Zikir ile kullukta takvaya ermek By: rabia Date: 26 Mayýs 2010, 15:08:14
Zikir ile Kullukta Takvâya Ermek
Ýnsanýn mayasý kulluk, kulluðun zirve noktasý Hakk’a dostluk; yâni velâyet ile Allah’a yakýnlýða erebilmektir. Ýnsan bu dünyâda kendisini kuþatan kaygý ve korkulardan kurtulmak ve öbür âlemde dostlukla muâmele görmek ister. Bunun þartý ise îmân ve takvâ ile kalbi temizlemektir. Ýnsan ancak takvâ ile korktuðundan emin olarak velâyet sýrrýna erer.1
Velâyet sýrrýnýn birtakým özellikleri vardýr. Nitekim ilk sûfîlerden sayýlan Yahyâ b. Muâz er-Râzî velînin vasýflarýný þöyle sayar: “Velînin þiârý sabýr, kisvesi þükürdür. Yardýmcýsý Kur’an, bilgisi hikmettir. Arýnmayý saðlayan hasleti tevekkül, bu dünyâya âid nihâî fikri fakrdýr. Bineði takvâ, dostu hüzündür. Bu dünyâda gurbetteymiþ gibi yaþar. Hemcelîsi zikir, yoldaþý Allah’týr.” Þâir bunlarý þöyle ifâde etmiþtir:
Zikr-i Hakk’týr Allah dostunun rûhuna gýdâ
Hakk’a þükür ise olur kazancýna safâ
Haberdâr olmak dilersen esrâr-ý ilâhiyyeden
Zikre sarýl, tâat yolunda yürü ki bulasýn vefâ.2
Ölü Kalb-Diri Kalb
Kur’an inananla inanmayanýn kalbî hayâtý arasýnda ölü ile diri arasýndaki kadar bir mesâfe bulunduðuna özellikle vurgu yapar. Nitekim Allah Teâlâ: “Sen ölülere iþittiremezsin”3 âyetiyle kâfirlerin ölü mesâbesinde olduðunu beyân buyurduðu gibi bir baþka âyette de: “Diri olanlarý uyarsýn ve kâfirler cezâyý hak etsinler diye”4 Allah’tan peygamberine apaçýk bir Kur’an indirildiðini belirtir.
Bu iki âyet-i kerîmeden dünyâ ve içindekilerin îmân ehli olanlarýnýn diri, îmân ehli olmayanlarýnýn ölü mesâbesinde olduklarý anlaþýlmaktadýr. Îmân hayât sebebi, zikir ise onu besleyen hayât suyu mesâbesindedir. Îmân aðacýný menfî olarak etkileyen gaflet zehridir. Gaflet zehrini izâle etmek için zikir panzehirinden istifâde etmek gerekir. Gönül aynasýný dünyâ ve mâsivâ kiri ile gaflet zehrinden en iyi arýndýran tevhîd zikridir. Mevlânâ Câmî der ki:
Bir aynadýr gönül Hakk’ý gösteren,
Senin aynan bulanýk acep neden?
Aynan aydýn olsun istersen ey dil!
Tevhîddir onun cilâsý bunu iyi bil.5
Gaflet insanýn mânevî hayâtýný felç; Allah ile iliþkilerini ifsâd eden ve insaný dünyâ peþinden koþturan kalbî bir marazdýr. Çünkü gaflet þerbetini içmiþ ve dünyâ sarhoþluðuna düþmüþ insan, sürekli arzu ve hayallerinin peþinden koþup durmaktadýr. Bâzen önüne çýkanlarý parçalamakta, bâzen de kurt gibi daðýtmaktadýr. Bâzen keklik gibi arzu ve istek daðlarýnda uçmakta, kimi zaman da ceylan gibi ümid otlaklarýnda dolaþmaktadýr. Habersizdir nazlandýðý ve gurur tuzaðýna düþtüðü dünyânýn oyun ve eðlence olduðundan. Bilmez ki dünyâ sermayesizlerin sarayý, bahtsýzlarýn sermayesi, çulsuzlarýn çulu, boþ insanlarýn eðlencesidir. Dünyâ yürek hoplatan fettân bir sevgili, dirlik ve düzeni bozan kahpe bir güzel, vefâsý olmayan bir dost, þefkatten yoksun bir dadý, hilekâr bir düþmandýr. Sabahleyin okþayýp sevdiðini, bir bakarsýn ki akþamleyin eritivermiþ. Bir gün gönlünü neþelendirdiði kimseyi ertesi gün helâk ateþinde yakar, kavurur.
Gaflet, Zikir ve Namaz
Kur’an’da namazla zikir arasýnda bir iliþki söz konusudur. Kur’an bir yandan namaza çaðýrýrken namaz ile zikri aynîleþtirmiþ,6 diðer yandan da namazdan bahsederken zikrin en büyük ibâdet olduðuna atýfta bulunmuþtur.7 Namazýn hakîkati zikirle kalbin huzûr, fikirle murâkabe yaþamasýndadýr. Namazdaki zikir insanýn hayâsýzlýðýna sebep olan gafleti kovar. Fikir ve tefekkür ise havâtýr denilen boþ ve anlamsýz düþünceleri giderir. Namaz, sâhibi namazda olduðu müddetçe onu bu tür kötülüklerden alýkoyduðu gibi, namaz dýþýnda da amellerini görüp ucüble benlik geliþtirmekten ve onlara karþýlýk beklemekten alýkor. Bu yüzden Allah’ý anmak ibâdetlerin en üstünü görülmüþtür.
Aslýnda namazýn en büyük husûsiyeti Allah’tan korkmayý ve günahlardan sakýnmayý saðlamasýdýr. Nitekim ensârdan bir gencin gece namazý kýldýðý ve buna raðmen birtakým kötülükler iþlediði anlatýlýnca Allah Rasûlü buyurdu ki: “Namazý onu kötülüklerden alýkoyacaktýr.”8 Çok geçmeden bu genç tevbe etti, hâli düzeldi ve sahâbîlerin seçkinlerinden oldu.9
Namazda aslolan gafletten uzak kalbî bir diriliðe sâhip olmaktýr. Çünkü insan gaflete düþtüðünde mânevî hayât damarý kesilir ve canlýlýðýný kaybeder. Namazlarýnda devamlý olan ve sürekli zikr-i ilâhî ile beslenen gönüller bâtýnlarýný korumuþ olurlar. Namazda zikrin bulunuþu onun deðerini arttýrmaktadýr. Çünkü kulun zikrinin karþýlýðý, Allah’ýn kulunu anmasýdýr. Allah Teâlâ: “Siz Beni anýn ki Ben de sizi anayým”10 buyurmuþtur. Husûsî mânâdaki bu zikir, ibâdetlerin en deðerlisidir.
Zikrin baþý tevhîddir. Tevhîd Hakk’ý birlemektir. Ortasý tecrîddir. Tecrîd Hakk’ýn dýþýndaki varlýklardan arýnmaktýr. Nihâyeti ise tefrîddir. Tefrîd sâdece Allah ile baþ baþa kalmaktýr. Allah Rasûlü tefrîd ehli için: “Müferridler yarýþý kazandý” buyurmuþtur. “Kimdir bu tefrîd ehli?” sorusuna ise Allah Rasûlü: “Allah’ý çok zikreden erkek ve kadýnlar”11 cevâbýný vermiþtir. Þeyh Attâr tefrîdi þöyle anlatýr:
Tecrîdin esâsý etmendir þehvete vedâ
Bütünüyle eylemendir zevkleri fedâ
Kestiðinde sen büsbütün mevcûdattan ümid
Ortaya çýkar istifâde edilecek tefrîd.12
Kalb gaflet hastalýðýna kapýlýnca ondan hayâsýzlýk sayýlan fuhuþ ve münker kabûl edilen kötülükler sâdýr olmaya baþlar. Bu tür hastalýklarýn tedâvisinde en etkin ilâc zikirdir. Çünkü her þeyin ilâcý zýddý ile kâimdir.
Zikreden Kalbler
Þeytanýn en büyük hasmý zikreden kalblerdir. Kalblerin gaflet illetine bürünmesi ve Allah’ýn zikrinden uzaklaþmasý þeytaný mutlu eder. Nitekim Mesnevî’de Mevlânâ’nýn anlattýðý þu hikâye bu konuda ibretli bir örnektir:
Adamýn biri dil ve damaðýný mânen tatlýlaþtýrmak için “Allah, Allah” diye zikrederken þeytan ona musallat oldu. Dedi ki þeytan: “Sen Allah Allah diyorsun, ama karþýlýðýnda lebbeyk/buyur ey kulum, cevâbýný alýyor musun? Ne zamana kadar böyle boþ boþ söyleneceksin? Hakk sana cevâb vermiyor. Sen bu utanmaz hâlinle Allah deyip duracak mýsýn?”
Bu sözleri duyan adamýn neþesi kaçtý, yüreði burkuldu. Zikri býrakýp baþýný yastýða koydu ve derin bir uykuya daldý. Rüyâsýnda yemyeþil çayýrlýk ve çimenler arasýnda Hýzýr’ý gördü. Hýzýr ona dedi ki: “Niye zikri býraktýn? Allah’ýn adýný anmaktan piþman mý oldun?” Adamcaðýz: “Bana yaptýðým zikir karþýlýðýnda lebbeyk/buyur kulum diye bir cevâb gelmiyordu. Allah’ýn kapýsýndan kovulmaktan korktum” dedi.
Hýzýr dedi ki: Senin Allah diyebilmen bile aslýnda O’nun buyur, demesidir. Çünkü sana zikir arzusunu veren O’dur. Sen iþim çok, zamaným yok, yorgunum diye hilelere baþvurarak çareler aradýðýn hâlde Allah’ýn seni kendisine çekmesi, ayaðýndaki dünyâ baðýný çözüp zikrine izin vermesi bir bakýma O’nun lebbeyk/buyur kulum demesidir. Hakk’ý tanýmayan kiþi bu duâdan uzaktýr. Çünkü böylelerine izin yoktur. Onlara zikir zevki de verilmemiþtir. Hattâ böylelerinin sýkýntýya uðradýðý zaman inleyip de Allah’a yalvarmamasý için aðýzlarýna ve gönüllerine kilitler vurulur. Baksana Allah Firavun’a sayýsýz mal, mülk ve hükümranlýk verdi. O da ululuk dâvâsýna kalkýþtý ve insanlara «ben sizin yüce rabbýnýzým» demeye baþladý.
Allah’a yalvarýp sýzlanmasýn diye Allah ömürde bir defa Firavun’a derd vermedi. Saltanat verdi, mülk verdi, ama derd, aðrý ve gam vermedi. Ýnsana Allah’ý hatýrlatan ve gizlice O’na yalvarmaya vesîle olan derd, dünyâ mülkünden de, saltanattan da daha iyidir. Derdsiz duâ soðuktur, bir iþe yaramaz. Derdlinin, acý çekenin duâsý ise gönülden kopar gelir. Saðlam adamýn duâsý ile inleyen derdlinin yakarýþý arasýnda ne kadar çok fark vardýr. Derdsiz adam þeklî olarak ellerini kaldýrýr, birkaç kelime söyler ve kalkar gider. Ama hasta, ýstýraplar içindedir. Aldýðý ilâçlarýn tesiri olmamýþtýr. Doktordan da, ilâçdan da ümidini kesmiþtir. Tek ümidi Allah’týr. Bütün kalbiyle Allah derken feryâdýndan yer ile gök inler, gönüller titrer. Elbette böyle duâ, bir baþka duâdýr.13
Dünyâ olaylarý sonuçlarýna göre deðerlendirilmelidir. Nîmet gibi görünen þeyler çoðu zaman külfet ve perde olabildiði gibi, derd gibi görünenler kurtuluþ vesîlesi olabilmektedir. Bütün mesele kalbin neye ve kime âid olduðudur. Nefs ve þeytanýn tuzaðýna düþmeden Hakk’ýn nazargâhý hâline getirilebilen kalbler, dünyevî huzûrun ve uhrevî saâdetin temel dayanaklarýdýr.
Kalblerin Ýtmînâný ve Zikir
Kalblerin itmînâný Kur’ânî ifâdesiyle zikr-i ilâhî iledir.14 Genelde zikir, dil, kalb ve organlarla olmak üzere üçe ayrýlýr:
Dil ile zikir Hakk’ý hamd ve tesbih ile yüceltmek ve kitabýný okumaktýr. Dille zikir yalnýz baþýna da, toplu hâlde de yapýlabilir. Toplu hâlde yapýlan zikrin özellikle gâfil kalblerin uyarýlmasýnda çok önemli etkisi vardýr. Zikirden mahrûm kalbler taþ kesilmiþ, katýlaþmýþtýr.15 Taþ ise ancak kuvvetlice vurulduðu zaman kýrýlýp parçalanýr. Topluca yapýlan zikir meclislerinde âdetâ bir topluluðun kalbe kuvvetlice vurmasý söz konusudur. Nasýl bir tek kiþinin vurmasýna göre topluca vuruþ daha büyük bir enerji ifâde eder ve daha güçlü bir etki meydana getirirse ayný þekilde toplu zikirde kalbe yapýlan þiddetli darb, onu içinde bulunduðu gaflet uykusundan þiddetle uyarýr.
Gazzâlî kalb ile zikrin üç türlü olduðunu þöyle anlatýr:
1- Allah’ýn zât ve sýfatlarýna iþâret eden delîlleri tefekkür sûretiyle O’nun mülkü hakkýnda kalbde oluþan þüphelere cevâb aramakla,
2- Allah’ýn emirlerini yerine getirenlere vaad buyurduðu, yasaklarý çiðneyenleri tehdid için ortaya koyduðu tehdidleri anlatan delîlleri düþünmekle,
3- Allah’ýn yaratýklarýnýn sýrlarýný tefekkür ederek bu varlýklarýn her zerresini âlem-i kudsü yansýtan ayna hâline getirmekle.16
Organlarla zikir, ilâhî emir ve yasaklarýn yerine getirilmesi ya da sakýnýlmasý husûsunda sürekli hareket hâlinde bulunmak demektir. “Allah’ýn zikrine koþun”17 âyetinde namaz, zikir olarak anýlmýþ ve böylece zikir için organlarla sa’y edilmesi istenmiþtir.
Zikir sâyesinde kulluðu yudumlayýp Hakk’a yakýnlýða eren ve velâyet mertebesine varan âþýk ve ârifler tevhîdin hazzýný yaþarlar. Âlemde görüp seyrettikleri onlarýn gönül tellerini titretir, akýllarýný baþlarýndan alýr, hayret makâmýna yükseltir. Hüseyin Vâiz el-Kâþifî onlarý þöyle tavsif eder:
Hakk amelinde âþýklarýn laf ve sözleri
Sû-i edeb deðildir, çünkü temiz özleri
Seyreyle Hakk kadehinden bir yudum içeni
Kalmaz onun ne edebi, ne aklý, ne düzeni.18
Zikir ile kalb diriliði arasýnda bir baðlantý bulunduðu bilinmektedir. Nitekim Feth Mevsýlî derdi ki: “Kalbi, gýdâsý olan zikirden bir müddet bile mahrum býrakmak, onu öldürmek demektir.” Kalb diriliði kullukta takvâyý ve velâyeti gerçekleþtiren en büyük husûsiyettir. Buna ermenin yolu da zikirle gafleti aþýp sonuçta takvâ ile velâyet sýrrýný yakalamaktýr.
Dipnotlar: 1) Bkz. Yûnus, 10/92-93. 2) Rûhu’l-beyân, II, 138. 3) er-Rûm, 30/52. 4) Yâsin, 36/69-70. 5) Rûhu’l-beyân, IV, 143. 6) el-Cum’a, 63/69. 7) el-Ankebût, 29/45. 8) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 447. 9) Bkz. Rûhu’l-beyân, VI, 603. 10) el-Bakara, 2/152. 11) Müslim, Zikir, 4. 12) Rûhu’l-beyân, VI, 605. 13) Mesnevî, III, b. 189 vd. 14) er-Ra’d, 13/28. 15) Bkz. el-Bakara, 2/74. 16) Rûhu’l-beyân, I, 320. 17) el-Cum’a, 63/69. 18) Rûhu’l-beyân, II, 181.
radyobeyan