Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Manevi insan By: sumeyye Date: 05 Eylül 2010, 13:19:20
MANEVÝ ÝNSAN 
   
 
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede þöyle buyurmuþtur: "Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini teskin edecek her þeyi sana anlatýyoruz. Bunda (bu surede) da sana hak ve mü'minlere bir öðüt ve hatýrlatma gelmiþtir." (Hud; 120)

Bu ayet-i kerimede bizim için çok büyük bir ders vardýr. Ýnsan bazý zamanlarda öyle aðýr hasta oluyor ki, bir bardak suyu aðzýna götürüp içemeyecek duruma geliyor. Baþkalarý ona su içiriyor. Hatta suyu dahi içemiyor, pamuðu ýslatýp dudaklarýný ýslatmak suretiyle susuzluðunu gideriyorlar. Bunu hepimiz görüyoruz.

Tabi bu insanýn zahiri olan tarafýdýr. Bir de manevi insan vardýr fakat biz bunu görmüyoruz. Bu manevi olan insan da ya günahla müpteladýr, ya da Allah-u Zülcelal'in ibadetiyle meþguldür.

Ýnsan iki tanedir

Yani insan iki tanedir. Zahiri olan insan yeryüzünde sýhhatli bir þekilde dolaþýr. Manevi olan insan ise ya salih ameller yapmak suretiyle kýyamet gününde çok güzel nimetlerin içinde olacak, ya da -neuzübillah- kötü iþlerle meþgul olup sahibini çok þiddetli olan cehennem azabýna müstehak edecektir.
    


Bu manevi olan insan, maneviyat bakýmýndan hasta olduðu zaman ve ibadet yapacak hali kalmayýp daima günahlarla meþgul olduðu zaman, onu tedavi etmek lazýmdýr. Eðer onu tedavi etmezsek öyle þiddetli bir azapla karþýlaþacaðýz ki, çok büyük bir piþmanlýða düþeceðiz ama iþ iþten geçmiþ olacaktýr.

Nefs ve þeytan bizi aldatýyorlar. Eðer biraz derin olarak düþünürsek ne derece onlara aldandýðýmýzý meydana çýkarabiliriz. Allah-u Zülcelal, biz daha annemizin karnýnda iken ne kadar yaþayacaðýmýzý takdir etmiþtir. Bundan ne fazla ne de eksik olur. Bir havuzu suyla doldurup altýndan bir delik açtýðýmýzda ve havuza bir daha da su ilave etmediðimiz zaman, havuzdaki su bitmeyecek mi? Mutlaka biter. Her kim de bitmez derse, herkes ona: "Sen yalancýsýn!" diyecektir.

Bizim ömrümüzde aynen o havuzdaki su gibidir. Altýnda bulunan delikten hiç durmadan akýp gidiyor. Bu þekilde akarak bir gün mutlaka bitecektir. Hatta bazýlarýmýzýn ömrü çok az kalmýþ, bitmek üzeredir.

Ama maalesef bundan haberimiz yoktur. Onun için aklýmýzý baþýmýza alýp kalan ömrümüzde tedavi olmak, Allah-u Zülcelal'in ibadetiyle meþgul olup kendimizi günahlardan muhafaza etmek için gayret göstermemiz lazýmdýr.

Allah için çile çekmek

Allah-u Zülcelal'in Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e emretmiþ olduðu bütün þeyler onun ümmetine de emirdir.
Allah-u Zülcelal, önceki Peygamberlerin ümmetlerinin onlara yapmýþ olduðu eziyetleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirdiði zaman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlarýn hallerine bakarak teselli buluyor ve müþriklerin yaptýðý eziyetlere karþý tahammül gücü artýyordu. Bu, bizim için de çok büyük bir derstir.

Biz de daima önceki Peygamberlerin ve sadat-ý kiram'ýn hallerini, ahlaklarýný bilirsek, çok büyük menfaat elde ederiz. Çünkü onlarýn güzel ahlaklarýný bildiðimiz zaman: "Keþke benim ahlakýmda öyle olsaydý, keþke bende onlar gibi amel yapsaydým." diyerek, amelin üzerinde daha gayretli oluruz. Böyle olduðumuz zaman da inþaallah Allah-u Zülcelal o amelleri ve o güzel ahlaklarý bize nasip eder.

Allah-u Zülcelal'e karþý olan ibadetlere, namaz olsun, oruç olsun, zekat olsun, hac olsun, yolun üzerindeki bir þeyi kaldýrmak olsun, mü'min kardeþimize yardýmcý olmak olsun, yani hangi ibadet olursa olsun daima o ibadetlere aþýk olmamýz lazýmdýr.
Böyle olduðu zaman belki de Allah-u Zülcelal bizim küçük bir ibadetimize bakarak bizi af ve maðfiret edebilir.

Namaz bütün ibadetlerin baþýdýr

Bilhassa namazýn üzerinde elimizden geldiðince gayretli olmamýz lazýmdýr. Çünkü namaz Ýslam dininin direðidir. Namazýn olmamasý, binanýn direksiz olmasý gibidir. Onun için ilk olarak kendimize, ailemize, dost ve akrabalarýmýza namaz ile tavsiyede bulunmamýz lazýmdýr. Namaz bütün ibadetlerin baþýdýr.

Çünkü Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede þöyle buyurmuþtur: "Kuþkusuz namaz, hayasýzlýktan ve kötülükten alýkor." (Ankebut; 45)

Ýþte namaz böyledir. Onun kýymetini iyi bilelim. Rükûsu ile, secdesi ile huþu içinde, huzurlu olarak namazýmýzý kýldýðýmýz müddetçe Allah-u Zülcelal bizi muhakkak günahlardan muhafaza eder, hakiki bir tevbe ve salih amel yapmayý da nasip eder inþaallah!

Namazýn içinde bütün meleklerin ibadetleri vardýr. Biz onlarý görmüyoruz ama göklerdeki meleklerin bir kýsmý kýyam halindedir, bir kýsmý rükû halindedir, bir kýsmý da secde halindedir. Ýþte namaz meleklerin ayrý ayrý cemaat olarak yapmýþ olduklarý bu ibadetleri kendi içinde toplamýþtýr. Ve Allah-u Zülcelal bu namaz ibadetini bize nasip etmiþtir.

A'lâ isminde bir zat, Ankebut suresini tefsir ederken þöyle demiþtir: "Namaz, meleklerin tümünün ibadetlerini ve diðer ibadetlerin çeþitlerini içinde topladýðý için Allah-u Zülcelal buyuruyor ki: "Ey kulum! Sen bu zayýflýðýnla Bana rükû yapýyorsun, secde yapýyorsun, kýyam yapýyorsun, tesbih yapýyorsun, tehlil yapýyorsun ve zayýflýðýna raðmen Bana bunlarý hediye ediyorsun, Ben keremimle, cömertliðim ve zenginliðimle sana niçin cennetin içindeki çeþit çeþit nimetleri vermeyeyim? Cemalimi niçin sana göstermeyeyim ve seni niçin af ve maðfiret etmeyeyim?"

Peki bundan daha güzel bir þey var mýdýr? Allah-u Zülcelal'in kýyamet gününde bize bu þekilde hitap etmesinden daha güzel bir þey var mýdýr? Cennette öyle çok ve çeþitli nimetler vardýr ki, insan bütün ömrünce bu nimetleri saysa yine de bitiremez.
Ýnsan bu müjdeye bakarak ruhunu, canýný namaz için feda etmesi lazýmdýr. Bilhassa sabah namazýna aþk ve muhabbetle kalkmak lazýmdýr.

Nefs sýcak yataktan çýkmak istemez. Türlü hilelerle insaný sabah namazýndan geri býrakmak ister. Böyle olduðu zaman hemen bu müjdeleri aklýmýza getirip yaramaz olan nefse uymamamýz lazýmdýr. Eðer ona uyacak olursak bizi çok periþan eder.
Onun için Allah-u Zülcelal'in rýzasýna, ibadetine karþý meraklý ve mahzun olmamýz lazýmdýr. Geçip giden bu günlerimizin, nefeslerimizin üzerinde:

"Benim bu günlerim, nefeslerim hep boþa gitti." diyerek mahzun olmamýz lazýmdýr. Onun için Þah-ý Nakþibend þöyle demiþtir:
"Nefsi hiç olmazsa bir, iki veya üç saatte bir hesaba çekmek lazýmdýr."

Eðer bu bir, iki ve üç saat içinde salih ameller yapmýþ ise, ona cennet ni'metlerini hatýrlatarak daha da çok yapmasý için teþvik etmelidir. Yok eðer kötü amellerle vaktini geçirmiþse, ona cehennem azabýný hatýrlatmalý ve hemen tevbe edip Allah-u Zülcelal'e yönelmelidir.

   


Allah-u Zülcelal kýyamet gününde, aldýðýmýz ve verdiðimiz nefeslerin hesabýný dahi bize soracaktýr. Peki hem Allah-u Zülcelal'in hakkýný yerine getirmemek, hem de sanki hiçbir þey olmamýþ gibi davranmak doðru mudur? Elbette doðru deðildir. Onun için özür dilemek ve: "Ya Rabbi! Ben senin hakkýný yerine getiremiyorum. Bana kuvvet ver, Senin ibadetini yapabileyim." diyerek mahzun olmak lazýmdýr.

Allah-u Zülcelal her þeyin üzerine lütfunu ve -Neuzübillah- kahrýný takdir etmiþtir. Daima O'nun lütfunu talep etmek lazýmdýr. Allah-u Zülcelal bir kimsenin üzerine lütuf ve merhamet kapýsýný açtýðý zaman, kahýr kapýsýný kapatmýþ olur. -Neuzübillah- bir kimsenin üzerinde kahýr kapýsýný açtýðý zaman da lütuf kapýsýný kapatmýþ olur.

Onun için daima bir dilenci gibi Allah-u Zülcelal'den üzerimize lütuf kapýsýný açmasýný istememiz lazýmdýr. Biz ýsrarla istediðimiz zaman, O'nun yanýnda hiçbir þey zor deðildir ve cömertliði ile inþaallah bizim üzerimize lütuf kapýsýný açacaktýr.
Ýnsan ne derecede Allah-u Zülcelal'e karþý samimi olur ve yalvarýrsa, Allah-u Zülcelal de o derecede lütuf kapýsýný, ihsan kapýsýný ve merhamet kapýsýný ona açacaktýr.

Anlatýldýðýna göre, Ýsrailoðullarý zamanýnda saliha bir kadýn vardý. Onun kocasý onu ibadetten alýkoyuyordu ve ona eziyet ediyordu. Ama kadýn, kocasýnýn yaptýðý eziyetlere hiç aldýrmýyordu. Kocasý daima ona eziyet etmek için bahane arýyordu.
Bir gün bir bez parçasýnýn içine bir miktar para koyup saklamasý için hanýmýna verdi. Ve gizlice nereye sakladýðýný görmek için arkasýndan gitti. Kadýn parayý saklayýp oradan ayrýlýnca, kocasý içinde para olan bez parçasýný alýp denize attý. Bir balýk o parayý yuttu.

Adam bir gün balýk avlamaya gitti. Ve parayý yutmuþ olan balýðý tuttu ve eve getirdi. Balýðý, piþirmesi için hanýmýna verdi. Kadýn balýðýn karnýný yarýnca içinde para olan bez parçasýný gördü. Onu alýp yine eski yerine koydu. Tabi kocasý ona eziyet yapmak için bahane arýyordu.

Hanýma: "Sana verdiðim emaneti getir." dedi. Kadýn gidip parayý aldý ve getirip kocasýna verdi. Adam bu duruma çok þaþýrdý. Tabi adam Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametini bilmediði için çok þaþýrdý. Kadýn da bunun Allah-u Zülcelal'in yanýnda çok küçük bir þey olduðunu bildiði için hiç þaþýrmadý. Adam bu hali görünce, Allah-u Zülcelal'in yoluna döndü.

Ýþte Allah-u Zülcelal böyledir. Ýnsan Allah-u Zülcelal'e tevekkül eder ve samimi olarak O'nun ibadetini her þeyin üstünde görürse, O'nun rýzasýný her þeyin önüne koyarsa, Allah-u Zülcelal de ona karþý her türlü lütuf ve ihsanda bulunur.

Ýsa aleyhisselam bir gün deniz kenarýndan geçerken, nurdan yaratýlmýþ bir kuþ gördü. Ýnsan ona baktýðý zaman nurunun aydýnlýðýndan gözünü açamazdý. Kuþ gidip kendini çamura batýrdý ve gidip denize girdi ve yine tertemiz olup parladý. Denizden çýkýp yine çamura battý ve gelip denize girdi, temizlendi. Bu hal tam beþ sefer tekrar etti.

Ýsa aleyhisselam: "Bu kuþ neden kendini çamura batýrýyor, sonra çýkýp denize giriyor ve temizleniyor?" diye kuþun haline þaþýrdý. Allah-u Zülcelal Ýsa aleyhisselam'a þöyle vahyetti: "Ya Ýsa! O namazýn temsilidir." Hakikaten de o kuþ kendisini beþ defa çamura batýrdý. Daha sonra çamurdan çýkýp denize girerek kendini temizledi.

Ýnsan da namaz kýldýðý zaman ayný o kuþun denizde temizlenip nurlandýðý gibi, hatalarýndan temizlenip nurlanýyor. Yine hata yaparsa ayný kuþun çamura girmesi gibi zulmetle kaplanýyor ve namaz kýldýðý zaman tertemiz oluyor. Ýþte namaz insan için böyle kýymetlidir.

Ebu Hureyre radýyallahu anh þöyle anlatmýþtýr: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in þöyle söylediðini iþittim:
"Sizden birinizin kapýsýnýn önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beþ kere yýkansa, acaba üzerinde hiçbir kir kalýr mý, ne dersiniz?" Sahabeler:

"Bu hal, onun kirlerinden hiçbir þey býrakmaz!" deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tekrar þöyle buyurmuþtur:

"Ýþte bu, beþ vakit namazýn misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hatalarý siler." (Buhari, Müslim)

Allah-u Zülcelal'e yüz bin defa þükür ve hamd-ü senalar olsun ki, bize çok büyük kolaylýklar göstermiþ ve çok büyük ve kýymetli bir nimet olarak tevbe kapýsýný bize açmýþtýr. Ama maalesef insan o nimetin kýymetini bilmiyor.

Haberlerde þöyle geçmektedir: Bir kul, Allah-u Zülcelal'e karþý tevbe ettiði zaman, yerle göðün arasýnda yetmiþ tane kandil yanar. Tabi melekler bunu gördükleri zaman bir münadi þöyle der: "Filan oðlu filan, Rabbi ile sulh (barýþ) yaptý."
Çünkü kiþi þeytanýn yanýnda olduðu zaman, þeytan Allah-u Zülcelal'e düþman olduðu için, sanki o da düþman olmuþ olur. Þeytanýn yanýndan ayrýlýp Allah-u Zülcelal'e karþý tevbe ettiði zaman, kendi Rabbi ile sulh yapmýþ olur.

Öyle ise Ýslam dininde bu tevbeden daha güzel bir þey var mýdýr? Ýnsan için öyle büyük ve kýymetli bir nimettir ki, anlatmakla bitiremeyiz. Onun için tevbenin kýymetini iyi bilelim.

"Ben mi tövbe edeceðim!"

Bazý insanlara; ‘Gelin tevbe edin’ dediðimiz zaman o kimseler: "Allah, benim gibi bir adama azap verir mi?" diyerek bir kibrin ve ucbun (kendini beðenmiþliðin) içine giriyorlar. Fakat Allah dostlarýnýn onu gördüðü gibi, o da kendini görseydi, kýyamet gününde Allah-u Zülcelal'in azabýna ne þekilde müstahak olduðunu anlayacaktý.

Allah-u Zülcelal, bize karþý çok merhametli olmasýna raðmen, O'nun bu merhametini maalesef deðerlendiremiyoruz. Allah-u Zülcelal'e hamd-ü senalar olsun ki, bize çok büyük bir nimet olarak iman vermiþ ve bu imandan sonrada tevbe nasip etmiþtir.
Ýnsan kendisinde bir ilerleme olmayýp yerinde saydýðý zaman veya geri gittiði zaman, hemen tevbeye kaçmalýdýr. "Acaba Allah-u Zülcelal bir günahtan dolayý bana gazaba mý geldi?" diyerek hemen tevbeye sarýlmak lazýmdýr. Aylarca tevbeyi terketmek çok yanlýþtýr.

Nice günahlar vardýr ki, hepsini unutuyoruz fakat kýyamet gününde bu günahlarýn hepsini zerre zerre göreceðiz. Bunlarýn hepsi Allah-u Zülcelal'in yanýnda kayýtlýdýr.

Fakat o günahlarý þimdi unutmuþuz hiç hatýrýmýza gelmiyor. Onun için umumi olarak Allah-u Zülcelal'e karþý tevbe ederken, Allah-u Zülcelal bu unutmuþ olduðumuz günahlarýmýzý da sevaba çevirecektir inþaallah!

Aliyyü'l-Havvas, her sabah ve her akþam vücudunda ne kadar âzâ varsa, hepsinden tevbe ediyordu. Gözlerinden, kulaklarýndan, dilinden, ayaklarýndan, kalbinden yani bütün âzâlarýndan birer birer: "Ya Rabbi! Bu âzâlarýmla yapmýþ olduðum bütün günahlarýmdan ben piþmaným." diye tevbe ediyodu. Ve buyuruyordu ki: "Tevbe, Allah-u Zülcelal'in gazabýný söndürür."

Çünkü insan bir günah yaptýðý zaman Allah-u Zülcelal ona karþý gazaba gelir. Hatta insan günah yapýp da, Allah-u Zülcelal ona gazaba geldiði zaman, melekler korkudan arþ-ý âlâ'nýn kenarlarýna kaçarlar. Fakat Allah-u Zülcelal camilere bakýp zikir yapanlarý, seher vaktinde kalkýp ibadet yapanlarý ve yalvaranlarý gördüðü zaman gazabý yavaþ yavaþ durur ve melekler de eski yerlerine dönerler.

Dünyada dolaþýyoruz, yiyoruz, içiyoruz, önümüze ne gelirse yapýyoruz ama hakikat böyle deðildir. Biz Allah-u Zülcelal'e karþý nasýl davranýyorsak, aðaçlar, taþlar, topraklar da bize o þekilde muamele ediyorlar. Hatta kabrimiz de bize öyle muamelede bulunuyor.

Eðer biz vaktimizi ibadetle, zikirle, Allah-u Zülcelal'in razý olacaðý iþlerle geçirirsek, kabrimiz bize der ki:
"Allah senden razý olsun! Ben sana aþýðým. Ne zaman yanýma geleceksin? Sen benim yanýma geldiðin zaman, sana hürmet edeceðim."

Ama günahlarla meþgul olup, Allah'a âsi geldiðimiz zaman yine o kuru toprak der ki: "Allah seni kahretsin! Ben sana karþý çok gazaplanýyorum. Sen benim yanýma ne zaman geleceksin? Geldiðin zaman senin kemiklerini birbirine geçireceðim."

Onlarý böyle sakin ve dilsiz olarak görüyoruz ama onlar konuþurlar. Fakat biz seslerini duymuyoruz. Eðer biz Allah-u Zülcelal'e aþýk olursak onlarda bize aþýk oluyorlar. Fakat biz âsi olursak, onlar da bize buðz ediyorlar. Ýþte Allah-u Zülcelal'in iþleri böyledir. Her ne kadar biz bir þey görmüyorsak da, manevi âlem bu þekilde çarketmektedir.

Ka'bü'l-Ahbar radýyallahu anh þöyle demiþtir: "Kim bir gece, kimsenin görmediði bir yerde Allah-u Zülcelal'e ibadet yaparsa, o gece o kiþiyi nasýl terkederse, o kiþi de ayný þekilde günahlarýný terketmiþ olur."

Yani insan hiç kimsenin görmediði bir yerde bir gece Allah-u Zülcelal'e ibadet ederse, nasýl gecenin içinden çýkýp, sabaha giriyorsa, günahlarýn içinden de o þekilde çýkar.

Kalbimizde neyin meraký var?

Allah-u Zülcelal bizleri kendisine ibadet etsinler diye yaratmýþtýr. Allah-u Zülcelal bizi bu dünyaya kendi rýzasýný kazanabilmemiz için göndermiþtir. Allah-u Zülcelal böyle buyurduðu halde bizim kalbimizde baþka þeylerin bulunmasý çok yanlýþ bir þeydir. Kalbimizde daima Allah-u Zülcelal'in rýzasýný kazanmak için bir merak, bir hararet ve yanma bulunmalýdýr. Eðer insanýn kalbinde Allah-u Zülcelal'in rýzasýnýn meraký varsa, gün-gün, saat-saat O'na doðru mutlaka gidecektir.

Malik bin Dinar þöyle demiþtir: "Dünyada insanýn kalbinde ne kadar dünya meraký varsa, o derece ahiretin meraký onun kalbinden çýkar."

Bu söze biraz dikkat etmemiz lazýmdýr. Biz kalbimizi dünyaya ne kadar verirsek, ahiretin meraký o derece kalbimizden çýkar. Çünkü dünya ile ahiret tamamen birbirine zýttýrlar. Bunu zahiri olarakta görebiliriz. Kalpte ahiretin meraký olduðu zaman insan namaz kýlar, zikir yapar, hatme yapar, cemaate gelir.

Böyle olan bir kimsenin kalbinde Allah-u Zülcelal'in rýzasýnýn meraký var demektir. Ama bu ibadetlerin üzerinde gevþek davranýyorsa, adi olan dünyanýn muhabbeti, meraký kalbine gelmiþ, ahiretin meraký kalbinden çýkmýþ demektir.

Nasýl insan bir evi terkettiði zaman, birkaç sene sonra o ev harabe haline geliyorsa; insanýn kalbi de aynen böyledir. Allah'ýn rýzasýnýn meraký ondan çýkarsa veya ibadet yapmadýðý zaman, zikir yapmadýðý zaman, cemaati kaçýrdýðý zaman, gece namazýna kalkmadýðý zaman, bir merak bir hüzün onda peydah olmazsa, ayný harabe olan ev gibi kalpte harabeye döner.

Gevþekliðe düþünce...

Üzerimize bir gevþeklik geldiði zaman: "Ben mahvoldum. Cehennem ateþine müstahak olabilirim." diye ateþten kaçar gibi bu halimizden kaçmamýz lazýmdýr.

"Ya Rabbi! Ben nefsimden, vücudumdan, hatalarýmdan ve amellerimden sýyrýldým. Senin rahmetine sýðýnýyorum." diye Allah-u Zülcelal'e yalvarmamýz lazýmdýr. O'nun rahmeti olmazsa, insanýn ameli onu kurtaramaz.

Allah-u Zülcelal, kullarýna öyle büyük bir merhamet kapýsý açmýþtýr ki, bu kapýyý hepimiz bilmemiz lazýmdýr. Bu kapýnýn kýymetini, dünyada iken bilmeyerek ahirete göç edersek, ahirette biliriz. Fakat o zaman da hiç bir menfaat elde edemeyiz.

Bu kapýnýn kýymetini ve deðerini bu dünyada mutlaka bilmemiz lazýmdýr. Çünkü insan ibadetiyle, taatýyla kendisini kurtaramaz. Mutlaka, Allah-u Zülcelal'in affýyla kurtulabilir. Kim olursa olsun, Allah-u Zülcelal affetmez ise, o kimsenin sonu helaktýr. Onun için Allah-u Zülcelal'in merhamet kapýsýna gitmemiz lazýmdýr. Affolunmak için Allah-u Zülcelal'e çok yalvarmalýyýz.

Bu ahir zamanda mü'min kardeþlerimiz, maalesef Allah-u Zülcelal'in bu merhamet kapýsýndan çok gafildirler. "Ben tevbe ediyorum." demekle kalmak doðru deðildir. Tevbenin kabul alameti; insanýn tevbeden önceki ile sonraki halinin arasýnda fark olmasýdýr. Ýnsanýn tevbeden sonraki halinin mutlaka deðiþmesi lazýmdýr. Böyle olunca o kiþi gerçek tevbe etmiþ olur.

Bizler sanki önümüzde hiçbir þey yokmuþ gibi dünya üzerinde geziniyoruz. Fakat, kabir kapýsýna ayaðýmýzý bastýðýmýz zaman, bu þekilde rahat yaþayamayacaðýz.

Mü'min olarak, günahsýz ve Allah-u Zülcelal'in rahmetine layýk olarak dünyadan ayrýldýðýmýz zaman, kabrimiz bizi hoþ karþýlayacaktýr. Bildirildiðine göre Useyd bin Abdurrahman þöyle demiþtir: "Bana anlatýldýðýna göre mü'min kul ölünce cenazesini taþýyanlara "Çabuk olun, beni bir an önce mezarýma ulaþtýrýn." der. Mezarýna konunca da toprak dile gelerek ona þöyle seslenir: "Ben seni üzerimde yaþarken seviyordum. Þimdi ise seni daha çok seviyorum."

Buna karþýlýk kafir bir kul önce cenazesini taþýyanlara: "Aman, beni geri götürün." diye baðýrýr. Mezarýna konunca da toprak dile gelerek ona þöyle der: "Ben senden üzerimde yaþarken zaten nefret ederdim. Þimdi ise daha çok nefret ediyorum."

Hz. Ömer radýyallahu anh, halife olunca ilk iþi uzun boylu ve gür sesli bir münadi bulmak olmuþtu. Kazancýnýn fazlasýný vererek saat baþý nerede olursa olsun kendisine gelerek yüksek sesle: "Maðrurlanma Ömer! Ölüm var!" diye baðýrmasý için görevlendirmiþti. Bununla da yetinmeyerek belki meþguliyete dalar da halka haksýzlýk yapar korkusu ile üzerinde: "Ömer! Ölümü unutma!" diye yazan büyük kaþlý bir gümüþ yüzük yaptýrmýþtý.

Þeyh Muhammed Diyauddin akþam hanesine gittiði zaman hep ölümü düþünür, tanýdýklarýndan ölenleri anar ve:
"Falan þu kadar sene yaþadý, filan þu kadar hayat sürdü, þöyle yaptý, böyle yaptý ama nihayet ölüm geldi de göçüp gittiler." diye onbeþ yirmi kiþiyi anarak onlarýn gidiþini göz önüne getirip, ölümü mülahaza ederdi ve kendisine þöyle derdi:
"Onlar sýralarýný savýp gittiler, þimdi ise sýra bana geldi. Artýk sýra bendedir."

Kýyamet gününü hiç unutmamamýz lazýmdýr. Kýyamet günü o kadar korkunç ve dehþetli bir gündür ki; o gün insanlar dimdik, Allah-u Zülcelal'in rahmetine bakarlar, lakin orada hiç bir fayda yoktur. Ama bugün böyle Allah'ýn rahmetine bakarsak, orada nice menfaatler vardýr. Daha o korkunç güne girmeden önce Allah-u Zülcelal'in rahmetine gözlerimizi dikersek, o zaman Allah-u Zülcelal bizlere merhamet edecektir.

Allah-u Zülcelal kendi fazlý ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razý olacaðý þekilde salih amel nasip etsin...


ALINTI


radyobeyan