Nurdan Damlalar
Pages: 1
Sosyal ve Evrensel Sevgi By: ezelinur Date: 27 Aðustos 2010, 21:15:59


Sosyal ve Evrensel Sevgi

Ýnsandaki fýtrattan gelen sevme duygusu, bazen öyle geniþler ki; bütün kâinatý kollarýnýn arasýna almak ister. Bediüzzaman diyor ki; “Ýnsan, lezzetli ve güzel yiyecekleri sevdiði gibi, babasýný ve annesini de sever, çocuklarýný, eþini, evliya ve enbiyayý, hayatý, gençliði, baharý, yazý, kýþý, hasýlý bütün dünyayý ve kâinatý sever.”

“Muhabbet, kâinatýn sebebi vücududur” diyen Bediüzzaman; “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyerek, bütün insanlýða, barýþýn ve kardeþliðin mesajýný vermiþtir;

Sevgi, insanýn elinde deðil, yaradýlýþtan gelen bir duygu yoðunluðudur. Ancak insan muhabbetin yüzünü, bir mahbubtan diðer bir mahbuba çevirebilir. Meselâ, mahbubun çirkinliðini göstermekle veyahut asýl sevgiye lâyýk olan diðer mahbuba perde ve ayna olduðunu göstermekle muhabbetin yüzü mecazi mahbubdan hakiki mahbuba çevrilebilir.

Üstad Bediüzzaman, alâkadar olduðumuz þeyleri sevebileceðimizi, ancak yaratýlan bütün masnuat, Hâlýk-ý Zülcelalin isminin cilveleri olmasý hasebiyle, onlarý Cenâb-ý Hakk’ýn hesabýna ve onun muhabbeti namýna sevmemiz gerektiðini iþaret ediyor.

Meselâ; lezzetli yiyecekleri ve güzel meyveleri Cenâb-ý Hakk’ýn ihsaný ve Rahman-ý Rahimin verdiði nimet olmasý hasebiyle sevmek, ayný zamanda manevi bir þükürdür.

Hem anne ve babayý sevmek; Bu çeþit muhabbet ve hürmet, þefkat ile sýrf Allah rýzasý için sevmek.

Hem refika-i hayatýný, rahmet-i Ýlahiyenin, munis, lâif bir hediyesi olmasý ve ebedi hayat arkadaþý olmasý hasebiyle sevmek.

Evlâtlarýmýzý, o zât-ý Rahîm-i Kerîm’in hediyeleri olduðu için, kemal-i þefkat ve merhamet ile onlarý sevmek ve muhafaza etmek yine Hakk’a aittir.

Hem dost ve arkadaþlarý sevmek ise; eðer onlar iman ve salih amel sahipleri iseler, Cenâb- Hakk’ýn dostlarý iseler, “Allah için sevmek.” sýrrýnca o muhabbet dahi Hakk’a aittir.

Hem evliya ve enbiyayý sevmek; Cenâb-ý Hakk’ýn makbul kullarý olmalarý dolayýsýyla, Cenâb-ý Hakk’ýn namýna sevmek.

Hem hayatý sevmek; Cenâb-ý Hakk’ýn insana verdiði en kýymetli bâkî hayatý kazandýracak bir define olmasý ve bâkî mükemmellikleri içinde toplamasý hasebiyle sevmek.

Hem gençliðin letafetini, güzelliðini, yüce Yaratýcýnýn lâtif, þirin güzel bir nimeti olduðunu düþünerek, kabul edip sevmek, güzel kullanmak, bu gençliðin bâkî bir gençliðin anahtarý olduðunu bilerek sevmek.

Hem baharý, Cenâb-ý Hakk’ýn nûrânî isimlerinin en lâtif, güzel nakýþlarýnýn sergilendiði bir sayfa ve Yaratýcýn antika sanatý olduðunu bilerek, Hâlýk-ý Rahim adýna sevmek.

Hem dünyayý ahiretin bir tarlasý ve mezrasý ve geçici bir misafirhane olduðu için sevmek, nefs-i emmare karýþmamak þartýyla Cenâb- Hakk’a aittir.

Dünyayý ve ondaki mahlûkatý mânâ-i harfiyle sev, mânâ-i ismiyle sevme “Ne kadar güzel yapýlmýþ” de, ”Ne kadar güzelmiþ deme” kalbin batýnýna baþka sevgilerin girmesine meydan verme.

Bediüzzaman’a göre, sýraladýðýmýz bu sevgi ve muhabbetler, eðer Allah adýna olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem de muhabbet-i Ýlâhiyeyi ziyadeleþtirir, arttýrýr. Sevgi, Allah’tan kaynaklanýrsa dostluklar da, düþmanlýklar da O’nun için olur.

Þüphesiz ki; Allah sevgisinden sonra , en büyük sevgi peygamber sevgisidir. Bediüzzaman bakýn Peygamber Efendimizi (asm) nasýl tarif ediyor ;

“Þu gördüðün büyük âleme bir kitap nazarýyla bakýlýrsa; nur-ý Muhammedî (a.s.m.) o kitabýn kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

”Eðer, o âlem bir aðaç olarak düþünülse, Nur-ý Muhammedî, hem çekirdeði, hem de meyvesi olur.

“Eðer, dünya mücessem (cisimleþmiþ) bir canlý farz edilirse, o nur, onun aklý olur. Eðer pek þâþaalý bir cennet bahçesi tahayyül edilirse; nur-ý Muhammedî onun andelibi olur, yani bülbülü olur.”

Resul-i Ekrem Efendimizi (asm), ancak bu kadar güzel anlatýlabilir.

Bediüzzaman’ýn felsefesinde müsbet hareket ve müsbet düþünce esastýr. “Güzel gören güzel düþünür” sözü bu mânâda gönüllerde yer etmiþtir.

Aþk, þiddetli bir muhabbettir. Fanî mahbublara müteveccih olduðu vakit, ya o aþk kendi sahibini dâimî bir elem ve azaba býrakýr veyahut o mecâzî mahbub, o þiddetli muhabbetin fiyatýna deðmediði için, bâkî bir mahbubu arattýrýr. Aþk-ý mecâzî aþk-ý hakikiye inkýlap eder.

Bu hakikati dün Leyla’lar, Mecnun’lar, Ferhat’lar, Þirin’ler, Kerem’ler, Aslý’lar, Arzu’lar, Kamber’ler, Tahir’ler, Zühre’ler yaþamýþlar ve muhabbetullaha ulaþan, birer muhabbet fedaisi olmuþlar.

Bu gün, bu muhabbetin muhatabý sizlersiniz. Siz de husumete vakit ayýrmayan birer muhabbet fedaisi olabilirsiniz.

Mahkemede 81 hatasýný ispat ettiði bir savcýya, hapishane penceresinden gördüðü üç yaþýndaki kýzýnýn hatýrý için, bedduâ etmediðini belirtecek kadar insan sevgisi Bediüzzaman’da yüceleþmiþtir.

O, her konuda olduðu gibi, sevgi konusunda da ifrat ve tefritten uzak durmuþtu. Allah sevgisi dýþýnda, sevgi konusunda da ifrattan uzak durmak, ölçülü olmak Müslümanýn þiarýdýr. Hýristiyan topluluðunun, Ýsa Peygamber sevgisini ifrat haline getirmesi sonucu, onu dinin emrettiði konumdan baþka noktalara çekmiþtir. Netice itibarýyla Hýristiyanlýk dininin özünden sapmalar olmuþtur.

Ayný þekilde, mezhepler bazýnda, Hz. Ali Efendimizin aþýrý ifratla sevilmesi, ölçünün kaçýrýlmasý, din bütünlüðü içinde büyük sýkýntýlara sebep olmuþtur.

Hatta, yerleþmiþ tarikat geleneklerinde, þeyhe baðlýlýk ve sevmek gayet normaldir, bekli de olmasý gerekendir. Ancak, burada da sevgide ölçünün kaçýrýlmasý, inanç noktasýnda sýkýntýlara sebep olabilir. Dolayýsýyla her þeyde olduðu gibi, sevmekte de ölçü Ýslâmdýr, aþýrýlýktan uzak durmaktýr.

Bediüzzaman; “Asýl mesele bu zamanýn manevî cihadýdýr. Mânevî tahribatýna karþý set çekmektir. Bununla dahili asayiþimize yardým etmektir” diyor.

“Birisinin günahý ile baþkalarý mahkûm edilemez” demek suretiyle insanlýk sevgisinin harikulâde örneðini vererek, insan haklarýnýn ve toplumsal barýþýn korunmasýnýn ana prensibini veriyor.

“Bir gemide dokuz caniye karþý, bir tek masum bulunsa, o gemiyi batýramazsýnýz” diyerek bir tek insana dahi verilen deðere iþaret ediyor.

Bediüzzaman, bütün hayatý boyunca, asayiþi muhafaza etmek için gayret göstermiþ. Bu gayretlerinin neticesi olarak, onun talebeleri asla anarþiye ve teröre bulaþmamýþtýr.

“Evet, mesleðimizde bir kuvvet var. Bu da asayiþi muhafaza etmek içindir. Bütün hayatým boyunca asayiþi muhafaza etmeye çalýþtým” diyerek, beþeri anarþilikten Risâle-i Nurun kurtarabileceðinin önemini belirtiyor.

Biz inanýyoruz ki; Bediüzzaman isminin deðeri, bundan sonra daha iyi anlaþýlacaktýr. Onun hayatý, hayatýnýn yazý dili ile ifadesi olan Risâle-i Nur Külliyatý ve ihtiva ettiði hakikatlerin yeteri kadar anlaþýlabilmesi, zamanýn seyri ve olaylarýn akýþý içinde, ancak tam olarak idrak edilebilecektir.

Çünkü, Kur’ânî hakikatlere getirdiði yorumlar, asýrlarýn ihmal, yanlýþlýk ve kastýndan mürekkep, dalâlet hücumlarýna göðüs gerip, onlarý tesirsiz kýldýðý gibi, asrýmýzý, özlenen, beklenen hedefler açýsýndan da, geleceðe taþýyacak vüsat ve basirettedir.

Eðer, Bediüzzaman’ýn fikirleri ve düþünceleri eðitim alanýnda gerektiði gibi kullanýlýp, ibret alýnabilseydi, bugün okullarýmýzda þiddet ve ilk-öðretim seviyelerine kadar inen uyuþturucu problemi olmayacaktý.

Daha, ülkede “cumhuriyet” ve “demokrasi” kelimelerinin telâffuz dahi edilmediði bir zamanda, insanlara, cumhuriyet düþüncesinin hakim olacaðýný ve devletin ekseriyetle demokrasi rejimini seçeceðini ilk defa, 1900’lü yýllarýn baþýnda keþfeden Bediüzzaman, yemeðinin tanelerini cumhuriyeti fýtrî halleriyle yaþayan karýncalara vererek, milletin ve devletin dikkatini bu geliþmelere çekmeye çalýþmýþtý.

Yaþadýðý süre içinde, devrin idarecilerine ve siyasetçilerine, insanlarý mutlu yaþatmak istiyorlarsa, daha fazla hürriyet ve demokrasi getirmeleri telkininde bulunmuþtur.

“Demokrasinin zembereði kamuoyudur, halk iradesidir” düþüncesi ona aittir.

Ayrýca, hürriyetin ve demokrasinin, insanlara mutluluðu getireceðini söyleyen Bediüzzaman; “Meþrûtiyetin dinde yeri yoktur” diyenlere; “Ýnsanýn hürriyeti, Allah’a ibadeti netice verir. Ýman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o kadar iyi parlar. Asr-ý Saadet buna en güzel örnektir” diyerek, meþrûtiyete, din namýna sahip çýkmýþtýr.


radyobeyan