Ýslam,Tasavvuf,Hayat
Pages: 1
Tasavvuf By: neslinur Date: 26 Haziran 2010, 18:44:00
TASAVVUF



Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid dîn...

Aziz ve muhterem hanýmefendiler!..

Hiç þüphe duymadan kesin olarak biliyoruz ki, hayatýmýzýn gàyesi Allah'ýn rýzasýný kazanmaktýr. Bu dünyaya imtihan için geldiðimizi biliyoruz. Ýmtihaný kazandýðýmýz takdirde, kazanacak þekilde hareket ettiðimiz takdirde Allah'ýn sevgili kulu olacaðýmýzý biliyoruz. Allah'a itat edersek, emirlerini tutar yasaklarýndan kaçýnýrsak, Allah'ýn lütfuna ereceðimizi, cennetiyle cemâliyle taltif olunacaðýmýzý biliyoruz. Ana gàye hiç tereddütsüz Allah'ýn rýzasýný kazanmaktýr.

Biz bu gàyeyi,

"Ýlâhî ente maksdî ve rýdàke matlûbî" cümlesiyle ifade ediyoruz, onu söylüyoruz. Bu sözler Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i kudsîsinde geçen cümlelerden alýnmýþtýr. Bizim gàyemiz Allah-u Teâlâ Hazretleri'dir. Maksudumuz, muradýmýz, arzumuz odur ve biz onun rýzasýný kazanmak istiyoruz. Her þeyde sadece bunu bilsek, sadece buna göre hareket etsek, her þey tamam olur, her þey biter.


Þimdi bu gàyenin elde edilmesi için, bu gàyeye ulaþmak için, insanýn doðru yolda yürümesi lâzým!.. Doðru yolda yürüyen insana, hidâyet üzre gidiyor deriz. Biz de onun için, Allah'tan dâimâ hidâyeti istiyoruz. Namazlarýn içinde okuduðumuz Fâtiha'larý sayarsak, günde en aþaðý kýrk defa:

(Ýhdinas sýrâtal müstakîm.) "Yâ Rabbi, bizi müstakîm olan, dosdoðru olan yola hidâyet eyle!" diyoruz. Ve Kur'an-ý Kerim'in ayetlerinden biliyoruz ki:


(Ýnneke lâ tehdî men ahbebte velâkinnallàhe yehdî men yeþâ') "Ey Rasûlüm, habîbibim, Muhammed-i Mustafam! Sen istesen de, istediðini doðru yola hidâyet edemezsin, sevkedemezsin, çekemezsin! Allah çekerse çeker. Allah istemezse hidâyet olmaz, Ancak Allah'ýn istemesiyle olur." buyrulmuþ Peygamber Efendimiz'e...

Demek ki, Peygamber SAS Efendimiz istese bile olmayabiliyor. Misâl: Peygamberimiz küçükken kendisini himaye etmiþ olan amcasý Ebû Tâlib'e karþý minnetdarlýk hisleri duyuyordu, seviyordu onu; kendisine baktý diye, korudu diye... Kendisi peygamber olduðu zaman önüne gerildi, müþrikleri karþýladý, yeðenini müdafaa etti diye seviyordu. Onun için, onun vefat edeceði zaman yanýna yaklaþtý, dedi ki:

"--Amcacýðým ne olur, aðzýndan þu kelimeler çýkýversin! 'Eþhedü enlâ ilâhe illallah ve eþhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh' deyiver. Ben de sana þefaate yüzüm olsun, imkâným, ben de o fýrsatý bulabileyim!" dedi.

Ama o, o sözü söylemeyince, olmadý. Ýstedi amcasýnýn hidayete ermesini ama, olmadý.

--Allah Rasûlünü kýrar mý, Habîb-i Edîbini kýrar mý?..

Kýrmaz ama, her þahsýn kendisinin Allah'a karþý sorumluluðu var... Kendisi bir adým atacak, bir jest yapacak, bir hareket yapacak... Bir niyet besleyecek, bir arzusu olacak... Kalbinde bir niyet belirirse, o zaman Allah yardým eder. Ama o olmayýnca, kendisi istemeden, baþkasýnýn istemesi ile olmaz!

--Efendim, benim babam sarhoþ, ayyaþ, faiz yiyor; dua edin, Allah hidayet versin...

Olmaz! Kendisinden bir istek oluþmasý lâzým, kendisi istemesi lâzým!.. Böyle bir kimseye Allah hidayet etmez.

Bu hususta üç tane ayet-i kerime söyleyeceðim size:

(Vallàhu lâ yehdil kavmel kâfirîn.) "Allah kâfirlere hidayeti vermiyor." Neden?.. Hidayet o kadar kýymetli bir þey ki, insan hidayeti aldý mý, cennetin anahtarýný alýyor, cennete gidecek, cennetlik olacak... Hidayet üzre oldu mu, Allah'ýn sevdiði kulu olacak, cennete gidecek. Onu kâfirlere vermiyor. Neden?.. Kendi varlýðýný kabul etmedi, birliðini ikrar etmedi, istediði yola gelmedi, istediði kul olmadý diye kâfirlere vermiyor.

Baþka, ikinci ayet-i kerime:

(Vallàhu lâ yehdil kavmel fâsýkîn.) "Allah fasýklara da hidayet etmez." Fýsk ne demek; Allah'ýn emrinden çýkmak, yoldan sapmak, kaymak demek...

(Fefesaka an emri rabbihî) "Allah'ýn emrinden fýsk etti, saptý, emrini tutmadý, aykýrý gitti." deniliyor ayet-i kerimede þeytan için... Fasýklara da Allah hidayet vermiyor.

Demek ki, günah üzerindeyken hidayet vermiyor. Ne olacak?.. Günahý býrakacak! Günahý býrakmasý lâzým, aykýrý gitmeyi býrakmasý lâzým, hatâsýný anlamasý lâzým!.. O zaman hidayet edecek.

Yoksa, içkisine devam; Allah ona hidâyeti göndersin... Hidayet etmiyor. Haram yemeðe devam; Allah ona hidâyeti göndersin... Hidayet etmiyor. Böyle olmuyor, Allah kendisi bildiriyor. Biz bilmeyiz onun nasýl hareket edeceðini ama, "Ben fasýklara hidayet vermem!" dediðine göre, vermeyeceðini ordan biliyoruz.


Kâfirlere vermeyeceðini anlýyoruz, fasýklara da vermeyecek! Mutî kul olmasý lâzým, ibadetinde tâatinde bir kul olmasý lâzým!.. Tamam, bunu da anladýk. Demek ki, günah iþlememeðe çalýþacaðýz, sevaplý iþleri yapmaða çalýþacaðýz ki, Allah bize hidayet nimetini versin; o büyük mükâfatý alabilelim. Cennetin anahtarýný, ambalajlý, altýn yaldýzlý güzel bir þekilde bize sunsun...

Üçüncü ayet-i kerime:

(Vallàhu lâ yehdil kavmez zâlimîn.) "Allah zalimlere de hidayet etmez."

Zalim kimdir?.. Bizim ilk aklýmýza gelen, baþkasýna eziyet eden insandýr. Dikilmiþ tepesine, bastýrmýþ gýrtlaðýna, vuruyor, kýrýyor, üzüyor, yaralýyor; zalim bu iþte... Bak zulüm yapýyor, zavallý insancýklara kan kusturuyor filân diyoruz.

Bu bir çeþit zulüm, hemen ilk aklýmýza gelen zulüm... Sýrplarýn Boþnaklara zulmü, Ruslarýn Kafkasya'daki zulmü... Hindularýn Keþmir'deki zulmü... Neden?.. Eziyet ediyor, insanî haklarýný vermiyor, yaþama hakký tanýmýyor, mutsuz edecek þeyler yapýyor... Malýný alýyor, canýna kasdediyor, yaralýyor, itiyor, kenara sýkýþtýrýyor... Mülkiyet hakkýna tecavüz ediyor. Ýþte bunlarýn hepsi birer zulüm...


Bir de Ýslâm'da, insanýn kendi kendine yaptýðý þeylere de zulüm derler. Onun için günah iþleyen insana, Kur'an-ý Kerim'in tabiriyle (Zâlimün linefsihî) "Kendi kendisine, kendi nefsine zulüm etmiþ insan" derler.

--Niye günahkâr insana kendi nefsine zulmetmiþ insan deniyor?..

Günahý iþlediði için, ahirette cezasýný çekecek, cehenneme girecek, yanacak, ezâ çekecek. O ezâyý baþkasýna yapmýyor ama, kendi kendisini o duruma düþürdüðü için, kendisine zalim denmiþ oluyor.


Þimdi buralardan, bizim her þeyimizin kaynaðý Kur'an-ý Kerim'dir. Þu bizim bilmediðimiz, okumadýðýmýz, mânâsýný bilmediðimiz, torbaya koyduðumuz, iþlemeli torbada yatak odasýnda çiviye astýðýmýz, kütüphaneye koyduðumuz Kur'an-ý Kerim... Her þey orda... Her þeyimizi, Allah'ýn kelâmýdýr diye öpüp baþýmýza koyduðumuz Kur'an-ý Kerim'den alýyoruz. Ordan almýþ büyüklerimiz, bize de öyle öðretmiþler, iþin doðrusu da bu...

Allah kitabýný okunsun, anlaþýlsýn, uygulansýn diye gönderdi. Yoksa torbaya konulsun, cüz kesesine konulsun, duvara asýlsýn diye göndermedi.

Seccadenin pýrýl pýrýl yenisi deðil, namaz kýlýna kýlýna ayak yerleri, secde yerleri eskimiþi makbul... Tesbihin çekile çekile pýrýl pýrýl olmuþu makbül... Kur'an-ý Kerim'in okuna okuna sayfalarý kýrýþmýþ olaný makbul... Okunmadýktan sonra kýymeti yok...


Kur'an-ý Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri bize hidayeti, zalim olmazsak, fâsýk olmazsak vereceðini bildiriyor. Kendimize de zulmetmeyeceðiz, baþkasýna da zulmetmeyeceðiz. Allah'ýn emrinden de dýþarýya çýkmayacaðýz, aykýrý gitmeyeceðiz. Allah o zaman sevecek.

Gaye ne?.. Allah'ýn sevgisini kazanmak, Allah'ýn rýzasýný kazanmak... Þu kâinatý yaratan, bizi var eden, alemlerin rabbi, bizi yaþatan, bizim yaþamamýz için çevremizdeki her þeyi bize veren Allah... Havayý, suyu, güneþi, meyvayý, aðacý, tohumu, gýdayý bize veren; hattâ koyunlarý, kuzularý, balýklarý, çeþitli hayvanlarý verdiðini Kur'an-ý Kerim'de bildiren Allah... "Ben size verdim, korkmayýn!" diyor. Yoksa, Allah o müsaadeyi verdiðini bildirmeseydi, et yiyemezdik. Hiç bir þey yapamazdýk, balýk tutamazdýk, kuþ vuramazdýk, tavuk eti yiyemezdik...

Diyor ki:

(Evelem yerev ennâ halaknâ lehüm mimmâ amilet eydînâ en'àmen fehüm lehâ mâlikûn.) "Ben sizin için yarattým onlarý, yiyin!.." diye bu ayet-i kerime bildiriyor. Bizim için... Yâni, kâinatýn bütün yaratýklarý bizim çevremizde, bize faydalý olsunlar diye... Her þey bizim için yaratýlmýþ, istifade edin diye bizim emrimize verilmiþ.

(Külû veþrebû ve lâ tüsrifû innehû lâ yuhibbül müsrifîn.) "Yiyin, için, israf etmeyin, ölçüyü aþmayýn!" [Çünkü Allah israf edenleri sevmez.] diye buyrulmuþ.

Þimdi biz bu Allah'ýn rýzasýný, sevgisini kazanmak gàyesini taþýmamýz lâzým!.. Eðer böyle bir gàyemiz yoksa... Benden önceki ilim adamlarý bu kürsüde, baþka toplumlarda gàyesizlik olduðunu, amaçsýzlýk olduðunu, ahlâk olmadýðýný, boþluk olduðunu; Amerika'nýn, Avrupa'nýn, Japonya'nýn böyle boþluk içinde çýrpýndýðýný anlattýlar.

Tabii, biz bunu biliyoruz da, bilmeyenler de olur diye esaslarý ortaya koyuyoruz. Esas bu: Allah'ýn sevdiði kul olmak, o hale gelmek... Ýþte bu gayeyi elde etmek için yapýlan çalýþmalar, tasavvufî çalýþmalardýr.


Tasavvufta iki þey var:

1. Ýnsanýn Allah'a itaat etmesini engelleyen nefsini ýslah etmek... Biz neden Allah'a itaat etmiyoruz?.. Nefsimize uyuyoruz da ondan...

Sabah namazýna kalkamýyoruz iþte, uyku tatlý geliyor. Ne olacak yâni, fedâ ediver uykunu!.. Nefsi uyku istiyor, nefsini yenemiyor.

Dallardan kýrmýzý elmalar sarkýyor veya turuncu renkli portakallar, mandalinalar sarkýyor. Almamasý lâzým!.. Ama etrafta kimse yok, çit de yok, duvar da yok... Çok da güzel, yeþil yapraklarýn arasýnda... Alsýn mý, almasýn mý?.. Nefsi diyor ki:

"--Al, caným istiyor..."

Uzanýp aldýðý zaman, nefsi ona haram olan bir þeyi yaptýrmýþ oluyor. Veyahut sabahleyin namaza kalkmadýðý zaman, nefsi ona rahatý için Allah'ýn bir emrini yapmamayý göstermiþ oluyor.


Bütün þeyler böyle... Bizim Allah'a itaat etmemiz lâzým; hidayeti elde edelim, cenneti elde edelim diye... Bunu engelleyen en büyük düþman bizim içimizde... Bizim kendi içimizde, þurada iþte... Görünebilen bir þey olsa da, açsak da görsek. Ama elekrik vs. gibi görünmeyen bir þey... Bunun içinde elektrik var ama, açsan da göremezsin!..

Nefsimiz iþte bize bu itaatsizliði yaptýrýyor. Ýtaatsizliði yapýnca da, fâsýk olunca, zalim olunca da, Allah yolu göstermiyor. Haa, o zaman þu nefsi ýslah etmek lâzým, en büyük düþmanýn bu...

--En büyük düþman o mu, yoksa þeytan mý?..

Bu nefis ýslah olursa, þeytan tesir edemiyor. Asýl insanýn büyük düþmaný kendi içindeki... Çünkü istiyor bir þeyler, çocukluktan baþlýyor: "Þeker isterim, balon isterim, lolipop isterim, oyuncak isterim..." vs. baþlýyor. Veriyoruz, veriyoruz, veriyoruz... Ýþte nefis, isteklerinin yapýlmasýna alýþýyor, istekleri var... Ýstekler de bir tane, iki tane deðil, çok...

Ýþte bu isteklerin icabýnda durdurulabilmesi lâzým! Durdurulmasý için de bu nefsin terbiye edilmesi lâzým!.. Ýnsanýn, "Evet güzel ama, caným da çok çekiyor ama, alamam; çünkü haram!.." "Evet uyku tatlý ama, gece de çok geç yattým, çok zor kalkacaðým ama, kalkayým da namazýmý vaktinde kýlayým!" diyebilmesi lâzým!..

Ýnsanýn kendi nefsini yenmesi gerekiyor. Tasavvuf bu... Ýnsanýn kendi nefsini yenip, Allah'ýn emrini tutacak hale gelmesi Allah'ýn yasaðýndan kaçacak hale gelmesi... Þeytandan da önemli bu!..


Þeytan zâten insana, doðrudan doðruya boyunduruk vurup, zincire baðlayýp, sürükleyip götürmüyor. "Gel bakalým buraya, yakaladým seni, esir aldým!" deyip, zincire baðlayýp günahlý yere sürüklemiyor. Þeytan teklif ediyor: "Þunu yap, bunu yap!.." diyor. Buna þeytanýn vesvesesi diyoruz.

Þeytan vesvese veren bir mahlûk, vesvese veriyor. Kötü þeyleri tatlý gösterip teklif ediyor. Yapan nefis... Nefis o kötü þeyleri sevdiði zaman, istediði zaman, eðer insan nefsini engelleyemezse; o kötülüðü yapýyor. Binâen aleyh, þeytan geride kalýyor, en büyük düþmaný insanýn nefsi...

Peygamber SAS Hazretleri buyurmuþ ki:

(A'dâ adüvvüke) "En azýlý düþmanýn, (nefsükelletî beyne cenbeyk) þu iki omuzun arasýndaki nefsindir senin..."

En büyük savaþ, insanýn nefsinin uygun olmayan arzularýna karþý verdiði savaþ... Arzularý çok ve kuvvetli...


Bu arzular beþ kademede oluyor:

1. Küçükken büluð çaðýna kadar; yemek, içmek, tatlý, tuzlu, ekþi...

Ben bizim toruna soruyorum, elinden tutup bakkala götüreyim; ne istersin diyorum. "Jips" diyor, "Tombi" diyor. Yâni yeme içme arzusu... Çocuklarda bu böyle...


2. Büluð çaðýna gelince; o zaman niþanlanmak, evlenmek arzusu... Birisini istemek veya istenmek... Ýstenmediði zaman üzülür filân... Bu arzular çok kuvvetli... Bunlar insanlara çok günahlar iþlettiriyor.

Yeme içme de çok günah iþlettiriyor; haram yedirtiyor, çaldýrtýyor ve sâire... Bu arzular da çok kuvvetli...


3. Normal yollarla nikâhlanýp yuva kurmuþ olsa; yuva kuruldu ya, kira var, giyim kuþam masraflarý var... Hanýmýn istekleri var, çocuklarýn ihtiyaçlarý var... O zaman iþin içine para giriyor, mal mülk isteði geliyor.

Bunu da herkes seviyor. Parayý sevmeyen, malý mülkü sevmeyen insan yok...

Bu da nefsin arzusu, bu da kuvvetli bir arzu... "Malým mülküm çok olsun, param pulum çok olsun; onlarla neler yaparým!" diye bu arzular var... Bu da insanlara çok kötülükler yaptýrtýyor.


4. Ondan sonra parasý pulu olursa; "Paran var, her þeyin var... Niye bir partiye girip de þöyle milletvekili filân olmuyorsun?" filân diye, bu sefer mevki makam hýrsý baþlýyor insanlarda...

Bu da çok kuvvetli bir arzu... O mevki ve makamlar çok kulisler oluyor, çok gizli mücadeleler oluyor, ayak kaydýrmalar oluyor, çelmelemeler oluyor, karalamalar oluyor, kötülemeler oluyor, entrikalar oluyor, ihtilaller oluyor... Padiþahýn oðlu babasýna isyan edip, babasýný tahttan indiriyor. Babacýðý, nasýl olur?.. "Ýn aþaðý, ben oturacaðým oraya!.." diyor, babasýný aþaðýya indiriyor.


5. Sonra, bu mevki makam sevgisinden sonra bir de en büyük olmak, baþkan olmak arzusu oluyor; buna da hubb-u riyâset deniliyor. Makam mevki hýrsýnýn daha ileri derecesi...

--Ýþte caným sen de bir milletvekilisin!

--Ýyi ama, milletvekiliyim ama, parti baþkanýnýn emrindeyim.

Þimdi çok þakacý bir profesör kardeþimiz var burda... Kendisine dört beþ partiden milletvekili olsun diye teklif yapýlmýþ. Demiþ ki: "Ben böyle, milletvekilleri emme basma tulumba gibi yaptýðý için bu meclise girmem!" demiþ. Yâni, "Salla baþýný al maaþýný tarzýnda olduðundan, istemem!.. Çözüm getirecek olsa, böyle bir meclise girerim ama, bu haliyle girmem!" demiþ.

Milletvekili ama yetmiyor, müdür ama yetmiyor; baþkan olmak arzusu geliyor. Böyle gidiyor iþte...

Baþkan olduðu zaman da; Yavuz Sultan Selim þöyle dünya haritasýna bakmýþ, "Ýki hükümdar için az!" demiþ. Bir tane olacak, baþka olmayacak... Yâ, o da kýyýda bir yere hükmetse?.. "Hayýr, iki hükümdar için az!.." demiþ. Yâni, koca dünyayý azýmsamýþ. Ýþte insan böyle en yüksek olmak istiyor.


Bunlarýn hepsine arzular, hevesler, þehevat-ý nefsâniye diyoruz, hevâ ve heves diyoruz. Bunlarý dedelerimiz bize öðretmiþ de, biz biliyoruz. Bunu Avrupalý, Amerikalý filân bilmiyor. Nefsi de bilmiyorlar. Nefis ne demek, nefis nasýl bir düþman; onu bilmiyor onlar...

Evet iþte bunlarý yenmek gerekiyor, bunun için bir çalýþma yapmak gerekiyor. Bu nefsi yenmenin metodlarýný uygulamak gerekiyor.

Tabii, insan nefsini yense, bilge bir insan olsa, fazîletli bir insan, erdemli bir insan olsa... Meselâ, Hindistan'da uzun çalýþmalar yapýyor; kýrkyedi gün mezar gibi bir yere yatýrýyorlar, aç durabiliyor, hiç yemek istemiyor... Ýpi havaya atýp týrmanabiliyor... vs.

Bu yapsa ne olacak?..


******


(Vallàhu lâ yehdil kavmel kâfirîn.) Kâfir oldukta sonra, ne yaparsa yapsýn kýymeti yok... Mü'min olacak, Allah'ý bilecek... Demek ki, ilk iþ Allah'ý bilmek...

Onun için tasavvufun iki hedefi var diyebiliriz: Bir Allah'ý bilmek; bir de Allah kendisini sevsin diye nefsini ýslah etmek...

Allah'ý bilmeden, Allah kâfire hidayet etmiyor. Dünyada bir yýðýn insan var, hiç kýymeti yok; çöp gibi, toz duman gibi kýymetsiz... Allah'ý bilecek, bir de nefsini yenip Allah'a güzel kulluk edecek. Bu iki iþi iþi yapma çalýþmasý tasavvuftur.


Bunlar Ýslâm'ýn içindedir. Ýslâm'ýn dýþýnda oldu mu, olmuyor. Ýslâm'ýn dýþýnda transandantal meditasyon yapýyorlar. Amerikalýlar merak ediyor, Hindistan'dan gru getiriyor, Hint fakiri getiyor, onun etrafýnda toplanýyor; ne söylüyor diye onlarý taklid etmeðe çalýþýyorlar... Hiç bir þey olmaz, hiç bir þey çýkmaz. Biraz atletlerin, jimnastik yapan insanlarýn birtakým çalýþmalarla ipte, havada, paralelde, tramplende bir þeyler yapmalarý gibi bir þey... Hani bir zýplýyor tramplende, ondan sonra üç defa dönüyor, beþ defa bilmem ne yapýyor, yine tepesi üstü suyun içine giriyor. Aferin, mâþaallah... E ne olacak, iþte bir hüner elde etmiþ oluyor. Grulardan, ve sâireden elde edilen bilgiler de öyle...

Biz dört beþ sene önce Ýsveç'e gittik. Çarþýda gezerken bir zil sesi, bir melodi, bir ahenkli müzik sedasý... Baktýk, çarþýnýn ortasýnda tabur haline gelmiþ beyler, hanýmlar, çocuklar sýralanmýþlar üçlü dörtlü bir sýra halinde... Ellerinde ziller, Hint kýyafetlerini giymiþler, saçlarýný traþ etmiþler, baþlarý kabak; yalnýz bir yerinde bir tutam saç býrakmýþlar. Çarþýnýn orasýna gidiyorlar, burasýna geliyorlar...

Kim bunlar?.. Bunlar Ýsveçli, aslýnda hristiyan olan bir topluluk... Hristiyanlýktan tatmin olmamýþlar, Hintlilerin kriþna dini diye bir dine girmiþler. Ýþte onun reklamý olarak ordan oraya gidiyorlar. Arayýþ içinde bir þeyler yapýyorlar.


Bunlarýn hiç birisinin Allah indinde deðeri, kýymeti yok... Allah'ýn varlýðýný birliðini kabul edecek! Öyle Ay'a, Güneþ'e taparak, öküze taparak, timsaha taparak olmaz.

Eski Mýsýrlýlarýn çeþitli putlarý vardý. Eski Yunanlýlarýn þarap tanrýsý bile var.... Þarap tanrýsý Baküs... Harb tanrýsý bilmem ne... Ve sâire ve sâire... Hepsi uydurma, kendi akýllarýndan çýkmýþ þey... Onlarla olmuyor.

Ýnsan imaný Ýslâm'ý iyi bilecek, Kur'an'ý iyi bilecek, Rasûlüllah SAS Efendimiz'i iyi tanýyacak, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in hadis-i þeriflerini belleyecek; bilgi tamam... Bilgi yetmiyor, bilgisini uygulayacak.

Bir insan yalan söylemenin günah olduðunu bilse, ama yalan söylese; olmaz. Bildiðini uygulamadý.

Hýrsýzlýk yapmanýn kanuna aykýrý olduðunu, günah olduðunu bilse, hýrsýzlýk yapsa; olmaz. Bilmek yetmiyor, bildiðini tatlýlýkla uygulamasý lâzým!..

Bilecek, bilgi Kur'an-ý Kerim'den, hadis-i þeriften geliyor. Ýlâhi bilgi; Allah'ýn bizden istediði nelerdir, yasakladýklarý nelerdir?.. Biz nasýl insan olmalýyýz, hayatý nasýl geçirmeliyiz?.. Kur'an-ý Kerim'den ve Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i þeriflerinden öðreneceðiz.


O halde tasavvufun iki büyük kaynaðý var:

1. Kur'an-ý Kerim... Kur'an-ý Kerim'i okuyacaksýnýz, anlamaða çalýþacaksýnýz, iyi anlatanlardan anlatmasýný rica edeceksiniz. "Baþka konuþmalarý bir kenara býrakalým kardeþim, þu Kur'an-ý Kerim'i anlamaya çalýþalým!" diyeceksiniz.

Gazetelerle vaktiniz geçiyor, televizyonlarla vaktiniz geçiyor... Sohbetlerle vaktiniz geçiyor, günlerle vaktiniz geçiyor, pasta börek çörek yapýp yemekle vaktiniz geçiyor.

Allah ne diyor; Kur'an-ý Kerim'den onu iyice öðrenmemiz lâzým!..


2. Peygamber Efendimiz'in hadis-i þerifleri...

Bunlarýn dýþýnda tasavvufun bir kaynaðý varsa, tasavvuf bir havuz gibiyse, buraya sular bir Kur'an-ý Kerim'den geliyor; güldür güldür, ter temiz... Bir de Peygamber SAS Efendimiz'in mübarek hadis-i þeriflerinden geliyor.

O da Allah'ýn kelâmý... Allah Peygamber Efendimiz'e öðretmiþ, öyle söyle demiþ, o da Allah'tan... Hadis-i þeriflerin de kaynaðý Allah, Kur'an-ý kerim'i de indiren, Rasûlüne bildiren Allah...

Bu iki kaynaktan bu mübarek havuza, bu mâneviyat havuzuna, pýrýl pýrýl billur gibi sular gelirken, baþka kaynaklardan baþka sular gelirse pislenir, mikroplanýr. Bunlar temiz, ötekiler iþi karýþtýrýr.

Þamanizmden etkilenmiþ, hinduizmden etkilenmiþ, hristiyanlýktan etkilenmiþ, yahudilikten etkilenmiþ, Neoplutonizmden etkilenmiþ... Ýþte o havuza pis sular akmaða baþladý.

..............

Kur'an-ý Kerim'in bize öðrettiði, en mühim iþlerden birisi takvâdýr. Tasavvufun en mühim konularýndan birisi takvâdýr. Takvâ ne demek, müttakî kul olmak ne demek, takvâ ehli olmak ne demek?..

Takvâ ehli kul olmak demek, sakýnarak, çekinerek, düþünerek, taþýnarak güzel iþ yapmak duygusuna sahip olmak demek... Yâni, geliþigüzel yaþayarak, hiç düþünmeden, hiç çalýþmadan, hiç bilgilenmeden geliþigüzel yaþamak deðil; "Aman Allah beni sevsin, aman Allah'ýn gazabýna uðramayayým, aman Allah'ýn sevmediði bir durumla düþmeyeyim!" diye korkmak lâzým!..

Bu korku olmayýnca, bu takvâ duygusu olmayýnca; insan o zaman iþte eðlenceyle vaktini geçiriyor, gafletle vaktini geçiriyor, günahla vaktini geçiriyor.

En mühim duygulardan birisi takvâ duygusudur. Allah'tan korkacak; "Allah'ýn sevgisini kaybederim, cenneti kaybederim, Allah'ýn gazabýna uðrarým, cehenneme düþerim." diye korkacak bir insan...

Kur'an-ý Kerim'de en çok öðretilen, tavsiye edilen, sizin de pek çok ayetlerden duyduðunuz bir husus: Takvâ... Bu da iþte tasavvufun en mühim konusudur. Hattâ tasavvufa kýsaca deniliyor ki: Takvâ yoludur. Tasavvuf ne yoludur?.. Takvâ yoludur. O yolda yürürsen, iþte en iyi mutasavvýf olursun! En iyi mutasavvýflar kimlerdir, en takvâlý insanlardýr.

Onun için takvâyý öðrenmek ve takvâyý uygulamak lâzým!.. Yâni düþüneceksiniz dâimâ, korkacaksýnýz, dâimâ korkacaksýnýz Allah'tan... "Acaba Allah sevmez mi?.. Acaba bu sözü söyleyince Rabbim bana darýlýr mý?.. Acaba Allah bana gazab eder mi?.." diye devamlý böyle bir korku üzere olacaksýnýz. (Alâ hazerin) deniliyor, yâni korku üzere... Ýhtiyatlý, tedbirli, dikkatli, titiz ve itinalý müslüman olmak demek...

(Ýnnemâ yetekabbelüllàhu minel müttakîn) [Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.] buyruluyor ayet-i kerimede... Ýbadetlerin kabul olmasýnýn sebebi de takvâdýr. Sen namazý takvâ ile kýlarsan kabul olur. Sen zekâtý, sadakayý takvâ ile verirsen kabul olur.

Hazret-i Adem'in iki oðlu varmýþ, ikisi de kurban kesmiþ. Birisinden kabul olmuþ, birisinden kabul olmamýþ. Sebebi Kur'an-ý Kerim'de þöyle bildiriliyor:

(Ýnnemâ yetekabbelüllàhu minel müttakîn) "Allah ancak takvâlý kullarýnkini kabul eder." Ötekilerinkini kabul etmez. Art niyeti varsa, takvâlý deðilse, kalbi karýþýksa, bozuksa, niyetinde eksiklik, kusur varsa, kabul etmez.

Onun için tasavvufa bir bakýma diyorlar ki: "Tasavvuf takvâ yoludur. Böyle sakýnarak, günahlara düþmemeðe dikkat ederek, sevaplý iþleri ihmal etmemeðe, kaçýrmamaða dikkat ederek yaþama yoludur." diyorlar. Bunu öðreneceðiz!


Baþka ihlâs... Ýhlâs ne demek?... Ýnsanýn kalbinin tertemiz olmasý, niyetinin pýrýl pýrýl güzel olmasý demektir.

Bir insanýn niyeti kötü ise, art niyeti varsa, baþka maksadý varsa, o baþka maksadýný yerine getirmek için entrika çeviriyor da, o arada güzel bir þey yapýyorsa; acaba Allah o güzel þeye o arada bir sevap verir mi?.. Vermez!.. Neden?.. Allah, ihlâslý insanýn ibadetini kabul ediyor. Ýbadette veya bir iþi yapmakta ihlâs yoksa, kabul emiyor.

O halde kalbimizi ihlâslý yapacaðýz, tertemiz yapacaðýz. Kalbimizde art niyet varsa, kötü maksad varsa, olmaz. Onun için deniliyor ki: Ýnsanýn kalbini temizlemesi lâzým!..


Tabii, bu kalbin temizlenmesi, içeriye hortumu sokup da þarýl þarýl suyla yýkamakla olacak bir þey deðil... Zaten oraya hortum sokamayýz. Ýçini istediðin kadar deterjanla, bir þeyle yýkasanbile olmaz.

Zaten kalb, bu yürek dediðimiz et parçasý deðil ki... Kalb dediðimiz þey gönül... Gönlü temiz olacak. Bunun neresine hortumu sokacaðýz, neresini temizleyeceðiz?..

Gönlünün temiz olmasý ne demek insanýn?.. Tertemiz duygularý var, kötü duygular yok, herkese karþý iyi niyet besliyor... Hah, iþte kalbi o zamen temiz, içinde kötülük yok baþkasýna karþý... Ýþte buna ihlâs diyoruz, bu lâzým!...


Onun için, tasavvuf büyükleri bir insaný eline alýyor, terbiye edecek. Bu benim talebem, bu benim müridim, bu benim evlâdým diye bir insaný ele alýyor, onu bir eðitimden geçiriyor. Bu eðitime tasavvufî eðitim diyoruz.

Þimdi herkesin bir eðitimi var... Meselâ, usta çýraðýný yanýna alýr, yetiþtirir. "Evlâdým çekici þöyle tut,, bak öyle vurma! Öyle yaparsan, çivi yamulur. Bak þöyle yap!.. Bilme ne... Her mesleðin ustasý çýraðýna, bir usülle o mesleðin muntazam yapýlmasýný öðretir.

Hocaefendi, mürþid efendi, þeyh efendi müridi terbiye edecek. Mürid ne demek?.. Ýstekli insan demek... Neyi istiyor?..

"--Ben Allah'ýn sevgili kulu olmak istiyorum!" diyor.

"--Tamam, ben beni Allah'ýn sevgili bir kulu yapma yoluna getireyim, sana Allah'ýn sevgili kulu olmayý öðreteyim!" diyor þeyh efendi ona, alýyor ele...


Þeyh efendi müridi ele aldýðý zaman, onun içindeki kusurlar nedir bildiðinden, ilkönce onun nefsini terbiye etmeðe çalýþýyor, nefsini yenmesini öðretmeðe çalýþýyor. Kendi kendisini yenecek...

Çünkü bu dýþardan olmaz. Meselâ anne baba çocuðunu iyi yetiþtirmek istediði zaman, döðüyor; "Namaza kalk, namazý kýl!.. Okula git, bilmem ne yap!.. Dersini çalýþ!.." diyor. Döðmekle olmuyor. Biraz büyüdü mü çocuk, bu sefer karþý gelmeðe baþlýyor, evden kaçýyor.

Döðmekle olmuyor, insanýn kendi içinden olacak... Tabii, onun metodlarý var... Yâni, istekli olan müridin arzu edilen noktaya, istenilen noktaya gitmesi bir eðitim geçirmesi lâzým!.. Buna da tasavvufta, tarikatta tarikatýn eðitimi, tasavvufun eðitimi diyoruz.


Þimdi millet tarikat deyince bir ürküyor, tasavvuftan çok ürkmüyor. Çünkü tasavvuf büyüklerini, hakîkaten büyük insanlar olduklarýný kültür tarihinden okumuþ. Mevlânâ da mutasavvýf... Haa, o zaman fenâ deðil gàliba tasavvuf... Yunus Emre de mutasavvýf...

Ama tarikat deyince, sanki tarikat tasavvuftan ayrý bir þeymiþ gibi; "Tarikat mý, tarikatçý mý?.. Allaha ýsmarladýk!" diyor, kaçýyor. Görünmüyor ortalýkta... Halbuki, Mevlânâ da tarikatçý, Yunus Emre de tarikatçý, Eþrefoðlu Rûmî de tarikatçý, Hacý Bayrâm-ý Velî de tarikatçý, Erzurumlu Ýbrâhim Hakký Hazretleri de tarikatçý...

Tarikat ne demek?.. Yol demek... Hacca gidenler bilir, birisi ötekisine, "Açýl, geçeceðim!" demek istediði zaman, "Tarik, tarik, tarik!" diyor. "Yol ver, yol ver, geçeceðim!" demek istiyor.

Tarikat yol demek... Neyin yolu?.. Ýnsanýn nefsini terbiye etmesinin yolu, insanýn Allah'ýn sevgili kulu olmasýnýn yolu demek... Metod demek yâni... Ne var bunda?.. Sen tasavvufu istiyorsun, ama tarikatý istemiyorsun... Gàyeyi istiyorsun, gàyeye götüren yolu istemiyorsun... Ýþi beðeniyorsun, metodu kabul etmiyorsun... Olmaz!.. Bir metodla, öyle veya böyle bir metodla yapacaksýn.

Tarikatlar çoktur:

(Etturûku ilallàh, bi adedi enfâsil halâik) "Allah'a giden yollar --mahlûkatýn sayýsýnca deðil-- mahlûkatýn nefesleri sayýsýncadýr."

Hani bir insan çok nefes alýp veriyor ya hayatý boyunca... Allah'a götüren yollar çoktur. Ýþin asýl garip tarafý, yollar o kadar çokken Allah'ý bulamamaktýr. En acý tarafý o iþin...

Bütün yollar Allah'a gidiyor da, kul Allah'a gidemiyorsa, o zaman çok yazýk... Neden?.. Kaçýyor; yoldan kaçýyor, yola girmiyor, yolu istemiyor. Yola girmeyen adama ne derler?.. Adam olmuyor, yola girmiyor derler.


O metodu uygulayacak. Nasýl bir metod bu?.. Adamýna göre deðiþen, mürid ile mürþid arasýndaki, müridin kabiliyetine göre olan bir eðitim... Þunu þöyle yap, bunu böyle yapma!..

Birisi bana sordu:

"--Görevimden istifade edeyim de, filânca partiden aday olayým mý?" dedi.

"--Olma!.." dedim.

Düþündüm, taþýndým, sebepleri var; sevdiðimden "Olma!" dedim. Þimdi o bana dargýn... E, ne diye sordun o zaman?.. Ne diye mürid oldun, ne diye sordun be adam?.. Hiç sormasaydýn, kendi iþini kendin yapsaydýn; aramýz da böyle kalsaydý. Ama böylesi daha iyi... Çünkü, bu iþin zâten sahteliðe tahammülü yoktur! Ya samîmî olacak... Ýmtihan ederler; samîmî olmazsa, samîmî olmadýðý zaman sonuç olmaz.


Tasavvufun metodlarýndan birisi zikir'dir. Neden zikir bir metod oluyor?.. O da Kur'an'dan çýktýðý için... Vaktimiz doldu da uzatmak istemiyorum. Zikir metodunun nerden çýktýðýný söyleyelim de, tasavvufun iþi, mahiyeti anlaþýlsýn:

Tasavvufta müridin gàyeye ulaþmasý için yapmasý gereken iþlerden birisi de zikirdir. Eline tesbihi alacak zikri yapacak. Neden?.. Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ý Kerim'de zikri çok yerde emretmiþ. Zikir kelimesi ikiyüz küsur yerde geçiyor, seksen küsur yerde emrediliyor. E Allah'ýn emrini tutmayacak mýyýz?..

Allah zikredin diyor, zikredeceðiz. O bakýmdan zikri yapmak mecburiyeti var... Namaz kýlýn dediði için, namaz kýlýyoruz. Oruç tutun dediði için oruçlarý tutuyoruz. Hacca gidin dediði için, nice zahmetlerle, masraflarla hacca gidiyoruz. Zikredin dediði zaman da zikredeceðiz. Allah zikredin diyor mu Kur'an-ý Kerim'de; bakýn okuyayým, Türkçe olmadýðý halde anlayacaksýnýz:

(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ.) "Ey iman edenler, Allah'ý çok zikredin!" buyruluyor. O zaman, çok zikredeceksiniz! Çaresi yok...

(Vezkürisme rabbüke bükreten ve esîlâ.) "Sabah akþam Allah'ýn adýný zikret!"

Niye emrediyor Allah?.. Tabii, niye diye sorulmaz Allah'a... Çünkü, nasýl isterse öyle yapar. Ama, sebebini anlamak için sorsak, neden acaba Allah emrediyor?..

(Fezkürûnî ezkürküm veþkürûlî velâ tekfurûn.) "Siz beni zikrederseniz, ben de sizi severim, ben de sizi zikrederim!" diyor Allah...

Ben Allah diyeceðim, Allah da beni zikredecek... Þerefin büyüklüðüne bakýn, iþin güzelliðine bakýn!..

Þimdi böyle olunca, böyle yapa yapa kulun gönlünden paslar, kirler gidiyor. Çünkü;

(Elâ bizikrillâhi tatmeinnül kulûb.) "Zikir, kalbin içindeki o kötü duygularý atýyor, yavaþ yavaþ temizliyor; insanýn gönlü, kalbi pýrýl pýrýl bir kalb oluyor. O zaman Allah'ýn sevgisine doðru gidiyor insan... Allah'ýn sevdiði bir kul oluyor, Allah'ýn sevgisi içinde beliriyor.

Yunus Emre'nin þiirlerini okuyun; baþtan aþaðýya hep muhabbetullahtýr, aþkullahtýr. Mevlânâ Hazretleri'nin koca divanýný okuyun; binlerce beyti hepsi aþkullah, muhabbetullahtýr. Ýþte o muhabbetullah olsun diye

Hani nasýl emme basma tulumba, kolunu hareket ettirdikçe "Tangur tungur... Þangur þungur..." derken, "Foþþþ..." diye su gelir. Ýlk baþta tulumbanýn borusu boþ daha, tangýr tungur metal sesleri geliyor, ondan sonra kovaya þarýl þarýl su akmaða baþlýyor. Seviniyorsunuz, "Tamam, tulumba suyu çekti." diye...

Ýþte öyle olduðu için, insanda Allah sevgisi meydana geldiðinden; Allah'ýn da insanlarý sevmesi, Allah'a karþý insanýn duygularýyla ilgili olduðundan bu iþ yapýlýyor.


Allah seni seviyor mu, sevmiyor mu diye merak edersen, ölçü ne?.. Sen kalbinden Allah'a nasýl baðlýsýn, Allah'ý ne kadar seviyorsun; iþte ölçü o... Yâni senin Allah'a karþý baðlýlýðýn, sevgin, Allah'ýn seni o kadar sevdiðini gösteriyor. Ýnsanýn içindeki duygulara baðlý...

Ýþte o duygular meydana gelsin diye, kalbi nurlansýn diye zikir emrediliyor, tarikatýn, tasavvufun baþka iþleri emrediliyor... Sonunda kiþi nefsini yenen bir insan haline geliyor; nefsine hakim olan, kýzmayan, nefsinin haram olan isteklerini yapmayan; helâl olan iþleri, emirleri de yapma diye engel olmasýna aldýrmayan, çekil önümden diyen, nefsine hakim olan, nefsini yola getiren insan haline getiriyor.

O zaman öyle olunca, Allah'a itaat oluyor, isyan olmuyor. Allah hidayet veriyor, cennetin anahtarýný veriyor, sevgili kulu oluyor, cennete gidiyor. Ýþin aslý, mekanizmasý, esasý, kökü bu...


Þimdi tassavvuf deyince, çok laf söyleyen insanlar çýkmýþtýr, çok kitaplar yazýlmýþtýr, çok þâþâalý, gösteriþli, edalý, özentili, mübalaðalý þeyler olmuþtur. Ýþin edebiyatý baþka; iþin özü, aslý, temeli, ana noktasý, ana yolu budur iþte... Böyle olduðu zaman, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin sevdiði kul olur.

Sevdiði kul olunca ne olur?.. O zaman her þey olur. "Ben bir kulumu sevdim mi, gören gözü olurum, iþiten kulaðý olurum, söyleyen dili olurum, tutan eli olurum, yürüyen ayaðý olurum." diyor. Yâni her türlü olaðanüstülükler kendisinin oluyor, bir de ahirette cennetlik oluyor. Bu dünya mühim deðil, ahirette ebedî saadeti kazanýyor, cennetlik oluyor.


O halde tekrar özetlemek gerekirse, tasavvuf cennet yoludur, takvâ yoludur, Kur'an-ý Kerim yoludur... Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesinin yoludur. Ama lafý deðildir. Lafa kàl derler. Kàl deðildir, haldir. Lafý herkes bilir, söyler, herkes çýkar buraya konuþur. Hattâ bir Alman müsteþriki getirseniz, Anna Maria Þmell'i getirseniz; Mevlânâ'yý filân çok okumuþ, bilir, anlatýr.

Söz mühim deðil, uygulamasý mühim, hâli mühim... Halinin güzel olmasý mühimdir, onun da ihlâslý olmasý mühimdir. Bilecek, bildiðini uygulayacak, uygulamasýný ihlâsla yapacak; o zaman Allah'ýn sevdiði bir kul olacak...

Buna göre hareket edin!.. Bu nasihatlar hatýrda kalabilecek nasihatlardýr: Kur'an'a sarýlmak, hadis-i þerfe sarýlmak, takvâ yolunda yürümek, ihlâslý olmak, zikirlerinizi yapmak...

......

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàh!..


25. 11. 1995 - Alanya / ANTALYA

Ynt: Tasavvuf By: Gulinur Date: 09 Ocak 2011, 20:20:53


    Mükemmel bir yazý..Okumaya doyamadým..Rabbim razý olsun,deðerli kardeþim..
Ynt: Tasavvuf By: turgay Date: 09 Ocak 2011, 21:54:08
teþekkür ediyorum allah razý olsun


radyobeyan