Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Tek lahmacun By: ezelinur Date: 11 Temmuz 2010, 18:11:35



Tek lahmacun


Son günlerde lokantaya gelen, kendi hâlinde bir adam dikkat çeker olmuþtu. Otuz-otuz beþ yaþlarýnda gösteriyordu. Hafta içi her gün, öðle namazý sonrasý gelirdi. Lokantanýn müdavimlerinden olan birkaç müþteriden sonra içeri girer, çiçekli bahçeye bakan pencerenin önüne oturur ve hep ayný sipariþi verirdi: tek lâhmacun.

Ýlk günler çok önemsemedik, ‘Garibandýr.’ dedik. Ama zamanla hâlini-tavrýný süzdüðümüzde, duruþunda bir garibanlýk görmedik. Bilakis, düþünceli, insanlarda saygý uyandýran bir duruþu vardý. Giyiminde titizdi. Lâcivert pantolonu jilet gibi ütülüydü. Üstündeki hardal sarýsý ceket, rengi biraz solmuþ olsa da, temiz duruyordu. Hâsýlý, bakýmlý birine benziyordu. Belki gurbetteydi, dertleþip hâlleþeceði bir yakýný yoktu veya içini kimseye dökemiyordu.

Tahminlerimiz bundan öteye varmýyordu. Doðrusu biz de bir hâl-hatýr sormadýk. “Beyim buralarýn insanýna pek benzemiyorsunuz, yabancýsýnýz herhalde.” demedik.
Fakat onun bu hâli günden güne bizde bir meraký büyütüp durdu.

Yýllarýn esnafýyýz. Mürekkep yalamýþlýðýmýz yoktur; ama birkaç konuþup hâlleþmekle adamýn kaç kýratlýk olduðunu anlarýz ALLAH’ýn izniyle.
Yok yok, kesin bir derdi vardý bu adamýn.

Bir gün yine geldi. Her zamanki gibi, baþýný hafif öne eðerek yarý fýsýltý hâlinde bir selâm verdi. Güleç bir yüzle selâmýný aldým. O da dudaklarýna yayýlan utangaç, bir o kadar da tatlý bir tebessümle mukabelede bulundu. Pencere kenarýndaki yerine oturdu. Garsona tek lâhmacun sipariþini verdi.

Kaçamak bakýþlarla hareketlerini takip ediyordum. Bir ara göz göze geldik, yanlýþ bir iþ yapmýþým gibi utandým. O da beni süzüyormuþ meðer.

Lâhmacunun yaný sýra ayran falan da istemiyordu. Bir bardak suyla idare ediyordu. Bekledim ve bu esrarlý müþteri son lokmasýný aðzýna koyar koymaz yanýna vardým. “Oturabilir miyim?” diyerek izin aldým. “Efendim bir mahzuru yoksa, beraber bir çay içelim mi?” dedim. Gülümsedi. Bakýþlarý parýldadý.

Hâl-hatýr sordum. Kimdir necidir öðrendim. O konuþurken, zihnimdeki adam gitmiþ, yerine bambaþka biri gelmiþti sanki. Öylesine tok sesli, kendinden emindi ki, konuþurken kelimeler tane tane dökülüyordu dudaklarýndan. Bir-iki espri yapacak oldum, koyuvermedi kendini; hafif dudak hareketleriyle idare etti. Ciddiyeti elden býrakmýyordu. Ciddiyetten de öte bir asalet vardý üzerinde.

Öðretmenmiþ. Buralý deðilmiþ. Memleketimize geleli de bir ay kadar olmuþ.

Asýl içimi kemiren merakýmý gidermemiþtim henüz. “Hocam!” diyerek tekrar söze baþladým: “Sizi kaç zamandýr takip ediyorum. Buraya geliyorsunuz. Hoþ geliyor, sefalar getiriyorsunuz. Ayný yere oturuyorsunuz. Hepsinden de ötesi, sipariþiniz hep lâhmacun oluyor. Ama affýnýza sýðýnarak, neden sadece tek lâhmacun?”

Diyeceklerimi bir çýrpýda söyleyip rahatlamýþtým. Sandalyeye yaslandým. Karþýdan gelecek cevabý merakla beklemeye baþladým.

Bu soru, muhatabým üzerinde tahminimden büyük tesir icra etmiþ olacak ki, önce biraz durakladý, bir-iki yudum su içti. Sonra konuþmaya baþladý. Heyecaný sesine aksetmiþti:

“Buraya çok hayýrlý bir iþ için gelmiþtim. Gelmeden önce arkadaþlarým birkaç tanýdýðýn ismini vermiþlerdi. Onlarla görüþüp konuþtum. Okumak isteyen fakir talebeler için bir yurt yapmayý düþünüyorduk. Bunun için de bazý imkânlarýn olmasý gerekiyor. Burada tanýþtýklarýmýn durumu pek iyi deðil. Onlara ‘Kim bize yardým edebilir? Hâli vakti yerinde olan, fakiri-fukarayý gözeten, bu topraðýn insanýna saygýlý kim var?’ diye sordum. Sizden bahsettiler. Adýnýzý verdikleri günden beri de lokantanýza gelip gidiyorum. Niyetim bir fýrsatýný bulup sizinle tanýþmaktý. Tek lâhmacun bir vesileydi sadece.”

Hiç beklemediðim bir cevaptý bu. Þaþkýnlýktan mýdýr nedir, söylenenleri ilkin tam anlayamamýþtým. Evet, güzel þeylerdi bunlar: fakir öðrenciler için yurt yapmak, onlarý sokaktan kurtarýp okutmak, vatana millete hayýrlý evlâtlar olmalarý için bize düþeni yapmak…

Fakat tek lâhmacunun sýrrýnýn gelip bunlara dayanmasý? Bir hayli afallamýþtým. Ama vaziyeti kurtarmak için þaþkýnlýðýmý da belli etmemiþtim.
***

O günden sonra görüþmelerimiz daha bir sýklaþtý. Artýk “Hocam!” diye hitap ediyordum. Fakat o kadar ýsrarýma raðmen, bir patlýcan kebabý ikram edemedim. Kabul etmiyordu. Tek lâhmacun yemeyi de býrakmýþtý. Sadece birkaç bardak çaya ‘evet’ diyordu. “Tam çözdüm!” diyordum, farklý bir tarafý çýkýveriyordu ortaya.

ALLAH’a þükür varlýklý bir aileydik. Sadece lokanta deðil, gayrimenkullerimiz, ekilip biçilen topraklarýmýz da vardý. Zekât ve sadakamýzýn bir kýsmýný artýk yurt inþaatýna ayýrmýþtýk. Bir ara baktýk, iþler yavaþ gidiyor. Böyle olmayacak. Hocam da: “Yurt, yeni eðitim dönemine yetiþmeli.” diyor. Bu durum vesile oldu, biz de iki yerine üç, üç yerine beþ verdik. Biz verdikçe Rabb’imiz de bize verdi. Eylül ortasýnda ufak-tefek eksiðiyle yurdu açmak, çok þükür nasip oldu. Yurt, bayram yeri gibi cývýl cývýldý.

Çocuklarýn yurdu doldurduðu ilk günün akþamý, müdür odasýnda hocamýn bize bir teþekkür ediþi, gözyaþlarýyla bir dua ediþi vardý ki, orasý anlatýlamaz.

Yurt inþaatýnda dualarýný esirgemeyen birkaç ahbap: “Aðabey yurda sizin isminizi verelim.” dediler. Kabul etmedim. “Üç kuruþluk hayýr yaptým. Onu da gururuma, kibrime yedirip tükettirmeyin.” dedim; “Bu yaptýðýmýz hayýr olarak kabul gördüyse eðer, býrakalým öbür tarafa kalsýn.”
***

Aradan yýllar geçti. Yaþým bir hayli ilerledi. Hesabý-kitabý oðlanlara devrettim. Nerde bir hayýr iþi varsa, oraya koþmaya çalýþtým. Koþtukça gençleþtiðimi hissediyordum. Bu hâli görenler, “Aðabey nasýl böyle dinç kalabiliyorsunuz?” diye soruyorlardý. Ben de onlara, burada ektiði tohumlarýn semeresini göremeden, ayný derdin peþinde bir baþka beldeye giden kýymetli hocamýzý hatýrlatýyordum: “Hizmette beklentiye girmemek.”

Osman Alagöz


radyobeyan