The Bucket List By: ezelinur Date: 27 Aðustos 2010, 20:46:14

The Bucket List
GEÇEN HAFTA Cuma akþamý konusunu öðrendiðim zaman bende zamane senaristlerin genel anlamda ölüm hakkýnda neler düþündüklerini ve bakýþ açýlarýný irdeleyebileceðim izlenimini uyandýran bir Hollywood filmine gittim. ‘The Bucket List’ biri mekanik atölye iþçisi Carter diðeri küçük yaþlarýndan beri para kazanan özel hastane sahibi Edward’ýn hayatlarýnýn son birkaç ayýný birlikte nasýl geçirdiklerini ve bu kýsa zaman diliminde yaþamlarýyla ilgili nasýl çýkarýmlarda bulunduklarýný ele alýyordu. Ýki þahsýn da o an için yaþadýklarý hayattan kesitlerle baþlayan filmin ilerleyen sahnelerinde evli ve çocuk babasý Carter atölyeye gelen bir telefondan kanser olduðu haberini alýrken Edward da paralý iktidar sahibi olarak insanlara kök söktürürken öksürükle eline kan gelmeye baþlýyordu. Nihayetinde o da kanser olduðu haberini aldý. Bu iki þahýs kendilerini ayný odanýn içinde buldular ve ilk etapta tahmin edilebileceði üzere Edward Carterla ayný odada bulunmanýn sýkýntýsý içindeydi. Zamanla musibette ortak oluþlarýyla kalbi dostluklarý geliþti vs. vs.
Filmde ilgimi çeken iki kareyi aktarmak istiyorum. Ýlki Carter’ýn bir itirafý. Ýnsanlar arasýnda “ölüm vaktinizi öðrenmek istermisiniz?” anketi yapýlmýþtý ve insanlarýn %96’sý hayýr cevabýný vermiþti. Carter kendisini öðrenmek isteyen azýnlýðýn içine koymuþtu. Lakin birkaç ay içinde öleceðini öðrendiðinde aslýnda ölüm vaktinin bilinmemesinin en iyi hal olacaðýna karar kýlmýþtý. Ýkinci kare ise bu kader arkadaþlarýnýn bir uçak yolculuðu esnasýnda kýsa soluklu inanç sistemlerine dair konuþmalarý. Cam kenarýnda oturan Carter’ýn gece, ay ve tepeden bütün bir dünya manzara kesitinin müthiþ uyumlu oluþuyla gelen ve ölüm halet-i ruhiyesiyle daha da berraklýk kazanan Allah’ýn varlýðýna iliþkin kalbi tatmini onu ayný manzarayý Edward ile paylaþmaya iter. Edward inançlý olmadýðýný hatta inanýp inanmama meselesinin herkesin çarpmak zorunda olduðu bir duvar olduðunu ifade eder. Carter’ýn hemen sonrasýndaki cümlesi manidardýr. ‘Ya ben haklý isem inanç konusunda’ der ona. Edward da ‘o zaman kazanýrýz’ karþýlýðýný verir.
Ýlk kareyle ilgili olarak Allah’ýn eceli gizlemesinin arkasýndaki binler hikmet aklýma geldi. Bu hikmetleri en azýndan onlarca ehl-i tefsir açýklamýþtý da. Anket ve yaþanýlanlar zaten aþikar bir hakikati tasdik ediyordu. Ýkinci kare ise Hz. Ali (r.a.)’ye atfedilen “Varsayalým ki inanmayan inat edenlerin dediði gibi Allah, ahiret, cennet, hesap kitap, vs. yok. Ne inanana bir þey olur, ne de inanmamakta inat edene. Ama ya varsa…” ifadesini zihnime taþýdý. Replikleri hazýrlayanlar bu sözden olmasa da benzer sözlerden faydalanmýþlardý. Hakikaten benzer sözler vardý da. Blaise Pascal ‘Bahis’ isimli makalesinde “Doðru, fakat bahse girmek zorundasýnýz. Bu hal bizim irademize býrakýlmýþ deðil. Bahse girip girmeme gibi bir þýk yok önünüzde. Bir kere yola çýkmýþsýnýz; yaþýyorsunuz. Acaba hangi tarafý seçeceksiniz? Beraberce görelim: Madem ki, bir þýkký seçme zorunluluðu var, öncelikle menfaatimize en uygun olan þýkký arayalým. Sizin için kaybedilecek iki þey var: hakikat ve hayýr, iki þey ortaya koyuyorsunuz: aklýnýz ve iradeniz, bilginiz ve mutluluðunuz. Ve fýtratýnýz gereði iki þeyden de kaçýnýyorsunuz: hata ve acziyet. Bir kere, madem ki seçme zorunluluðu var, iki taraftan birini tercih etmiþ olmak insaný küçük düþûrmez. Bu apaçýk ortada olan bir mesele. Peki mutluluðunuz ne olacak? Allah’ýn varlýðý þýkkýný seçtiðiniz takdirde ne kazanýp ne kaybedeceðinizi tartalým. Bu þýkký seçerek bahsi kazanmýþ olursanýz, herþeyi kazanmýþ olacaksýnýz. Kaybetmiþ olursanýz, hiçbir þey kaybetmiþ olmayacaksýnýz. O halde hiç tereddüt etmeyin; Allah’ýn varlýðý lehine bahse girin.” cümlelerini kurmuþtu. Kim bilir Pascal bu anlamý nerelerden devþirmiþti? Tolystoy meþhur küçük hacimli ‘Ýtiraflarým’ýnda neleri itiraf ediyordu ve bu itiraflar neleri arayýþýna tekabul ediyordu? Bulabilmiþ miydi? Buluþlar nerelerde ve ne zaman gerçekleþiyordu? “Ýnanç hala bana eskýden olduðu kadar akýl dýþý geliyordu, ama sadece inancýn insanýn varoluþ sorusuna yanýt verdiðini ve bunun sonucu olarak da yaþamayý mümkün kýldýðýný kabul etmekten baþka çarem de yoktu.” diyordu. “Eðer insane fani olanýn aldatýcý doðasýný görmüyor ve fark etmiyorsa fani olana inanýyor demektir. Fani olanýn aldatýcý doðasýný kavrayabiliyorsa sonsuza inanmak zorundadýr. Bir inancý olmadan yaþayamaz” itiraf ediyordu.
Filmin içeriði yine sahip olduðumuz ontolojik hazinelerin kýymetini resmeder ve dile getirir nitelikteydi. Zaten biliyor olageldiðimiz ve aslýnda Ýslamýn malý olan özler senaryolarýn da özünü teþkil ediyordu. Düþünen her insan da öze yaklaþýyordu. Bu özleri “…mübhem tarzdaki yirmi sene mübhem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtýr”, “Ýslâmiyet iltizamdýr; Ýmân iz’andýr. Tabir-i diðerle, Ýslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkýyaddýr; Ýmân ise, hakký kabul ve tasdiktir.” þeklinde ifade eden Zat ne kadar da hakikati görünür yerlere saðlam çiviliyordu ve yukarýdaki arayýþlara saðlam bir zemin sunuyordu.
Harun Pirim – Karakalem Dergisi