah iþlemiþ olduðu nalda tevbe etmeden bu dünyadan giderse Cehennem ehlinden olur. Çünkü âhirette iki zümre vardýr: Bir zümre Cennet´te, diðer zümre Ce-hennem´de. Fakat fâsýkýn azabý biraz hafif olur. Kâfirlerin üstünde bir yerde bulunur[6].
5- Ýyilikle emir, kötülükten nehy esasýna gelince, Ýslâm dâvasýný neþretmek için bunu yapmak mü´minlere vaciptir. Sapmýþlara doðru yolu göstermek, azgýnlarý irþâd etmek lâzýmdýr. Herkes bunu gücünün yettiði kadar yapar. Söz ve kalem sahipleri, sözle ve kalemle; kýlýç sahipleri kýlýçla yaparlar. [7]
84- Bu Esaslara Getirdikleri Deliller:
Mu´tezile akidelerini izahta, nakli delillere deðil, aklî delillere dayanýrlar. Akla itimatlarý o kadar çok fazla idi ki, bunu ancak þeriatýn emirlerine olan hürmetleri tahdit edebilirdi. Her mes´eleyi akla vururlar, akim kabul ettiðini alýrlar, kabul etmediðini býrakýrlardý. Onlara bu tarzda akýlla araþtýrma usûlü þu yollardan gelmiþtir:
a) Irak´ta ve îrarfda bulunmalarý; buralarda eski medeniyetlerin ve kültürlerin izleri kalmýþtý.
b) Arabm gayri soylardan olmalarý, ekserisi Mevâlidendi.
c) Muhaliflerine cevap verme zorunda kaldýklarýndan akla müracaatlarý.
d) Eskilerden Arapçaya terceme yapan Yahudilerle, Hýristiyanlar-la temaslarý olduðundan eski felsefe görüþlerinin çoðu onlara geçmiþti.
Akla itimat etmeleri neticesi olarak onlar eþyanýn hüsnü ve Kubhu mes´eîesinde: Güzel ve çirkin olmalarý hususunda akýl ile hüküm verir, aklý hâkim yaparlardý: Maarifin iyi olduðunu akýl bilir. Maarif akýl nazarýnda vâcibdir. Nimeti verene þükretmek, bunu baþkasýndan duymadan önce de, insana lâzýmdýr. Güzellik ve çirkinlik güzel ve çirkin olanýn birer zâtý sýfatýdýr[8].
Cübbâî diyor ki: MHer mâsiyet ki, Allâhu Teâlâ onu emir etmesi caizdi, onu nehyettiði için çirkin oldu. Allah´ýn mubah kýlmasý caiz olmayan mâsiyet ise lizâtihi kabihtir, cehalet gibi. Allâhu Teâlâ´nm emretmesi de caiz olan her þey Allah emrettiðinden dolayý güzel olmuþtur. Ancak em-t´edümesi caiz olan þeyler ise lizâtihi güzeldir[9].
Buna göre Allah´a sâlih ve aslah = yararlý ve en yararlý olaný yaratmak lâzýmdýr, dediler. Cumhur ise þuna kaildir: Allâhu Teâlâ´dan ancak sâlih ve faydalý þeyler sâdýr olur ve lâzým olan da budur. Allâhu Teâlâ´nýn yaptýðý her þey sâlihtir, faydalýdýr. Sâlih olmayan bir geyi yapmak Allah hakkýnda mümkün deðildir. [10]
85- Ýslâm´ý Müdafaalarý:
Mecûsî, Sâbiî, Yahûdî, Hýristiyan ve sair çeþitli milletler islâm´a girdiler. Kafalarýna eskiden o dinlerin talimatý dolmuþtu. Bunlar onlarýn iliðine, kemiðine iþlemiþti. Ýslâm´ý da onlarýn ýþýðý altýnda anladýlar, içlerinde öyleleri vardý ki, kuvvet korkusundan Müslüman görünüyor, iðinde baþka þeyler gizliyordu. Bunlar Müslümanlar arasýnda dîni bozacak þeyler yaymaða, akidelerde þüphe uyandýrmaða baþladýlar. Allah´ýn inzal buyurmadýðý fikir ve re´yleri araya sokuyorlardý. Onlarýn ektikleri tohumlar meyve vermeðe baþladý. îslâm adýný taþýyan yýkýcý ve bozguncu bir zümre türedi. Mücessime, Müþebbihe, Zýndýklar bunlardandý. Mâkulü bilen, menkulü anlayan bir sýnýf, bunlara karþý islâm´ý müdafaaya koyuldu, iþte Mu´tezile bu dîni müdafaa edenlerdendi.
Yukarýda saydýðýmýz ve Mu´tezilenin üzerine titredikleri beþ esaslarý, muhalifleriyle aralarýnda cereyan eden þiddetli münakaþalarda kendi görüþlerini müdafaadan doðmuþtur. Arzettiðimiz þekildeki tevhîd esasý, m.üþebbihe ve mücessimeye red içindir. Adalet esasý cehmiyyeye red içindir. Va´d ve vaîd esasý mürcieye cevap içindir, Ýki menzile arasýnda bir derece ise, küçük büyük her günah, iþleyeni tekfir eden Haricîlere karþý müdafaa içindir.
Abbasî Halîfelerinden Mehdî zamanýnda Horasanlý Mukanna´ ortaya çýktý. Ruhlar tenâsuhuna kaildi. Bir sürü halký azdýrdý, peþine taktý. Mâ-verâünnehir´e yürüdü. Mehdî onlara galip gelm.e uðrunda çok güçlüklerle karþýlaþtý. Onlarý araþtýrýyor, kýlýç kuvvetiyle onlarýn iþini bitirmeðe çalýþýyordu. Fakat kýlýç bir fikri öldüremez, bir mezhebi söndüremez. Fikre fikirle mukabele edilir. Bunun için Mehdî, bunlara cevap vermek, karþý koymak Ýçin Mu´tezileyi harekete geçirdi. Onlarýn þüphelerini çürütmek, dalâletlerini ortaya çýkarmak için Mu´tezile deliller buldu ve bu yolda yorulmadan yürüdüler. [11]
86- Halîfelerin Mutezileyi Himâyesi:
Mu´tezile, Emevîler devrinde çýktý. Emevîler onlara hiç dokunmadýlar. Çünkü Mu´tezile kargaþalýk çýkarmýyor, ayaklanmaða davet etmiyordu. Bunlar fikir ve kanaat sahibi bir zümre idi. iþleri, delile, delil ile mukabele etmekti. Umuru doðru ölçülerle ölçmek istiyorlardý. Siyasete hemen hemen karýþmýyorlardý. Görünüþte onlarýn delili sözdüf ok deðil; silâhlan kuvvetli delil idi, çekilmiþ kýlýç deðil.
Mes´ûdî, Murûcü´z-Zeheb´de naklediyor: Yezid b. Velid, Mu´tezilenin re´y ve fikrinde imiþ. Onlarýn beþ prensibinin doðruluðuna i´tikad edermiþ.
Abbasîler Devleti kurulunca, ilhâd ve zýndýklýk seli anadan taþmýþtý. Abbasî Halîfeleri, Mu´tezileyi zýndýklara ve mülhidlere karþý çekilmiþ keskin bir kýlýç gibi buldular ve bu keskin kýlýcý korletmek istemediler. Mu´tezilenin ilhâde karþý açtýðý savaþý söndürmediler.
Me´mun gelince, Mu´tezileye daha çok temayül gösterdi. Onlarý kendine yaklaþtýrdý, fukahâ ile Mu´tezile arasýndaki ihtilâfý kaldýrmak için aralarýnda münazaralar yaptýrýp onlarý birleþtirmek istedi. Fakat onun gibilerden hiç beklenmeyen bir hatâya düþtü: Fukahâyý ve muhaddisleri hükümet kuvvetiyle Kur´ân´ýn mahlûk olduðu mes´clesinde Mu´tezilenin akîdesini kabule zorladý. Hâkimiyet kuvveti, re´y ve kanaatlara tahakküm için deðildir. Fikirler cebir ve þiddetle Öldürülemez, insanlar zorla baþkasýna i´tikada sürüklenip kanaatlarý deðiþtirilemez. Mademki, dinde zorlama yoktur, ikrah ve cebir haramdýr, insanlarý öyle bir akideye zoýia sürüklemek nasýl olur ki, o akideye karþý gelmekte küfr deðil de, tenzih daha kuvvetlidir. Me´mun, fukahâyý, Kur´ân mahlûktur demeðe zorladý. Bâzýlarý inanarak deðil de korkudan bunu kabul etti. Bâzýlarý ise bu hususta iþkencelere katlandý. Zindanlara atýldý. Yine akîde ve Ranaatlarýn-dan baþkasýný söylemediler. Kanaatlanndan dönmediler. Hâlk-ý Kur´ân mes´elesi denilen bu fitne, Me´mun´un vasiyeti üzerine Mu´tasým ve Vâ-sýk zamanlarýnda da ayný tempoda devam etti. Vâsýk bu mes´eleye bir de þunu ilâve etti: Mu´tezilenin dediði gibi âhirette Allah´ý kullarýn göremeyeceðine inanmaða zorlamaða baþladý. Mütevekkil gelince bu zorlamalarý ortadan kaldýrdý. Bu iþleri tabiî seyrinde býraktý, insanlar beðendikleri görüþü almakta muhtar kaldýlar. [12]
87- Çaðdaþlarý Arasýnda Mu´tezîlenin Mevkii:
Fukahâ ve muhaddisler, Mu´tezileye þiddetle hücum kampanyasý açmýþlardý. Mu´tezile iki kuvvetli düþman arasýnda kalmýþtý. Bir tarafta zýndýklar ve mülhidler, diðer tarafta fukahâ ve muhaddisler. Bakarsýn, fukahâ sýrasý düþtükçe hemen Mu´tezileye hücum ederler, imam Þafiî, Ahmed îbn-i Hanbel ve saire kelâm ilmini ve kelâmcýlar usulüyle ilim tahsil edeni zemmederler. Bundan maksatlarý Mu´tezileyi kötülemekti. Acaba fukahânm Mu´tezileden hoþlanmamalarýnýn sýrrý nedir? Her iki sýnýf da dîne yardým etmek istediði halde neden böyle oluyor? Halbuki her ikisi de dîni müdafaada ellerinden geleni esirgemiyorlardý. Bence, bu düþmanlýðýn sebepleri denebilecek müteaddit þeyler bir araya gelmiþ ve bu düþmanlýðý körüklemiþtir. Onlardan bâzýlarý þunlardýr:
1- Mu´tezile, dînî akideleri anlayýþla selef-i sâlih yolundan ayrýldýlar. Allah´ýn sýfatlarýný bilmek, îman edilmesi gereken akideleri öðrenmek isteyen herkes bunlarý Kur´ân´dan alýrdý, ona baþvururdu. Baþka bir þeye bakmazlar ve Kitaptan baþkasýna gönülleri yatmazdý. Akaidi, Kuriân-ý Kerîm´in âyetlerinden anlarlardý. Herhangi bir hususta þüpheye düþtüler nu, Arap dilinin özelliklerinden faydalanarak þüphelerini yine âyetle halletmeðe çalýþýrlardý. Yine anlayamazlarsa bu defa burada dururlar, daha ileri gitmez; fitneye düþeriz, haktan saparýz endiþesiyle baþka bir þey yapmazlardý. Bu tarz hareket, Araplarýn tabiatýna mülayim geliyordu ve onlara yetiyordu. Çünkü onlar ürnmî bir milletti. Ýlim, felsefe, mantýk ehli deðildiler, "fakat Mu´tezile bu usûlden ayrýldýlar. Aklý her þeyde ölçü tutup onu hiikim yaptýlar. Araþtýrmalarýnda aklý esas tuttular, akilla-riyle her iþin kfinh ve mahiyetini anlamaða kalkýþtýlar. Bunlarýn hepsi, bu tarz þeylere alýþýk olmayan fukahâya bir sadme tesiri yaptý. Mu´tezi-leye lisanlar hücuma baþladýlar, onlar hakkýnda kötü þeyler yapýp daðýttýlar. Halbuki Mu´tezilenin ekserisi, bir Avrupalý bilginin dediði gibi idiler: "Biz Mu´tezileden dîne aykýrý bir ses iþitmedik. Onlardan duyduðumuz ses: Allah´a ve O´nun kullariyle olan alâkasýna yakýþmayan her þeyle mücadele eden dindar bir vacdanýn sesidir."
2- Mu´tezile, zýndýklarla, putperestlerle ve saire ile durmadan mücadele ediyordu. Her mücadele bir nevî meydan harbi demektir. Harbe giren kimse harbde düþmanýnýn taktiðini kullanmak ve usûllerini almak yolundadýr. Düþmanýn harb plânlarýný ve kullandýðý silâhlarý, maksadýný bilmelidir. Bu itibarla düþmandan bâzý þeyler alýr, karþýsmdakinden bâzý çeyler ona da geçer. Mu´tezile de mücadele ettiði düþmanlarýnýn fikir ve görüþlerinin bir dereceye kadar tesiri altýnda kalmýþ olabilir. Neyberg bu hususta söyle demektedir: "Büyük bir düþmanla meydan savasýna giren kimse savaþ þartlariyle, düþmanýn ahvâline baðlýdýr. Düþmanýn harekâtýný, konup kalkmasýný, adým adým takip etmelidir. Düþmanýn hileleri bile ona tesir eder." Fikir meydanýnda da bu böyledir. Fikirlerin meydana gelmesinde dost kadar düþmanýn da tesiri vardýr. Bir þeyle fazla uðraþana ondan bir þeyler bulaþýr. Bâzý Hanbeîîler, kendisini mülhidlere cevap hazýrlama iþine tamâmiyle veren arkadaþlarýnýn kendilerini ilhâde kaptýrdýklarýndan þikâyet ederler. Bu mücadelelerin tesiri ile bâzý Mu´-tezilîlerin re´ylerinde umumî yoldan bâzý ayrýlýþlar olmasý çok mudur?
3- Akaidi bilmek hususunda Mu´tezilenin akla dayanan bir yolu vardý. Sâde nassa îtimad etmezlerdi. Yalnýz mesele hükm-ü þer´î veya hükm-ü þer´î ile münasebeti olan bir bahis olursa o zaman, baþkadýr. Evet ekseriya îtimadlarý akla idi. Aklýn ise türlü meyilleri var. Bunun için sýrf akýllarýna uymalarý yüzünden hatâlara düþtüler. Mu´tezile imamlarýndan Ebû Hüzeyl´in þu sözleri buna misâldir: "Cennet halký ihtiyar sahibi deðildirler. Çünkü ihtiyarlarý olsa mükellef olmalarý îcabeder. Halbuki âhiret teklif yeri deðil, mükâfat yeridir." Bunda yanýlýyor. Çünkü ihtiyar sahibi olmak, behemahai teklifi îcabetmez. Ebû Hüzeyl´in bu sözünden döndüðünü Hayyât nakleder.[13] Bu türlü çarpýk düþünceler, Mu´tezileden bâzýlarýnýn aðzýndan çýkýyordu. Bunlar halk arasýnda yayýlýyor, bunlarý duyan halk yalnýz o sözün sahibinden deðil, onlarýn hepsinden so-
(74) ðuyordu. "Ýçinizden yalnýz zâlimlere deðil, topunuza gelen fitneden sakýnýn."
4- Mu´tezile ümmet arasýnda yüksek mevkii olan büyük adamlarla mübahase ve mücadele yapýyorlar, hasýmlarý hakkýnda sözlerim sakýnmýyorlardý. Bakýn, Câhýz, Hadîs, fýkýh ulemâsýna nasýl çatýyor:
"Hadîs ulemasý ve bir de avam sýnýfý taklîd ederler, fakat ellerine bir þey geçmez, taklîd akýlca makbul bir þey deðildir. Kur´ân taklidi neh-yeder... Âbidler ve zâhidler hep bizdendir, diyorlar, Haricîlerin sayýsý onlardan azken yalnýz Haricîlerin âbidlerinin sayýsý onlardan daha çoktur... "[14], Bu tarzdaki sözlerle diðer mezheb erbabýna dil uzatmalarý, halkýn Mu´tezileden soðumasýna sebep olmuþtur.
5- Abbasî Halîfelerinden bâzýlarý Mu´tezileye taraftardý. Bu mezhebi kabul ederek onlara yardýmda bulundular. Taraftarlýklarýný ileri götürerek halký Mu´tezile mezhebini kabule zorladýlar. Bu uðurda fukahâya, muhaddislere iþkence yatpýlar. Onlarý türlü sýnamalara çektiler. Fakat onlar buna sabýr ve tahammül gösterdiler. Onlarýn böyle iþkenceye mâruz kalmasý, halkýn þefkatim tahrik etti. Mazluma acýmak þanýndan olan insanlar onlara acýdýlar ve bu iþkencelere sebep olan Mu´tezileye kýzdýlar, bunlar sizin baþýnýzýn altýndan kopuyor diye, onlara kin baðladýlar. Çünkü onlar Hulefâ ve Ümerâ ile görüþüp onlara bu fikri iþliyor, bu iþkencelere onlar sebep oluyordu. Hattâ Mu´tezile, fukahâya ve muhaddislere eza ve cefâ yapanlarý müdafaaya çalýþýyorlardý. Meselâ Câ-hýz´m þu sözlerine bakýn:
"Bizler, delil olmaksýzýn kimseyi tekfir etmeyiz. Ancak töhmet al-týnda olanlarý imtihan ederiz, deneriz. îtham altýnda olanlar hakkýnda soruþturma açmak, zan altýnda bulunanlarý imtihana çekmek, kapalý örtüyü yýrtmak, saklýyý meydana çýkarmak nev´inden deðildir. Her keþif, ayýbý açmak, her imtihan tecessüs sayýlsaydý kadý bunu yapanlarýn baþýnda gelmek îcabeder. Ýnsanlarýn kusurlarým ve ayýplarým mahkemede en çok o soruþturup araþtýrýr."[15]
Maddî kuvvetlerin yardýmýna ve himayesine sýðýnan fikirlerin hezimete uðramasý muhakkak bir þeydir. Çünkü maddî kuvvete dayanmanýn sonu daðýlmaktýr; ana caddeden çýkmaktýr. Böyle bir kuvvete güvenmenin sonunda iþ onun aleyhine döner. Çünkü insanlar, onun delilinin kuv-vetiden þüpheye düþerler. Eðer delili kuvvetli olsaydý, hâkimiyet kuvvetine ve yardýmýna muhtaç olmazlardý, derler. Zorlama ile fikirler tutunamaz.
6- îlhâd taraftarlarýndan çoðu, bozuk fikirlerini yavrulamak için Mu´tezile arasýnda elveriþli yuva bulabiliyordu. Ýslâm´a fitne sokuyorlar,
Müslümanlar arasýna fesâd saçýyorlardý. Mu´tezileyi kendilerine siper yapýyorlardý. Onlarýn bu kötü maksatlarý ve habîs garazlarý anlaþýlýnca Mu´tezüîler onlarý aralarýndan kovardý. Ibn-i Ravendi onlardan sayýlýrdý. Ebû îsâ Verrâk, Ahmet b. Hâit, Fazl Hudasî onlara mensup idiler. Halbuki bunlarýn hepsi islâm´da görülmedik þeyler çýkardýlar, kötü þeyler getirdiler. Bunlarýn içinde Müslümanlarýn akidelerini bozmak için Yahudilere satýlmýþ, vicdanlarýný kiralamýþ kimseler de vardý. Bunlar baþtan Mu´tezileden görünürler, onlara yamanýrlar, kötü niyetleri meydana çýkýp da Mu´tezileden ayriîsalar da sürdükleri leke Mu´tezilenin adýný kirletirdi. Mu´tezile onlarýn kendilerinden olmadýðýný söyleseler de sürülen leke kolay kolay çýkmazdý. Çünkü töhmet zihinlere çok kolay ve çabuk yerleþir, lekeyi silmek, temize çýkarmak ise çok güçtür. [16]
[1] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 112.
[2] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 112-113.
[3] Ebû Hasan Eþ´arî, Makâlâtü´I-lslâmiyyîn.
[4] Bu, Mu´tezile arasýnda ittifakla alýnmýþ deðildir.
[5] Bunu âyet-i kerîmenin zahirinden alýyorlar: "Sana gelen iyilik Allab´dan-dir, sana gelen kötülük ise senin, kendilidendir."
[6] Mu´tezile îmanla küfür arasýnda bir dereceye kâii olmakla beraber büyük günah sahibini zimmîlerden ayýrmak Ýçin Müslüman adýný verirler. Mu´tezileden tbn-I Ebi Hadîd diyor ki: Biz büyük günah sahibini mü´min saymakla beraber diðer zimmîlerden onu ayýrmak için ona bu adý veririz. Bununla medih ve sena mânasý kas-detmeksizin bu ismi vermeði caiz görürüz (Nehcü´l-Belâða þerhi).
[7] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 113-115.
[8] Þehristam, El-Milel Ve´n-Nihâl.
[9] Eþ´arî, Makâlâtü´l-îslâmiyyin.
[10] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 115.
[11] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 115-116.
[12] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 116-117.
[13] intiþâr Fi´r-red Alâ îbn-i Râvendî, 118
[14] Ubeydullah b. Hassan, Fusûlü Muhtara min Kütübi Gâhiz.
[15] Ubeydullah b. Hassan, Fusûlü Muhtara min Kütübi Câhiz.
[16] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 117-120.