Sizden Gelenler( Güncel Meseleler )
Pages: 1
Tekfir Meselesi 4 By: neslinur Date: 08 Haziran 2010, 12:58:09

Tekfîr Konusunda Yetkili Merci
 

Tekfîrle ilgili soruþturma, yargýlama ve ilgili iþlemleri yürütme mercii, kuþkusuz Ýslâm Devleti’nin makamlarýdýr. Müslim iken, gerek irtidad gerekse baþka þekillerle küfür suçu iþleyen kiþi hakkýnda iþlem yapmak ve suçluyu cezalandýrmak yalnýzca Ýslâm devletinin güvenlik ve yargý makamlarýnýn yetkisindedir. Bu yetkiyi þahýslar kullanamazlar. Günümüz dünyasýnda bir Ýslâm devleti bulunmadýðýna göre bu konuda fazla bir þey söylemek gereksizdir.
 
Ancak irtidad veya küfrün herhangi bir þekliyle Ýslâm’dan çýkmýþ olan kimse, Kur’ân’ýn ve Ýslâm’ýn bütünlüðüne inanan her mü’min için büyük risk taþýr. Bu nedenle Kur’ân’ýn bütünlüðüne inanan (mü’min) kiþinin böyle bir toplum içinde çok dikkatli yaþamasý gerekmektedir. Þu var ki, mü’min insan, ne kadar dikkatli yaþamaya özen gösterirse göstersin, böyle bir ortamda, içinden çýkamayacaðý sorunlarla karþýlaþabilir ve fiilen karþýlaþmaktadýr. Ýþte tekfîr suçlamasý, dâru’l-harp anlayýþý ve Cuma namazýnýn kýlýnýp kýlýnamayacaðý tartýþmalarý bu sorunun sonuçlarýndandýr.
 
Çünkü bu sorunlar, esasen, -Türkiye’de yaygýnlaþan- üç yapay din ile Ýslâm arasýndaki çatýþmalardan kaynaklanmaktadýr. Bu üç din, tekrar edelim ki, Popüler Türk Müslümanlýðý, Alevilik ve Ýdeolojik Milli Türk Dini’dir. Mü’min kiþi, Ýslâm ile bu üç yapay dinin çatýþma ortamýnda âdeta kilitlenmektedir. O kadar ki mü’min ile bu üç dinin baðlýlarý zaman zaman birbirlerini hiç anlayamayacak kadar sýkýntý çekerler. Örneðin, “helâl, haram, farz, vâcip, sünnet, gayb, vahy, tâðut, þirk, küfür, ilhâd, nifak, irtidâd, zendeka ve bid’at” gibi kavramlar hakkýnda bir laikçi, bir komünist, bir mitüdist, bir Alevi, bir mistik ne bilir? Türkilye’deki sayýlarý bugün elli altmýþ milyonu aþan bu insanlar, yaþamlarý boyunca Ýslâm’a ait bu gibi terimleri doðru tanýmlarýyla birlikte bir kez bile duymamýþ olabilirler. Bu ihtimal çok büyüktür. Üstelik bu ülkede devleti hep bu câhiller yönetmektedir. Hâlbuki mü’min kiþi bunlarýn din ve düþünceleri hakkýnda ister istemez epeyce bilgilere sahiptir. Çünkü bu bilgilerin çoðu zararlý olmasýna raðmen okullarda zorla okutulmakta ve mü’min ailelerin çocuklarý bu zararlý bilgileri not ve diploma için öðrenmek mecburiyetinde býrakýlmaktadýrlar! Mü’minler, bu büyük riske karþý önlem alabilmek kaygýsýyla da olsa sözü edilen üç din hakkýnda ister istemez bilgi sahibi olmaktadýrlar. Dünyanýn baþka yerlerinde de mü’minler bu kaygý ile hareket ettikleri için o bölgelerdeki sapkýn inanýþlar zamanla büsbütün ayrýþarak baðýmsýz birer din haline gelmiþlerdir. Nitekim Dürzülük, Nusayrîlik, Ýsmailîlik, Babîlik, Kadyanîlik ve Bahaîlik bu sayede Ýslâm’dan ayrý birer din olduklarýný zamanla ilân etmek zorunda kalmýþlardýr.
 
Bilgisiz sürüler tarafýndan Ýslâm’la karýþtýrýlabilen bu yapay dinlerin kalabalýk baðlýlarý arasýnda, mü’min kiþi þu üç þeyden birini seçmek zorundadýr:
a) Takiyye yaparak iki veya üç dinli yaþamayý kabul edecektir ve bu suretle Ýslâm’dan çýkacaktýr,
b) Toplumdan tamamen soyutlanacaktýr,
c) Diðer dinlerin baskýsý altýnda kalan inançlarýný ve Ýslâm’ýn deðerlerini savunmak zorunda kalacaktýr.
Üstelik bu üç tercihten hiç biri, mü’min kiþinin sýkýntýlarýný ve sorumluluklarýný ortadan kaldýrmamakta, onu siyasal ve ideolojik tehlikelere karþý koruyamamaktadýr.
 
Bu nedenle þirk suçunun çok yaygýn biçimde iþlendiði Türkiye gibi ülkelerde “mü’min kiþi nasýl yaþamalýdýr, ne yapmalýdýr, küfre düþmemek için nasýl korunmalýdýr ve onu bunu sýk sýk kâfirlikle suçlamamasý için nasýl bir çözüm bulunmalýdýr?” gibi sorular oldukça büyük önem taþýmaktadýr. Çünkü insanlar pervasýzca Ýslâmî deðerleri çiðneyerek dinden çýkarken, baþkalarýný da ilgilendiren hukukî birçok sorunun ortaya çýkmasýna da neden olmaktadýrlar. Yani çok açýk þekilde baþkalarýnýn haklarýný çiðnemektedirler. Bu gibi durumlarda, “herkes inancýnda serbesttir, devlet laiktir, hiç kimse baþka birine dinî baskýda bulunamaz, bakýn iþte camiler açýk, herkes serbestçe ibâdetini yapýyor” gibi istismara ve kandýrmaya yönelik sloganlardan yola çýkýp sanal mâzeretlere sýðýnarak kimse mevcut tecavüzleri örtbas edemez. TC yasalarý da bu konularda mü’minlerin uðradýðý haksýzlýklarý önlemekten son derece uzaktýr. Hatta bu yasalar, mü’minlere ait haklarýn açýkça çiðnenmesini özendiren veya en azýndan kolaylaþtýran bir zihniyetle hazýrlanmýþlardýr. Bu gerçeði karþýlaþtýrmalý çarpýcý örneklerle kanýtlamak mümkündür.
 
Ancak bu konudaki örnekleri kavrayabilmek için öncelikle Ýslâm’ýn hak ile bâtýlý, haram/yasaklý ile mubah/yasal olaný birbirinden ayýrýrken nasýl bir hüküm verdiðini ve mü’min kiþiye nasýl bir sorumluk yüklediðini bilmek ön koþuldur. Türkiye toplumu, bu ince noktadan tamamen habersizdir denebilir. Sorunlarýn büyük kýsmý da iþte buradan kaynaklanmaktadýr.
 
Meselâ Ýslâm, alkollü içki içmeyi aðýr suçlardan saymýþ ve yasaklamýþtýr. Bununla birlikte bu suçu iþleyen kimseyi kâfir olmakla, dinden çýkmakla suçlamamýþtýr. Buna karþýn, “alkollü içki içmek suç deðildir” diyen kimse (hayatýnda hiç alkol kullanmamýþ olsa bile) Ýslâm’a göre derhal kâfir olur, bu dinle hiçbir iliþkisi kalmaz. Ne var ki mesele bununla da bitmemektedir. Konunun ayrýca sosyolojik bir boyutu daha vardýr ve aslýnda büyük sorun buradan kaynaklanmaktadýr. Örneðin bir “vatandaþ” mevcut kanunlardan cesaret aldýðý için, bu konuda sahip bulunduðu sözde özgürlüðünü, Müslümanlara karþý, rahatça bir baský aracý olarak kullanabilir ve herkes tarafýndan duyulacak þekilde hiçbir neden yokken, þu hakaretleri pervasýzca savurabilir: “Ben özgürüm, burasý Türkiye! Alkollü içki içmek neden yasak olsun, kim bunlarý söylüyor?! Bunlar gerici ve yobazdýr, bu örümcek kafalarý ezmek lâzým! Bunlar hangi çaðda yaþýyor?...”
 
Bilindiði üzere, adam öldürmek, zina iþlemek, hýrsýzlýk yapmak, leþ, kan ve domuz eti yemek, alkollü içki içmek, faizli muâmelede bulunmak, israf etmek, kâfir kiþi ile samimi olmak (örneðin, kendisine oy vermek, düþünce ve kanaatinde onu desteklemek), namaz kýlmamak, Ramazan orucunu mâzeretsiz tutmamak, farz olmuþken zekât vermemek ve hacca gitmemek gibi daha birçok fiil, Ýslâm’da yasaklanmýþ ve aðýr suçlardan sayýlmýþtýr. Þu var ki, (küfre götüren suçlar hâriç) bunlarýn herhangi birini veya birkaçýný iþlemekle Müslüman kimse (genel kanaate göre) dininden çýkmýþ olmaz. Fakat Müslüman kiþi bu suçlardan hiç birini bir kerecik iþlemese bile bunlardan birinin Ýslâm’da haram ve yasak olmadýðýný eðer inanarak söylerse Ýslâm dini ile hiçbir iliþkisi kalmaz.
 
Bugün, Türkiyeli insanýn, sonunu ve sonucunu hiç düþünmeden sarf ettiði o kadar çok yakýþýksýz söz, sergilediði o kadar çok çarpýk davranýþ vardýr ki, bunlar, ayný zamanda Ýslâm’a ve Müslümanlara karþý aðýr hakaret suçlarý oluþturmaktadýr. Bu suçlardan ise hukukî sonuçlar doðmaktadýr. Üstelik tâðûtî yasalar bu sözleri ve davranýþlarý suç saymamaktadýr. Peki, böyle bir toplumda Müslüman kiþi kendini nasýl savunabilecek, nasýl koruyabilecektir? Binlerce insan tarafýndan hemen her gün sýkça tekrarlanan o kadar çeþitli sorgulama, eleþtiri, demeç ve açýklamalar vardýr ki, bunlar Ýslâm’a ve Müslümanlara büyük hakaretler içermektedir. Meselâ aþaðýdaki örnekler çok çarpýcýdýr:
 
Türkiye toplumu, son yýllarda çeþitli dinsel ve ideolojik doðrultularda belirgin gruplara ve kamplara ayrýþmýþtýr. Bu kamplar arasýnda Türkçe konuþmaktan baþka hemen hemen hiçbir ortak payda bulunmamaktadýr. Bu kamplar her ne kadar sayýca çok iseler de, genelde dört dinsel kesim olarak belirgin çizgilerle birbirlerinden ayrýlmýþlardýr. Bunlar:
1) Kur’ân’ýn bütünlüðüne inanan mü’minler,
2) Popülist Müslümanlar (bütün tarikatçýlar),
3) Aleviler,
4) Mitüdistler (Milli Türk dininin baðlýlarý).
 
Kur’ân’ýn bütünlüðüne inanan mü’min bir kiþi; -bu gibi sözleri sarf eden veya Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a dil uzatan ya da Kur’ân’ýn içeriði üzerinde spekülasyon yapan ya da helâl þeyi haram, haramý da helâl diye niteleyen- bir kimseyi asla Müslüman sayamaz. Çünkü Ýslâm dini adýna onun böyle bir yetkisi yoktur. Dolayýsýyla (Ýslâm devlet mekanizmasý bulunmadýðýna göre) kiþisel olarak elverdiði kadar (kendi özgürlüðü ve güvenliði açýsýndan) mü’min kiþi, þu önlemleri almak durumundadýr:
 
1) Eþi ise, bu olaydan sonra nikâhýnýn çözüldüðüne inanmak zorundadýr. Onunla artýk karý-koca iliþkisini sürdüremez (Eþi yeniden Ýslâm’a dönerse, nikâhýný yenilemelidir),
2) Velisi ise, üzerindeki velâyet hakký düþmüþ olur,
3) Mü’min kiþi, -böyle bir kimse ile herhangi bir baðý bulunsun veya bulunmasýn- onun kestiði hayvanýn etini yiyemez,
4) Onunla herhangi bir ortaklýk kuramaz,
5) Þahitliðini kabul edemez,
6) Vasiyetini yerine getiremez,
7) Günahlarýnýn baðýþlanmasý için Allah’a duâ edemez,
8) Cenazesini Ýslâmî usûllere göre teþyî edemez,
9) Onun mal varlýðýna vâris olup olmayacaðý ise oldukça ihtilâflýdýr. Bu konuda uzmanlardan bilgi almak zorundadýr.
 
Bir insanýn, görüldüðü üzere, aðzýndan sorumsuzca savuracaðý birkaç söz ya da sergileyeceði bir davranýþ biçimi, inançlar açýsýndan baþkalarýna bu derece aðýr yükler getirebilmektedir.
 
Bu sorun, en kýsa tâbirle þudur: Kendini Müslüman sanan milyonlarca insan, bu ülkede Kur’ân’ýn bütünlüðüne inanan bir azýnlýðý mutlaka ezip yok etmek için dinsel deðerleri istedikleri gibi yorumlamaya, çarpýtmaya, onlara saygýsýzlýk etmeye çalýþmaktadýr. Üstelik bu insanlar bununla da yetinmemektedirler. Halktan bazýlarýnýn da desteðini aldýklarýndan, hem sayýca ezici bir çoðunluða sahip bulunduklarý için, hem siyasal, sosyal ve ekonomik bakýmdan egemen ve üstün konumda olduklarý için bu azýnlýðý kasýtlý þekilde tahrik etmeye de çalýþmaktadýrlar. Ýþte tekfîrciliðin Türkiye’de hortlamasýnýn temel nedeni budur. Çünkü, (popülist Türk muhafazakârlar, mistikler, ýrkçýlar, aleviler ve laikçi mitüdistler) eðer mü’minleri kýþkýrtarak, suç imal ederek onlarý haksýz çýkarmayý baþarabilirlerse hem içeride, hem de dýþ dünyaya karþý haklý olduklarýný kanýtlayabileceklerdir. Ýþte bu nedenle Türkiye’de, son yýllarda çok tehlikeli terör projeleri ve komplo teorileri hazýrlanmýþ ve uygulanmýþtýr. Hizbullah senaryosu gibi... Öyle gözüküyor ki bundan sonra da bu denemeler devam edecektir. Bahane ve suç adlarý da hazýrdýr: “Tekfîrci, terörist, Hizbullahçý, el-Kaideci...”
 
Bu gerçekler, hemen herkesin, aklýný baþýna devþirmesini gerektirmektedir. Eðer bu noktadan yola çýkýlýrsa vicdan sorumluluðu bakýmýndan herkese yöneltilecek insanî birtakým mesajlar bulunmaktadýr. Þimdi de bu mesajlarý “Tekfirin Þartlarý” kapsamýnda iletmek gerekmektedir.
 
 
Tekfirin Þartlarý
 
Burada, önce ilgili taraflara önemli mesajlar yöneltilmiþtir. Bu mesajlar, tekfîr sorununa baðlý olarak her iki karþýt kampa yöneliktir. Bunlardan biri, tekfîrci azýnlýktýr; ikincisi ise onlarýn karþýsýnda yer alan karma çoðunluktur. Bu çoðunluðu oluþturan kamplarý þöyle sýralamak mümkündür. (Kur’ân’ýn bütünlüðüne inanan, fakat strateji ve mücadele metodu bakýmýndan tekfîrcilerden ayrýlan mü’min azýnlýk, bütün mistikler, popülist Türk muhafazakârlar, aleviler ve laikçi mitüdistler...)
 
Müslüman olduðunu sanan (veya ileri süren) bir insaný, þer’î bir nedenle kâfir diye suçlamak ve onun Ýslâm’dan çýktýðýna hükmedebilmek için, kiþide sekiz niteliðin bulunuyor olmasý þarttýr. Bunlar; akýl, bülûð, iman, ilim, basîret, ahlâk, yetki ve yöntembilimdir.
 
Bu vasýflardan yoksun bulunan insanýn, çeþitli nedenlerle onu bunu rasgele kâfirlikle suçlamasý çok yanlýþtýr ve büyük sorunlar doðurabilir. Bu nedenle kendisi de dâhil olmak üzere, birçok mâsum insan, sebepsiz yere zarar görebilir. Böyle bir karanlýk yolu seçmeye ve zaten karýþýk olan ortamý daha çok karýþtýrmaya ise hiç kimsenin hakký yoktur. Çünkü aslýnda birilerinin çýkýp din adýna ahkâm keserek ortaya bir kývýlcým atmasýný altýn bir fýrsat olarak bekleyen milyonlarca insan bu ülkede yaþamaktadýr. Üstelik çoðunluktaki bu kalabalýktan her kiþi, mistik ya da ideolojik baþka bir kampa baðlý olmasýna raðmen bu amacý öbür insanlarla paylaþmaktadýr. Bütün mistikler, ýrkçý muhafazakârlar, aleviler ve lâikçi mitüdistler bu amaçta ortaktýrlar.
 
Tekfîrciler, her þeyden önce bu dev cephe karþýsýnda hangi bilgi, hangi yetki ve hangi güçle herkese kâfirlik suçunu yapýþtýrabileceklerini çok iyi düþünmelidir.
 
Görüldüðü üzere bu noktada, tekfîrciler tamamen haklý bile olsalar, yapabilecekleri hemen hiçbir þey yoktur. Dolayýsýyla bu küçük azýnlýk, önce haklý olup olmadýðýný aþaðýdaki þartlarý inceleyerek sabýrla kendine bir test uygulamalýdýr. Bu þartlarý özet olarak þöyle sýralamak mümkündür:
 
Ýlim:
Baþkasýný tekfîr edebilmek için, önemli þartlardan biri ilimdir. Bir mü’min, imanýnda ne kadar samimi olursa olsun, eðer yeterli uzmanlýk bilgilerinden yoksun ise, insanlarý söz ve davranýþlarýndan dolayý isabetle teþhis edemez. Bu nedenle tekfîr suçlamasýný yöneltecek kiþinin en azýndan aþaðýdaki ihtisas alanlarýnda çok iyi bir öðrenim görmüþ ve kendini kanýtlamýþ olmasý gerekir:
 
Arap dili ve Edebiyatý,
Tefsir ve Kur’an ilimleri,
Akaid ve Kelâm,
Felsefe ve Diyalektik,
Tasavvuf ve Tarikatlar,
Sünnet, Hadis ve Senet,
Mukayeseli Fýkýh,
Usûl ve Mantýk,
Sosyoloji,
Tarih, Siyer ve Megâzî,
Psikoloji ve Davranýþ Bilimi.
 
Bütün bunlara ek olarak, geniþ kültür, insan iliþkilerinde deneyim ve Ýslâm hukukunda ihtisas da þarttýr.
 
Basîret
Böyle bir ülkede kiþinin iþgal ettiði mevkie, sahibi bulunduðu servetlere ve elde ettiði kariyerlere bakarak ona bilgili, bilinçli, ahlâklý ve saðlýklý bir insanmýþ gibi sorumluluk yüklemek sadece insafsýzlýk deðil, ayný zamanda basiretsizlik de sayýlýr. Kaldý ki bir toplumu tümüyle sorumlu tutarak hepsine birden kâfir diyebilmek için o toplumun her þeyden önce reþit olup olmadýðýný çok iyi tespit etmiþ olmak gerekir.
 
Ahlâk
Çok küçük tekfîrci gruplarý istisnâ ederek, dünya Müslümanlarýnýn tümünü veya Türkiye halkýnýn hepsini birden kâfir ya da müþrik olarak görmek, büyük bir cehâletin, karanlýk bir görüþün ya da psikolojik bir rahatsýzlýðýn sonucu olabilir. Bu, eðer kasýtla ve inatla yapýlýrsa bir ahlâk kusurudur.
 
Genellemeler, çoðu kez bir kaçýþýn, bir korku ve paniðin habercisidirler. Ýlginçtir ki lâikçiler ve mistikler de aynen çaðdaþ hâricîler gibi genellemecidirler. Bu fanatik gruplarýn hepsi de dýþlayýcý, bölücü ve ayýrýmcýdýrlar. Bu tutum elbette ki etik deðildir. Farklý argümanlar kullansalar bile bu gruplarýn hepsi de bir tür tekfîrcidirler. Diyalog kurmayý, soðukkanlýlýkla ve önyargýsýz tartýþmayý beceremeyenler, kurtuluþu inatlaþmada ve acýmasýzca suçlamada ararlar. Bu ise ahlâka aykýrýdýr.
 
Þu halde Ýslâm’ý teblið eden, Ýslâm’a çaðrý görevini üstlenen insan, bilgi ve basiretle birlikte, ayný zamanda ahlâklý olmalýdýr. Toplumdan koparak (hicret adý altýnda) çöllere çekilen, büyük þehirlerde ise gruplaþarak belli sitelerde yuvalanan insanlar, daima Hâricîlere benzetileceklerdir. Hâricîler ise Hz. Aliy'e “kâfir” diyebilecek ve onu þehid edebilecek kadar ahlâksýz idiler.
 
Hakký ve haklýyý savunurken inat ve suçlamaya baþvurmak kendinden emin olmamak anlamýna gelir. Bu da bir kiþilik kusurudur. Bir yanlýþý düzeltmeye çalýþýrken yanlýþ yapmak ve kötü örnek vermek hedefe giden yolu kapatýr.
 
Hz. Peygamberin savaþým metodunda, (hâþâ) böyle bir kusur/yanlýþ yoktur. O, büyük hedefin gerçekleþmesi için önce bütün barýþçýl yollarý kullanmýþ, müþriklerle yüz yüze gelmiþ, büyük bir soðukkanlýlýkla dâvâsýný her münasebette ve her platformda anlatmaya çalýþmýþ, buna raðmen çok kere saygýsýzlýða ve komplolara hedef olmuþtur. Bu durumlarda bile “Allahumme’ðfir li-kavmî feinnehum lâ ya’lemûn (Allah’ým, halkýmýn kusurunu baðýþla, onlar gerçeði bilmiyorlar!)” diye Rabb’ine yakararak, büyük bir âlicenaplýk örneði vermiþtir. Müþriklerin ahlâksýz muâmelelerine karþý ayný davranýþlarla misillemede bulunmamýþtýr. Þu halde tekfîre baþvurmak zorunda kalabilecek olan mü’min kiþi, karþýsýndaki kâfir ve müþrik cepheye (barýþ günlerinde) þantaj yapamaz. Dâru’l-harp’de, Dâru’r-ridde de ve Dâru’þ-þirk’te yaþýyorsa, bu alanlara özgü, Ýslâm Hukuku çerçevesinde hayat mücadelesini sürdürür. Ýslâm’da çareler tükenmez!
 
Yetki
Ýslâm, Ýâhî bir disiplin rejimidir. Onun için her önüne gelen, istediði konuda ahkâm kesemez, fetvâ veremez, ictihadda bulunamaz, hüküm infaz edemez. Yetkiler Ýslâm Hukukunda belirlenmiþtir. Ancak bu yetkiler, günümüz koþullarýnda kullanýlamamaktadýr. Hiç kimse Ýslâm ve ümmet adýna bu boþluktan yararlanamaz! Dünya mü’minlerinin büyük bir kaos içinde daðýnýk ve korkunç tehlikelerle karþý karþýya bulunduðu günümüz ortamýnda hiç kimse (yýðýnlarla kitap okuduðu gerekçesiyle!) hele tekfîr gibi çok duyarlý bir konuda fetvâ vermeye kalkýþmamalýdýr. Zaten münferit fetvâlarýn umûma dönük hiçbir hükmü yoktur. Selef döneminden günümüze kadar ictihadlarda, daima cumhurun görüþü aranmýþtýr. Saltanat dönemlerinde þeyhülislâmlarýn çok âcil durumlarda, ânî ve genel olarak siyasî amaçlarla verdikleri fetvâlar, tüm ümmeti baðlayýcý deðildir. Bunlar günlük ihtiyaçlar için, birer karar onayý niteliðinde düzenlenmiþlerdir.
 
Günümüzde dünya mü’minlerinin hepsini baðlayacak Ýslâmî kararlar, mutlaka ümmetin yetkilendirdiði “Þûrâ” tarafýndan düzenlenmeli ve onaylanmalýdýr.[1] Bugünkü Ýslâm Konferansý Teþkilâtý, Ümmetin seçtiði bir heyet olmadýðýna göre bu tür örgütlerin kararlarý ümmeti baðlayýcý olamaz. Çünkü günümüzde Yüksek Ümmet Þûrâsý mevcut deðildir. Yüksek Ümmet Þûrâsý ve onun yetkilendirdiði heyetler dýþýnda hiç kimse, geneli baðlayacak bir tekfîr kararý çýkaramaz.
 
Münferit olaylarda ise, çevresinde ve ailesi içinde küfür zulmüne uðramýþ bulunan mü’min kiþi, âlim bir þahsiyetin onayýný almak sûretiyle (eþi, çocuðu, anasý, babasý, kardeþi ve yakýnlarý hakkýnda) tekfîrde bulunarak (hiç kimseye maddî ve mânevî bir zarar vermeden) imanýný, caný ve malýný kurtarmaya çalýþabilir.
 
Yöntem
Tekfîrde izlenecek yöntemin, her yönüyle Ýslâm hukukuna uymasý þarttýr. Hukuka aykýrý tekfîr hem geçersiz, hem de tehlikelidir. Ayrýca tekfîr yöntemi, tekfîr hak ve yetkisine baðlý olarak deðiþir. Her hâlükârda, bilgi, yetki, tespit ve kanýtlama þartlarýna baðlý olarak tekfîr hakký doðar. Tekfîr yönteminin kurallarý da bu dört þartýn ayrýntýlarý olarak uygulanýrlar. Onun için bu dört þarttan herhangi birinin eksikliði tekfîr dâvâsýný geçersiz kýlar.
 
Ayrýca usûl yönünden, kiþi adýna ve kamu adýna olmak üzere, tekfîr suçlamasý iki farklý dâvâya konu olabilir. Gerek kamu, gerekse kiþi adýna açýlacak hukukî mâhiyetteki tekfîr dâvâsýna bakmaya, (inceleme yapmaya, soruþturma açmaya, karar vermeye ve hükmü infaz etmeye) yalnýzca Ýslâm Devlet organlarý yetkilidir. Ýrtidad veya benzeri küfür suçlarýndan birini iþleyerek yakýnlarýna, muhâtap ve komþularýna karþý zararlý bir unsur haline gelmiþ olan kâfir kiþiye karþý ise (sadece tek taraflý pasif savunma yöntemiyle) mü’minin kendisi, belli þartlar çerçevesinde tekfîre yetkili olabilir. Muhâtabýnýn Ýslâm’dan çýkmýþ ve küfre girmiþ olduðuna iliþkin kesin kararýný verinceye dek mü’min kiþinin izleyeceði kurallar, bu ikinci þýk için yöntemin birinci aþamasýný oluþturur. Ýkinci aþama ise; -muhâtabýndan her türlü iliþkisini kesmek üzere (taþýnmak, alacaklarýný tahsil etmek, iþten ayrýlmak, iþçisini çýkarmak, borçlarýný tasfiye etmek ve ortaklýðýný feshetmek gibi)- iþlemlerin, tekfîr eden þahýsça yapýlmasýndan ve sonuçlandýrýlmasýndan ibârettir.
 
Tekfîr konusunda, yöntem bakýmýndan dikkat edilmesi gereken önemli noktalarý da þöyle sýralamak mümkündür:
 
1) Gerçek anlamda bir Ýslâm Ümmeti ve Ýslâm Devleti bulunmadýðýna göre çaðýmýzda tekfîr konusunda verilecek bütün kararlar kiþiseldir. Bir kiþinin ya da grubun tekfîr kararý (tamamen doðru ve isabetli olsa bile), o kiþi ve gruptan baþka hiç kimseyi baðlayýcý deðildir.
 
2) Bir mü’min, (kararýnda isabetli bile olsa), tekfîr ettiði kiþi hakkýnda (ne kendi adýna, ne de ümmet adýna) hüküm infaz edemez, sadece tek taraflý pasif savunmada bulunabilir.
 
3) Ýslâm Ümmeti fiilen yapýlanýp kendini dünyaya resmen ilân etmeden önce, -ilmî derecesi ve sosyal konumu ne olursa olsun- hiçbir þahýs veya grup ne tekfîr konusunda, ne de herhangi bir fýkhî konuda kendini müctehid olarak sunamaz. Âlimlerin fetvâlarý sadece kendilerini ve onlardan fetvâ isteyenleri baðlar.
 
4) Yeryüzünde Dâru’l-Ýslâm olarak kesin þekilde tanýmlanabilecek belli bir coðrafyanýn bulunup bulunmadýðý konusunda dünyadaki bütün ehl-i tevhid ve onlarýn güvenini kazanmýþ âlimler, az çok ihtilâf içindedirler. Bu da, dünya Ýslâm birliðinin ve Ümmetin, gerçek anlamda mevcut bulunmadýðýný kanýtlamaktadýr. Söz konusu belirsizliðin doðurduðu bu kesin sonuç, ikinci derecede birtakým sonuçlar daha doðurmuþ ve doðurmaktadýr.  Bunlar da yöntem bakýmýndan özet olarak þöyle açýklanabilir:
 
a) Ümmet (fiilen) yoktur diye bütün dünya müslümanlarý tekfîr edilemez. Buna raðmen, kuþku yoktur ki, bütün müslümanlar Ümmetin yeniden yapýlandýrýlmasýndan sorumludurlar ve (bir çeþit “gebermek” anlamýna gelen) câhiliye ölümüyle ölebilecekleri tehdidi altýndadýrlar “Kim boynunda (ülü'l-emr'e) bey'at olmadan ölürse, câhiliye ölümüyle ölmüþ olur." [2] Ancak bu tehdit, onlarýn tümünün kâfir olduðu anlamýna gelmez.
 
b) Bir mü’minin, ailesi ve yakýn çevresi içindeki kimselerden birini tekfîr etme sorumluluðu, öncelikle o mü’minin kendisine aittir. Müctehid sýfatýna hâiz uzmanlar dýþýnda kalan üçüncü þahýslarýn ona yönelik yapacaklarý uyarýlar kesin birer tekfîr kararý sayýlamaz.
 
c) Tekfîr kararý (delilleriyle birlikte) teblið edildikten sonra muhâtap eðer küfründe ýsrar edecek olursa ancak o zaman tekfîr geçerli sayýlýr.
 
d) Þâhitsiz ve belgesiz tekfîr edilen kiþi eðer yanlýþ anlaþýldýðýný ileri sürerek bilinçli þekilde hiç küfre girmediði yolunda kendini savunacak olursa, bunu kanýtlamasý için kendisinden ayrýca delil istenemez. Aksine onu tekfîr eden kiþinin piþmanlýk duymasý, ondan özür dilemesi ve tevbe etmesi gerekir.
 
e) Mü’min iken küfre açýkça girmiþ olsa bile mürtedin ve mürted hükmündeki kiþinin, Ýslâm hukukunda ön görülen cezasý, hiçbir kiþi ve örgüt tarafýndan infaz edilemez. Bu yetki sadece ve sadece Ýslâm Ümmeti adýna Ýslâm Devleti organlarýna aittir. Hatta bizzat devlet baþkanýnýn, (Halifenin, Cumhurbaþkanýnýn...) ve Þûrâ meclisinin onayý þarttýr.
 
f) Dünya müslümanlarýnýn günümüzde uðradýðý soykýrým, cinâyet, iþgal ve tecavüzleri içeride kolaylaþtýran iktidarlara, ordulara ve örgütlere karþý savaþ kapsamýnda verilecek tekfîr kararlarý, bütün tevhid ehlinin geçici þûrâsý tarafýndan onaylanýnca meþrûluk kazanýr. Bu gibi olaðanüstü ortamlarda Ýslâm mücâhidleri, gerilla birlikleri ancak aralarýndaki âlimlere danýþarak tekfîr kararlarý alabilirler.
 
g) Gerek Ýslâm devletinin organlarý, gerekse münferit olarak kiþiler, hiç kimse hakkýnda Allah adýna tekfîr kararý alamazlar. Ýslâm Devleti, Ümmet adýna tekfîr kararý verebilir ve infaz eder. Kiþiler de sadece kendi adlarýna tekfîr kararý verebilir ve sadece (pasif savunmada bulunabilirler), hiçbir sûrette infaza yetkileri yoktur!
 
h) Tekfîr, Ýslâm’da bazen sýrf siyasî, bazen sýrf hukukî, bazen de hem siyasî hem hukukî mâhiyeti olan çok yönlü bir meseledir. Tekfîr kararý asla bir aforoz deðildir.[3]
 
 
Büyük Günah Ýþleyenin Ýtikadî Durumu ve Tekfîr
 
Tekfîr, bir müslümaný veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nisbet etmek; küfre girdiðini söylemek anlamýna gelen dinî bir kavramdýr.
 
Küfür içerisinde olan bir kiþi bu durumdan kurtulup müslüman olabileceði gibi; müslüman olan bir kiþi de dinden dönerek küfre girebilir. Ancak müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda küfre girebileceði; küfür ile iman arasýndaki sýnýrýn tayini tarih boyunca mezhepler arasýnda ihtilâf konusu olmuþtur. Hatta ayný mezhebe baðlý âlimler bile bazen farklý görüþler ileri sürebilmektedir. Bu konudaki tartýþma, Hâricîlerin ortaya çýkýþýyla, yani Hz. Ali'nin hilâfeti döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.
 
Hz. Ali ile Muâviye arasýndaki anlaþmazlýðýn çözüme kavuþturulmasý için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayýnýn arzu edilen þekilde sonuçlanmamasý üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ýsrarda bulunanlardan bir gurup baþkaldýrmýþ ve Hz. Ali'yi, Allah'ýn hükmünü býrakarak beþerin hakemliðine baþvurmakla itham etmiþ ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlýk yapanlarýn küfre girdiklerini ileri sürmüþlerdi. Hâricî olarak adlandýrýlan bu grubun bu davranýþlarýyla Ýslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiþ, bilâhare çeþitli nedenlerle bazen haklý ve bazen haksýz olarak tekfir daima müslümanlarýn gündemini iþgal etmeye devam etmiþtir.
 
Hâricîlerin bu þekilde davranmalarý onlarýn sert mizaçlý, müsamahasýz ve nasslarýn anlattýðý incelikleri anlamaktan uzak kimseler olduklarýný ortaya koymaktadýr.
 
Amel-iman iliþkisine dair belli baþlý mezheplerin görüþlerini þu þekilde özetlemek mümkündür:
 
a) Hâricîler
Deðiþik fýrkalara bölünmüþ olan Hâricîler, büyük günah iþleyen ve tevbe etmeden ölen kiþinin ebedî olarak cehennemde kalacaðýna dair ittifak etmiþlerdir. Ancak böyle bir günah iþleyen kimse, müþrik anlamýnda bir kâfir midir, deðil midir? Bu konuda aralarýnda ihtilâf vardýr. Bazýlarýna göre, bu kimse mü’min deðildir, ama muvahhiddir. Küfre girmiþtir, ama onun küfrü, küfrân-ý nimet kabilinden bir küfürdür. Tevbe etmeden öldüðü takdirde cehennemde ebedî olarak kalacaktýr.
 
Hâricîler, büyük günah iþleyen kimseyi tekfir ederken, þeytanýn, Hz. Âdem'e secde etmemesinden dolayý küfre girdiðini bildiren þu âyeti delil olarak zikrederler; "Bir zamanlar Biz, meleklere (ve cinlere); ‘Adem'e secde edin’ dedik. Ýblis hâriç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladý, böylece kâfirlerden oldu."[4] Onlara göre þeytan Allah'a itaatkâr ve O'nu bilen biriydi. Hz. Âdem'e secde etmekten kaçýnarak büyük günah iþlemiþti. Bu nedenle kâfir olarak lânetlenmiþ ve cehennemde ebedî olarak kalacaðýna hükmolunmuþtur.[5] Böylece onlara göre her büyük günah iþleyen kiþi, Allah'a baþkaldýrma ve O'na isyan etme kasdýyla günah iþlemektedir ve bu nedenle de imandan çýkmýþ, küfre girmiþtir.
 
b) Mu’tezile
Onlara göre müslüman iken büyük günah iþleyen kimse tekfir edilemez, ama bu kimse mü’min de deðildir. Ýki makam arasýnda bir yerdedir ve bulunduðu mertebe fýsk olarak adlandýrýlýr. Tevbe etmeden öldüðü takdirde ebedî olarak cehennemde kalacaktýr.
 
Mü’min, övgüye lâyýk bir kimsedir. Oysa büyük günah iþleyen kiþi, Kur'an'da kötülenmekte ve aþaðýlanmaktadýr. Bu durumda olan kiþi kâfir de deðildir.[6] Bu konuda delil olarak ileri sürdükleri âyetler:
"Mü’min olan, hiç fâsýk gibi olur mu? Onlar elbette bir olamazlar." [7]
"Hayýr, her kim bir kötülük iþler de onun kötülüðü kendisini çepeçevre kuþatýrsa iþte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlý kalýrlar." [8]
"Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezasý ebedî kalmak üzere cehennemdir." [9]
 
Mu’tezile, bu ve benzeri âyetlere dayanarak büyük günah iþleyenin mü’min olmaktan çýktýðýný ve fâsýk olduðunu, cehennemde de ebedî olarak kalacaðýný iddia etmektedir. Hadislerden getirdikleri deliller ise; "Emanete riâyet etmeyen kimsenin imaný yoktur" hadisiyle, benzeri hadislerdir. [10]
 
Mu’tezile'nin görüþleri þöylece özetlenebilir: Kiþi, ya hep günah iþleyen biridir veya hep iyilik. Yahut iyiliðin yanýnda kötülük de iþlemektedir. Sadece iyilik iþliyorsa mü’mindir ve kurtuluþa ermiþtir. Sýrf kötülük iþliyorsa, o zaman tâati yok demektir ve kâfirdir. Ama hem iyilik ve hem de kötülük iþliyorsa, böyle bir kimsenin iyilikleriyle kötülüklerinin eþit olmasý düþünülemez. Ya iyiliði, yani tâati fazladýr veya kötülüðü, yani günahý fazladýr. Hangisi fazla ise, kiþi ona nisbet edilir. Ýyiliði fazla olan kurtuluþa erer, kötülüðü fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boþa gittiðine hükmolunur.[11]
 
c) Mürcie
Hâricîlerin aksine, tekfir konusunda fýrkalar arasýnda en yumuþak davranan fýrka Mürcie'dir. Onlara göre amelin iman üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Ýman, Allah ve Rasûlünü bilmektir. Küfür ise, onlar hakkýnda herhangi bir bilgiye sahip olmamaktýr.[12] Sevap iþlemenin bir kâfire faydasý olmadýðý gibi, büyük günah iþlemenin de mü’mine bir zararý yoktur.
 
d) Ehl-i Sünnet
Ýnsaný günah iþlemeye sürükleyen birtakým etkenler vardýr. Günah iþlemenin sebebi, küfür olabileceði gibi hevâ ve þehevî arzular da olabilir. Kiþi, þehevî arzularýný tatmin için günah iþler. Ýþlediði günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, günah iþlemiþ olmasýndan dolayý kiþiyi tekfir etmez. Ama sýrf Allah'ýn emirlerine karþý gelmek için günah iþliyorsa, elbette ki böyle biri mü’min deðil, kâfirdir.
 
Bununla birlikte amelin iman ile hiçbir ilgisinin bulunmadýðýný söylemek mümkün deðildir. Selef, kalp ile tasdik ve dil ile ikrarý imanýn temel direði, tâatleri de (Allah'ýn emirlerini yerine getirme ve yasaklarýndan sakýnmayý da) imanýn dallarý olarak deðerlendirmiþlerdir. Ýman aðacý ancak temel direk ve dallardan meydana gelir. Hiç dalý bulunmayan bir aðaç düþünülemez, ama birkaç dalý eksik olan aðaç ise aðaç olmaktan çýkmaz. Eksik bir aðaçtýr sadece. Selef, “iman eksilir ve artar” derken dallar mesâbesinde olan tâatlerin eksilip artabileceðini kastederler. Böylece tâatleri de imandan sayarlar. Yani amel imanýn bir cüz'üdür. Ancak bu cüz'den bir þeylerin eksilmesiyle iman ortadan kalkmaz. Ýmam Eþ'arî (ö. 324/936) Ehl-i Sünnet âlimlerinin, imanýn eksilme ve artmayý kabul ettiði görüþünde olduklarýný belirtir.[13]
 
Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar kiþiyi küfürden çýkarýp iman dairesine sokar. Buradaki iman, küfrün karþýtý olan imandýr, kâmil bir iman deðildir. Kâmil iman, Allah'ýn emirlerine riâyet ve yasaklarýndan sakýnmakla gerçekleþir. Küfür nasýl kademe kademe ise, iman da öyledir. Her ne kadar bu derecelerin tamamý tek isim altýnda; iman ismi altýnda toplanýyorsa da dereceler birbirlerinden farklýdýr.
 
Günah iþleyen kimsenin (þirkten kaçýndýðý müddetçe) küfre girmeyeceði âyetlerle de sâbittir. Adam öldürmek büyük günahlardandýr. Bununla birlikte Yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: "Ey iman edenler, adam öldürmek hususunda üzerinize kýsas farz kýlýndý."[14]Âyetin devamýnda da þöyle buyurulmaktadýr: “Ancak kim kardeþi tarafýndan affedilirse, o zaman kýsas düþer.” Görüldüðü gibi âyet katili, öldürülenin velîsinin kardeþi olarak nitelemektedir ki, buradaki kardeþlik ile iman kardeþliðinin kastedildiði apaçýktýr. Yüce Allah, yine þöyle buyurmaktadýr: “Mü’minlerden iki gurup birbirleriyle savaþýrlarsa, aralarýný bulunuz.”[15]Bu âyette de Allah, birbirleriyle savaþan iki grubu da mü’min olarak nitelemektedir.
 
Ehl-i Kýbleden olup da büyük günah iþledikleri kesin olarak bilinen kimselerin tevbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarýnýn kýlýnacaðý, onlar için duâ edilerek affedilmelerinin istenebileceði konusunda, Peygamber (s.a.s) asrýndan çaðýmýza kadar olan zaman içinde ümmetin kesintisiz icmâý vardýr. Hâlbuki bu gibi þeylerin mü’minden baþkasý için câiz olmadýðý meselesinde ümmet yine ittifak halindedir.[16]
 
Ehl-i Sünnet, Mu’tezile tarafýndan delil olarak ileri sürülen âyetlerde kastedilenlerin, mü’min olduklarý halde o günahlarý iþleyen ve böylece küfre girenler olmayýp daha önce de kâfir olanlar olduklarýný söylemektedir.
 
 
Mü’minlerin Ýnsanlar Hakkýndaki Kanaati
 

Mü’minin, görünürdeki gerçeklerden hareket ederek toplumda farklý davranýþ ve kanaatlere sahip insanlar hakkýnda varabileceði yargý, en çok dört þekilden biri olabilir. Bunlar: Tahsin, te’vil, tefsîk ve tekfir’dir. Bunlarýn da anlamý þudur:
 
Tahsin
Tahsin: Bir þeyi uygun, normal, ya da güzel görmek demektir. Bu fikrî deðerlendirme, Ýslâm’ýn emir ve yasaklarýndan hiçbirini açýkça çiðnemeyen kimsenin dengeli, mubah ya da takdir toplayýcý olan davranýþlarýna iliþkin hüsn-i zandýr, olumlu kanaattir. Bu kanaat, ya tarafsýzca olur, ya da bir beðeni duygusu olarak kalben yaþanýr. Mü’min kiþi, bu çizgideki kimselerin sadece dýþ görünüþlerine bakarak bu yargýya varmak durumundadýr.
 
Te’vil
Yorumlamak, daha doðrusu þüpheli bir durumu kasýtlý yorumlamaktan kaçýnmaktýr. Örneðin bir Müslüman, eðer Ýslâm’ýn ölçülerine aykýrý bir düþünce ve inanca saptýðýný, þüpheli kiþi ve çevrelerle iliþki içinde olduðunu ya da suç ve günahlardan birini iþlediðini açýkça ortaya koymamýþsa, yalnýzca söylentilere dayanýlarak veya ihtimallerden hareket ederek onun aleyhinde bir deðerlendirme yapýlamaz. Aksine bilgisizliðin, duygusallýðýn ya da çeþitli yanlýþlýklarýn, bu gibi söylentilere yol açmýþ olabileceðine iliþkin yorumlarda bulunmak, daha doðru olur. Ýþte buna “te’vil” denir.
 
Ýslâm tecessüsü yasaklamýþtýr.[17] Mü’min kiþi, mü’min kardeþinin özel hayatýný araþtýramaz, araþtýrmayý bile düþünemez. Kiþinin suçu gizli kaldýðý sürece o, yalnýzca Allah’a (c.c.) karþý suçludur. Þu var ki, bir müslümanýn þüpheli durumu eðer baþka bir müslamanýn, ya da Ýslâm ümmetinin hayatý, saðlýðý, mutluluk ve baþarýsý ya da maddî ve mânevî çýkarlarý açýsýndan herhangi bir tehlikeyi dâvet edici edici ihtimallerden biri olarak görünürse te’vil yolu burada týkanýr ve bu ihtimal ciddi bir sorun olarak Ýslâm Fýkhý’nýn birinci derecede konusu olur.
 
Tefsîk
Tefsîk: Fâsýklýkla suçlamak demektir. Fâsýklýðýn anlamý þudur: Müslüman kiþinin, küfür ve þirk gibi Ýslâm’dan çýkmayý neticelendiren aðýr suçlar hâriç, diðer bütün günah, yasak ve çirkin iþ ve eylemlerden en az birini kanýtlanabilir þekilde iþlemekle uðradýðý sâbýkalýlýk durumuna “fýsk” ya da “fâsýklýk” denir. Kur’ân-ý Kerim’de münâfýklar[18] ve kâfirler[19] de fâsýklýkla nitelenmiþlerdir. Ancak fâsýk, daha çok bir fýkýh terimi olarak sâbýkalý Müslümanlar hakkýnda kullanýlmýþtýr.
 
Mü’min kiþi, fâsýk ya da (yaklaþýk olarak) ayný anlama gelen “fâcir” müslümaný içinden dýþlayamaz. Onunla iliþkilerinin nasýl olacaðýný ise Ýslâm fýkhý belirler.
 
Tekfîr
Tekfîr: Bir kimseyi kâfirlikle suçlamak demektir. Ýslâm âlimlerinin, çok dikkatli olunmasý uyarýsýnda bulunduklarý hususlardan biridir. Bu nedenle büyüklerden birçok zevat: “Günah iþleyen hiç kimseyi kâfir diye suçlamayýz” dememiþlerse de, “her günah iþleyeni kâfirlikle suçlamayýz” demiþlerdir.[20] Bunun anlamý þudur: Müslüman kiþi, iþlediði hemen her günah sebebiyle kâfir olmaz. Ama öyle günahlar, öyle suçlar vardýr ki iþlendiði zaman (Allah korusun) Ýslâm Dininden çýkmak için yeterli bir neden oluþturabilir. Bunlarýn baþýnda ise Kur’ân-ý Kerim’i bir bütün olarak kabul etmemek, nass’la yasaklanmýþ olan bir þeyin yasaklaðýný tanýmamak ya da yasak olmayan bir þeyi yasak kabul etmek gibi durumlar gelir.
 
Küfür çok aðýr bir suç olduðu için mü’min kiþi bu suçu iþleyen kimse hakkýnda kesin yargýya varmadan önce bu durumdaki insanýn gerçekten kâfir olup olmadýðý hakkýnda duyduklarýný ya da gördüklerini tekrar tekrar gözden geçirmeli, gerekirse âlimlere danýþtýktan sonra bu konuda karara varmalýdýr. Çünkü özellikle mü’min kiþi eðer babasý, oðlu, karýsý ya da kardeþi gibi yakýnlarýndan birini (sonradan) bu aðýr suçun içinde görüyorsa Ýslâm Fýkhý’na konu olan çok büyük bir sorunla karþý karþýya bulunuyor demektir.[21]
 
 
Tekfire Sebep Olan Hususlar
 
Allah'ýn varlýðýný inkâr etmek, ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde O'na ortak koþmak, Kur'an'da zikredilen isim ve sýfatlarýný inkâr etmek insaný küfre düþürür. Mu’tezile ve müteahhir Ehl-i Sünnet kelâmcýlarýnýn, bazý sýfatlarý te'vil etmeleri her ne kadar saðlýklý bir yol deðilse de küfre sebep deðildir. Allah'a, sýfatlarýnýn zýddýný isnâd etmek, meselâ âciz olduðunu söylemek ya da eksiklik ifade eden sýfatlarla O'nu nitelemek, eþyaya hulûl ettiðini iddia etmek yine küfürdür.
 
Peygamber ve peygamberlik kurumu konusunda küfre götüren hususlarýn belli baþlý olanlarý ise þunlardýr: Peygamberlik müessesesini inkâr etmek, Kur'an'da ismi geçen peygamberlerden birini veya bazýsýný inkâr etmek, peygamberlerden birine ulûhiyet isnâd etmek, peygamberleri veya onlardan birini tahkir ederek onlarla alay etmek, evliyânýn peygamberlerden üstün olduklarýný iddia etmek küfürdür.
 
Kur'ân-ý Kerim'in tamamýný veya bir kýsmýný inkâr etmek, Kur'an'da zikredilen þeylerin varlýðýna inanmamak, Kur'an'dan olmayan bir þeyi Kur'an'a ilâve etmek. (Kur'an'ýn mahlûk olup olmadýðý meselesi Ehl-i Sünnet ve Mu’tezile arasýnda tartýþma konusu olmuþ ve bundan dolayý taraflardan bazýlarý birbirlerini tekfir etmiþ iseler de böyle bir meseleden dolayý tekfir doðru deðildir.)
 
Allah'ýn indirdiðinden baþkasýný Kur’an’a üstün tutan ya da baþka bir düzeni benimseyen, Ýslâmî emir ve hükümlerin devrinin geçtiðini savunan kiþinin küfre girdiðinde þüphe yoktur. Ehl-i Sünnet'in mûtemet kaynaklarýndan biri olarak kabul edilen "Þerhu'l-Akaidi't-Tahâviyye" isimli eserde hükümle ilgili olarak þöyle denilmektedir: Ýster yönetici olsun, ister idare edilen halktan herhangi biri olsun, her kim Allah'ýn indirdiðiyle hükmetmenin gerekli olmadýðýný, kiþilerin onlarý uygulayýp uygulamamakta serbest olduklarýný iddia eder ya da bu konudaki Allah'ýn emirlerini küçümseyecek olursa yine küfre girmiþ olur. Ama Allah'ýn emirlerinin üstünlüðüne ve bu hükümlere uymadýðý takdirde âhirette cezaya çarptýrýlacaðýna inandýðý halde bu emirleri uygulamýyorsa küfre girmez. [22]
 
Ýslâm inancýnda, bir kimseyi haksýz olarak tekfir etmek son derece tehlikeli, son derece büyük vebâli olan bir davranýþtýr. Hz. Peygamber þöyle buyurur: "Kim kardeþine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuþtur. Eðer itham edilen kâfir deðilse; küfür, ithâm edene döner."[23]Bu hadiste dile getirilen tehdîdin ciddiyetini belirtmek için þunu kaydedelim ki, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat dýþýnda kalan mezheplerden Hâricîler'in tekfîr edilip edilemeyeceði münâkaþasýnda bâzýlarý, bir Müslümaný tekfir etmenin mesûliyetinin büyüklüðünü göz önüne alarak, ortadaki mübhemiyet sebebiyle, müsbet veya menfî hiçbir þey söylememeyi tercih ederken, tekfîr edilmeleri gerektiðine kaail olanlardan bir kýsmý da görüþlerine delil olarak yukarýdaki hadis-i þerifi zikretmiþler ve: "Onlar Ýslâm ümmetini tekfir ettiklerine göre kendileri kâfir olmuþtur" demiþlerdir. Bu düþüncede olan Kadý Ýyaz eþ-Þifâ'da aynen þunlarý söyler: "Ümmeti, dalâlet ve bütün Ashâb'ý küfürle ithama müncer olan herhangi bir söz sarfeden herkesin kesinlikle küfrüne hükmediyoruz."
 
Burada kaydý gereken bir baþka mühim hadis, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Ýslâm ümmetinin 73 fýrkaya ayrýlýp bunlardan sadece birinin fýrka-ý nâciye (yâni kurtuluþa erecek olan hak yoldaki fýrka) olacaðýný haber verdiði rivâyettir. Deðiþik rivâyet yollarýyla gelmiþ olan hadisin bir vechinde, hidâyet üzere olup kurtuluþa erecek bu grubun kimler olduðunu, dinleyenlerden bazýlarý sorunca þu cevap verilmiþtir: "Onlar, benim yolum üzerinde olanlar, ashâbým, Allah'ýn dini üzerinde cidal ve münâkaþaya girmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle tevhîd ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir."[24]
 
Özetle, Ýslâm âlimlerinin, ittifakla Muhammed ümmetinin dikkatlerini çektikleri bir husus, tekfir meselesi olmuþtur. Buradaki titizliði Gazâlî'nin þu sözleriyle hülâsa edelim: "Ýmkân nisbetinde bir Müslümaný kâfirlikle ithamdan (tekfîrden) kaçýnmak gerek... Zira, tevhîd'i (Allah'ýn bir olduðunu) ikrâr eden musallî (namaz kýlan) kimselerin kanýný helâl saymak hatâdýr. Hatâen bir Müslümanýn kanýný dökmektense hatâen bir kâfire hayat hakký tanýmak evlâdýr." [25]
 
 
Ýslâm’ýn Hâkim Olmadýðý Yerlerde Müslümanlar ve Ýslâmî Duruþ
 
Yaþadýðýmýz dönemde müslümanlarýn (çoðunluk itibarýyla) durumu içler acýsýdýr. Bu konudaki problemleri maddeler halinde saymaya çalýþalým:
 
1. Müslümanlar Ýslâm'ý bilmiyor; ilimden uzaklar; ilimden, yani mutlak hakikat olan Ýlâhî vahiyden mahrum, Kur'an'dan kopuk yaþadýklarý için, Allah'ýn Kitabýndan, birinci elden dini öðrenmiyorlar.
 
2. Bilmemekten daha kötüsü; Ýslâm'ý yanlýþ biliyorlar. Ölçü yanlýþ. Kur'an terazisiyle tartýlýp ölçülmüyor bilinenler.
 
3. Kur'an'a dayalý iman esaslarýný dosdoðru þekilde bilmiyorlar. Dosdoðru inanmýyor ve yaþamýyorlar. [26]
 
4. Ýnanç ve amellerine birçok þirk, hurâfe ve bid'at karýþmýþ. Kimi bilinçli-bilinçsiz irtidat etmiþ, kimi Allah'a endâd/eþler edinmiþ, kimi de küfür içinde bir hayat sürüyorlar. "Onlarýn çoðu Allah'a þirk koþmadan iman etmezler." [27]
 
5. Ýsyan ve itaat bilinci yok. "Lâ ilâhe" deyip reddetmesi gerekenleri bilmiyor; "illâ" diye teslim olmasý gereken zât belli deðil. [28]
 
6. Siyasî bilinç yok. Tâðutlara sevgi içinde ve onlara destek ve yardýmcý olma sözkonusu. [29]
 
7. Cihad ruhu yok; kardeþlik ve vahdet anlayýþýndan uzak, ümmet bilincinden mahrum bir anlayýþ ve yaþayýþ. [30]
 
8. Teblið (emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker) terk edilmiþ. Bedenin ihtiyacý olan gýdalarýn alýnýp uygun þekilde çýkarýlamayýnca ne tür hastalýk oluyorsa; okunan, duyulan, sohbet ve derslerde öðrenilen hakikatlerin uygun þekilde dille veya elle yazýlarak dýþarýya çýkarýlamamasý da fikrî kabýzlýða sebep oluyor. [31]
 
9. Câhiliyeyi yýkmak için mücadele edecekleri yerde, dinlerini müdâfaa bile edemiyorlar.
 
10. Yanlýþ hizmet anlayýþý; haramlarla, Batýlý tarzda ve sadece aklî ya da pragmatizm ölçülerinde hizmet anlayýþý. Rabbânî tarzda ve nebevî ölçülerde, kulluðun içine girecek þekilde hizmet deðil.
 
11. Müslümanlarýn kahir çoðunluðu dünyevîleþti, kapitalistleþti. Dünyaya aþýrý meyil, malýn kulu, paranýn nesnesi olma, lüks, israf, eþya tutkunluðu herkesi ve her yeri kuþattý.
 
12. Âhirete (cennet ve cehenneme)yakînî iman ve âhireti öncelikleyip oraya hazýr olmak yok. Bu toplumun fertleri tek kanatlý kuþ gibiler, iki dünyalý deðiller. Dünyalarýný âhiret açýsýndan deðerlendirmeyiþ sözkonusu.
 
13.  Ulusçuluk, vatancýlýk, ýrkçýlýk, hemþehricilik, düzencilik (devletçi çizgi),
 
14. Atalar dinine sarýlma, gelenek ve âdetleri kutsama ve mutlak doðru kabul etme.
 
15. Modernizm çizgisinde müsteþrike benzer din anlayýþý; ýlýman Ýslâm denen, içi boþaltýlmýþ ve çaðdaþ câhiliye deðer(sizlik)leriyle doldurulmuþ yapay din anlayýþý
 
16. Geçim uðraþýsýndan baþka bir þeyi görmeyiþ veya zengin olma hayalleri içinde Karun gibi olmak için ne gerekirse yapmaya hazýr olma.
 
17. Futbol hastalýðý, müzik tutkunluðu, TV. ve özellikle dizi baðýmlýlýðý, internet düþkünlüðü ve bilgi kirliliðine muhâtap olma.
 
18. Demokrasi ile iþlerin düzeleceðini sanýyorlar. "Oyu ver, koyuver" anlayýþý. Aslýnda ülkeyi kimlerin yönettiðini görmek için çok zeki olmaya gerek yok. Ülkenin derin devlet denilen, baþta yattýðý yerden Atatürk (onun laiklik gibi ilkeleri) olmak üzere, silâhlý kuvvetler; Yargýtay, Danýþtay, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar, para ve TÜSÝAD gibi para babalarý, Amerika, Batý ve onlarýn prensipleri yönetiyor. Halkýn seçtikleri en son sýrada. Onlar sekreter ve piyon durumunda. Halk bunun farkýnda deðil. Kendi tâðutunu seçme telâþýnda. Allah'ýn indirdikleriyle hükmetmeyenleri velî (dost ve yönetici) kabul etmekte.
 
19. Sünnetullah'ý bilmiyorlar. Allah'ýn deðiþmez yasalarýna ters düþen tavýrlar sergiliyorlar. Sýkýntýyla, zorluklarla, korkuyla, cihadla, açlýkla sýnanmadan kurtuluþ bekliyorlar. Rahat ve keyifleri (hevâlarýný tanrý edinme) öne çýkýyor. Üzerine düþen görevleri yapmadan sadece dille duâ sâyesinde netice isteniyor. [32]
 
20. Din'in “asl”ýnda tenzilât, “ayrýntýlarda” ilâvelerde bulunma þeklinde beliren yanlýþ dindarlýk ve yanlýþ takvâ anlayýþý, gerçek Müslümanlýk kabul ediliyor. Ýnsanlar þirkten sakýnmadan nâfile ibâdetlerle dindar olabileceklerini sanýyor. Mistisizm; pasif din ve dindarlýk anlayýþý yaygýn.
 
21. Bilinçli-bilinçsiz tevhidî Ýslâm'a ve muvahhid Müslümanlara düþmanlýk.
 
22. Ýbâdetlere önem verilmiyor; tâðutlara, putlara, bâtýla farkýnda olmadan da olsa ibâdet ediliyor. Haram-helâl, farz-vâcip önemsenmiyor.
 
23. Her çeþit ahlâk krizi; Zulme râzý, edilgen, rüzgâr nereden kuvvetli esiyorsa onun götürdüðü yere sürüklenen nesneleþmiþ insanlar.
 
24. Mürcie düþüncesi: “Ýman ayrý, amel ayrý” diyerek amellere önem vermeden cenneti garanti gören zavallý anlayýþ.
 
25. Çevre þartlarýna teslimiyet: Medya, düzen, okullar, moda, çýlgýnca tüketim, reklâmlarýn etkisinde kalma, yaþama biçimi yönüyle kâfirlere benzeyen ve onlara tavýr al(a)mayan bir yaklaþým.
 
26. Kimlik problemi: a- Kimliksizlik (ne Müslüman olduðu belli, ne gâvur olduðu) b- Çok kimliklilik (Her boyaya giren, her inanca uygun davranan, aslýnda hiçbirinde samimi olmayan münâfýk tipli iki yüzlülük, iki yüz yüzlülük.
 
27. Laiklik: Camide veya namazda baþka Ýlâha; sokakta, iþyerinde baþka ilâha uyma. Tanrýnýn hakkýný (sadece ibâdet gibi hususlarda) Tanrýya, Sezar'ýn (devletin) hakkýný (olmayan hakkýný) Sezar'a verme; böylece çok tanrý edinme anlamýnda laiklik uygulamasý.
 
28. Ayný Allah'a, ayný Peygamber'e, ayný Kitab'a inanmýyor insanlar. Herkesin kendine göre farklý bir Allah, Peygamber ve Kitab anlayýþý var. Kur'an'ýn tanýttýðý þekilde özellikleri olan Allah, Nebî ve Kur'an anlayýþý yok; kargaþa var bu konuda, her Kur’an kavramýyla ilgili hususlarda.
 
29. Vahyin ýþýðýnda aklý kullanmamak, akletmemek, düþünmemek, tefekkürden uzak yaþamak; buna raðmen din hakkýnda ahkâm kesmek, bilgiçlik taslamak, nutuk atmak.
 
30. Bütün bunlarýn hem sebebi ve hem sonucu olarak izzet ve onurlarýný kaybettiler, zillete mahkûm yaþýyorlar. [33] Zaten izzeti yanlýþ yerde arýyorlar. Mü’minlere karþý aziz/sert, kâfirlere karþý ise zillet/alçak gönüllü davranýþ.
 
 
         Günümüzde Tevhid Problemi ve Sebepleri
 
Halkýn Sahih Ýnançtan Tâviz Verme Nedenleri
1-      Cehâlet: Halk dini, hurâfeler ve dâvetçilerin uyarýsýnýn yetersizliði, ihmal, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker eksikliði. Trafik polisi yok yolda, hýz düþkünü hýrslý kimselere, acemi þoförlere ve câhillere uygun ortam.
 
2-      Siyâsî baský ve dayatmalar, yönlendirmeler, tâðûtî tavýr; devlet dini, resmî din teþkilatlarý, Bel’amlar, irtica/gericilik yaygaralarý ve laiklik. Derin devletin psikolojik ve her çeþit baský ve sindirmesi. Resmî din anlayýþý: “Lâ”sý olmayan bir din, redsiz akaid(!) Hâlbuki insanýn kurtulmasý için kutsal küfür olan “tâðutu inkâr etmek, ona küfretmek”[34], varsa iyi taraflarýný örtmek ve kabul etmemek gerekli idi. Bu kutsal küfrün yanýnda, çirkin iman da vardýr; imana þirk karýþtýrmak gibi: “Onlarýn çoðu Allah’a þirk koþmadan iman etmezler.”[35]; Yine imanýn yanlýþ yere yöneldiðinin örneði olarak þöyle buyruluyor: “(Ehl-i kitap) tâðuta ve cibte (bâtýl tanrýlara) iman ediyorlar…” [36]   
 
Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý rejimlerde tâðûtî düzenin tüm kurum ve kuruluþlarý müþrik vatandaþ yetiþtirmek için bütün güçlerini sarfederler.
 
3- Rubûbiyet tevhidini yeterli görmek, Allah’ýn varlýðýnýn isbat ve kabulünü merkeze almak: Ateizm, komünizm, Darvinizm karþýtlýðýný yeterli görmek. Çiçek ve böcekle, arý peteðindeki Allah yazýsý ile tatmin olmak ve bunlarý aþýrý önemsemek.
 
4- Mürcie düþüncesi ve haksýz teslîm (insanlarý Ýslâm’a nisbet): Ameli imandan ayrý kabul ederek ittibâ yoluyla þirki fark etmemek. Mistisizm felsefesi, Kur’an kavramlarýný te’vil, tahrif ve dejenere etmek. Tasavvufî yaþayýþ; pasif tepki, kabuðuna çekilme, kendilerine karþý cihad edilecek þahýslarý ve zihniyetleri kendi hallerine terk edip sadece nefsiyle uðraþmak. Felsefî veya kelâmî tartýþmalar, cedel. Eski Türk dinlerinin kalýntýsý ve geleneðin (atalar dininin) mirasý.
 
5- Haksýz tekfîr; antitez akaidi, mezhepçilik, grupçuluk, baðnazlýk.
 
6- Egemen güçlerin yönlendirmesi, özendirmesi: Saðcý, muhâfazakâr, demokratik Ýslâm anlayýþlarý. Amerikancý, düzenci din yaklaþýmý, ýlýman Ýslâm, BOP vb. yaklaþýmlarýn çekim alanýna girmek. Kafalarýn ve gönüllerin iþgali, sömürü ve köleleþtirmenin kurbanlarý.
 
7- Dünyevîleþme, lüks, israf, þükürsüzlük ya da geçim sýkýntýsý. Cihadýn terki ve eylemsizlik. Ýlâhî emir ve tekliflerden kaçýnma, kâfirlere özenme ve benzeme.
 
8- Çevre þartlarý: Medya (özellikle TV), okullar (özel olduðu iddia edilen ve hatta din öðreten okullar ve kurslar), yaþama biçimleri, reklâm, dostluk iliþkileri… Kimlik problemi: Kimliksizlik ya da çok kimliklilik.
 
9- Aþaðýlýk duygusu, kendi dinine, müslümanlara ve kendine güvensizlik, aþýrý eleþtiri.
 
10- Kibir, gurur, istiðnâ.
 
11- Dâvetçilerin örnek yaþayýþ sahibi olamayýþlarý, sadece laf üretmeleri, tevhidin sadece siyasî yönünden bahsedilmesi.
 
12- Bilgi kirliliði, gereksiz konular ve konuþmalar. Endâd edinme; futbol, TV. internet, müzik gibi uyutucu ve uyuþturucularýn etkisi.
 
13- Laiklik: Ýki veya çok dinlilik. Câmideki veya namaz kýlarkenki Ýlâh’la; sokaktaki, okul, iþ yeri, mahkeme ve meclisteki… ilâhýn farklýlýðý. Allah’ýn sadece göklerin (tabiat güçlerinin) hâkimi olduðu anlayýþý.
 
Ne Yapmalý? Kur’an ve Peygamber ne yaptý, nereden baþladý ve hangi þeye en çok önem verdi ise biz de öyle yapmalýyýz. Her konuyu “tevhid”le baðlantýlý anlatmalýyýz. “Tevhid”i sadece siyasî çýkarým ve yorumlarla baðlantýlý gündeme getirmek yerine; onu parçalamamalý ve kendimiz de “tevhid ahlâký”na uymalý, hal dilimizle, her an ve herkese teblið edebilmeliyiz.       
Ahmed Kalkan Hocamýzýn Darul Harpmi Darul harapmý Eserinden Alýnmýþtýr.

[1] Bak. 42/Þûrâ, 38
[2] Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, el-Ýmâre 58, h. no 1851
[3] Ferid Aydýn, Tekfir Kavramý Hakkýnda Çok Yönlü Bir Ýnceleme, Basýlmamýþ Çalýþma
[4] 2/Bakara, 34
[5] Þehristânî, Nihayetu'l-Ýkdam fî Ýlmi'l-Kelâm, Baðdat t.y 471.
[6] Kadî Abdulcebbar, Þerhu Usûli'l-Hamse, Kahire, 1965, 712.
[7] 32/Secde, 18
[8] 2/Bakara, 81
[9] 4/Nisâ, 93
[10] Bak. Taftazânî, Þerhu'l-Akaid, çev S. Uludað, Dergâh Y., Ýstanbul 1980, s. 265
[11] Kadî Abdulcebbar, a.g.e., 624
[12] Eþ'arî, Makalâtu'l-Ýslâmiyyîn, Wýesbaden 1980, s. 132.
[13] Risâletu Ehli's-Saðîr, Mýsýr-1987, 93; Ayrýca bak. 8/Enfâl, 2; 9/Tevbe, 124; 48/Fetih, 4
[14] 2/Bakara, 178
[15] 49/Hucurât, 9
[16] Taftazânî, a.g.e., 264
[17] Bak. 49/Hucurât, 12
[18] Bak. 63/Münâfýkun, 6
[19] Bak. 9/Tevbe, 84
[20] Ali bin Ebi’l-Izz ed-Dýmaþkî, el-Akîdetu’t Tahâviye Þerhi, 2/434 
[21] Ferit Aydýn, Ýslâm’da Ýnanç Sistemi, Kahraman Y., s. 335-336
[22]Ýbn Ebi'l-Ýzz el-Hanefî, Þerhu'l-Akideti't- Tahâviyye, Beyrut 1988, 323-324; M. Sait Þimþek, Þamil Ýslam Ansiklopedisi, Þamil Y., c. 6, s. 167-168
[23] Buhârî, Edeb 73, 44; Müslim, Ýman 111
[24] Tirmizî, Ýman 18, hds. no 2779; Ýbn Mâce, Fiten 17, hds. no 3992
[25] Ýbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý 2/261-266.
[26] Bak. 2/Bakara, 85-86; 4/Nisâ, 136
[27] 12/Yusuf, 106) Yine bak. 39/Zümer, 65-66; 31/Lokman, 13
[28] Bak. 4/Nisâ, 13-14
[29] Bak. 2/Bakara, 256-257; 4/Nisâ, 76; 16/Nahl, 36; 39/Zümer, 17-18
[30] Bak. 49/Hucurât, 15; 49/Hucurât, 10; 3/Âl-i Ýmrân, 103, 110; 21/Enbiyâ, 92
[31] Bak. 3/Âl-i Ýmrân, 104-105
[32] Bak. 2/Bakara, 155; 29/Ankebût, 1-3; 49/Hucurât, 15
[33] Bak. 4/Nisâ, 13; 63/Münâfýkan, 8
[34] 2/Bakara, 256; 4/Nisâ, 60
[35] 12/Yusuf, 106
[36] 4/Nisâ, 51; yine bak. 4/Nisâ, 60


radyobeyan