Makale Dünyasý
Pages: 1
Mukaddes Bir Yolculuk By: reyyan Date: 06 Eylül 2010, 16:36:08
Hicret: Mukaddes Bir Yolculuk

Prof. Dr. Osman Güner





Hak yolunda ve Hakk’ýn hatýrý için yapýlan hicret o kadar kudsîdir ki, mal ve canlarýný inandýklarý dava ve o davanýn eþsiz temsilcisi uðrunda feda eden kutlulardan kutlu bir cemaatin, en çok sevilip takdir edildiði noktada, daha deðiþik sýfat ve unvanlarla deðil de “muhacir” unvanýyla yâd edilmesi ne kadar mânidardýr!


Faran daðlarýnýn eteklerine kurulu o mukaddes þehir, 'Þehirlerin Anasý', o gün çok farklý bir hâdiseye þahitlik ediyordu. Güneþ o sabah sanki bir baþka doðmuþtu, Mekke semalarýnda. Vakit, herkesin istirahat için köþesine çekildiði öðle vaktiydi. Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem), 'kardeþim' diye iltifat ettiði Ebû Bekir'i (ra) ziyaret için o gün hiç de alýþýk olmadýklarý bir zamaný seçmiþti. Mekke'nin ýssýz sokaklarýný aþarak Hz. Ebû Bekir'in hânesine ulaþtý, kapýsýný çaldý; içeri girmek için izin istiyordu. Her hâliyle þaþýlacak bir hâdiseydi bu. Hz. Ebû Bekir, hâne halkýyla birlikte hemen ayaða kalktý ve: "Anam babam yoluna feda olsun! Vallahi bu saatte geldiðine göre, bunda mutlaka önemli bir iþ var!" dedi önce. Sonra da hemen kapýya koþtu ve göz aydýnlýðý misafirini içeri buyur etti. Merakla bekliyordu olacaklarý. Allah Resûlü önce baþ baþa kalmalarýnýn daha uygun olacaðýný söyledi ise de, Ebû Bekir (ra), kýzlarýný kastederek: "Ey Allah'ýn Resûlü, endiþe etmeyin. Onlar benim kýzlarým; Senin de ehlinden sayýlýr." dedi. Bunun üzerine Kutlu Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem): "(Bilesin ki,) Mekke'den hicret etmek için bana izin verildi." dedi. Hz. Ebû Bekir heyecanla: "Birlikte mi, ey Allah'ýn Resûlü?" diye sordu. "Evet, birlikte." diye karþýlýk verdi, Allah Resûlü.

Resûl-i Ekrem'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu mukaddes yolculukta refakat etmek için sabýrsýzlýkla bekleyen biri için bu haber, bir muþtu, bir sevinç kaynaðýydý. Çünkü Hz. Ebû Bekir, diðer arkadaþlarý gibi hicret için izin istediðinde, Efendimiz kendisine: "Acele etme! Belki Allah yanýna bir arkadaþ verir." diye karþýlýk vermiþti. O, bu sözlerden ne kastedildiðini anlamakta gecikmemiþti. Hemen iki deve satýn almýþ ve dört aydýr da bu yolculuk için hazýrlanmaya çalýþýyordu. Allah Resûlü'nün bu sözleri onun için büyük bir lütuftu; kendini tutamadý, sevinçten hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþladý... Sonrasýnda, tarihin akýþýný deðiþtirecek o mukaddes yolculuða çýkmak için gerekli olan plân ve hazýrlýklarý yapmaya koyuldular...1

Hicret Öncesinde Oluþan Þartlar
Peygamber'in (sas) ve O'na iman edenlerin, bunca yýl sevgi, özlem ve ümitle yaþadýklarý vatanlarýný terk etmek zorunda kalmalarýnýn sebebi neydi? Onlarý o 'Peygamber Yurdu' þehirden göç etmeye sevk eden hangi elemli hâdiseler yaþanmýþtý? Yoksa bu yaþananlar, ilâhî bir plan gereði yüce bir davanýn muvaffakiyetine giden yolda atýlmasý gereken adýmlardan biri miydi? Elbette öyleydi; zira Ebû Bekir'i (ra) Cennet'le muþtulanmýþçasýna sevince boðan bu mukaddes göç, aslýnda öteden beri büyük dava adamlarý için mukadder olmuþtu. Tarih þahittir ki, dünya çapýnda köklü yankýlarý ve tesirleri olmuþ büyük hareketlerin önderleri ve tâbileri mutlaka bir hicret gerçeðiyle karþý karþýya kalmýþlardýr. Bir baþka hakikat daha var ki, yüce davalar asýl baþarýlarýný muvaffak olduklarý bu hicret hâdisesinin sonrasýnda yakalamýþlardýr.

Hiç þüphesiz insanlýk tarihinin en yüce ve en asil hareketi, Peygamberler (asm) vasýtasýyla insanlýða ulaþtýrýlan risâlet davasýdýr. Bu yüksek mefkûreli kudsî dava insanlarýndan hemen herkes doðduðu yeri o yüce davasý uðruna terk etmiþ ve baþka bir yeri yurt edinmiþtir. Nitekim Hz. Ýbrahim, Hz. Lût, Hz. Þuayb, Hz. Musâ ve Hz. Ýsâ (asm) hep bu yüce mefkûre uðruna doðup büyüdükleri yurtlarýndan çýkarak yeni ufuklar arama peþinde koþmuþlardýr.2 Ýnsanlýðý karanlýklardan nura çýkarmak gibi mukaddes bir vazifeyi üstlenmiþ olan bu kutsîler arasýnda en büyük muhacir hiç þüphesiz Efendimiz'dir (sallallahu aleyhi ve sellem). O'nun (sas) yüce davasý uðruna yaptýðý hicret, hem çok meþakkatli ve muhataralý, hem de bir o kadar muhtevalý gerçekleþmiþti. Bilindiði gibi, Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) mukaddes vazife, þirk bataklýðýnýn toplumu tümüyle kuþattýðý, adaletin güçlülerin insafýna býrakýldýðý, kan davalarýnýn sulh ve sükûneti derinden sarstýðý, insan hayatýnýn kabileler arasý çatýþmalarla heder edildiði, servetin sadece zengin ve aristokrat kesimin elinde dönüp dolaþtýðý ve en önemlisi de bunca haksýzlýðý iþleyenlerin hesap vermek için dehþetli bir Gün'de toplanacaklarýna dair inancýn bütünüyle yok olduðu bir ortamda tevdi edilmiþti. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisine risalet görevinin verildiði ilk günden itibaren birlikte yaþadýðý insanlarý, yaratýlmýþlarýn kulu kölesi hâline getiren bu þirk bataklýðýndan kurtarýp her þeyi yüce Kudretiyle var eden bir Yaratýcý'nýn varlýðýna inanmaya ve insanýn iyi veya kötü yaptýðý her iþin hesabýnýn sorulacaðý bir büyük Hesap Günü'nün varlýðýný kabule davet etmiþti. Kýsacasý Allah Resûlü'nün tek dileði, Mekke toplumunun iman nuruyla aydýnlanmasý ve düþtükleri bataklýktan bir an önce kurtulmalarýydý.

Allah Resûlü'nün bu çaðrýsý, Mekkelilerce baþlangýçta pek önemsenmemiþ, hatta istihza ile karþýlanmýþtý. Ancak ne zaman ki, bu mukaddes davet toplumun farklý kesimlerinden hüsnü teveccüh görmeye baþlamýþ, iþte o zaman Mekke'nin ileri gelenleri bu çaðrýyý kendi kurulu düzenlerini hedef alan ciddi bir tehdit olarak algýlamaya baþlamýþlardý. Baþlangýçtaki nispeten müsamahalý ve umursamaz tavýrlarýný bir tarafa býrakarak Resûl-i Ekrem ve etrafýndaki müminlere karþý katý ve sert bir tavýr sergilemeye yöneldiler. Bu katý muhalefet, Allah Resûlü'nün müminlerce yegane önder olarak inanýlmasý ve buna baðlý olarak da tesirinin gün geçtikçe artmasýndan kaynaklanýyordu. Bu durum, Mekkeli liderlerce tehlikeli bir geliþme olarak algýlandý. O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem) bu davasýndan vazgeçirmek için ne yapmalarý gerektiðini düþünüyorlardý. Önce aile büyükleriyle konuþup O'nu yolundan döndürmelerini istediler. Olmadý, bu kez uzlaþmak için herkesin reddedemeyeceði kadar þahsî menfaat temin edeceklerine dair teklifler götürdüler. Bu da olmadý, bu sefer müminleri inançlarýndan vazgeçirmek için son çare olarak fiilî baský ve iþkence yöntemlerine yöneldiler.

Tarih bir kez daha tekerrür ediyordu; geçmiþte yüce bir davaya gönül vermiþ müminler inançlarýndan taviz vermeden güvenli bir ortamda dinlerini yaþayabilmek için nasýl baþka bir vatan arayýþý içerisine girmiþlerse, Allah Resûlü ve Ashab'ý da ayný yolu izlemek zorunda kalmýþtý. O (sallallahu aleyhi ve sellem), takatin sýnýrlarýný zorlayan bu durum karþýsýnda, müminlere biraz olsun rahat bir nefes aldýrmak maksadýyla, güvenli bir bölge olarak gördüðü Habeþistan topraklarýný ilk hicret yurdu olarak belirlemiþti. Habeþistan yönetimi ve halký ilk muhacirler için isabetli bir tercihti; zira Habeþ Kralý tebaasýna karþý adaletiyle ün salmýþ, iyiliksever bir insandý.3 Mekke'den giden bu ilk muhacir kafilesine hiçbir zorluk çýkarmamýþtý; muhacirler huzur ve emniyet içerisinde Allah'a kulluk görevlerini ifa ediyorlar ve hiç kimseden ne bir baský, ne de çirkin bir söz iþitiyorlardý. Mekkeli müþrikler onlarý orada da rahatsýz etmek istemiþler; lâkin kralýn, muhacirleri koruma konusundaki kararlý tutumu sayesinde isteklerine ulaþamadan geri dönmüþlerdi.

Mekke'de kalan müminler için hayat þartlarý günden güne aðýrlaþýyor, müminler imanlarý uðruna her gün yeni yeni sýkýntýlara müptela oluyorlar ve onlar için artýk hicret kapýsýný çalmaktan baþka bir çare de kalmýyordu. Müþriklerin baskýlarý daha da artmýþ; Kainatýn Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ashab'ýna üç yýl süreyle boykot uygulanmýþ ve toplumla bütün münasebetleri kesilmek istenmiþti. Bu tecrit ve kuþatma hareketinin ardýndan Allah Resûlü açýsýndan fevkalâde üzüntü verici iki önemli geliþme daha yaþanmýþtý: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce, hayatý boyunca kendisini himaye konusunda hiçbir fedakârlýktan kaçýnmayan amcasý Ebû Tâlib'i kaybetmiþ; ardýndan da kendisine bütün varlýðýyla destek olan fedakâr eþi, Müminlerin Annesi Hz. Hatîce Validemiz'i dâr-ý bekâya yolcu etmiþti. Yaþanan bütün bu acý ve endiþe verici geliþmeler, müminler için âdeta yeni bir vatan arayýþýnýn habercisi gibi karþýlarýna dikilmiþti.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), daha önceden sadece isteyenlerin gitmelerine izin verdiði Habeþistan hicretinden sonra, artýk hem kendisi hem de Ashabý için bir kurtuluþ vesilesi olur ümidiyle Mekke'den ayrýlýp hicret etmeyi düþünmeye baþladý. Bu münasebetle aklýna ilk gelen yer anne tarafýndan akrabalarýnýn da bulunduðu Tâif þehri oldu. Tâifliler Efendimiz'e davetine karþý, 'Daðlar Meleði'ni bile ihtizâza getirecek insanlýk dýþý bir tavýr sergilediler.4 Sonuçta Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) teblið vazifesini yapmak üzere geldiði bu þehirden ayrýlýrken, bir taraftan görevi ifa etmenin huzurunu yaþarken, diðer taraftan da hicret için geldiði bu yerden hüzünle geri dönüyordu.

Nihayet beklenen geliþme olmuþ; inkârcýlarýn Mekke'de onca baský ve yýldýrma teþebbüslerine raðmen müminlerin imanlarýný koruma ve dinlerini yaþama hususunda gösterdikleri kararlýlýk, Mevlâ'nýn (celle celâluhu) izni ve inayetiyle hicret meyvesine dönüþmüþ; Medine'nin tali'li insanlarý, Allah Resulü'nün hicret talebine müspet karþýlýk vererek, müminleri yurtlarýna ve yuvalarýna ortak etme isteklerini açýkça ifade etmiþlerdi. Birbiri ardýnca gerçekleþen iki Akabe toplantýsýnda Medine'nin bu bahadýr insanlarý, 'Ensâr' olacaklarýný cihana ilân edercesine Resûlü Ekrem'e biat etmiþler ve O'nu: "Ey Allah'ýn Elçisi, beldemize buyurun!" diye Medine'ye davet etmiþlerdi. Ciddiydiler; O'nun getirdiði her þeyi kabullenecek, O'na teslim olacak, nefislerini, kadýnlarýný, çocuklarýný koruma mevzuunda gösterdikleri ayný hassasiyeti O'na karþý da gösterecek, O'nu baðýrlarýna basacak, koruyacak ve canlarýndan aziz tutacaklardý. Bunun karþýlýðýnda da Allah onlara Cennet vaadediyordu. Anlaþma tamam.. Resûlullah mütebessim.. Ensar memnun.. ve artýk Medine'nin kapýlarý Muhacirlere ardýna kadar açýktý.

Hicret Stratejisi
Öteden beri her yeni inanç veya düþünce, doðduðu çevrede hor karþýlanýp aleyhine kampanyalar, baskýlar ve sindirme çabalarý oluþturulmaya baþladýðýnda, çok defa baþka bir muhit onlara kucak açmýþ ve destek olmuþtur. Yüce bir mefkûreye gönlünü kaptýrmýþ her kutsînin kaderinde âdeta ilâhî bir kanun gibi þu deðiþmez çizgiler varlýk sahnesine çýkývermiþtir: Önce gönülleri 'iman ve aþk ateþi' sarmýþ; sonra yýðýnlarý saptýran batýl düþünce ve inançlara karþý 'mücadele azmi' doðmuþ; sonra da gerektiðinde insanlýðýn mutluluk ve saadeti uðruna malý-mülkü, yurdu-yuvayý her þeyi feda ederek, imanýn kök salacaðý baþka âþina gönüller bulmak üzere 'yollara dökülme', yeni ufuklar arama gayreti (hicret) gerçekleþmiþtir.5 Nitekim Yüce Kur'ân, ilâhî mesajlarý insanlýða duyurmak gibi kutlu bir vazifeyi üstlenmiþ bütün peygamberler için bu hakikatin mukadder olduðunu Allah Resûlü'nün þahsýnda mealen þöyle ifade etmektedir: "Onlar yurdundan çýkarmak için seni tedirgin edip dururlar. O takdirde kendileri de senden sonra pek az kalýr, sonra da yok olur giderler. Senden önce gönderdiðimiz resuller hakkýnda cârî olan ilâhî kanun budur. Sen Bizim nizamýmýzda asla bir deðiþiklik bulamazsýn!"6

Âyetin vermek istediði mesaj açýktýr: Hicret nasýl ilahî mesajý tebliðde önemli bir yere sahipse, "Rabbimiz Allah'týr" diyerek sadece O'na iman ve ibadet ettikleri için7 peygamberi ve ona iman edenleri yurtlarýndan çýkmaya zorlayanlar, onlarýn çýkýþýndan sonra orada fazla kalamamýþlardýr. Nitekim Allah Resûlü'nün Mekke'deki en azýlý düþmanlarý O'nun Mekke'den ayrýlýþýndan iki yýl sonra Bedir Savaþý'nda öldürülmüþ8 ve bundan altý yýl gibi kýsa bir süre sonra da Mekke fethedilmiþtir. Tarihte yurdundan yuvasýndan hicret etmek zorunda býrakýlmýþ Allah'ýn peygamberleri için geçerli olan bu ilâhî kanun (sünnetullah), elbette onlardan sonra yollarýndan gidenler, misyonlarýnýn vârisi olanlar ve onlarýn düþmanlarý için de geçerlidir. Mevlâ'nýn böylesine müstesna lütuflarla karþýlýk verdiði mukaddes bir göçün gerçekleþebilmesi, öncelikle insanýn iç dünyasýnýn sýhhatine, Allah'la irtibatýnýn güçlü olmasýna, nefisten kalbe yönelmesine, dünyevîliði terk edip uhrevîliðe doðru yükselmesine baðlýdýr.

Önce Ruh Plânýnda Hicreti Yaþamak
Kutlu Beyan, iman, hicret ve Allah yolunda durmadan gayret (cihat) üçlüsünü birlikte zikretmek suretiyle, bir hakikatin üç ana mihverini nazara vermektedir9 ki, hakikate susamýþ gönüllerin doyasýya içtiði âb-ý hayat çeþmesinin üç kurnasýdýr bunlar. Bu kurnadan yudumlayan "ferdin þahsiyet kazanmasý, inançla þahlanýp nefis ve benliðini aþarak Hakk'ýn âzâd kabul etmez kölesi olmasý önemli bir merhaledir. Bu merhaledeki cihad, bütün buudlarýyla nefsin dümenlerine karþý, benliði yenmeye müteveccih ve insanýn kendisini yeniden inþâ etmesiyle alâkalýdýr. Bu itibarla da cihadlarýn en büyüðü 'Cihad-ý Ekber'dir. Ýkinci merhale ise, her gönülde bir kor, bir alev hâline gelen inancýn aydýnlýk tufaný, artýk çevreye çeþitli dalga boylarýnda þualar neþretmeye baþlar. Çok defa bu safhanýn tahakkukuyla beraber hicret de gelip kapýya dayanýr.

Aslýnda, bu devreye kadar geçirilen safhalarda dahi, ruh plânýnda bir hicretten bahsetmek her zaman mümkündür: Ýnsan, içinde bulunduðu durumdan olmasý gerekli olan duruma; hareketsizlik ve daðýnýklýktan aksiyon ve sisteme; donmuþluk ve bozulmuþluktan kendini yenilemeye, binbir günahýn boðucu atmosferinden ruh ve kalbin hayat derecesine yükselme gibi.. hususlarýn hemen hepsinde bir hicret mânâsý vardýr ve bu mânâlarda o, hep hicret edip durmaktadýr. Kanaatimizce, ikinci hicretin, fonksiyonunu tam eda edebilmesi de, birinci merhaledeki hicretlerin yapýlýp yaþanmasýna baðlýdýr. Nefsinden kalbine, cisminden ruhuna, dýþ þatafatlardan vicdanýndaki ihtiþama, özünden özüne hicrette baþarýlý olanlar, öbür hicret ve ötesinde de baþarýlý olurlar. Bunu tam temsil edemeyenler, çok defa diðer hicret ve ona baðlý olanlarý da kusursuz temsil edemezler."10

Dolayýsýyla Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Müslüman, Müslümanlarýn, elinden ve dilinden emin olduðu kimsedir. Muhacir de Allah'ýn yasakladýðý, haram kýldýðý þeylerden uzak duran kimsedir."11 hadis-i þerifinin fehvasýnca, öncelikle hicret, ferdin ruh plânýnda gerçekleþmelidir.

Yalnýzca Allah'ýn Rýzasýný Gözetmek
Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mekke'den Medine'ye hicretinde geride býrakýlan eþ-dost, mal-mülk ve dünyevî bütün deðerler yalnýzca Allah'ýn rýzasý ve emri gereðince terk edilmiþti. Onlar onca sýkýntýyý dünyevî hiçbir beklentiye girmeden, sadece Allah ve Resûlü'nün fermaný olduðu için göðüslemiþlerdi. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) öncülüðünde gerçekleþen bu hicrette az da olsa farklý maksatlar taþýyan insanlar vardý ve O, bu duruma dikkat çekerek Allah'ýn rýzasýný kazanmaktan baþka bir niyetle hicrete katýlanlarýn, ancak niyet ettiði þeye göre karþýlýk alacaklarýný ifade buyurmuþtur: "Ameller (baþka deðil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek olan da odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rýzasý ve hoþnutluklarý) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü'ne müteveccih sayýlýr. Kim de nâil olacaðý bir dünyalýk veya nikahlanacaðý bir kadýndan ötürü hicret etmiþse, onun hicreti de hedeflediði þeye göredir."12 Bu hadîs-i þerîfte, sevdiði bir kadýnla evlenmek gayesiyle hicrete katýlan ve Medine'ye bu maksatla gelen bir Müslüman'ýn durumu dile getirilmektedir. Amel ve davranýþlarýn niyetlere göre olmasý, þahsî gayelerini bir davanýn idealleri altýnda gizlemeye çalýþanlara karþý ifade edilen kesin ve deðiþmez bir hükümdür. Bu kimse böyle bir hareketin neresinde bulunursa bulunsun, sadece niyetine göre muamele görecektir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müminin niyeti amelinden hayýrlýdýr."13 buyruðuyla bir baþka hakikate daha iþaret etmektedir ki, insan ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki amelini yakalayamaz. Rahmeti sonsuz yüce Allah, kulunun yaptýðý amelden ziyade, kalbindeki niyete göre karþýlýk verecektir. Dolayýsýyla vicdanýnýn ve ruhunun sesine kulak vermeyen insan boþa oturup kalkmýþ, ömrünü beyhude tüketmiþ olacak, asla hâl ve hareketlerinde Allah'ýn rýzasýný gözeten insanlarýn elde ettiði neticeye ulaþamayacaktýr.

Dine Hizmet Gayesi Taþýmak
Allah Resûlü'nün Mekke'den Medine'ye gerçekleþtirdiði hicret, davetin artýk orada yapýlamamasý dolayýsýyla dýþa açýlmayý ve Müslümanlarýn kendi ayaklarý üzerine durabileceði bir yere gitmeyi hedefliyordu. Bu hicret sayesinde Medine'de kurulacak site devletiyle Ýslâm daveti, kâmil mânâda ve kendi orijini ile temsile kavuþacaktý. Dolayýsýyla zorunlu bir hicretle inananlarýn hepsinin orada toplanmasý, bu yeni Ýslâmî oluþumun desteklenmesi açýsýndan büyük önem taþýyordu. Resûlullah'ýn (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mekke fethinden sonra hicret yoktur, ancak cihad ve niyet vardýr. O hâlde cihada çaðrýldýðýnýzda hemen icabet edin!"14 beyanlarý da, Medine'ye hicretin hususî durumuna ve fetihle birlikte bu hicret mükellefiyetinin kalkmýþ olduðuna dikkat çekiyordu. Bu sebeple Mekke fethinden sonra gerçekleþtirilen hicretler, çok saðlam bir niyetle ikame edilmeliydi.

Mekke'de yaþanan sýkýntýlardan sonra gerçekleþen bu mukaddes göç, bir daralma ve sýkýntý hâlinden çýkarak inanç ve idealleri gerçekleþtirmek gayesiyle yeni yurtlar ve imkânlar arayýþý içinde olmaktý. Bu yönüyle Müslümanlarýn hayatlarýnda hicret, zamanýn belli bir vetiresinde gerçekleþmiþ ve bitmiþ tarihî bir hâdise deðildir. Hicret, idealler ve inançlarla çatýþan ve onlarý baský altýnda tutan þartlarý deðiþtirme, insanýn dine hizmet kastýyla yaþadýðý tatlý kederlerine yeni çareler arama yolunda izlediði ilâhî bir plandýr; ilâhî plandýr, zira Yüce Mevlâ baský ve zulüm altýnda kalmýþ müminlere, dinlerini yaþamak ve hizmet etmek gayesiyle hicret yolunu kullanarak yeni arayýþlar içerisine girmelerinin gerekli olduðunu ifade buyurmaktadýr: "Ýman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanlarýn canlarýný alýrken melekler onlara diyorlardý ki: "Ne iþte idiniz?" Onlar da: "Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baský altýnda yaþayan kimselerdik" deyince, melekler bu sefer þöyle dediler: "Peki Allah'ýn dünyasý geniþ deðil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya?" Ýþte onlarýn duraðý cehennemdir. Ne fena bir dönüþ yeridir orasý!"15

Sýrf Ýslâm'a gönül verdikleri için yaþadýklarý baskýlardan kurtulmak, ayaðýný saðlam basacaðý emin bir mekâna yerleþmek, vefalý dostlarýna çok vefalý yardýmcýlar (ensâr) bulmak, Ýslâmî deðerleri hayata hayat yapmak, yepyeni bir tarih ve medeniyet projesiyle iç içe olan evrensel bir Dine insanlarý ulaþtýracak köprüler kurmak... gibi hedeflerle gerçekleþtirilen bu mukaddes göç karþýlýðýnda, Mevla-i Müteâl'den saðanak saðanak ilâhî lütuflarýn beklenebileceði müjdesi verilmektedir ki, bu çok büyük bir bahtiyarlýktýr: "Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, geniþlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah'a ve Resulü'ne hicret niyetiyle çýkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatý hak etmiþtir ve onu ödüllendirme Allah'a aittir. Allah gafurdur, rahîmdir (affý, merhamet ve ihsaný boldur)."16

Netice itibariyle, geçmiþten bu güne deðin yüce bir davanýn idealist insanlarý, her ne zaman doðup büyüdüðü çevrede hor görülüp baský ve yýldýrma çabalarýna maruz kalmýþlarsa, yeni ufuklar aramak ve imanýn kök salacaðý baþka gönüller bulmak için yollara dökülmüþ, hicret gibi kudsî bir göçü hayata geçirmiþlerdir. Böylesine zorlu ve muhataralý bir yola koyulabilmek her þeyden önce insanýn gönül dünyasýný tezkiye etmesine, Rabb'iyle irtibatýný muhkem kýlmasýna ve kendisini yeniden inþâ etmesine baðlýdýr. Zira gerçek muhacir, Resûl-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) de ifadesiyle, 'Allah'ýn yasakladýðý, haram kýldýðý þeylerden uzak duran kimsedir.' Dolayýsýyla hicret, önce ruh plânýnda gerçekleþmelidir. Hicret için onca zorluðu göze alan kimse, bütün bu fedakârlýklarý dünyevî hiçbir beklentiye girmeden, sýrf Allah'ýn rýzasýný kazanmak maksadýyla yaptýðýnýn þuurunda olmalýdýr. Nihâî merhalede, Allah ve Resûlü'nün fermaný gereðince dininin gereklerine göre yaþamak ve dinine hizmet etmek gayesiyle böyle mukaddes bir yola koyulanlara yüce Mevlâ (celle celâluhu) ilâhî lütuflarýný saðanak saðanak yaðdýracaðýný muþtulamaktadýr. Allah Teâlâ (celle celâlühü) inanmýþ gönüllere bu kudsî gayeye hizmet edecek ameller yapmayý nasip eylesin!..

* Ondokuz Mayýs Üniv. Ýlâhiyat Fak. Öðrt. Üyesi



Dipnotlar
1. Buhari, menâkýbu'l-ensâr 45.
2. Bkz.Bakara, 2/127; Hûd, 11/81; A›râf, 7/88; Yûnus, 10/90; Tâhâ, 20/77-78.
3. Beyhakî, es-Sünenü'l Kübra, IX/17.
4. Buhari, bed'ü'l-halk 7.
5. M.Fethullah Gülen, "Mukaddes Göç", Sýzýntý, Ekim 1985.
6. Ýsrâ, 17/76-77.
7. Hac, 22/40.
8. Ebu Davud, cihâd 115.
9. Bakara, 2/218; Enfâl, 8/72; Tevbe, 9/20.
10. Gülen, "Mukaddes Göç", a.y.
11. Ebu Davud, cihâd 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/22.
12. Buhârî, bed'ü'l-vahy 1; eymân 23; Müslim, imâre 155.
13. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, VI/185.
14. Buhari, cihâd 2; Müslim, imâre 86.
15. Nisâ, 4/97.
16. Nisâ, 4/100; ayrýca bkn. Nahl, 16/41,110.



radyobeyan