Sizden Gelenler( Güncel Meseleler )
Pages: 1
Tekfir Meselesi 1 By: neslinur Date: 08 Haziran 2010, 12:50:04


Günümüzün en tehlikle konularýndan biri olan tekfir meselesine bakýþlar

Haksýz Tekfir;

Bir Müslümaný Küfre Nispet Etme


 

Ýtidal/Denge               

 

Ýtidal, konu ne olursa olsun, herhangi bir þeyde ifrat veya tefrite düþmemek, vasat derecede olmaktýr. Ýfrat ve tefrit denilen her iki aþýrý ucun tanýmlanmasýnda yarar vardýr.

 

Ýfrat: Bir konuda ölçüyü aþma, ileri gitme, normali aþma, aþýrýlýk, haddini aþma ve tâkatin üstünde üzerine iþ alma demektir. Ýstenenden fazla yoðunlaþmayý da içerir. Kraldan fazla kralcý olma deyiminde anlatýlmak istenen budur. Tefrit ise; Ortalamanýn, yani vasatýn çok altýnda olmak, geride kalmak, normalden aþaðýda bulunmaktýr.

 

Bu iki terimin iyi tanýmlanmasý, itidali anlamamýza yardýmcý olacaktýr. Ýtidal, bir dengedir. Ýfrat ve tefrit, bu dengeyi bozan birbirine tamamen zýt iki ucu temsil eder. Buna en çarpýcý örnek, dini daraltanlara Peygamberimizin buyurduðu þu sözdür:  “Aþýrý gidenler helâk olmuþtur” [1] Rasûlullah (s.a.s.) bu hükmü üç kere tekrar eder. Yine O, dinde aþýrýlýðýn helâk sebebi olduðunu vurgular: "Dinde aþýrýlýktan sakýnýn. Çünkü sizden öncekiler, dinde aþýrý gittiklerinden ötürü helâk oldular." [2]

 

 

Dinde Aþýrýlýk

 

Kur'an, din bahsinde bir tehlikeye dikkat çekmektedir: Bu, dinde gulüvdür/aþýrýlýktýr. Dinde gulüv: Azgýnlýk, doymazlýk, haddi aþmak, dine ilâvelerde bulunmak demektir. Hz. Peygamber'in gulüv konusundaki beyanlarý bize gösteriyor ki, dinde gulüvün temelinde, birtakým insanlarýn dinde olmayan bazý þeyleri Allah'a yaranmak adý altýnda dine yamatmalarý ve esasý kolaylýk olan hak dini çekilmez hale getirmeleri vardýr. Dinde aþýrýlýk, âyetler çerçevesinde, öncelikle yanlýþ bir Allah inancýnda belirir. Daha sonra ise baþkaldýrma, aþýrý gitme ve yapýlan kötülükleri önleme çabasýndan yoksunluk olarak kendini gösterir.

 

Ehl-i kitapla ilgili bu aþýrýlýk ve taþkýnlýðýn yasaklanýþý, dinlerin en ortayolcusu/dengeli olaný Hz. Muhammed'in dinine uymaya teþvik amacý taþýr. Kur'an, hýristiyanlýðýn dinde gulüv yüzünden Hakk'a yüz çevirip hak dini dejenere ettiðini söylemektedir: “De ki: Ey kitap ehli, haksýz/yanlýþ yere dininizde taþkýnlýk etmeyin, dininiz konusunda aþýrý gitmeyin. Daha önce sapýtan, pek çok kiþiyi saptýran ve doðru yoldan ayrýlan bir kavmin hevâsýna/keyiflerine uymayýn. Ýsrâil oðullarýndan inkâr edenler, Dâvud'un ve Meryem oðlu Ýsa'nýn diliyle lânetlenmiþlerdi. Bu, baþkaldýrmalarý ve aþýrý gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptýklarý kötülükleri önlemezlerdi. Yaptýklarý ne kötüydü!”[3]

 

Kur'an, dinde aþýrýlýktan þiddetle kaçýndýrmaktadýr.[4]; "Kalbini Bizi zikirden/anmaktan alýkoyduðumuz, keyfine uyan ve iþi hep aþýrýlýk olan kiþiye itaat etme!"[5] Bu âyet de, aþýrýlýktan kaçýnmayý, aþýrýlara uymamayý emretmektedir. Çünkü dinde aþýrýlýk, dini amacýndan saptýrýr. Allah'ýn koymadýðý hükümlerin konmasýna, yasaklamadýðý þeylerin yasaklanmasýna yol açar. Bu da insanlarýn hareket alanlarýný daraltýr. Dinin amacý, insanýn elini kolunu baðlayýp onu vehimlerin tutsaðý yapmak deðil; hurâfelerden kurtarýp özgür, sadece Allah'a tertemiz kul yapmaktýr. Din, ruhu bezeme yöntemidir.

 

Enes bin Mâlik’in (r.a.) rivâyetine göre, üç sahâbe, mü’minlerin annelerine müracaat etmiþ ve Rasûlullah (s.a.s.)’ýn gizlice yaptýðý ibâdetleri sormuþlardý. Aldýklarý cevap kendilerini tatmin etmemiþ ve “Biz nerede, Rasûl-i Ekrem nerede?! Allah, O’nun gelmiþ geçmiþ bütün günahlarýný affetmiþtir” diyerek, deðiþik bir yorumda bulunmuþlardý. Bu üç sahâbeden biri, “Ben geceleri hep namaz kýlacaðým”, diðeri “Ben hayatým boyunca ara vermeksizin oruç tutacaðým”, öbürü de “Ben evlenmeyeceðim” taahhüdünde bulunmuþtu. Bunu haber alan Peygamberimiz, onlara “Þöyle þöyle diyenler sizler misiniz?” demiþ ve “Vallahi, þunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ’dan en çok korkan ve sakýnanýzým. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile namaz kýlar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden deðildir.”[6] buyurmuþtur. (Bu üç sahâbenin Hz. Ali (veya Ebû’d-Derdâ), Abdullah bin Amr bin Âs ve Osman bin Maz’un olduðu rivâyet edilir.) Bu hadis-i þerif, sünnete göre amel etmenin önemini açýklar; dünyadan el etek çekme gibi aþýrýlýklarýn yanlýþlýðýný vurgular. Ölçüsüz bir þekilde dünyaya sarýlmak kadar; bir tür ruhbanlýk hayatýna yönelmek de sünnet ölçülerine göre doðru bulunmamýþtýr. [7]

 

Yüce Rasûl, burada, din adýna dini daraltanlarý uyarmak istemiþtir; bu, aslýnda bir ifrat halidir. Dini olduðundan fazla geniþletenler de tefrit halindedir. Ýslâm, her konuda ifrat ve tefritten uzak olmayý, aþýrýlýklardan kaçýnmayý, dengeyi tavsiye eder. Hýristiyanlar ifrât yoluyla, Yahûdiler de tefrit yoluyla sýrât-ý müstakîm olan dengeden uzaklaþmýþlardýr. O yüzden bu sapmalar, Hýristiyanlaþma ve Yahûdileþmeye giden yolu açar.

 

Taberânî ve Kurtubî’nin tâbiûn fakihlerinden Hz. Ýkrime’den rivâyet ettiðine göre; ashâb-ý kiramdan bazýlarý “cinsî duygularýný köreltmek”, bazýlarý “et yememek”, bazýlarý da “þükrünü edâ edemeyecekleri nimetlerden uzak durmak” gibi taahhütlerde bulunmuþlardý. Bu aþýrý taahhütler üzerine þu âyet nâzil olmuþtur: “Ey iman edenler! Allah’ýn size helâl ettiði þeyleri haram kýlmayýn, hudûdu aþmayýn. Doðrusu Allah aþýrý gidenleri sevmez.”[8] Yani, aþýrý gitmeyin, helâli haram ve haramý helâl saymayýn denilmiþtir. [9]

 

“Kitab, mîzan/ölçü, demir (güç, yaptýrým) ve takvâyý yoðurup adâleti (itidali) yerine getirmek[10] ve toplumu, yönetimi Ýlâhî istikamet doðrultusunda deðiþtirmek için insanlarýn kendi nefislerini deðiþtirmeleri gerekmektedir.[11] Kargaþa ile nizamý, fesat ile salâhý, anarþi ile huzuru, terör ile cihadý, korkaklýk ile sabrý, acelecilik ile tedrîcîliði, lüzumsuz bilgi ile ilmi, þekilcilik ile takvâyý, yýkýcýlýk ile yapýcýlýðý, propaganda ile tebliði, çýðýrtkanlýk ile dâveti, delilik ile cesaret ve kahramanlýðý, tedbir ile uyuþukluk ve korkaklýðý, eylem ile amel-i sâlihi, geçici heyecan ile muhâkeme ve istikrarý, taklit ile tahkîki, iþgal ile fethi, haksýz tekfîr ve haksýz teslîm ile, adâlet ve sorumluluk bilincini kuþanarak hüküm vermeyi, yani her türlü aþýrýlýkla dengeyi birbirinden ayýrmayý, birbirine karýþtýrmamayý hem teoride kabullenmeli ve hem de pratikte ortaya koyabilmeliyiz.

 

Sýrât-ý müstakîm üzere bir Ýlâhî yürüyüþ programýndaki ifrat ve tefritin ne büyük zararlar açtýðýný görmemek mümkün deðildir. En temel konu olan tevhid akîdesini anlamaktan tutun da, Ýslâmî dâvet sürecinin içerdiði bütün konulara varýncaya kadar, tarih boyunca bu iki uç, kendini hissettirmiþtir. Örneðin, ifrat ehli öyle bir tevhid tanýmlamasý yapar ki, muvahhid bir mü’min olmak, bu tanýmlamaya göre (istisnalar dýþýnda, hemen hemen) mümkün deðildir. Tefrit ehli de, öyle bir tevhid tanýmlamasý yapar ki, küfürde ileri gitmiþ aþaðýlýk insanlar bile sanki tevhid ehli gibi görünür. Dâvet çalýþmalarýnda da ayný probleme þahit olmaktayýz: Ýfratçý dini tekeline alýr, tüm muhâtaplarýna en katý, en sert tanýmlamalarý getirir; tefritçi ise, doðruyu yanlýþtan ayýrt edemeyecek kadar ortamý ve ortalýðý süt-liman görür. Burada, “denge”nin önemi ortaya çýkmaktadýr. Her iki aþýrýlýktan korunmanýn yolu, “delile dayalý bakýþ açýsý”nýn egemen kýlýnmasýdýr. Deliller, bütün açýklýðýyla ortaya konmalý, duygusallýða yer verilmeden ilmî bir etüd içinde konular irdelenmelidir.

 

Ýfrat ve tefrit, Kur’an ve Sünneti anlama yönteminde de tarih boyunca kendini hissettirmiþtir. Kur’an’ý merkeze almayan ve O’ndan doðrudan yararlanýlamayacaðýný öngören geleneksel yaklaþým ile, Kur’an’ý anlamanýn göreceliðini veya tarihselciliði öngören modern yaklaþým, birbirine zýt iki ucu temsil ederler. Kur’an’ýn anlaþýlmasýný ve belirleyiciliðini Ýslâm tarihi içinde “üretilmiþ” kaynaklara baðlayan taklitçi ve gelenekçi anlayýþlar ile; Kur’an’ýn tarihî þartlarýn bir ürünü olduðunu iddia eden oryantalist zihniyet, yani tarihselcilik, her ikisi de itidalden sapmadýr. Bu uçlar, her ne kadar birbiriyle zýt olsalar da, ortaya çýkan sonuç bakýmýndan ayný noktada birleþmektedir: Kur’an’ýn hayatýn içinden bir þekilde çekilip alýnmasý.

 

Ayný þekilde bu iki uca kaymalar, Sünneti algýlamada da kendini göstermektedir. Yalan-yanlýþ her türlü rivâyeti ilmî elemeye tâbi tutmadan, Hz. Peygamber’e mal eden aþýrý gelenekçi ve taklitçi sünnet anlayýþý ifrâtý temsil ederken; Hz. Peygamber’i bir postacý konumuna indirgeyen ve onun örnekliðinin ve önderliðinin kuþatýcýlýðýný göremeyen modernist anlayýþ, tefriti temsil eder. Her iki uç da, yine ayný noktada, sonuç itibarýyla buluþmaktadýr: Yüce Peygamber’in örnekliðinin hayatýn içinden çekilip alýnmasý. Dikkat edilirse, ifrat ve tefritin pratiði, sonuç itibarýyla, ortak bir noktada buluþmaktadýr.

 

Ýfrat ve tefrit çizgisindeki savrulmalar, bu konularýn dýþýnda pek çok alanlarda da kendini göstermektedir. Ýslâm bilginlerini “yanýlmazlýk” mertebesine yükseltenler ifrâtý, onlarýn ictihadlarýný tahkir ya da tezyif edenler tefriti temsil ederler. Orta yol ise, onlarýn görüþ, ictihad ya da kanaatlerini sâlih gayretlerinden dolayý takdir etmek, duâ etmek, onlardan yararlanmak, ancak bu kanaat ya da ictihadlarý her dönemde ve her toplumda geçerli nass mertebesine yükseltmemektir. Toplumu deðerlendirmede de vasatý temsil eden anlayýþa ulaþmak için çaba göstermek gerekir. Ýçinde yaþadýðýmýz ülke ne dâru’l-harptir, ne de dâru’l-Ýslâm. Toplumu deðerlendirmede ölçülü olmak, dengeyi yakalamak, Ýslâmî anlayýþve tevhidî yürüyüþün selâmeti açýsýndan çok önemlidir.

 

Sâbiteler baðlamýnda her bireyin hassas olmasý esas olmakla birlikte; muvahhid Müslümanlar arasýnda bireysel hassâsiyetlerin varlýðý anlayýþla karþýlanmalýdýr. Sýklýkla karþýlaþtýðýmýz hassâsiyetler: Kesilen hayvanlarýn etleri, tâðûtî vasfa sahip olanlar hâricindeki devlet memurluðu, askerlik, çocuklarýn okula gönderilmesi, vergi, emekli maaþý alma vb. konulardýr. Buradaki mûtedil çözüm; hassâsiyetlerin, bir bireysel özellik olarak kabul edilmesi, ancak bunun çevremizdeki müslümanlara dayatýlmamasý, hassâsiyet sahibi mü’minlerin örnekliklerini dayatmadan sürdürmeleri, güçle ve ideal anlamda çözümünün ancak Ýslâm devletiyle ilintili bu tür fedâkârlýklarý herkesten beklememeleridir. Hassâsiyetini tevhidî ilkelerin olmazsa olmaz bir gereði gibi görmemek, ancak bunlarý koruyarak örnek olmak, hassâsiyet sahibi mü’minlerin görevi iken; bu hassâsiyetlere katýlmayan mü’minlerin görevi de kardeþlerini rencide etmemeleri, onlarý hoþ karþýlamalarýdýr. Bu tür farklýlýklarýn varlýðý, bir zenginlik olarak kabul edilmelidir. Burada da her iki aþýrý uca kaymadan, dengeli ve ölçülü hareket etmek esastýr. Ancak, unutulmamalýdýr ki, sâbiteler baðlamýndaki hassâsiyetler, bu konunun dýþýndadýr. Örneðin, tâðutlarý ve tâðûtî vasfa sahip kurumlarý birtakým maslahatlarla desteklemek, bireysel hassâsiyet deðil, bir sapma olarak deðerlendirilmelidir.

 

Toplumu dönüþtürme çabalarýnda da her iki aþýrý uç, yine boy göstermektedir. Toplumu þiddet yoluyla aceleci adýmlarla dönüþtürmek isteyen þiddet yanlýlarý ifrâtý temsil ederken; örnek Kur’an neslini oluþturmak yerine bireyci, mevziî kültürel ve eðitsel çalýþmalarla yetinen ya da sadece bunlarý savunanlar tefriti temsil etmektedir. Yaþadýðýmýz coðrafyada cami ve mescidleri topyekün mescid-i dýrar ilan edenler ifrâtý, onlarý þimdiki konum ve kullaným þekliyle Ýslâm toplumunun emrinde ideal birer kurum olarak görenler de tefriti temsil etmektedir. Resmî otoritenin kurumlarýnda çalýþan herkesi tekfir eden tekfirci anlayýþ ile, ayrým yapmadan hepsini olumlu sayan, tâðûtî kurumlarý güçlendiren kiþi ve zihniyetleri tasvip eden gevþek anlayýþ, yine iki aþýrý ucu temsil ederler. Mezhep baðnazlýðý içinde olup mezheplere “dokunulmazlýk” zýrhý giydirenler ifrâtý, mezhep olgusunu yok sayan ya da görmezden gelenler ve mezhepsizliði, yani disiplinsizliði savunanlar ise tefriti temsil ederler. Muharref din kültürünün toplumumuzda hâkim olduðu bir gerçektir. Ancak bu kültürü temsil edenlere de ölçülü davranmak ve uygun bir dil geliþtirmek gerekir. Bunu temsil eden grup ya da cemaatleri bir düþman gibi algýlamak da, onlarý ümmetin onurlu birer temsilcisi gibi görmek de yanlýþtýr.

 

Ýtidalin yakalanmasýnda, Þeriatin maksat ve gayelerini anlamaya mâtuf bir ilmî disiplinin varlýðý önem kazanmaktadýr. Dengeyi (itidali) elde etmede; derinlikli, hikmetli ve kapsayýcý bir bakýþ açýsý devreye konulmalýdýr. Aþýrýlýklarý tamponlayabilmek için, hakikatin derinliðine nüfuz etmede acele etmemek, her gruptan müslümanlarla ve farklý cemaatlerle diyalog ve karþýlýklý fikir alýþveriþini önemsemek, hâdiselere çok yönlü ve geniþ bakmaya gayret etmek, araþtýrmaya önem verip taklit ve donukluktan kurtulmak, ahlâken de sabýrlý ve hoþgörülü olmak gerekir. Bu konularda, ilmî derinliði olan muttakî ve muvahhid ulemâya büyük görevler düþmektedir. Örnek ve öncü bir Kur’an neslinin motoru konumunda olmasý gereken ulemânýn toplum içindeki savrulmalarý murâkabe edecek ilmî bir aðýrlýðý ortaya koymalarý, vazgeçilmez bir zorunluluktur. Vasat/dengeli bir temsiliyetin gerekliliði, ümmetin fertlerinin aþýrý uçlara kaymasýný önlemek açýsýndan da bir kez daha net olarak ortaya çýkmaktadýr.                       

 

[1] Müslim, Ýlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Ahmed bin Hanbel, I/386

[2] Dârimî, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, 4/127, 5/318, 330

[3] 5/Mâide, 77; ayrýca bak. 4/Nisâ, 171

[4] 5/Mâide, 77; ayrýca bkz. 4/Nisâ, 171

[5] 18/Kehf, 28

[6] Buhârî, Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3

[7] Ahmed bin Hanbel, IV/226; Dârimî, Nikâh 3

[8] 5/Mâide, 87

[9] Kurtubî, el-Câmiul li Ahkâmi’l Kur’an, 6/263

[10] Bak. 57/Hadîd, 25

[11] Bak. 13/Ra’d, 11


radyobeyan