Tekfir Meselesi 2 By: neslinur Date: 08 Haziran 2010, 12:51:24
Tekfir Konusunda Kurallar
1- Belli bir þahýsla, grubu tekfir konusu farklýdýr; hükümleri ayrý ayrýdýr. Fiille fâil farklýdýr.
2- Te’vil edilebilecek bir durum varsa, bu te’vil, bizim açýmýzdan geçersiz ve hatalý da olsa te’vil sahibi tekfir edilmez. Hâricîlerin tekfir edilmemesi örneðinde olduðu gibi.
3- Cehâlet, özellikle Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý yerde, avam için mâzeret olabilir.
4- Ýctihadî ve zannî delillerle küfür kabul edilen konularda tekfirden kaçýnýlmalýdýr. Suç, þüphe ile zâil olur; hadler þüphe durumunda düþer. Tekfir, had cezasý gerektiren suçlardan daha büyük bir suçlamadýr.
5- Ýnsan ne ile Ýslâm’a girerse, onlardan birini inkârla dinden çýkar. Ýnkâr edilen þeyin tevhid kelimesinin zarûrî ve kesin izahý veya zarûrât-ý diniyeden olmasý gerekir ki, tekfir edilebilsin.
6- Ehl-i kýble tekfir edilmez. Ehl-i kýble: Kýbleye, yani Kâbe’ye doðru yönelerek namaz kýlmanýn farz olduðuna inanan, ancak inanç esaslarýný deðiþik þekillerde yorumlayan farklý mezheplere baðlý bütün Müslümanlarý ifade eder. Kelime-i þehâdeti söyleyip içeriðine iman eden, zarûrât-ý diniye adý verilen Ýslâm’ýn temel hükümlerini kabul eden ve namaz kýlan kimsenin tekfir edilmesine Ehl-i Sünnet karþýdýr. Ehl-i kýble olan Müslümanlarýn tekfir edilemeyeceði hususu, Ehl-i Sünnet’in genel prensipleri arasýnda yer almaktadýr.
7- Berâat-ý zimmet asýldýr. Fýkhýn genel prensiplerinden biri de budur. Aksine bir hüküm veya delil bulunmadýðý sürece, kiþinin hukukî ve cezâî sorumluluðunun olmamasý demektir. Bu prensibe göre, Allah’ýn hükmü bulunmadan fert herhangi bir yükümlülükle mükellef tutulamaz. Ayný þekilde, aksine bir delil bulunmadýkça kiþinin suçsuzluðu ve borçsuzluðu esastýr. Mecelle’de: “Berâet-i zimmet asýldýr” þeklinde küllî kaide olarak yer alýr. Suçluluðu hükmen sâbit oluncaya kadar kimse suçlu sayýlamaz.
8- Mü’minlere yönelik sûizan yasaklanmýþ; hüsn-i zan tavsiye edilmiþtir. Kur’an, zanla hüküm verilemeyeceðini açýklar: “Þüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir þeyin yerini tutmaz.” [1]Yine Kur’an, sûi zandan, kötü sanýdan kaçýnmayý emreder: “Ey iman edenler! Zannýn çoðundan kaçýnýn. Çünkü zannýn bir kýsmý günahtýr. Birbirinizin kusurunu araþtýrmayýn. Biriniz diðerini arkasýndan çekiþtirip gýybet yapmasýn…” [2]
9- Ýhtiyatlý davranmak gerekir. “Tekfir ettiðimiz þahýs ya kâfir deðilse?” diye düþünülüp yapýlan tekfirin isabet edememesi halindeki feci durum deðerlendirilmelidir.
10- Suç, þüphe ile sâkýt olur. Tekfir gibi büyük bir suç da þüphe ile düþmelidir. "Þüphelerden dolayý hadleri kaldýrýnýz (uygulamayanýz)" [3]
11- Büyük günahlar imaný zedeler, zayýflatýr, ama iptal etmez.
12- Ýman, bazen küfür, nifak veya câhiliye ile birlikte bulunabilir.
13- Naslarda ortaya çýkan küfür veya þirk büyük ve küçük küfür (veya þirk) diye ikiye ayrýlýr. Þirkin küçüðü, gizlisi vardýr. Küfür de bazen nankörlük anlamýnda kullanýlýr; kâmil iman yokluðu gibi anlamlara gelebilir.
14- Kâfirde mü’min amelinden bazýlarý, onu mü’min yapmadýðý gibi, bazen mü’minde de kâfir ameli bulunabilir; bu da mü’mini kâfir yapmaz.
15- Bazen bir fiil küfür olduðu halde, iþleyen kâfir olmayabilir.
16- Bir kâfiri mü’min sanmakla yapýlacak hata, bir müslümaný kâfir saymakla yapýlacak hatadan çok daha hafiftir.
17- Peygamberimiz, vahiyle kendisine bildirilen münâfýklarý ashâbýna bildirmedi. Onlara Müslüman muâmelesi yapýlmasýna izin vermiþ, hatta mecbur etmiþ oldu. Ama, savaþta “lâ ilâhe illâllah” diyen birini öldürdü diye sahâbisi Üsâme’yi þiddetli þekilde azarladý.
18- Kur’an’ýn þu ihtarýný akýldan çýkarmamalýdýr: “Ve lâ tekûlû li men elgâ ileykumu’s-selâme leste mü’minâ tebteðûne arada’l-hayâti’d-dünyâ… (Size selâm verene, dünya hayatýnýn geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min deðilsin!’ demeyin…)” [4]
19- Haksýz tekfir bumerang gibidir; karþýsýndaki mü’min olduðu halde onu tekfir eden kiþinin kendisine bu sýfat döner:
“Bir kimse diðerine, ‘kâfir’ dediði zaman, bu ikisinden biri kâfir olur: Eðer dediði kimse kâfir ise, adam doðru söylemiþtir; yok eðer ona dediði gibi deðilse, ona söylediði küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).” [5]
“Hiç kimse, bir baþkasýna ‘fâsýk’ veya ‘kâfir’ demesin. Þayet itham altýnda býrakýlan kiþide bu sýfatlar yoksa, o söz, onu söyleyene döner.” [6]
20- Dinden çýkarmayan bazý günahlar hakkýnda “küfür” kelimesini kullanmak câizdir. Bu kullanýþ, taðlîz ve korkutma gayesini güder. Bu çeþit taðlîz, yani aðýr sözlerle caydýrma iþi, hadislerde bazen imanýn nefyedilmesi ile yapýlmýþtýr. “… Ve tekfurne’l-aþîr (…Kocalarýnýza karþý kâfir oluyorsunuz; yani nankörlük ediyorsunuz).” [7]
21- Kelime-i þehâdet veya tevhid kelimesiyle Ýslâm’a girilir. Bu sözü söyleyen bir kimsenin müslümanlýðýný kabul etmeli; bu þehâdet veya tevhid kelimesine ters bir söz veya davranýþta bulunan kimsenin niçin bu þehâdet ve tevhidi reddettiðini açýklamasý istenmelidir.
22- Müslümanlýk iddiasý, þehâdet kelimesi gibi kiþinin müslümanlýðýyla ilgili söylediði söz, bâtýl ve yalan olduðu ortaya çýkýncaya kadar hak ve doðru kabul edilir. Bir kimse hakkýnda þüphe ve zan ise, hakikati ve doðruluðu çýkýncaya kadar geçersizdir, yalan sayýlýr.
23- "Lüzûm-i küfür deðil de, iltizâm-ý küfür küfrü gerektirir." H. Karaman bu usûl kuralýný þöyle açýklar: “Bir kimsenin belli bir davranýþý, dýþ görünüþü itibarýyla küfrü gerektiriyor, "bunu ancak kâfir olan yapar, söyler" kanaatini veriyorsa buna "küfr-i lüzûmî" denir. Bu durumda kiþi, mezkûr davranýþýnýn küfrü gerektirdiðini bilmiyor yahut bunu yaparken kâfir olmayý kast etmiyor olabilir. Eðer þahýs, yaptýðý (davranýþýnýn) ve söylediðinin küfrü gerektirdiðini, müslümanýn dinden çýkmasýna sebep olduðunu biliyor ve bu maksatla mezkûr davranýþta bulunuyorsa, küfrü iltizam ediyor ve benimsiyor demektir; iþte buna da "küfr-i iltizâmî" denir.
Þimdi farklý düþünen, farklý davranýþta bulunan iyi niyetli, samimi müslümanlarla tartýþmak, kardeþçe ve "birbirlerine karþý merhametlidirler"[8] ferman-ý Ýlâhîsine uygun üslupta karþý fikir ileri sürmek, uyarmak... mümkündür, câizdir. Fakat onlarý tekfir etmek câiz deðildir. Çünkü bir kimsenin kâfir olmasýnýn þartý iltizamdýr (küfrü benimsemesidir), yahut da söz ve davranýþýnýn Ýslâm içinde kalmasýna müsait hiçbir te’vile ihtimal taþýmamasýdýr.
Bu kurala göre bir kimsenin Ýslâm dairesinden dýþarý çýkmasý, müslümanlara göre yabancý sayýlabilmesi için küfrü (müslümanlýða sýðmayan bir düþünce ve inancý) bilerek ve gönülden benimsemiþ olmasý gerekir. Kiþi, küfrü gönülden ve bilerek benimsemediði müddetçe, onun bir yorum veya davranýþý, bir baþkasýna göre dinden çýkmasýný gerektiriyor diye o kâfir sayýlamaz (böyle bir kimse tekfir edilemez). Te’vîlin (yorumun) usûlüne uygun olarak yapýlmamýþ olmasýndan önemli hatâlar doðabilir; böyle yorumlar kiþi ve gruplarý, Allah ve Rasûlü'nün (s.a.s.) murâdý olan Ýslâm yolundan uzaklaþtýrabilir, ancak te’vil bulundukça küfre hükmetmek, te’vil sahiplerini Ýslâm ümmetinden dýþlamak oldukça düþünülmesi gereken, sorumluluk getiren bir hüküm olur. Te’vîl, kiþinin þahsî düþünce, keþif, ilhâm ve temâyülünü vahyin üstüne çýkarýyor, vahyi geri plâna itiyor, açýkça veya doðurduðu sonuç itibârýyla akla ve ilhâma dayanan bir din getiriyorsa bu te’vil sahipleri ile birleþilemez. Ýslâm adýna ortak bir hizmet gerçekleþtirilemez (Çünkü bunlar akaidî bir sapma içindedir). Ýhtilâf vahye öncelik vermemekten deðil de, onun sübutu (bize saðlam olarak intikali; ki, bu ancak hadisler için söz konusudur), yahut usûlünce yorumdan kaynaklanýyorsa bu ihtilâf gruplarý ile iþbirliði mümkündür ve gereklidir.
Tekfir ve usulsüz tenkit... Bazý müslümanlar, kendi din anlayýþlarýna uymayan bir anlayýþ ve inancýn sahiplerini hemen tekfîr ediyor, dinden çýktýklarýný söylüyorlar. Bu yaklaþým müslümanlarý parçalýyor, birbirine düþürüyor, usulüne göre tenkit ve düzeltme kapýsýný da kapatýyor.” [9]
24- Þirke bulaþan veya akîde ve amelinde þirk izleri bulunan her kim olursa (müslümanlardan) ona ne ýstýlah mânâsýyla "müþrik" diye hitab edilebilir ve ne de müþriklere yapýlan muâmele ona da yapýlabilir. Böyle bir hitap ve davranýþa, ancak, tevhid inancýný temel inanç olarak kabul etmeyen, vahiy, nübüvvet ve Allah'ýn kitabý'ný daha baþtan dinin kaynaðý olarak kabul etmeyen ve asýl dinleri þirke dayalý kimseler müstehaktýr.
Küfre girip kâfir olduklarý halde[10] Yahudi ve Hristiyanlar için Kur’ân-ý Kerim'de müþrik lafzý kullanýlmayýp baþka bir ýstýlah, "ehl-i kitap" ýstýlahý kullanýlmýþtýr. Dahasý, onlarla müþrikler arasýnda sadece telaffuzdan doðan bir farkla yetinilmemiþ, müslümanlarýn onlarla olan iliþkileri, müþriklerle olan iliþkilerinden ayrý ele alýnmýþtýr. "Allah'a þirk/ortak koþan kadýnlarla, onlar inanýncaya kadar evlenmeyin."[11]diyen Kur’an’ýmýz Kitap ehlinden olan, Ýncil’e veya Tevrat’a inanmýþ bir kadýnla müslüman bir erkeðin evlenmesine izin/ruhsat vermiþtir. [12] Ayrýca, Kur’an, ehl-i kitabýn yiyeceklerini müslümanlara helâl kýlmýþtýr. “Bugün size temiz ve iyi þeyler helâl kýlýnmýþtýr. Kendilerine kitap verilenlerin (yahûdi ve hýristiyanlarýn) yiyeceði size helâldir, sizin yiyeceðiniz de onlara helâldir.” [13]
Ancak, bütün bunlara raðmen Eðer Yahudi ve Hristiyanlar gerçekten de müþrik olarak görülse idi, onlarýn da kadýnlarýyla evlenmek kendiliðinden haram olurdu. Ayný þekilde Ehl-i Kitab'ýn kestiklerinin hükmü de müþriklerinkinden tamamen farklýdýr. Böyle bir ayrýlýðýn sebebi þundan baþka ne olabilir ki: Onlar þirke bulaþmalarýna raðmen tevhidi, asýl din olarak kabul etmektedirler. Bundan dolayý onlara Müslümanlarla aralarýnda eþit olan kelimeye, tevhid’e gelmeleri için çaðrý yapýlýr:[14] "Deyin ki, "Bize indirilene de size indirilene de inandýk. Bizim ilâhýmýz da sizin tanrýnýz da birdir..." [15]
Bunun aksine, Allah Teâlâ "müþrik" ýstýlahýný þirki asýl din olarak benimsemiþ kimseler için kullanmýþtýr. Onlar Peygamber Efendimize (s.a.s.) þöyle itiraz ediyorlardý: "Tanrýlarý tek bir tanrý mý yapýyor? Doðrusu bu þaþýlacak bir þeydir" dediler." [16] Onlar dinin akîde ve amellerinin de vahiy ve risâletten alýnmasý gerektiðini kabul etmiyorlardý: "Onlara 'Allah'ýn indirdiðine uyun' denilince "hayýr biz baba ve dedelerimizin üzerinde bulunduklarý þeye uyarýz' derler." [17]
25- Te’vilsiz tekfir, þeksiz küfürdür. Muvahhid mü’minlerin görevi tebliðdir. Teblið, kesinlikle tekfirden üstündür. Müslümanlarýn hedefi, kiþiyi küfre teslim etmek deðil; aksine küfrün pençesinden kurtarmaktýr.
26- Tekfir kararý þahýslara býrakýlmýþ deðildir. Tekfire Ýslâm mahkemesi karar verir. Ýslâm devletinde bir müslümanýn küfre girip girmediðine Ulu’l-emr veya nâibi; Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý yerlerde ise, mür’minlerin kendi içlerinden seçtiði imam karar verir.
27- Mü’min süpürücü deðildir. O, her þahýs hakkýnda özel hüküm vermenin gereðine inanýr. Bilir ki, içinde doksan dokuz câninin yanýnda bir mâsum insan olan bir gemi varsa, aralarýnda tek bir mâsum olduðu için o geminin batýrýlmasý câiz olmaz. Ýçinde taþ var diye pirinci atmadýðý gibi, hatta taþlarýn içinde pirinç varsa onu da ayýklar.
28- Tevhid konusunda aþýrý hassâsiyet, tekfir konusunda da aþýrý ihtiyat gerekir. Milyonda bir ihtimalle þirk kabul edilebilecek bir konuda kendimizi ýsrarla korumak, yani böyle küçük çaplý da olsa riskli söz ve davranýþlardan kaçýnma duyarlýlýðý göstermek gerekir. Tekfir konusunda ise, bir söz veya davranýþ yüzde bir ihtimalle küfür sayýlmayabilen bir þey ise, muhâtabý tekfir etmemek þiarýmýz olmalýdýr.
Ýtici deðil, çekici olmalýyýz. Mýknatýs gibi olmalýyýz; içinde az da olsa iman cevheri olan bize yaklaþmalý. Zorlaþtýrýcý deðil, kolaylaþtýrýcý; nefret ettiðirici deðil, müjdeleyici olmalýyýz. “Kolaylaþtýrýn, zorlaþtýrmayýn; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” [18] Aðzýndan köpük saçarak kendi anlayýþý dýþýndaki tüm Müslüman ve cemaatleri aðýr ifadelerle suçlayýp eleþtirerek hayýrlý bir yere varýlamaz. Kardeþlik ve ümmet hukukuna riâyet edilmeden Allah’ýn râzý edilmesi mümkün deðildir. Tek önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) þöyle buyurur: “Nefsim yedinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiþ olmazsýnýz. Size, yaptýðýnýz zaman birbirinizi seveceðiniz bir þeyi haber vereyim mi? Aranýzda selâmý yayýn.” [19]; “(Hiçbir kötülüðü olmasa dahi) kiþinin, müslüman kardeþine hakaret etmesi kendisine (kötülük olarak) yeter. Her müslümanýn diðerine kaný, malý ve namusu haramdýr.” [20]
Tekfir ve Hak Edeni Tekfir Etme Gereði
Tekfir: Söylediði bir söz ya da sergilediði bir davranýþ nedeniyle, birinin Ýslâm Dini’nden çýktýðýný söylemeye ve bunu bir hüküm olarak kabul etmeye “tekfîr”denir.
Burada belirtilmesi gereken bir konu da, küfrünü açýktan ilan edenleri bir endiþe duymadan küfürle damgalamamýzýn gereðidir. Buna karþýlýk; içlerinde iman olmasa da, dýþlarýnda Ýslâmî bir görüntü oluþturanlardan el çekmeli, dilimizi tutmalýyýz. Bu gibi kimseler Ýslâm örfüne göre 'münâfýk'týrlar. Dilleriyle iman ettik derler kalpleriyle inanmazlar. Ya da yaptýklarý söylediklerini tasdik etmez. Dýþ görünüþlerine bakýlarak onlara da müslümanlara uygulanan hükümler tatbik edilir. Ahirette ise içlerindeki küfür sebebiyle esfel-i safiline yuvarlanýrlar.
Ýrtidâd, akýllý ve bâlið kimsenin zorlama olmadan Ýslâm dinini fiil, söz veya inanç baðlamýnda terk etmesiyle gerçekleþir. Delinin, aklý ermeyen çocuðun ve mükrehin/zorlananýn dinden dönmesi geçerli deðildir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) þöyle buyurmuþtur: "Üç kiþiden hesap sorma kaldýrýlmýþtýr: Aklýný kaybetmiþ kimse akýllanana kadar; uyuyan uyanana kadar ve çocuk, bulûða erene kadar. Bu üç zümreden kalem kaldýrýlmýþtýr ve yaptýklarýndan sorumlu tutulmazlar." [21]
Kiþinin sözlü, fiilî veya itikadî olarak gerçekleþtirdiði davranýþýnýn dinden çýkmayý gerektirdiðini bilmesi ve bunu bilerek yapmasý gerekir. Hatta Ýmam Þâfiî’ye göre, kiþinin bu iþi bilerek yapmasý da yetmez, dinden çýkmaya niyetlenmesi de gerekmektedir. Çünkü ameller niyetlere göre deðer kazanýr.[22]
Özellikle, günümüz câhiliyye ortamlarýnda insanlar, müslüman olduðunu iddiâ edenler ya da müslümanlarýn yaþadýðý yerlerdeki insanlar, çevrelerinden Ýslâm’ý ne kadar, doðru bir þekilde öðrenme, güzel örneklerini görme imkânlarýna sahiptir? Çoðunlukla bid’at ve hurâfelerle yer yer tahrife uðramýþ din anlayýþýnýn, medyada, okullarda, hatta nice câmide tanýtýlan ve yaþanýlan Ýslâm’ýn ne oranda gerçek Ýslâm olduðu sorgulanmalýdýr. Ve bütün bu olumsuz þartlar içinde insanýn bazen hurâfelere, zâlimlerle iþbirliði yapanlara karþý çýktýðýný zannedip deðerlendirerek hak adýna hakka karþý çýkabildiðini unutmamak gerekiyor. Câhillik, bilinmeyen Ýslâm’a karþý çýkmayý neticelendirdiði gibi, bazen bu câhiller sevdiði(ni zannettiði) dinin gerçeklerine karþý çýkýp çýkmadýðýný bile bilip deðerlendirmeden aklýna göre bir hükmü kabul etmeyebiliyor. Nice insan Ýslâm için kendini belki fedâ edebilecek durumda Allah’ý ve Rasûlünü sevdiði halde, düzen ve ortamýn kurbaný olarak, ilim ve amel konularýnda da ihmalin neticesi, bazý müslümanlarca mürted ilan edildiði için onlara göre idamý hak eden duruma düþebiliyor. Acýnmasý ve kurtarýlmasý gereken bu zavallýlara karþý görevlerini yerine getirmeyen müslümanlarýn, bunlarý asýlmasý gereken insanlar olarak ilân etmeleri ne kadar doðru olur? Bunlara ne verdik ki, ne istiyoruz? Bataklýktan, hele gübrelikten çok güzel kokulu güller mi çýkacak? Tek tük çýksa bile, gübreliðin gülistan olmasýný beklemek idealizmin anormallik boyutu deðil midir? Bataklýk/gübrelik kurutulmadan b... böceklerinin veya sivrisineklerin önüne geçmek mümkün mü? Cehâlet, aldatmalar, saptýrmalar, akýn kara, karanýn da ak gösterilmesi gibi tavýrlar deðerlendirilmeden ve bunlara çözümler bulunmaya çalýþýlmadan insanlarýn hakka tümüyle nasýl teslim olabileceðini düþünmek gerekiyor. Derdimiz baðcý dövmek deðil, üzüm yemek olmalý. Yargý yerine dâvet öne çýkmalý, tekfir ve mürtedlik damgalamasýyla öldürülecek adam aramak yerine; ihyâ edilecek, hidâyetlerine sebep olunacak tavýrlar gerekiyor. Mesleðimiz yargýçlýk deðil, itfaiyecilik ve doktorluk olmalý. Bilinçli þekilde savaþçý konumunda olmayanlarý öldürmeye deðil; onlarý kurtarmaya, ihyâ etmeye koþmalýyýz. Militanlýk deðil, merhamet fedâiliði gerekiyor ýslah için, amel-i sâlih için, hakký ve sabrý tavsiye için. Unutmayalým ki, bir caný kurtaran/ihyâ eden, bütün insanlarý kurtarmýþ gibi; haksýz yere birini öldüren de bütün insanlarý öldürmüþ gibi olur. [23]
Ahmed Kalkan Darul Harpmi Darul Harapmý Eserinden Alýnmýþtýr.
[1] 10/Yunus, 36; 53/Necm, 28
[2] 49/Hucurât, 12
[3] Ebû Dâvud, Salât 14; Tirmizî, Hudûd 2
[4] 4/Nisâ, 94
[5] Buhârî, Edeb 73; Müslim, Ýman 111
[6] Buhârî, Edeb 44
[7] Buhârî, Hayz 6, Zekât 44, Ýman 21, Küsûf 9, Nikâh 88; Müslim, Küsûf 17, h. no 907; Ýman 132, h. no 79
[8] 48/Fetih, 29
[9] Hayreddin Karaman, www.hayrettinkaraman.net
[10] 9/Tevbe, 30; 5/Mâide, 73
[11] 2/Bakara, 221
[12] 5/Mâide, 5
[13] 5/Mâide, 5
[14] 3/Âl-i Ýmran, 64
[15] 29/Ankebut, 46
[16] 38/Sâd, 5
[17] 2/Bakara, 170; Mevdûdi, Fetvalar, Nehir Yay, c. 2, s. 125-129
[18] Buhârî, Ýlim 11; Müslim, Cihad 5
[19] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, Ýman 93, hadis no 54
[20] Müslim, Birr 32; Ebû Dâvûd, Edeb
[21] Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizi, Hudûd,1; Nesâi, Talak, 21; Ýbn Mâce, Talak, 15
[22] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Itk 6, Menâkýbu’l-Ensâr 45, Talâk 11; Eymân 23; Müslim, Ýmâre 155; Ebû Dâvud, Talak 11; Nesâî, Tahâre 59, Talak 24, Eymân 19; Ýbn Mâce, Zühd 26; Abdülkadir Udeh, et-Teþrîu’l-Cinâiyyü’l-Ýslâmî, 2/719
[23] Bak. 5/Mâide, 32