Tekfir Meselesi 3 By: neslinur Date: 08 Haziran 2010, 12:53:12
Bir Müslümaný Müþrik Yapan Tavýrlar
Bir müslümanýn Ýslâm’dan çýkmasýna sebep olacak bazý durumlarý þöylece özetleyebiliriz.
Müslüman olduðu halde, Allah’a þirk koþmak; Allah’ýn dýþýnda bir kimseye, bir otoriteye, putlara tapýnmak, Allah’tan istenecek yardýmý ölülerden veya mezarlardan istemek, birtakým örgütleri veya devletleri Allah gibi düþünmek kiþiyi Ýslâm’dan çýkarýr, müþrik yapar.
Ýslâm’ýn küfür dediði þeyler konusunda þüphe etmek de kürü gerektirir. Ýslâm da bellidir, onun dýþýndaki bâtýl yollar da bellidir.[1] Küfür olan konularla ilgili olarak “acaba onlar da doðru olabilir mi?” düþüncesi Ýslâm inancýna aykýrýdýr. Onlar doðru olsaydý, Ýslâm’ýn Hz. Muhammed ve Kur’an’la gönderilmesine ne lüzum vardý? Bütün bâtýl dinler, bütün Ýslâm dýþý ideolojiler, insanlar adýna nisbet edilen hayat sistemleri Ýslâm tarafýndan reddedilmektedir (Kapitalizm, Komünizm, Hinduizm, Hýrýstiyanlýk, Demokrasi, Marksizim, laisizm, Kemalizm ve diðerleri).
Peygamberimiz’in bize bildirdiði bazý þeyleri beðenmemek, onlara karþý yüzü buruþturmak, râzý olmamak. [2]
Müslümanlara karþý kâfirlerle iþbirliði yapmak, onlara yardým etmek. [3]
Ýslâm’ýn ilkelerine, þeriata karþý gelmek, onlarla alay etmek, onlarýn yerine baþka otoritelerin veya kiþilerin görüþlerini daha iyi, güzel veya çaðdaþ bulmak.
Kesin deliller ile, ümmetin icmâsý ile sâbit olmuþ, dinden sayýlan hükümlere karþý gelmek, onlarý kabul etmemek.
Bunlar veya bunlara benzer davranýþlar ve sözler bir müslümaný dinden çýkarabilir, mürted yapabilir. Bunlar birer hükümdür ve müslümanlarý din konusunda dikkatli olmaya teþviktir, onlarý tehlikeden sakýndýrmaktýr. Kiþi ya inanýr, ya inanmaz. Ama tutarlý olmasý gerekir; inandýðý dinin gösterdiði gibi inanmasý ve yaþamasý lâzýmdýr. Ýslâm, Allah’ýn dinidir ve ona nasýl inanýlmasý gerektiði ortaya konulmuþtur. O, insanlarýn görüþü deðildir ki, dileyen dilediði gibi kullansýn.[4]
Ortam ve çevre þartlarý Ýslâmî deðil; câhiliyye yapýsý arzettiðinden, günümüzde insanlar, Ýslâm’ý doðru bir þekilde kavrama ve sýrât-ý müstakîm çizgisini kolaylýkla sürdürme imkânlarýna yeterince sahip deðildir. Ýslâm dýþý, hatta Ýslâm’a düþman düzen ve buna baðlý kurum ve kurallarýn etkisiyle her an bâtýl yollara bilinçsiz de olsa dalma riskiyle karþý karþýyadýr günümüz insaný. Bunlardan bazýsý, belki imanýný tümüyle giderecek ve kiþiyi mürted yapacak durumda deðilse de, bir kýsým insan bilerek ve seçerek Ýslâm’dan farklý yollar/ideolojiler/dinler edinmektedirler. Bu kimselerin mâzîsinde Ýslâm’ý gerçek anlamýyla bilip bir bütün halde kabul etme ve yaþama gayreti var iken, sonradan bilinçli bir tercih sonucu dinini deðiþtirme sözkonusu olmuþ ise, -neûzü billâh- mürtedlik vuku bulmuþ olur. Mü’min iken kiþinin müþrik ve mürted olmasý sonucunu veren birtakým söz ve fiillere þunlar örnek gösterilebilir:
Müslüman bir kimsenin kendi irâdesiyle açýkça; ‘Ben Allah’a ortak koþuyorum’ demesi, yahut Allah’ýn varlýðýný inkâr etmek, peygamberleri reddetmek ya da bir tek peygamberi dahi yalanlamak gibi küfrü gerektirici bir söz söylemek, açýkça küfrü gerektiren -Mushaf’ý ya da bir parçasýný pisliðe atmak gibi- bir fiil iþlemek, namazýn farz oluþu, zinânýn haram oluþu gibi Ýslâm’ýn kesin bir hükmünü inkâr etmek, farz namazlarýn, -bunlarýn bir rekâtinin bile olsa- farz olduðunu, dinin emri olduðunu reddetmek gibi veya farz olmadýðý kesin delillerle sâbit bir hükmün farz olduðuna -meselâ farz namazlara bir rekât ilâve etmek gibi- inanmak, peygamberliðin insanlarýn kendi gayretiyle kazanýlabileceðini ileri sürmek gibi hususlar küfrü gerektirir. Bu gibi küfrü gerektiren inanç ve tavýrlar önceden müslüman bir kimse tarafýndan kabul ediliyorsa, bu kimse mürted olur.
Çaðýmýzda ortaya çýkan birtakým þartlar vardýr ki, müslüman kimse iman açýsýndan bunlarýn da hükmünü bilmelidir. Bunlarýn en baþýnda hiç þüphesiz Allah’ýn indirdiði hükümlerin dýþýndaki hükümler ile hükmetmek gelir. Konuyla ilgili olarak Abdülkadir Udeh’den alýntý yapalým: “Çaðýmýzda reddetmek, kabul etmemek yoluyla küfrün açýk örneklerinden bir tanesi de, Allah’ýn þeriatiyle hükmetmeyi kabul etmemek ve onun yerine insanlar tarafýndan konulmuþ hükümleri, kanunlarý uygulamaya koymaktýr. Çünkü Ýslâm dininde asýl olan kural, Allah’ýn indirdikleriyle hükmetmenin farz, ondan baþka kanun ve hükümler ile hükmetmenin ise haram olduðudur. Kur’ân-ý Kerim’in bu hususa dair naslarý gâyet açýk ve kesindir.
Ýslâm þeriatine aykýrý her türlü yasa ve hükmün bâtýl olduðu hususunda fakîhler ile ilim adamlarý arasýnda görüþ ayrýlýðý bulunmamaktadýr. Yine onlarýn ittifakýna göre Ýslâm dýþý hükümlere itaat gerekmez, hatta Ýslâm þeriatine aykýrý olan her þey, müslümanlara haramdýr. Ýsterse bu haramý emreden ya da mubah kýlan egemen otorite ya da baþkasý olsun. Yine ittifakla kabul edilen hususlardan bir tanesi de þudur: Sahih olduðuna inandýðý bir te’vile dayanmaksýzýn müslümanlardan her kim Allah’ýn indirdiklerinden baþka hükümler ortaya atarsa, o kimseler hakkýnda Yüce Allah’ýn verdiði “kâfir, zâlim ve fâsýk” hükümleri verilir. Meselâ, baþka bir hükmü ondan daha üstün, daha güzel gördüðü için Ýslâm’ýn öngördüðü cezalarý ve hükümleri uygulamaktan yüz çeviren bir kimse, kesinlikle kâfirdir, daha önce iman etmiþ ise bu tavýrlarýyla mürted olur.
Ýttifakla kabul edilen hususlardan bir diðeri: Allah’ýn ya da peygamberinin emirlerinden herhangi birisini reddeden bir kimse, bunu ister þüphe ve tereddüt yoluyla, isterse de terk ve kabul etmemek yoluyla, isterse de o hükme teslim olmamak dolayýsýyla reddedecek olursa Ýslâm’dan çýkar, mürted olur. Çünkü sahâbe-i kirâm, zekât vermeyi kabul etmeyenleri mürted olarak deðerlendirmiþlerdir. Yüce Allah kendisinin ve Rasûlünün hükmünü teslimiyetle kabul etmeyenlerin kâfir olduklarýna dair açýk hükmünü indirmiþtir: “Rabbine andolsun ki, onlar kendi aralarýndaki anlaþmazlýklarda Senin hükmüne baþvurmadýkça ve verdiðin hükmü, içlerinde bir sýkýntý olmaksýzýn tam bir teslimiyetle kabul etmedikçe iman etmiþ olmazlar.” [5]
Elfâz-ý Küfür
Elfâz'ýn tekili olan lafýz (lafz); söz, kelime ve ifade demektir. Küfür ise "kefera" fiilinden masdar olup, sözlükte; bir þeyi örtmek anlamýna gelir. Kalbindeki imanýný örten kimseye de bu yüzden münkir veya kâfir denilmiþtir. Bir terim olarak, kiþiyi küfre düþüren ve dinden çýkmasýna sebep olan sözlere "elfâz-ý küfür" adý verilir.
Bir mü'mini küfre düþüren sözler beþe ayrýlýr. Bunlar: Ýstinkâr, istihlâl, istihzâ, istihfaf ve istihkardýr. Ýtinkâr, bir Ýslâmî hükmü açýkça inkâr etmek veya dince mukaddes olan þeylere inanmayýp küfretmek; istihlâl, Allah’ýn haram kýldýðý bir þeyin haramlýðýný, yasak olduðunu kabul etmemek (veya helâl kýldýðýný haram kabul etmek) demektir. Ýstihzâ, dinin esaslarýndan birini alaya almak; istihfâf, inanýlmasý gereken ve zarûrât-ý diniyye denilen prensipleri küçümsemek, hafife almak; istihkar ise, dinle ilgili temel esaslarýna ve dinin mukaddes saydýklarýna hakaret etmek, çirkin sözler söylemek.
Allah'ýn zâtý, sýfatlarý, fiilleri, isimleri, emirleri, yasaklarý hakkýnda þaka yollu da olsa alay ederek küçümseyici konuþmak ve Allah'a çirkin sözler söylemek kiþiyi dinden çýkarýr. "Allah ile, O'nun âyetleriyle, O'nun Rasûlü ile alay mý ediyorsunuz? Boþ yere özür dilemeye kalkýþmayýn. Siz imandan sonra küfre düþtünüz." [6]
Peygamberlik kurumunu önemsememek ve peygamberlikle alay etmek, onlar hakkýnda küçük düþürücü sözler söylemek istihkar (hakaret ve sövme) sayýlýr. Bu yüzden herhangi bir peygamberi küçük gören, alay eden ve O'na ezâ veren dinden çýkar.
"Þüphe yok ki, Allah'a ve Rasûlü’ne eziyet verenlere Allah dünyada ve âhirette lânet etmiþtir. Onlara çok küçük düþürücü bir azap hazýrlamýþtýr."[7]; "Münâfýklardan öyleleri vardýr ki, peygamberi incitiyorlar ve 'O her söyleneni dinleyen bir kulaktýr' diyorlar. De ki, 'O sizin için bir hayýr kulaðýdýr. Allah'a da inanýr, mü'minlere de. Ýman edenleriniz için bir rahmettir. Allah'ýn Rasûlüne eziyet verenlere ise acýklý bir azap vardýr."[8]
Hz. Peygamber'e hakaret dinden çýkardýðý gibi, mukaddes kitaplara ve Kur'ân-ý Kerim'e hakaret veya mukaddes kitaplarýn aslýný inkâr edici sözler söylemek küfürdür. Kur'an'la, bir sûresi veya âyetiyle alay etmek, onu küçümsemek küfürdür. Meleklere hakaret etmek, alay etmek, ayýplamak, onlarý küçük görmek küfürdür. Cebrâil'in vahyi getirirken hata ettiðini, Hz. Ali yerine yanlýþlýkla Hz. Muhammed’e (s.a.s.) vahyi verdiðini söylemek de kiþiyi dinden çýkartýr. Azrâil'e, ölüm meleði olduðu için hakaret etmek, meleklerin diþi olduðunu söylemek de küfürdür. Sahâbeleri tekfir ederek, onlarýn mü'min olmadýðýný söylemek de küfür kabul edilmiþtir. Sahâbeyi küçümsemek, alay etmek ve onlara buðz etmek ise bid'at ve sapýklýktýr. [9]
Söyleyeni dinden çýkaran küfür sözlerinin bu sonucu meydana getirmesi için hür bir irâde ve ihtiyarla söylenmesi gerekir. Tehdit, zor ve baský altýnda küfür sözlerini söyleyen kimse, ikrâh-ý mülcî yani tam zorlama ile, öldürme, kesme, bedene zarar verme ve þiddetli dövme gibi iþkence veya bu tehditler varsa küfür sözü söyleyebilir. "Kalbi imanla dolu olduðu halde, küfre zorlanan müstesnâ olmak üzere, kim iman ettikten sonra, küfre sîne açarsa Allah'tan onlara bir azap vardýr."[10] Bu âyet, küfre zorlanan kimsenin dinden çýkmayacaðýný gösterir. Nitekim Mekke müþrikleri, Yâsir ile hanýmý Sümeyye'yi Ýslâm'dan dönmeleri için zorlamýþ, iþkence altýnda ikisini de öldürmüþtür. Yâsir'in oðlu Ammâr'ý da bir kuyuya atarak iþkence yapmýþlar, Ammâr iþkenceye dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduðu halde, diliyle Ýslâm'dan döndüðünü söylemiþ ve canýný kurtarmýþtýr. Haber Hz. Peygamber'e ulaþýnca, kendisiyle görüþmüþ ve yine iþkenceye mâruz kalýrsa ayný sözleri söylemesine ruhsat vermiþtir. Yukarýdaki âyet-i kerime bu olay üzerine inmiþtir.
Günümüzde nice þarkýlarda dinle ilgili kutsal esaslara hakaret taþýyan, kadere isyan eden, bir kadýný putlaþtýrýp Allah'ý sever gibi sevme ifadeleri müslümaným diyen insanlar tarafýndan rahatlýkla söylenebilmektedir. Bir futbol takýmý ekber, yani Allah'a ait olan "en büyük" ifadesiyle sloganlaþtýrýlabilmekte, öðrencilere bir þahýs hakkýnda ilâhî özellikler verilerek antlar, Þîîrler söylettirilebilmektedir. Medyada, kahvelerde, sokaklarda nice elfâz-ý küfür rahatlýkla aðýzlardan çýkabilmektedir. "Ýþimiz Allah'a kaldý", "Allah'lýk" gibi ifadelerle Allah hakkýnda küçültücü ifadeler söylenebiliyor. Azrail'e kýzýlýp ileri geri sözler sarfedilebiliyor. Bir kýza "Melek" ismi verilebiliyor, felek ifadesiyle göklerin insan kaderi üzerinde etkisi kabullenilerek ona kader adýna hakaretler edilebiliyor. Açýkça kadere de çatýlabiliyor. Zamana sövülebiliyor. Cennet ve cehennemle ilgili fýkralar anlatýlarak Allah'ýn ödül ve cezasý þaka konusu edilebiliyor. Dini küçük düþürücü Bektaþi fýkralarý veya dinin kutsallarýný küçük düþürecek uydurmalar anlatýlabiliyor. Allah'ýn sýfatlarý baþkasýna verilebiliyor. Allah'tan baþkasýna duâ edilip medet ve yardým istenebiliyor. Allah'tan baþkasý adýna yemin edilebiliyor. Aðzýmýzdan çýkan her sözün hesabýnýn isteneceði unutularak küfür lafýzlarý sakýz gibi aðýzlarda dolaþabiliyor. Bütün bunlar, elfâz-ý küfür, þirk, irtidat gibi konularýn kapsamýna girmektedir.
Tekfirciliðin Sebepleri
Özellikle, düzenin din kurumu Diyanet’in ve liderleri dýþarýda olan büyük cemaatlerin temsil ettiði ýlýmlý Ýslâm anlayýþýna ve televizyon müftülerine haklý olarak tepki gösteren bazý gençler, çözümü haklarý olmadýðý halde tekfircilikte aramaktalar. Tekfirciliðin birçok sebebi vardýr. Bunlar içinde grup taassubu ve üstü örtülü olsa da kibir ön sýrada yer alýr. Sadece kendisinin ve içinde bulunduðu grubun cenneti hak ettiðini, kendini Müslüman sayma, diðer fertlerin ve cemaatlerin tümüyle bâtýl yolda olduðunu ve cehennemi hak ettiðini deðerlendirme yatmaktadýr haksýz tekfirciliðin kökeninde. Sanki cennet çok küçüktür, baþkalarý da cennete gitse kendisine yer kalmayacaktýr ve Allah’ýn rahmetini sanki o daðýtmaktadýr. Yetersiz Kitap-Sünnet bilgisi, Ýslâmî eserlerin, özellikle tevhidî mesaj veren yazarlarýn yanlýþ yorumlanmasý ve yüzeysel deðerlendirmeler de bu sebepler arasýndadýr.
Bir yanlýþa karþý çýkmanýn onlarca yolu vardýr. Ýslâm’ýn onaylamadýðýný düþündüðümüz bir bir söz ya da davranýþýn ve bunlarýn sahibinin eleþtirilmesi için tekfir dýþýnda lügatlerde yüzlerce kelime bulunabilir. Kaba kuvvet nasýl acziyetin ve aþaðýlýk duygusunun göstergesi ise, haksýz tekfir de aynen öyledir. Fikre fikirle karþý çýkmak gerekirken, karþý tarafýn delillerinin çok daha güçlü delillerle çürütülmesi gerektiði halde, damgalandýrýp yargýsýz infaza baþvurmayý tercih eder tekfirci. Haksýz tekfir; ucuzculuktur, ithamdýr, sûi zandýr, önyargýdýr, toptancýlýktýr, süpürücülüktür. Haksýz tekfir taraftarýnýn gözünde iki renk vardýr: Beyaz ve siyah. Beyaz, üzerine hiç toz konmayan bembeyazdýr; siyah da kapkaradýr. Tekfircinin mantýðý “ya hep ya hiç” þeklinde formüle edilebilecek kumarbaz mantýðýdýr. Tabii haksýz tekfirin neticesi görevden kaçmadýr, tekfir edilen grup ve þahýslarla baðlarý koparmak, onlarý aþaðýlayýp teblið ve dâveti onlara götürme ihtiyacý duymamaktýr.
Cemaat ve cemiyetler, birbirlerine çevirdikleri eleþtiri oklarýný önce kendi nefislerine ve gruplarýna çevirmelidir. Tevhide duyarlý cemaatleri ve onlara mensup olan fertleri barýþtýrmalýyýz. Muvahhid mü’minler ve cemaatler, birbirine haksýz olarak yönelttiði aðýr eleþtiri ve tekfir oklarýný, grup farký gözetmeksizin tüm mü’minlere düþmanlýk yapan güçlere yöneltmelidir. Müslüman gruplar birbirlerini tekfir ederken, Ýsrail’i, Amerika’yý ve onlarýn dostu konumundaki baþlarýndaki tâðutlarý, Ýslâm’a açýkça düþmanlýk yapan egemen güçleri unuttuklarýnýn farkýnda bile deðiller. Kardeþliðin gereði, karþýmýzdakini yanlýþlardan kurtarmaktýr; tekfirciliðin gereði ise onu küfre nisbet edip onunla iliþkileri kesmek ve onu yanlýþlarýyla baþ baþa býrakmak ve hatalarýnýn daha da keskinleþmesi için zemin hazýrlamaktýr. Haksýz tekfir, en büyük iftiradýr. Kul haklarýnýn, hakký gasbetmenin en büyüðüdür.
Açýkça küfrü ispatlanamayan kimselerin þahit olduðumuz itikadî yanlýþlarýný düzeltmeye çalýþmak yerine, onlarý bulunduklarý yanlýþlarla baþ baþa býrakmak, hatta sert ithamlar ve yanlýþ damgalandýrmalarla Müslümanlarýn arasýný bozmak, farkýnda olmadan ifsadçý olmaktýr. Hâlbuki Kur’an, mü’minlerle ilgili bir haber geldiðinde onu hemen kabullenmemeyi, doðruluðunu tahkik edip araþtýrmayý emrediyor. Mü’minlerin arasýný ýslah etmeyi emrediyor. “Ey iman edenler! Eðer bir fâsýk size bir haber getirirse onun doðruluðunu araþtýrýn. Yoksa, bilmeden bir topluluða kötülük edersiniz de sonra yaptýðýnýza piþman olursunuz.” [11]; “Eðer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruþur savaþýrlarsa aralarýný düzeltin. Þayet biri ötekine saldýrýrsa, Allah’ýn emrine dönünceye kadar saldýran tarafla savaþýn. Eðer dönerse artýk aralarýný adâletle düzeltin ve adâletli davranýn. Þüphesiz ki Allah, âdil davrananlarý sever. Mü’minler ancak kardeþtirler. Öyleyse kardeþlerinizin arasýný düzeltin ve Allah’tan korkun, umulur ki merhamete ulaþýrsýnýz.” [12]
Ýnanýlýp kabul edilmesi gereken esaslar, Kur’an’ýn inanç konusundaki kesin hükümleridir; kelâmî konular ve þahýslara, mezhep ve cemaatlere göre deðiþen yorumlar deðildir. Reddedilmesi gereken esaslar, falan veya filan mezhebin ya da cemaatin tartýþýlabilecek görüþlerinden önce, “lâ” diye kestirilip atýlmasý gereken tâðûtî anlayýþlar, þirk ve küfür olduðu kesin olan görüþ ve yaklaþýmlardýr. Tüm müslümanlarý baðlamasý yönüyle iman ve küfür konularý (yani bir kimseyi mü’min kabul etmek veya onun müþrik olduðuna hükmetmek), beþerî görüþlere dayanmamalý, göreceli ve tartýþmalý konulardan, mezhebî ictihad ve kelâmî deðerlendirmelerden uzak olmalýdýr. Vahye dayanan ve Kur’an ilkelerinin temel alýndýðý ilkelerdir bizim söylemek istediðimiz.
Bugün nice insan, cemaatinin, aðabeylerinin veya okuduðu kitaplarýn etkisiyle farklý insanlarý kolayca tekfir edebiliyor. Bir kimse, Kur’an’ýn kesin bir hükmünü yalanlamadýðý müddetçe, inkâr etmediði veya Allah’a kesin þekilde þirk koþmadýðý müddetçe o kimsenin tekfir edilmesi yanlýþtýr. Bir davranýþýn küfür olmasý, o iþi yapan tüm insanlarýn kâfir olmasýný gerektirmez. Mesaj verme ve inanç konularýna dikkat çekmeyi amaçlayan söz veya yazýlardan yola çýkarak bir müslümaný tekfir etmek, kesinlikle yanlýþtýr. Ýslâm’ýn kesin hükümlerinden (zarûrât-ý diniyeden) ya da Kur’an âyetlerinden birini inkâr eden bir kimse, kendisine bu hususlar teblið edildiði ve o kimsenin câhilliði giderildiði halde, bile bile inkâra devam ediyorsa ve bu inkâr ettiði husus, tartýþmalý bir husus da deðilse, ancak o kimseye “kâfir” denilebilir, o kimse tekfir edilebilir. Câhilliðin de Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý ve insanlara doðru bir dinin anlatýlmadýðý toplumlarda mâzeret olabileceðini düþünüyorum. Yani, yeterince okumadýðý için Ýslâm’ýn bazý hassas konularýný bilmediðinden yanlýþlýkla, küfür olduðunu bilmeden bir söz söyleyen veya böyle bir davranýþta bulunan insanýn da tekfir edilmemesi gerekir. Böyle kimselere anlatabilme imkânýmýz varsa, doðru dini onlara anlatmak ve tüm þüphelerini gidermek gibi görevler yapýldýktan sonra, yine bile bile Kur’an’ýn hükümlerinden birini reddediyorsa o kimseyi ancak o zaman tekfir edebiliriz. Þahsî yorumlarla iman esaslarýný birbirine karýþtýrmamalý, müslüman olmak ve müslüman kalmak için þart olan esaslar ile, bunlarýn yaþanýlan ortamda ne anlama geldiði konusuyla ilgili yorumlarý ayrý ele almalýyýz. Birincisinin tartýþýlmasý bile câiz olmayan mutlak hakikatler olduðu, ikincisinin yani yorumlarýn ise, ictihadî/beþerî/zannî/göreceli doðrular olduðu bilinmeli ve bütün müslümanlarýn bu beþerî yorumlara aynen katýlmalarý mecbur tutulup, katýlmayanlarýn tekfîr edilmesine gidilmemelidir. Ýnanç esaslarý; kaçýnýlmaz olan farklý mezhep, görüþ ve akýmlarýn kendi doðrularýný tüm müslümanlara dayatmalarý için bir araç haline getirilmemelidir. Öðrenilen iman esaslarýnýn temel ilke olarak kabulü onlara þeksiz iman edilmesini doðuracaðý gibi, yaþanýlan hayatýn bu ilkelerle baðlantýsý ve bu esaslarýn sosyal hayata nasýl geçirileceði üzerinde ise ister istemez beþerî yorumlar ve metod farklýlýklarý olabilecektir.
Ýslâm Akaidi, beþerî görüþlere ve þahsî anlayýþlara deðil; vahye dayanýr. Kimsenin þahsî yorum ve kanaatleri, hevâ ve hevesleri akaidde baðlayýcý olamaz. Ýtikadý belirleyen ölçülerin tek kaynaðý vahydir. Vahy olduðu tartýþýlan veya mânâsý farklý anlaþýlmaya müsait olan hükümler bile akaid için kesin ölçü olamaz. Ýslâm inanç esaslarý, delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin itikadî hükümleridir. Kesin doðru, mutlak doðru olan hükümler, tüm müslümanlarýn kabul etmek zorunda olduðu vahyin hükümleridir.
Kimse bir þahsýn ictihadýný ya da kendi anlayýþýný, beþerî bir yorumu, baþka insanlara inanç esasý olarak dayatma hakkýna sahip deðildir. Mânâya delâleti zannî olan þahsî açýklama veya yorumu kabul etmeyenleri tekfir etme hakkýna hiç kimse sahip deðildir. Delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin hükümleri mutlak doðrulardýr. Bu doðrular, kiþilere, zamana ve coðrafyaya göre deðiþmez. Bunun dýþýndaki doðrular, nisbî (göreceli) doðrulardýr. Ýctihadî hükümler, þahsî yorum ve tefsirlerdeki doðrular, zannî ve tartýþmalý doðrular sýnýfýna girer. Bunlar tüm müslümanlarý baðlayýcý olamaz. Dolayýsýyla, içinde þüphe bulunan zannî, göreceli, deðiþken beþerî doðrularla; yani zayýf delillerle hiçbir mü’min tekfir edilemez.
Halkýn önemli bir kesiminin (namazla irtibâtýný kesmeyenlerin) câhil de olsa, Allah’ý ve Rasûlünü seven, bildikleri kadar da yer yer müslümanca yaþayan, ama yeterince dini kendi öz kaynaðýndan (Kur’an’dan) öðrenmediði için bazý yanlýþlarý ve ihmalleri olan günahkâr Müslümanlar olduðunu ifade edebiliriz. Halka, özellikle kýble ehline, yani farklý yorumlara sahip namaz kýlanlara açýkça bir küfür sözü ve davranýþýna þahit olmadýðýmýz müddetçe hüsn-i zanla yaklaþmalýyýz.
“Kim lâ ilâhe illâllah der ve Allah’tan baþka mâbudlarý reddederse, Allah onun malýný ve kanýný haram kýlar. (Samimi olup olmadýðý) meselesi Alah’a aittir.” [13]; “Allah’tan baþka ilâh olmadýðýna ve Muhammed’in, O’nun elçisi olduðuna þehâdet ederek Allah’a kavuþan kimse cennete girecektir.” [14]
Ama, konuyu sadece “Lâ ilâhe illâllah” diyen kimsenin Cennete gireceði”ni müjdeleyen bu tür hadis-i þeriflerle deðerlendirmek de yanlýþtýr. Bu hadis sahihtir, sahihtir ama, bir hadis veya âyet, en doðru þekilde Kur’an bütünlüðü ve diðer sahih hadisler ýþýðýnda anlaþýlabilir. Lâ ilâhe illâllah dediði halde, Ýslâm’a düþman olan, Kur’an’ýn kesin hükümlerini bile bile inkâr eden, (sözgelimi hanýmlarýn tesettürüne düþmanca tavýrlar takýnan) nice insan, nice bilinçli kâfir vardýr. Formalite icabý tevhid kelimesini söylemeleri, onlarý kurtarabilir mi? Putlara tapan, tâðutlarý bilinçli olarak destekleyen veya kendileri tâðutluða soyunan þeriat düþmanlarýnýn Müslüman olduðu iddia edilebilir mi; sadece lâ ilâhe illâllah diyecekler, ama her türlü küfrü benimseyecekler, gâvur gibi inanýp gâvur gibi, kâfir gibi yaþayacaklar, sadece bir sözle kurtulup cennete gidecekler… Bu iddia edilebilir mi? Bu takdirde Kur’an hükümleri boþuna, Müslümanlarýn inançlarýný korumak için bunca zahmetleri, ibâdet ve gayretleri gereksiz olmuþ olmaz mý? Sadece bir kelimeyi söylemekle iþ bitecekse, dünyada Müslüman sayýlmak ve âhirette cennete gitmek mümkün olacaksa, Müslümanca inanýp yaþayanlar enayi olmuþ olmazlar mý?
Biz, þahýslarýn zâhirine, görünüþüne deðer verir, görünüþüne göre hükmederiz. Dinde, yani din tercihinde, iman meselesinde zorlama yoktur. Ama hukukî meselelerde elbette zorlama olacaktýr.
Önüne gelene, ‘kâfir’ damgasý vurmak demek olan “tekfir hastalýðý”na düþmemek, rastgele câhil müslümanlara ‘mürted’ mührü vurmamak gerekir. Ýnsanlarýn yetiþme tarzý, bilgilerinin azlýðý, o bilgileri kullanma tavrý, Ýslâm’ý öðrenme kaynaklarý göz önüne alýnmadan ‘tekfir’ etmek çok yanlýþtýr. Bir müslümaný onu dinden çýkaran davranýþ ve söz üzerinde bulursak, onun yanlýþlýðýný düzeltmeye çalýþmamýz gerekir. Rastgele ‘kâfir’ damgasý vurmak hem görevimiz deðil, hem de müslümanlarýn sayýsýný azaltmaktýr. Sayýmýzýn azlýðý ancak düþmanlarýmýzý sevindirir.
Günümüzde Batýlý ülkelerin ulaþtýðý zenginlik ve kalkýnma, birçok zayýf imanlý müslümaný onlara hayran ediyor. Bir kýsmý da onlarýn Ýslâm’a uymayan fikirlerini, hayat þekillerini benimsiyor, onlar gibi olmaya çalýþýyor. Bu, gerçek Ýslâm’ý gereði gibi bilmemenin ve ona imanýn zayýf olmasýnýn bir sonucudur. Bazý müslümanlar da, yönetildikleri rejimler tarafýndan Ýslâm dýþý ideolojilere, uyguladýklarý eðitim, medya ve devlet politikasýyla inandýrýlmaya, Ýslâm’dan koparýlmaya çalýþýlýyor.
Bugün yapýlmasý gereken, ‘falanca adam küfür sözü söyledi ve mürted oldu, ona hangi aðýr cezayý verelim?’ diye fetvâ arayýþý deðil; Ýslâm’ýn, güzellikleri ve kurtuluþ yolu olduðunu en güzel yolla bu tür insanlara ulaþtýrmak, hatayý biraz da kendimizde arayýp zayýf müslümanlarýn dinden uzaklaþma sebeplerini azaltmaya çalýþmaktýr. Haksýz ve gereksiz tekfîr mantýðý, adâletsiz ve kolaycý bir davranýþtýr. Hiç bir yararý da yoktur. [15]
Þirk ve küfür olarak haklarýnda çok net bir hüküm olmadýðý halde, biz Kur’an’ý ve sünneti kendi bilgimiz ve tevhid anlayýþýmýzla yorumlayýp bir konu hakkýnda þirk ve küfür hükmünü verebilir miyiz? Eðer böyle bir konunun þirk olduðuna hüküm veriyorsak, onu her nasýlsa iþleyen kimsenin, gerekçelerini, bu konudaki nasslarýn kendisine ulaþýp ulaþmadýðýný, ulaþtý ise onlardan nasýl bir anlam çýkardýðýný, bize göre geçersiz de olsa te’vil yapýp yapmadýðýný, baþka bir mâzeretinin olup olmadýðýný deðerlendirmeden tekfir edebilir miyiz?
Bir kimseyi tekfir etmek, ne demektir? Kendisine selâm verilemeyecek, dostluk ve samimiyet kurulamayacak, gönülden sevilemeyecek, kýz alýp verilemeyecek, ortaklýk gibi yakýnlýk isteyen iliþkilere girilemeyecek, cenazesine katýlýnamayacak ve evliyse eþiyle nikâhý düþtüðünden devamlý zina ediyor hükmü verilecek, âhirette de sonsuz bir þekilde ceza çekecek, ebedî cehennemde kalacak þeklinde bir hüküm verilmiþ olmaktadýr. Böyle bir hüküm öyle alelusûl verilemez. Bir kimseye “kâfir” demekten daha küçük bir isnad olan meselâ “fâhiþe” demek, hangi þartlarda mümkündür? Kendimizle birlikte üç güvenilir müslümanýn da apaçýk þekilde zina fiilini iþlerken görmediðimiz ve hepimizin þahitlikte ýsrar etmeyeceði bir durumda “fâhiþe” demenin dünyada bile cezaya çarptýrýlacaðý sözkonusudur. Meselâ, bir adamýn diðer bir adamý öldürdüðüne þahit olsak, bu adamýn hangi þartlarda o suçu iþlediði, olayýn içyüzünde baþka ne tür durumlar olduðu uzun uzadýya, þahitlerle, savunmalarla ortaya konulur, uzunca mahkemesi sürer ve sonunda onun suçlu olup olmadýðý da bizim tarafýmýzdan deðil, hâkim tarafýndan karar verilip hükme baðlanýr. Öyle bir durumda bile, Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý topraklarda had dediðimiz aðýr cezalar uygulanmaz. Çünkü ortam, haramlarý iþlemeye çok elveriþlidir. Haramlara ve küfre gidecek yollar (Ýslâm devleti olmadýðý için) týkanmamýþtýr. Bu hükmün aðýrlýðýndan dolayý siz de bilirsiniz ki, Rasûlullah, bunun çok sorumluluk isteyen bir hüküm olduðunu belirtir:
“Bir kimse diðer bir kimseyi fýskla veya küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaþýnda bunlar yoksa, kelime (itham ettiði sýfat) kendine döndürülür.” [16]
“Bir kimse diðerine, ‘kâfir’ dediði zaman, bu ikisinden biri kâfir olur: Eðer dediði kimse kâfir ise, adam doðru söylemiþtir; yok eðer ona dediði gibi deðilse, ona söylediði küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).” [17]
“Kolaylaþtýrýn, zorlaþtýrmayýn; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” [18]
Bu hadisler, aslýnda normal þartlarda bile, kiþinin birini tekfir etme hususunda çok ölçülü olmasý gerektiðini bildirir. Günümüzdeki gibi her þeyin anormalleþtiði, hakkýn bâtýl, bâtýlýn hak diye öðretildiði, anlatýldýðý, yaþandýðý bir toplumda tekfir konusuna daha fazla ihtiyat gösterilmelidir.
Kur’an’da þirk ve küfür olarak açýklanan, puta tapmak gibi çok net çirkinliklerle ilgili hususlar elbette böyle deðildir. “Biz, sizlerden ve Allah'ýn dýþýnda taptýklarýnýzdan gerçekten uzaðýz…”[19] Bu ve benzeri âyetler, kesin küfür fiilleri hakkýndadýr. Gerçekten, apaçýk bir þekilde Allah’ýn dýþýnda bir tapma olayý olunca bu hükmü verebiliriz. Onun dýþýnda, küfür olup olmadýðý konusunda Ýslâm âlimlerinin ve ümmetin ittifak etmediði konularda biz kendimiz o olayýn küfür olduðuna dair delillerimiz çok kuvvetli olduðu zaman bu fiilin küfür olduðunu kabul edebiliriz. Ama bu durum, bize bu küfrü iþleyenleri hemen tekfir etmemiz hakkýný vermez. Evet, Peygamberimiz’in hadislerinde de çokça yer aldýðý gibi, nice küfür ve þirk vardýr ki, sahibini kâfir ve müþrik yapmaz. Nice hadiste, “þunu yapmayan bizden deðildir, mü’min deðildir, iman etmiþ olmaz” denildiði halde, o iþi yapmayaný hiçbir Ýslâm âlimi tekfir etmemiþtir. Meselâ, hiçbirimizin kendimiz için istediðimiz her þeyi, baþka bir mü’min kardeþimiz için de istememiz, onu kendimize her konuda tercih etmemiz gücümüzü aþan bir husustur. Ama bu durum hadis-i þerifte “iman etmiþ olmaz” ifadesiyle bildiriliyor. Nifak alâmetleri konusunda da hüküm böyledir.
Yine, küfrünü apaçýk ortaya koymayan, ama içten içe Ýslâm’a ters inançlara sahip olan kiþileri, zâhiren þehâdet kelimesi getirip namaz gibi sâlih ameller de yapýyorlarsa, bunlarý tekfir etmeyi Allah Rasûlü yasaklamýþ, þehâdet kelimesi getiren kimsenin öldürülmesine çok þiddetli tepki göstermiþ ve “kalbini yarýp baktýn mý?”[20] diyerek zâhiren Müslümanlýðýna hükmedilmesini istemiþtir. Eðer her kâfirin mutlaka kâfir olarak bilinip hüküm verilmesi gerekseydi, Peygamberimiz’in, vahiyle kendisine bildirilen münâfýklarý ümmetine bildirmesi ve onlarýn da o kiþileri mü’min kabul etmemelerini istemesi gerekirdi. Hâlbuki ashâbdan Huzeyfe’ye (r.a.) (kimseye söylememesi þartýyla, sýr olarak bildirmesi) hâriç, hiç kimseye onlarýn kâfir olduðunu bildirmemiþ ve ashâbýn onlara Müslüman muâmelesi yapmasýna rýzâ göstermiþtir.
Bir kimsenin kâfir olduðuna kim karar verebilir? Böylesine önemli ve bumerang gibi hükmün tekfir edenin kendine dönme ihtimali yönüyle riskli kararý sýradan herhangi bir mü’min verebilir mi? Ýhtilâfsýz, te’vil edilemeyecek tarzda kesin ve net konularýn dýþýnda herhangi bir mü’minin böyle bir karar veremeyeceðini söyleyebiliriz. Bugün bizim derdimiz, uðraþýmýz ona buna kâfir damgasý vurmak olmamalý, doktorluða (gönül hekimliðine) soyunmak olmalý. Doktor, hastasýný tedavi etmeye çalýþýr. Ona kýzmaz, ona düþman olmaz, ona acýr. Teþhiste bulunur, ama yine de þüpheyi, ihtiyatý elden býrakmaz. O yüzden týp biliminde yýlan simgedir. Yýlan, niye týpta simge kabul edilmiþtir? Yýlanýn çok þüpheci bir yaratýk olduðundan dolayý; týp adamý da þüpheci olmalý, teþhisinde ihtiyat payý býrakmalý, baðnaz olmamalý, hemen kestirip atmamalý, her ihtimalli þeyden þüphe edip teþhisini kesinleþtirmek için tahlil, röntgen vb. delillere mutlaka müracaat edip, teþhisindeki isabeti devamlý kontrol etmeli, gerektiðinde teþhisini deðiþtirebilmelidir. Birkaç týp kitabý okuyan veya doktorlarýn sohbetine katýlýp onlardan bir þeyler duyan bir kimse doktorluða soyunabilir mi? Hele (madden veya mânen ölümüne sebep olabilecek þekilde) ameliyatlýk hastalara neþter vurabilir mi? Doktorluk için þu kadar tahsil ve tecrübe gerekiyor da, mânevî doktorlar için ilim gerekmez mi?
Bugün oy vermek, askere gitmek, çocuklarýný gayri Ýslâmî okullarda okutmak, az zararlý gördükleri bir partiyi desteklemenin kesin hükmü gibi nice husus, emin, ehil ve muvahhid âlimlerin fetvâya baðlamalarý gereken konulardýr. Günümüzde tekfir konusunda da ihtilâf edilen birçok ictihadî durumlar vardýr. Günümüzde de tüm mü’minlerin otorite kabul ettiði her yönüyle güvenilir bir müctehid olmadýðý, þer’an fetvâsý tüm ümmeti baðlayacak bir yetkin zât bulunmadýðý için yapýlmasý gereken, bu tür konularda “ihtiyatlý bir tavýr” takýnmaktýr. Böyle ihtilâflý, ama þirk ihtimali de olan hususlarda ihtiyat iki þekilde olur: Birincisi, þirk olma ihtimalini gözden uzak tutmamaktýr. Binde bir ihtimalle bile olsa ihtiyatlý olmak, o küfrü iþlememek, ondan þiddetle sakýnmak gerekir. Ve o küfür olma ihtimali olan hususu iþleyenlerle (tekfir etmeden) ileri derecede samimiyet kurmamak, onlarla cemaat, sýrdaþlýk, akrabalýk ve muhabbetle yakýnlýk gibi iliþkilere gücümüz nisbetinde girmemek gerekir. Ýhtiyatýn ikinci þekli ise: Onlarýn Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý câhiliye düzenlerinde yetiþtiðini, bu konularý yeterince ve ehil kabul ettikleri kiþilerden duyup öðrenmedikleri, yeterli ve yetkili kiþilerin onlara doðru bir Ýslâm anlayýþý vermedikleri vb. durumlardan dolayý onlarýn Allah indinde mümkün ki mâzur olabileceði, bizim ise, böyle bir durumda onlarýn kâfir ve müþrik olmama ihtimali binde bir bile olsa, onlarý tekfir ettiðimizde, binde bir ihtimalle de olsa bizim kâfir olacaðýmýz hesaba katýlmalýdýr.
Bu durum, muvahhid mü’minlere çok iþ düþtüðünü gösteriyor. Kâfir denilip onlarla tüm iliþkileri koparýp onlardan uzaklaþmak, onlara tevhidi ve Kur’ânî hakikatleri teblið etmeden kendi köþesine çekilmek herhalde dâvet usûlü açýsýndan ve sorumluluk bilinci yönüyle de doðru olmaz. Her iki yönüyle ihtiyat tavrý, iliþkilerimizde tutarlý ve yeterli olmaya bizi mecbur eder. Böyle konularda cesaret, ilimden deðil; câhillikten ve mümkün ki, þeytanýn sað taraftan yaklaþmasýndan meydana gelir. Biz insanlar arasýnda hüküm vermek için dünyaya gelmedik. Kulluk görevimizi yapmaya geldik. Bu kulluk içinde, tabii hakký yaþayýp baþkalarýna da güzelce teblið etmek de vardýr. Unutmayalým; küfrü çok açýk olanlar dýþýnda insanlara küfür damgasý vurmayý emreden hiçbir âyet ve hadis yoktur; ama bundan sakýndýran nasslar vardýr.
Demokrasiyi savunmak, Allah’ýn indirdiði hükümlerle hükmetmemek küfür olduðu gibi, böyle tâðutlarý veya tâðut adaylarýný desteklemek, küfrün kanunlarýyla hükmedeceði kesin olan kimselere oy vermek de küfürdür. Ama bu küfür (günümüz þartlarýný ve dinin benzer konulardaki yaklaþýmýný hesaba kattýðýmýzda) insaný kâfir etmeyen bir küfür olabilir (“olabilir” diyorum; yani olmayabilir de; iki yönden de ihtiyatlý hassâsiyetle yaklaþmak gerekir). Kiþiyi küfre götürmeyen küfür (el-küfrü dûne’l-küfür), kiþiyi müþrik yapmayan þirk de vardýr. Riyanýn þirk olduðu, fakat sahibini müþrik yapmadýðý gibi.
Tekfir Hakkýnda
Tekfir ne demektir, hükmü nedir? Bu kararý kim verebilir, böyle bir suçu cezalandýrma hakký kime aittir? Bu konular müslümanca deðerlendirilmeden, ulu orta isteyen kiþi istediði kiþileri rahatlýkla tekfir edebilmektedir.
Tekfîr suçlamasýna sýrf bilgisizlikten dolayý hedef olan kiþiden ziyade, ehliyetsiz ve yetkisiz olarak genelleme yapmak sûretiyle isabetsiz tekfîr suçlamasýnda bulunan kiþi veya kiþilere sorumluluk yüklemek, ahlâkî bir davranýþ olarak þarttýr. Tekfir aracýný kullanan kiþinin bilgi, yetki ve ehliyetine göre bu konuda her þeyin deðiþebileceðini ise hiç hatýrdan çýkarmamak gerekir.
Bu meselede her iki tarafýn da bilgili olma zorunluluðu vardýr. Çünkü tekfîr gibi aðýr bir suçlamaya hedef olan kiþi, suçunu reddedip sýrf Mü’min ve Müslim olduðunu savunmasý yeterli deðildir. Kezâ onun tekfirciyi önemsememesi de yanlýþtýr. Bilakis en azýndan uðrayabileceði bir saldýrýya karþý tedbirli olmasý bakýmýndan bilgi büyük önem taþýr.
Sebebine gelince; bu ülkede birçok kimse, þu veya bu gerekçe ile baþkalarýný Ýslâm’dan çýkmýþ olarak suçlayabilmekte, bunu bazen açýkça yaparken, bazen de kendi gruplarý veya fikirdaþlarý arasýnda gündeme getirmektedirler.
Bir kimse, -Ýslâmî anlamda- tekfîr ettiði kiþiye karþý en azýndan þu çekincelere sahip olacaktýr:
Evlenme teklifini reddedecektir,
Arkasýnda namaz kýlmayacaktýr,
Kestiðini yemeyecektir,
Ona borç vermeyecek, ona en ihtiyaç duyulan anlarýnda bile yardýmda bulunmayacak, onunla hiçbir zaman herhangi bir iþbirliðine girmeyecektir.
Bir toplumun çözülmesi ve erimesi için bunlardan daha tehlikeli sebepler bulunamaz. Türkiye’de birbirini kâfirlikle suçlayan þahýs ve gruplar o kadar çoðalmýþtýr ki, bunlarýn sayýsýný bile tespit etmek güçtür.
Tekfîr sözcüðü, Ýslâm’da Fýkýh Ana Bilim dalýna ait önemli bir terimdir. Ancak tartýþmalara konu olduðu zaman bazen sadece birkaç kiþiyi, bazen geniþ bir çevreyi, bazen de tüm ülkeyi ilgilendireceði için Ýslâm’a mensup her insanýn, bu kavram hakkýnda -çok geniþ olmasa bile- doðru bilgilere ihtiyacý vardýr. Gerek Türkiye’de, gerekse Büyük Ýslâm Yurdu’nun baþka bölgelerinde yaþayan sýradan “Müslümanlar”ýn bu kavram hakkýnda lüzumu kadar bilgi sahibi olduklarýný söylemek iyimserlik olur. Oysa bu kavram, özellikle günümüzde uyandýrdýðý etki bakýmýndan büyük önem taþýmaktadýr. Dolayýsýyla konuyu, fýkhî olduðu kadar sosyolojik bir yaklaþýmla da irdelemek gerekir.
Halk tarafýndan çok açýk ve yaygýn biçimde bilinmiyor olsa da, bugün “Ýslâm Dünyasý”ndaki kavgalarýn hemen hepsini azdýran zincirleme sorunlar, esas itibarýyla tekfîr suçlamasýndan kaynaklanmaktadýr. Çünkü taraflardan biri, öbürünü kâfir diye damgalamaktadýr. Karþý taraf, bu þekildeki suçlamaya önem versin ya da vermesin bu tabiri kullanarak suçlayan taraf çok ciddidir.
Hz. Peygamber’in, hayatý boyunca mü’min birine (hatta mü’minlik iddiasýnda bulunan münâfýk birine): “Ey kâfir!” diye hitap ettiðine iliþkin hiçbir kanýt yoktur. O’nun bütün hadisleri arasýnda “tekfîr” kelimesi bir kez bile geçmemektedir. Bu sözcük, Kur’ân-ý Kerîm’in de hiçbir yerinde geçmemektedir. Þu halde tekfîr kelimesi söz ve kavram olarak temelde Ýslâm’a yabancýdýr. Fýkýh ana bilim dalýnýn terimleri arasýnda bu kelime bulunmamaktadýr. Onun için Ýslâm fýkhýnda “Riddet” diye bir bap vardýr, fakat “Tekfîr” adý altýnda bir bap yoktur. Þu var ki mürted olan kiþi zaten tekfîr edilir. Yani kâfir olarak nitelenir. Öyle ise tekfîr, nedensel olarak söz konusu olabilir. Çünkü tekfîr suçlamalarý Hz. Peygamber’in döneminde deðil, Onun vefatýndan epeyce sonra Hz. Ali’nin devlet baþkanlýðý zamanýnda ortaya çýkmýþtýr. Bu suçlamalar, -bilindiði kadarýyla- hemen hemen ilk kez Hâricîler tarafýndan bizzat Hz. Ali’ye yöneltilmiþtir. Böylece tekfîrin tarihsel süreci, Hâricîlik hareketiyle birlikte baþladý diyebiliriz.
Bu iki tespite üçüncü birini de þöyle ekleyebiliriz: Ne Hz. Peygamber (s.a.s.), ne de ilk üç halife döneminde Ashabdan hiç biri tekfîr edilmemiþtir. Örneðin Hz. Osman hâriç, genelde Ümeyyeoðullarý ailesi -imanlarýnda samimi olmadýklarýna iliþkin- þüphe uyandýrýcý birçok davranýþlarda bulunmalarýna raðmen, ne Hz. Peygamber, ne de Ashabdan biri onlarý tekfîr etmiþtir. Ayrýca, Hz. Peygamber döneminde, Ýslâm toplumu içinde sayýlarý üç yüz kadar olan münâfýk bir grup bulunuyordu. Bunlarýn baþý olan Abdullah bin Ubey bin Selûl’un ve yandaþlarýnýn münâfýk olduklarýný bizzat Hz. Peygamber kesin olarak biliyordu. Ashâbýn büyükleri de güçlü ihtimalle bu gerçekten haberdar idiler. Buna raðmen hiç kimse münâfýklarý tekfîr etmemiþtir. Üstelik Hz. Peygamber (s.a.s.), Abdullah bin Ubey’in cenaze namazýný bile kýldýrmýþtýr. O Abdullah bin Ubey ki, Hz. Peygamber’e karþý iþlediði aðýr suçlara, tarih, belgesel boyutlarýyla çarpýcý þekilde tanýklýk etmektedir!
Bütün bunlardan anlaþýlmaktadýr ki “Ýslâm toplumunda” bir Müslümaný tekfîr etmek oldukça güçtür. Fakat bu noktada halkýn gerçek anlamda bir “Ýslâm Toplumu” olup olmadýðýna dikkat etmek gerekir. Çaðýmýzda, “Ýslâm Toplumu” olarak nitelenebilecek sosyal bir popülasyon, yapýlanma bulunmadýðýna göre kapýlarýn, haklý olarak sýk sýk tekfîr suçlamasýna açýlabileceðini de ihtimalden uzak görmemek lâzýmdýr.
Tekfîrin tarihçesine baktýðýmýzda, daha çok fanatik tiplerin bu tür suçlamalarda bulunduðunu görüyoruz. Nitekim böyle bir suçlamanýn ünlü hedeflerinden biri, (belki de ilki), Hz. Ali’dir. Evet, Tekfîrle belki de ilk kez suçlanmýþ ve bu gerekçe ile þehit edilmiþ olan zat, Hz. Ali’dir.
Ama Alevîler de Sünnîler de bugün çok iyi bilmelidirler ki tekfîr gibi aðýr bir suçlamaya hedef olan Hz. Ali, hiç de (kendisini tekfir eden Hâricîler gibi) fanatik deðildi. Onun için, kendisi hiç kimseyi tekfîr etmedi. Fanatik baðnazlar Ýmam Ali’yi tekfir etmekle yetinmiyor, onu kâfir olarak suçlamayanýn da kâfir olduðunu ileri sürüyorlardý. Hatta bununla da kalmýyor, Hz. Ali’nin yandaþlarýndan kimi bulurlarsa onu ve (kadýn, çocuk, yaþlý, hasta demeden) bütün aile halkýný da öldürüyorlardý. Ýþte bunlara “Haricîler” denilmiþtir. Hâricîlik, serkeþlik, itaatsizlik, disiplin dýþýna çýkma anlamlarýný taþýr. Bu hareket, þu veya bu isim altýnda günümüze kadar devam etmiþtir.
Hâricîler, oldukça fanatik insanlardý. Beyinleri yýkanmýþtý. Yanýlgýya düþmelerindeki en önemli etken, onlarýn aþýrý tutucu olmalarýndan kaynaklanýyordu. Bunun bir sebebi de onlardaki bedevîlik ruhuydu. Yaþadýklarý yalýn hayat, kültür kýtlýðý ve naslarýn zâhirine göre hüküm vermek de bu taassubun nedenleri arasýnda sayýlabilir. Hâricîlerdeki ahlâkî davranýþlarý belirleyen iki önemli özellik vardý; Takvâ ve Cesaret. O kadar çok namaz kýlarlardý ki alýnlarý, dizleri ve dirsekleri nasýr tutmuþtu. Ölümden de asla korkmazlardý.
Her dönemde ve her toplumda ortaya çýkabilen hâricî ruhlu insanlar, birbirlerini bularak zaman zaman yeniden organize olurlar. Bunlarýn hepsinin de psikolojik durumlarý ve yetiþtikleri þartlar birbirine oldukça benzemektedir. Bastýrýlmýþ duygular, doyumsuzluk, belli bir yaþtan sonra Ýslâm’ý tanýmak, yarý okumuþluk bunlarýn baþlýca ortak özellikleridir. Müsait bir ortam ve beyin yýkayýcý bir öncü bulduklarýnda her biri, din adýna kanlý birer cellâda dönüþebilirler. Bunlarýn ilmî olarak ciddî dayanaklarý, malzemeleri yoktur. Buna raðmen saatlerce sert tartýþmalara girerler ve hep haklý olduklarýna inanýrlar.
Tarihte tekfîri bir silâh olarak kullananlar sadece Hâricîler deðildir. Mu’tezilîler de yaygýn bir tekfîrde bulunmuþlardýr. Ancak bunlar, rasyonalist olduklarý için tekfîrde akýlcý yorumlar yapýyor, Hâricîler gibi sert davranmýyorlardý. Bunlara göre (alkol kullanmak, zina etmek, adam öldürmek, hýrsýzlýk yapmak ve faiz alýp vermek gibi) Ýslâm’da büyük günah, yani aðýr sayýlan suçlardan birini iþleyen kiþi, dinden çýkmýþ sayýlýrdý. Bununla birlikte onu yine de kâfir saymazlardý. Bilakis din ile küfür arasýnda bir durum içinde olduðunu ileri sürerlerdi. Bu kanaat Mu’tezilî diyalektiðinde (menzile beyne’l-menzileteyn) olarak geçmektedir. Keza tarihte Hanbelîlerle Eþ’arîler, Eþ’arîlerle Mu’tezilîler de birbirlerini karþýlýklý olarak tekfîr etmiþlerdir.
Þîîler de tarih boyunca günümüze kadar Hz. Ali’den önceki üç halifeyi (Hz. Ebûbekir’i, Hz. Ömer’i ve Hz. Osman’ý), devlet baþkanlýðý makamýný zorla ele geçirdikleri suçlamasýyla zâlim saymaktadýrlar. Bu üç þahsiyete samimiyetle bey’at ederek onlarý devlet baþkaný seçen ashâbýn hepsini (Þîîlerin çoðu) kâfir saymaktadýrlar.
Ancak Hâricîler de zaman zaman yeni isimler altýnda varlýk göstermiþ ve tekfîr mekanizmasýný iþletmeye çalýþmýþlardýr. Çaðýmýzda Hâricîlik geleneðini daha çok Vahhâbîler sürdürmektedirler. Çoðunlukla Vahhâbî olduklarýný kabul etmeyip kendilerini Selefî olarak vasýflarlar. Bunlar, “Ýslâm Dünyasý”nýn birçok yerinde elemanlarý vasýtasýyla görüþlerini yaymaya çalýþýrlar.
Tekfîr; -baþka bir ifadeyle-, ayný inancý paylaþan kiþi ya da gruplardan birinin öbürü üzerinde giriþtiði vicdan baskýsýna karþý bir savunma sistemidir. Her insan, inandýðý ve kutsal saydýðý þeyleri küçümseyen ve aþaðýlayan kimselere karþý tepki gösterir. Tepkisinde aþýrýlýða kaçýp haddi aþmadýkça çoðu kez bu tepkisinde de haklýdýr.
Tekfîrcinin, muhâtabýna karþý giriþebileceði en hafif yaptýrým ise ondan iliþiðini tamamen kesmektir. Onun zihnindeki çözüm budur. fetvâsýný da çoðu kez kendisi verir, kendisi uygular. Bazen de beyin yýkayýcý bir “Âbi”nin tâlimatýyla infazý gerçekleþtirir! Oysa bu davranýþ genel olarak hem çözüm olmaktan uzaktýr, hem de adýna Ýþlendiði Ýslâm’ýn hükmünden uzaktýr. Fakat tekfîrci, (bilerek veya bilmeyerek, ortak kutsal deðerleri pervasýzca çiðneyen bir çoðunluðun içinde) vicdanî bakýmdan linç edilmiþtir. Maddeten olmasa da mânen ezilmiþtir, psikolojisi korkunç bir bombardýmana uðramýþtýr. Bu yüzden bazen yalnýzlýða mahkûm edilir ya da bizzat kendisi çevreden soyutlanmak zorunda kalýr. Çünkü tekfîrin nedenleri böyle bir çevrede sürekli olarak mevcuttur. Böyle bir çevre içinde ne kadar sabýrlý olursa olsun, samimi bir mü’minin yaþamasý gerçekten imkânsýz gibidir. Ortam onun için tam anlamýyla bir cehennemdir. Böyle konumda deðil fanatik tipler, en sabýrlý mü’minler bile çýlgýna dönebilir.
Örneðin bir komþu düþünün ki, her gün þu veya bu bahane ile Allah, peygamber, kitap, din iman demeden kutsal deðerlere söver durur. Ilýmlý ve sabýrlý dindar bile olsa, kim böyle birinin komþuluðuna dayanabilir; hiç bir madddî zarara sebep olmasa bile, onunla komþuluðunu sürdürebilir? Bir mü’min þöyle dursun dindar bir Hýristiyan veya Yahudi bile böyle birinin komþuluðunu ne kadar çekebilir? Kaldý ki tekfîre neden olan tek þey, kutsal deðerlere sövmekten ibaret de deðildir. Tekfîrin sayýlamayacak kadar çeþitli nedenleri vardýr.
Ýslâm’a mensup birini -herhangi bir sebeple- kâfir diye nitelemek, oldukça önemli bir meseledir. Çünkü bu, aðýr bir suçlamadýr.
Kendini müslim sanan, -ancak Ýslâm’a baðlýlýk derecesi, bu konuya karþý herhangi bir ilgi uyandýramayacak kadar zayýflamýþ ya da tamamen yok olmuþ- kimselere gelince, bunlar müslüman bir çoðunluk içinde yaþadýklarý sürece, -örf âdet ve inançlarý hesaba katmadan- istedikleri tutumu sergileme hakkýna sahip deðildir. Özellikle “Müslümanlar” arasýnda Ýslâm’ýn sýnýrlarýný zorlayamazlar. Aksi halde, Ýslâm’ý çaðrýþtýran her konu gibi tekfîr suçu onlarý da kapsayabilir. Bu nedenle “Müslümanlar”ýn çoðunluk olarak yaþadýklarý coðrafyalarda, formalite gereði de olsa Ýslâm’a mensubiyeti olan herkesin -bütün Ýslâmî meseleler hakkýnda olduðu kadar- tekfîr sorunu hakkýnda da bilgi sahibi olmalarý lüzumludur. Bu nokta, toplum sosyolojisinin ve genel ahlâkýn da bir bakýma zorunlu kýldýðý bir durumdur. Þu var ki bu önemli mesele hakkýnda ancak ilmî ehliyete sahip kimseler gerekli açýklamalarý yapabilirler. Aslýnda doðru olan þey, Ýslâm âlimlerinden oluþan uluslararasý bir komisyon tarafýndan bu sorunun tartýþýlarak sonuca baðlanmasýdýr.
Günümüzde “Ýslâm dünyasý” tam anlamýyla bir din anarþisi içinde yüzdüðünden, böyle bir komisyonun þimdilik kurulabileceðini beklemek gerçekçi deðildir. Fakat her önüne gelenin tekfîr konusu gibi çok önemli meselelerde fetvâ vermeye ve ahkâm kesmeye kalkýþmasý bu anarþiyi daha azdýracaðýndan hiç deðilse ortalýk sükûnet buluncaya kadar hem radikal kiþi ve çevreleri uyarmak, hem de en azýndan tekfîr sorunu hakkýnda kitleleri ansiklopedik sýnýrlarda aydýnlatmak, ilmî sorumluluðun gereðidir.
Kimin, hangi gerekçe ile tekfîr edilebileceði, hangi inanýþýn, hangi söz ve davranýþýn müslim bir kiþiyi Ýslâm dairesinin dýþýna çýkarabileceði meselesi, “tekfîr” adý altýnda, tarih boyunca tartýþýla gelmiþtir. Bu tartýþmalar, geçmiþte ilmî forumlarda çok yönlü olarak ele alýnmýþtýr. Onun için Tekfîr, Ýslâm’da hem akaid, hem de fýkýh ana bilim dallarýnýn konusudur.
Hemen vurgulamak gerekir ki tekfirci akýmýn müslim insan fiili hakkýndaki görüþü “Vasat Ümmet” yaklaþýmýndan oldukça farklý ve uzaktýr. Her þeyden önce Kur’ân’da öðütlenen tolerans hâricîlikte ve tekfirci akýmlarda yoktur. Onun için bu radikal akýmýn günümüzdeki temsilcilerinin bütün tavýrlarý, tutumlarý, konuþma þekilleri ilkel ve iticidir. Çaðrý þekilleri þu âyettetavsiye edilen hikmetli üslûba tamamen aykýrýdýr: “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öðütle dâvet et/çaðýr ve onlarla en güzel þekilde mücâdele et. Rabbin, Kendi yolundan sapanlarý en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de çok iyi bilir.” [21]
Hâricîlere göre, kebâirden birini iþleyen kâfirdir. Alkol kullananlar, zina edenler, adam öldürenler, hýrsýzlýk yapanlar ve faiz alýp verenler þöyle dursun, çaðdaþ hâricîliðin temsilcileri, son yýllarda dünyanýn yuvarlak olduðuna inanan ya da çanak anten kullanan kimsenin de, Allah’ýn gökte olduðunu kabul etmeyenlerin de kâfir olduðuna hükmetmiþlerdir.
Bu özet açýklamadan da anlaþýldýðý gibi, hem Hâricîler, hem de Þîîler, kendileri gibi inanmayan bütün “Müslümanlarý” en azýndan tekfîr etmeye eðilimlidirler.
Mu’tezile ve Cehmiyye mezheplerinin izleri günümüzde çok silik olduðu için tekfîr konusunda bu gruplara ait görüþleri ortaya koymanýn yararý bulunmamaktadýr.
Ýslâm dinine -gerçek anlamda veya formalite gereði- mensup iken, bu dini (Allah korusun!) bilinçli olarak terk ettiðini, (ister baþka bir dine girsin, ister girmesin) Ýslâm’dan çýktýðýný açýkça ifade eden kiþiye “mürted” denir. Böyle bir kimsenin, ayrýca tekfîrle suçlanmasý Þer’î usûlden deðildir. Çünkü bu kimse mürted olmakla zaten kendi ikrarý ile kâfir olmuþtur. Ona ayrýca -münferit olarak- “sen kâfirsin” ya da “sen küfre girdin” demenin bir mantýðý yoktur. Dolayýsýyla mürted kiþi ile tekfîr suçuna muhatap olan kiþi hakkýndaki þer’î hükümler farklýdýr. Ýlk önce bu iki þeyi birbirinden böylece ayýrmak gerekir.
Mürted kiþi; (genelde din deðiþtirerek) küfrün herhangi bir þeklini kendi hür iradesiyle seçip Ýslâm’dan çýktýðýný açýkça ilân eden kimsedir.
Tekfîre muhatap olan kiþi ise, böyle bir tercihi ve bu yönde herhangi bir giriþimi yokken, ayný zamanda Ýslâmî kimliði örfen devam ediyorken -herhangi bir söz veya davranýþý yüzünden- kâfirlikle suçlanan kimsedir. Buradan da anlaþýldýðý gibi, bu iki kiþi arasýnda çok büyük fark vardýr. Bunun içindir ki (nifak, dolaylý þirk ve zendeka/zýndýklýk) gibi yorumlanabilecek küfür þekillerinden biri ile Ýslâm’dan çýkan kimseye mürted denmez. Bunlar, -yerine ve þartlarýna göre- tekfîr edilir ve kâfir sayýlýrlar.
Bilindiði üzere, baþka dinlerde olduðu gibi Ýslâm’da “aforoz” diye bir kurum yoktur. Yani hiçbir kimse ve hiçbir makam, müslim bir kiþiyi Ýslâm dininden çýkarmaya yetkili deðildir. Ancak, -ister gerçek anlamda olsun, ister formalite gereði olsun- Ýslâmî kiþilik ve kimliðine sahip bulunan bir kimse, üç ana baþlýk altýnda sýralanabilecek aðýr suçlardan birini eðer Ýslâm’a karþý açýkça iþleyecek olursa Ýslâm devlet makamlarý, ya da Ýslâm âlimleri tarafýndan kâfirlik suçuyla sorgulanabilir. Bu üç ana baþlýk þunlardýr:
Allah Teâlâ’yý (hâþâ!) inkâr etmek, yani Allah’ý yok saymak veya O’na dil uzatmak, veya Sadece O’na gösterilebilecek bir saygý þekliyle baþka bir þeye de saygý göstermek ya da O’na doðrudan ortak koþmak,
Âhiret gününü inkâr etmek,
Ýslâm’ýn bütünlüðünü inkâr edici herhangi bir söz veya davranýþta bulunmak...
Bunlar ana baþlýklardýr. Yukarýdaki her baþlýðýn altýna giren birçok aðýr suç vardýr. Bunlar Kur’ân-ý Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti esas alýnarak özellikle bazý akaid kitaplarýnda ayrýntýlarýyla sýralanmýþlardýr. Ýslâm hukuk kaynaklarýnda da bu konuda geniþ açýklamalar mevcuttur. Toplumun önemli bir kesimi, yaygýn bilgisizlik yüzünden bu suçlardan haberdar bulunmamaktadýr. Bu ise mevcut din anarþisini azdýrmaktadýr. Dolayýsýyla önce toplumu, inançla ilgili tehlikeler hakkýnda bilgilendirmek gerekir. Çünkü Müslüman bir kiþi bu suçlardan birini iþlediði zaman Ýslâm’dan çýkmakla büyük maddî ve mânevî zararlara uðrayabilmekte, ortalýðýn karýþmasýna, hatta bazen büyük olaylarýn patlamasýna neden olabilmektedir.
Ne yazýk ki eðitimsiz sürüler þöyle dursun, yüksek öðrenim görmüþ birçok kimse bile bu bilgilere ulaþamamýþ, ya da ulaþmak istememiþtir. Oysa bir toplumun içinde huzurlu yaþayabilmek için bireyin, (içtenlikle inanmasa ve baðlanmasa bile) halka ait genel inanýþ ve kabulleri çok iyi bilmesi gerekir. Aksi halde bu inanýþ ve kabullere ters düþerek yýkýcý geliþmelere neden olabilir. Önemle vurgulamak gerekir ki, bu durum, ayný zamanda ehl-i tevhid olan mü’minler için de söz konusudur. Laikçiler, sosyete kesimi, tarikatçýlar ve alevîler gibi çeþitli inanç gruplarý, yaygýn din olan Ýslâm’ýn kitabî kurallarýný, nasýl ki kendi güvenlikleri ve mutluluklarý açýsýndan bilmek zorunda iseler, azýnlýktaki mü’minlerin de “Popüler Türk Müslümanlýðý”, Alevîlik ve “Milli Türk Dini” hakkýnda geniþ bilgilere sahip olmalarý gerekir. Takiyye yaparak (ya da yapmak zorunda kalarak) iki dinli yaþamak þüphesiz çok büyük sýkýntýlara neden olur. Ayrýca bu üç dinin, (yani popüler Türk Müslümanlýðýnýn, Aleviliðin ve Milli Türk Dini’nin) çatýþma alanlarýna girmemek için, Türkiye’de yaþayan mü’minler, kýsa zamanda kendilerini yetiþtirerek din sosyolojisi konusunda çok geniþ bilgilere sahip olmalýdýrlar. Aksi halde bu üç dinin her birine göre küfür suçunu iþlemek ve kâfirlikle suçlanmak gibi tehlikelerle karþýlaþmalarý mümkündür.
Bu tehlike mü’minler için çok büyüktür! Çünkü Türkiye’de devlet, Milli Türk Dini’ne baðlý lâikçi fanatiklerin tekelindedir. Bunlar kendi dinlerine göre bir mü’mini en ufak bir gaflet halinde (vatan haini, devrim düþmaný, gerici, yobaz, çað dýþý, radikal, fundamentalist, köktenci, el-kaideci ve Hizbullahçý) diye suçlayabilir, onu en aðýr cezaya çarptýrabilirler. Onlara göre bu nitelikler birer küfürdür, dolayýsýyla gerçek bir mü’min onlarýn dinine göre kâfirdir!
Fakat þunu da hiçbir zaman hatýrdan çýkarmamak lâzýmdýr: Gerek mistik anlayýþ sahipleri, gerekse lâikçiler, daima Ýslâm’ýn mensuplarý olarak gözükürler ve gözükmeye çalýþacaklardýr. Mistik inançlýlar zaten bunda bilinçli olarak ýsrar etmektedirler. Laikçiler ise özellikle sýkýþtýklarý zaman kimliklerindeki Ýslâm kelimesine sýðýnýrlar. Nitekim nüfus kimliðinde “Ýslâm” yazýlý hemen hiçbir mason, hiçbir komünist, hiçbir Mooncu, hiçbir laikçi, hiçbir Satanist, Hiçbir Evranosçu, hiçbir Alevî ve hiçbir mitüdist (yani Milli Türk dini baðlýsý), “ben Müslüman deðilim” demez. Bu gruplar her zaman takiyye yaparak yaþarlar ve Müslüman gözükürler.
Sosyolojik manzaranýn, görünürde bile bu kadar karmaþýk ve tehlikelerle dolu olduðu Türkiye gibi bir ülkede küfür suçlarý elbette ki çok yaygýn biçimde iþlenmektedir.
Ahmed Kalkan Hocamýzýn Darul Harpmi Darul harapmý Eserinden Alýnmýþtýr.
[1] Bak. 2/Bakara, 256
[2] Bak. 47/Muhammed, 9
[3] Bak. 9/Tevbe, 65-66
[4] Hüseyin K. Ece, Ýslâm’ýn Temel Kavramlarý, s. 458-459
[5] 4/Nisâ, 65; Abdülkadir Udeh, et- Teþrîu’l-Cinî el-Ýslâmî, Beyrut, 2/708-710 -Ýslâm Ceza Hukuku ve Beþerî Hukuk
[6] 9/Tevbe, 65
[7] 33/Ahzab, 57
[8] 9/Tevbe, 61
[9] Bak. 48/Fetih, 18; 9/Tevbe, 100
[10] 16/Nahl, 106
[11] 49/Hucurât, 6
[12] 49/Hucurât, 9-10
[13] Müslim, Ýman 37, h. no 23
[14] Kenzü’l Ummâl, naklen Þamil Ýslâm Ansiklopedisi, 3/340; Benzer bir rivâyet için bak. Nesâî, Amelu’l-Yevm ve’l-Leyleti; K. Sitte, 17/492
[15] Hüseyin K. Ece, Ýslâm’ýn Temel Kavramlarý, Beyan Y., s. 459
[16] Buhârî, Edeb 44
[17] Buhârî, Edeb 73; Müslim, Ýman 111
[18] Buhârî, Ýlim 11; Müslim, Cihad 5
[19] 60/Mümtehine, 5
[20] Buhârî, Diyât 2; Müslim, Ýman 158, h. no 96; Ebû Dâvud, Cihad 104, h. no 2643
[21] 16/Nahl, 125
radyobeyan