Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Derdimiz ne kadar dert By: sumeyye Date: 23 Haziran 2010, 11:47:04


Derdimiz Ne Kadar Dert?


Ýnsan nelere stres eder, neleri dert edinir durur acaba? Genel olarak bir sýralayacak olursak; geçim sýkýntýsýna, aile geçimsizliklerine, emel ettiði hedeflerine, cümle arzularýna ulaþamamanýn elemlerine... dünya kadar dünyalýk meseleler; önemsedikçe, kendine dert edindikçe..!

Bunlar ne kadar derttir ki haddizatýnda? Hiç ölçüp tartabildik mi ki, hakikat ve ehemmiyet mihenginde?

Peki sizce dünyanýn belli baþlý mühim hadiseleri nelerdir acaba, þu tarihî seyirde? Geçen yüzyýlý kan ve göz yaþýna boðan iki dünya savaþý en baþta gelenler olsa gerek..!

Hele; neredeyse dünyanýn yarýsýnýn savaþtýðý ve on milyonlarca insanýn öldüðü, binlerce binanýn yerle bir olduðu akýl almaz ikinci savaþ!

1940'lý devirlerde ülkemiz de o savaþýn eþiðindedir. Evet, savaþ kapýdadýr ve ülkemiz insanlarý radyolarýn baþýnda, gün boyu ajanslar dinlemektedirler. Yürekleri aðzýndadýr hep, zira Türkiye'nin de her an savaþa dahil olacaðýna dair bir söylenti almýþ yürümüþtür ortalýðý..!

Ýþte insanlarýn kulaklarý radyo haberlerine takýlý kaldýðý o demlerde, o devrin büyük kameti Bediüzzaman Hazretleri, bu azim daðdaða ve telaþ karþýsýnda gayet serinkanlýdýr. O ki; bundan önceki 1. Dünya Savaþý'nýn içinde bizzat bulunmuþ, at sýrtýnda, baþýnda bulunduðu fedakar talebeleriyle Ruslara karþý göðüs göðüse savaþmýþ, esir düþmüþ ve en sonunda binbir çile ve meþakkatle ülkesine dönmüþ birisidir. Yani böylesine hararetli meselelerin bizzat ortasýnda yer almýþ olmakla, böylesi hadiselerin azametni gayet iyi bilebilecek birisidir!

Onun bu halini bilenler, sormadan edememiþlerdir:

”Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var?” Bunun üzerine demiþ ki:

”Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme (dünya hakimiyeti) davasýndan daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhassa Müslümanlarýn baþýna öyle bir hâdise ve öyle bir dava açýlmýþ ki; her adam, eðer Alman ve Ýngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklý da varsa, o tek davayý kazanmak için bilâtereddüd (tereddüzsüz olarak) sarfedecek. Ýþte o dava ise, yüzbin meþahir-i insaniyenin ve hadsiz nev'-i beþerin yýldýzlarý ve mürþidlerinin müttefikan, kâinat sahibinin ve mutasarrýfýnýn binler va'd ü ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kýsmý gözleriyle gördükleri þu ki: Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar baðlar ve kasýrlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davasý baþýna açýlmýþ. Eðer iman vesikasýný saðlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asýrda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasýný kaybediyor...”

Bu mevzuyla alakalý olarak; yine sormuþlar o engin görüþlü zata: "Onunla (savaþ haberleriyle) meþgul olmanýn zararý mý var?” Bunun üzerine, yaldýzlý harflerle yazýlacak þu sözleri ifade etmiþtir:

”Ömür sermayesi pek azdýr. Lüzumlu iþler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanýn kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve þehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beþer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanýn bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasýra vazife bulunabilir. Bu kýyas ile -küçüklük ve büyüklük birbiriyle ters orantýlý olarak- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlýðý cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti býraktýrýp lüzumsuz, malayani ve âfâkî iþlerle meþgul eder. Sermaye-i hayatýný boþ yerde imha eder. O kýymetdar ömrünü kýymetsiz þeylerde öldürür. Ve bazan bu harb boðuþmalarýný merak ile takib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur. Onun zulümlerini hoþ görür, zulmüne þerik olur.” (Þualar'dan)

Evet Bediüzzaman Hazretleri'nin hayatý hep bu anlayýþta olmuþtur. Seksen küsür yýllýk hayatý boyunca kendisini hapishaneden hapishaneye, sürgünden sürgüne yollayanlara, dünyanýn türlü türlü dertlerini baþýna saranlara bakýþýný sorduklarýnda tavrý þu olmuþtur: ”Ortada bir yangýn var, gençliðin imaný yanýyor. Onlarý kurtarmak için yangýna doðru koþuyorum; birileri ayaðýma çelme takmýþ, ne ehemmiyeti var!”

Dünyalarý dar eden iþkenceler bile onun nazarýnda küçük bir meseleden ibarettir, iman davasý ve mücadelesi karþýsýnda!

Evet; en mühim hakikat olan imanýn muhafazasýna nazarlarýmýzý vermiþ, kalb ve kafamýzý ona odaklamýþ olsak; dünyanýn en mühim hadiseleri nevinden dünya savaþlarý bile çok detay kalacaktýr, ötelere açýk hakikatþinas bakýþ sahiplerine.

Bu demek deðildir ki; günlük iþ ve telaþelerimize yani; iþimize, eþimize, aþýmýza vb. dair meselelerimize kayýtsýz, ilgisiz kalacaðýz... Asla! Dünyalýk þahsi meselelerimizi ve nimetlerimizi de ihmal etmeden idame edeceðiz hayatýmýzý. Ama meþgalelerin getirdiði sýkýntýlardan hafakanlara, buhranlara kapýlmadan, en mühimi de muvazenleri, dengeleri bozmadan... Zira herþeye ehemmiyeti ve keyfiyeti nisbetinde deðer vermeli. Ayetteki ölçü gibi: ”Allah'ýn sana verdiðinden âhiret yurdunu gözet; ancak dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 28/77)

Ýçinden çýkýlmaz büyük dert bildiðimiz hadiselere; sonsuzdan gelen ve sonsuza giden bir serüvenin içindeki zerrecik olarak baktýðýmýzda, gerçek merak edilecek istikamet olan ahiret ve kabir kapýlarýnýn kanatlarýnýn heybetle açýlmýþ, bizleri beklemekte olduðunu görebiliriz.

Ýþte o vakit dert dediklerimiz küçülür gider karþýmýzda. Dünya dertleri ki zatýnda bir vehimden, bir zandan öte nedir ki? Gece yürüyüþündeki birinin gözüne çarpan belli belirsiz bir karartý, gölge gibidir dünya meseleleri. Biz o karartýyý kendi hayal gücümüzle büyütüp þiþirmeye kalksak; belki de kendi gölgemizden baþka bir þey olmayan o karartý, abartmalarýmýzla gözümüzde dev bir ejderhaya dönüþecektir.

Kaygýlarý büyütmemeli dedik, Said Nursî Hazretleri'nin hayalen yaptýðý bir yolculuk bunu mükemmel tasvir eder: ” Bir vakýa-i hayaliyede gördüm ki: Ýki yüksek dað var birbirine mukabil. Üstünde dehþetli bir köprü kurulmuþ. Köprünün altýnda pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayý da, her tarafý karanlýk, kesif bir zulümat istila etmiþti. Ben sað tarafýma baktým; nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ý ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafýma baktým; müdhiþ zulümat dalgalarý içinde azîm fýrtýnalar, daðdaðalar, dâhiyeler hazýrlandýðýný görüyor gibi oldum. Köprünün altýna baktým; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müdhiþ zulümata karþý sönük bir cep fenerim vardý. Onu istimal ettim, yarým yamalak ýþýðýyla baktým. Pek müdhiþ bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün baþýnda ve etrafýnda öyle müdhiþ ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki; keþke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehþetleri görmese idim, dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle dehþetler aldým.

"Eyvah! Þu fener, baþýma beladýr" dedim. Ondan kýzdým; o cep fenerini yere çarptým, kýrdým. Güya onun kýrýlmasý, dünyayý ýþýklandýran büyük elektrik lâmbasýnýn düðmesine dokundum gibi birden o zulümat boþandý. Her taraf o lâmbanýn nuru ile doldu. Herþeyin hakikatýný gösterdi. Baktým ki: O gördüðüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sað tarafýmda gördüðüm mezar-ý ekber; baþtan baþa güzel, yeþil bahçelerle nuranî insanlarýn taht-ý riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduðunu farkettim. Ve sol tarafýmda, fýrtýnalý, daðdaðalý zannettiðim uçurumlar, þahikalar ise; süslü, sevimli cazibedar olan daðlarýn arkalarýnda azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduðunu hayal meyal gördüm. Ve o müdhiþ canavarlar, ejderhalar zannettiðim mahluklar ise, munis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvanat-ý ehliye olduðunu gördüm. "Elhamdülillahi alâ nur-il iman" diyerek o vakýadan ayýldým.” (Gençlik Rehberi'nden)

...

Bir derdimiz, sýkýntýmýz var ve bunu bir türlü aþamýyorsak da, yapmamýz gereken bu derdi kabullenmek ve onunla yaþamasýný öðrenmektir, Eyüp sabrýnca. Cicero'nun dediði gibi, "insanlarýn önemli hatalarýndan biri de, deðiþtiremeyeceði, düzeltemeyeceði þeyler hakkýnda üzüntüye kapýlmasýdýr.”

Yaþarken o derdi hep içimizde duymak deðil marifet... daha ulvi bir gayeye kendimizi adayarak, olan derdimizin acýlarýný dindirebilir, belki de ilacýný el yordamýyla bulmuþ oluruz, Her þeyin Sahibi'nin ilhamý ve derman bahþiyle... Çok vakýalarla sabittir ki, onulmaz sanýlan kanser hastalarý, kendilerini baþkalarýnýn sýkýntýlarýnýn çözümüne adadýklarýnda, acýlarý hafiflemiþ, hatta iyileþenlerine rastlanýlmýþtýr. Böyle özel bir insan olalým. Voltaire'in ifadesiyle: " Özel kiþilerin baþlarýna gelen belalar, kamunun iyiliðini saðlar. Bu tür belalar ne kadar çok olursa, kamunun iyiliði de o kadar artar.”

Her haliyle bize örnek olan Efendimiz (s.a.s) gibi adanmýþ bir insanýn arkasýnda belki de milyarlarca insanýn ebedî hayatý kazanmasýna giden yol, bu katlanma köprüsünden geçerek devam etmiþtir. M.Fethullah Gülen Hocaefendi'nin aydýnlýk ifadeleriyle: "... bu kutsî vazife, tam þefkat ve muhabbet fedâilerine göre bir vazifedir. Yaþatma arzusuyla, yaþama zevkini terk edenlerin vazifesi.. içinde bulunduðu cemiyetin fertlerine cennete giden yolu gösteremediði takdirde, cennette dahi huzur bulamayacak kadar yüce himmetler taþýyan þefkat abidelerinin vazifesi..” (Ýrþâd Ekseni isimli eserinden)

Yol, Allah ve Resulü'nün (s.a.s.) yolu, irade ve karar biz; imtihan ehillerinin...!




Ramazan Kerpeten
 



radyobeyan