Tehlikeli bir muhavere By: reyyan Date: 01 Eylül 2010, 18:06:59
‘Tehlikeli’ bir muhavere
Akþam, telefonum çaldý. Arayan, Risale-i Nur’u ilk tanýdýðým o gençlik günlerinde ‘gözüm açýk’ okuyor olmamda ciddi emeði olan bir büyüðümdü. Bediüzzaman’ýn lâhika mektuplarý arasýnda dolaþmýþtý gün boyu. Ve o mektuplarda tasvir edilen ‘dünyevîleþme’ manzaralarýna bugün ehl-i Risale’nin dahi dehalet etmiþliðine nazar edip, içi daralmýþtý. Akýntýya karþý yüzmesi gerekenlerin dahi akýntýyla birlikte yüzüyor olmasý, hem mutsuz hem de umutsuz bir ruh iklimine sürüklemiþti onu.
Kendisine ilk mukabelem, Muhakemat’tan “Dokuzuncu Mukaddime”yi bir kez daha okuma ricasý oldu.
Birkaç saat sonra, yine telefonda, tekrar görüþtük.
“Dokuzuncu Mukaddime”nin ne söylediðini, Risale Okumalarý—ikinci kitap’ta dilim döndüðünce anlatmaya çalýþtým.
O yüzden, çok kýsa bir özetle yetinmem gerekirse: “Hilkatte hayýr asýl, þer ise tebeîdir; hayýr küllî, þer ise cüz’îdir” hükmünü dile getirerek baþlayan bu ‘mukaddime’de, devamla bu hükmü önce kâinatý þahit göstererek delillendiriyor; ve oradan, sözü insanlýk âlemine getirip, mahlukat içinde en þereflisi olan nev-i beþerde þerrin ve bâtýlýn kalýcý bir galebesinin mümkün olmadýðýný bildirerek, bâtýlýn deðil hakkýn, þerrin deðil hayrýn galebe edeceði bir geleceðin müjdesini veriyor. “Asya’nýn ve Ýslâm'ýn istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor” diyerek...
Yine Bediüzzaman’ýn, âlem-i Ýslâm’ýn o güne dek görmediði bir altüst oluþa maruz kaldýðý o yýllarda yazdýðý dört ayrý eserinde (Hutbe-i Þâmiye, Ýþârâtü’l-Ý’caz, Lemeat ve Mesnevî-i Nûriye) bir hususu tekraren vurguluyor: “Ýnsan fýtraten mükerremdir, hakký arýyor. Bazan ihtiyarsýz dalâl baþýna düþer, hak zannederek koynunda saklýyor.”
Yani, bir bütün olarak kâinata ve elbette eþref-i mahlukat olarak insanlýk âlemine þerrin, küfrün ve bâtýlýn kalýcý galebesini mümkün görmeyen Bediüzzaman, yaratýlýþ itibarýyla mahlukatýn en þereflisi her bir insanýn kendi iç dünyasýnda þerrin ve dalâletin yer bulmasýný dahi tabir yerindeyse irade harici gerçekleþen bir kazaya baðlýyor. Diðer bir deyiþle, el’an bâtýlýn ve þerrin yanýnda gözükse dahi, fýtraten mükerrem olan insanýn hâlâ daha hakký hak, bâtýlý bâtýl olarak görme potansiyeline sahip olduðunu düþünüyor.
Nitekim dedim telefonda büyüðüme, bunun için Risale-i Nur’u yazmýþtýr Bediüzzaman. Ýnsana fýtraten itimadý yoksa, olup bitene bakýp kendi baþýný kurtarmanýn ötesinde birþeyle meþgul olmamasý beklenirdi. Ama onun hem Kur’ân’ýn hakikatine sarsýlmaz bir imaný vardý, hem de insanýn hakikati kabul istidadýna dair bir itimadý.
Ama onun itimad etmedikleri de vardý dedim sonra. Münazarat’ýn ve Muhakemat’ýn baþýndan sonuna söylenenlere atýfla, Bediüzzaman’ýn “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal!” dediði bu zeminde, sultan-halifenin temsil ettiði iktidarýn, keza medrese ve tekke geleneðinin ortaya çýkan yeni hale yeterli cevap sunmaya muktedir olamadýklarýný gördüðüne dikkat çektim. Durum bu olduðu için de, “Baþkasýna itimad etmeyen, nefsiyle teþebbüs eder” düsturunu iþletmiþ, ‘çobana itimad’ yerine ‘koyununa kendisi sahip çýkmýþ’tý ve bütün mü’minleri buna çaðýrmýþtý Bediüzzaman.
Bugün de, ifa etmiþ olduklarý bunca hizmete raðmen, cemaatlerin bir noktada týkandýðýnýn görüldüðünü söyledim sonra. Onun dünyevîleþmenin karþýsýnda bir set oluþturmaktan ziyade, dünyevîleþmenin itici unsurlarýndan biri haline gelmek sûretinde gördüðü tablo, bu týkanmayla birebir ilgiliydi. Dine hizmet amacýyla teþekkül etmiþ yapýlar zamanla hem bir iktidar iliþkisinin odaðý, hem de bir rant iliþkisinin merkezi haline gelmiþlerdi. Bu ise, hem varolan yapýnýn ‘ihlas’ýný zedeliyor; hem de hâkim dünyevî dalganýn karþýsýnda bir dalgakýran olabilme imkânýný ortadan kaldýrýyordu. Durum buysa, Bediüzzaman’ýn Münazarat’ta söylediði sözü bir kez daha hatýrlamak gerekirdi: “Baþkasýna itimad etmeyen, nefsiyle teþebbüs eder.”
Bu izahatým kendisine çok keskin gelmiþ olacak ki, ayný Bediüzzaman’ýn “Zaman cemaat zamanýdýr” sözünü hatýrlattý bana. Ben de, bu söz üzerine yazdýðým, dahasý bu baþlýðý taþýyan bir yazýmýn son cümlesini kendisine hatýrlattým: “Zaman cemaat zamanýdýr; aþiret zamaný deðil.”
Sonra, Bediüzzaman’ýn burada kasdettiði ‘cemaat’in, bugün anlaþýlan ‘cemaat’in çok ötesinde, bir bütün olarak mü’minler cemaatini tarif ettiðini; ama bugünkü cemaatî algýnýn ve iliþkiler aðýnýn, ilgili ‘küçük cemaat’lere mensup mü’minlerin bütün Ýslâm ümmetinin temsil ettiði bu ‘büyük cemaat’le tam bir iletiþim ve etkileþimin önünde engel oluþturarak olmasý gereken hakikî cemaat mânâsýnýn tahakkukuna set çektiðini söyledim. Sair mü’min topluluklarýna rakîbâne, hattâ hasmâne bakýp bu ‘büyük cemaat’ mânâsýnýn tahakkuk edemeyiþinin sebeplerini tahlil eden ve bu sebeplerin izalesini hedefleyen birinci Ýhlas Risalesi olarak “Yirminci Lem’a”da geçen o harikulâde ihlâs kriterini zikrettim sonra: “Müslümanlarýn nereden ve kimden olursa olsun istifadesine taraftar olmak.” Bir bütün olarak mü’minler topluluðu anlamýndaki ‘büyük cemaat’e kýyasla ‘küçük cemaat’ yapýlarýnda “Müslümanlarýn istifadesine taraftar olmak” mânâsýnýn elbette varolduðunu bir hakþinaslýk olarak belirttim sonra. Ama ekledim: Ancak, ‘nereden ve kimden olursa olsun’ deðil. ‘Bizden ve bizim onay verdiklerimizden’ istifade etmeleri þartýyla... ‘Fert’lerin varlýðýna imkân tanýmayan bir ‘cemaat’ deðildi “Zaman cemaat zamanýdýr” diye kasdolunan. Bilakis, bu ferdiyet ne derece inkiþaf edebilse, belki zahiren ‘küçük cemaat’lerin aleyhine, ama gerçekte ‘büyük cemaat’ mânâsýnýn tahakkuku yolunda ciddi bir mesafe alabilecekti ehl-i Risale.
Bu bakýmdan dedim, Münazarat’ta yazýlanlar sadece siyaset âlemini ilgilendirmiyor; oradaki eleþtiri ve bilhassa hürriyet vurgusu, cemaatler için de geçerli. Diðer bir deyiþle, demokrasinin sadece bu ülkeye deðil, cemaatlere de gelmesi gerekiyor!
Ýþte, böylesi bir muhavereydi gerçekleþen.
Paylaþayým istedim...
METÝN KARABAÞOÐLU
radyobeyan