Ravza By: rabia Date: 21 Mayýs 2010, 06:10:35
Ravzâ
Ravzâ, bize dünyada bulunmanýn ruhunu duyuran biricik binadýr. Bu mübarek bina ile münasebet ve kalbî alâkalarýmýz bizde öyle kudsî heyecanlar hâsýl eder ki, onu düþünüp, onun hakkýnda bir þeyler söylerken, sanki iffetiyle tanýdýðýmýz bir namus âbidesini anlatýyor gibi yanlýþýn en küçüðüne dahi düþmeyelim diye korkar ve tir tir titreriz. Onun aydýnlýk semtine dehalet eden her ruh, vicdanýnýn derinliklerinde, Nâbi’nin:
“Sakýn terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-u Hudâ’dýr bu
Nazargâh-ý ilâhîdir, makâm-ý Mustafâ’dýr bu.”
na’týnýn yankýlandýðýný duyar ve irkilir. Mekke, beþer tarihi boyunca bir kýsým kýsa aralýklarýn istisnasýyla, hep insanlýðýn mihrabý olmuþtur. Mekke’nin bu hususiyeti Kâbe’den ötürüdür. Ve bu yönüyle de Kâbe, mihraplar mihrabýdýr. Bu muhteþem mihrabýn bir de minberi vardýr ki –Sahibine vücudumuzun zerratý adedince salât ü selâm olsun– o da Cennet bahçelerinden daha temiz olan Ravzâ-i Tâhire’dir.
Bahçe mânâsýna gelen Ravzâ, inanmýþ insanlarýn mukaddes þeylere karþý duyduklarý alâka, bu alâkadan kaynaklanan duygu, düþünce ve tasavvurlarýn sürekli deðiþen telakkilerle, sanat-mâbed-metâf-ý kudsiyân1 mülâhazalarý içinde öteden beri, bir çeper ve bir surla sýnýrlandýrýlmaya çalýþýlmýþ bir “Hazîratü'l-kuds”tür.2
Bu mübarek mekân, hürmet hissi ve sanat telakkisiyle defaatle zarf deðiþtirmiþ.. dýþ nakýþlarýyla tekrar ber tekrar oynanmýþ; ama kat’iyen gönüller âlemiyle alâkalý ruh ve mânâsýna iliþilmemiþ ve iliþilememiþtir.
Sahibinin ruhuna doðru parçalanmýþ sineler gibi aralanan kapýlar veya onun ruhundan insanlýða açýlan menfezlerin çokluðu gibi, Ravzâ-i Tâhire’nin de pek çok kapýsý vardýr. Bu kapýlar arasýnda en namlýsý da þâir Nâbî merhûmun:
“Felekde mâh-ý nev Bâbüsselâm’ýn sîne-çâkidir.”
sözüyle anlattýðý “Bâbüsselâm” (Selâm Kapýsý)’dýr. Selâm verip bu kutlu kapýdan içeriye girenler, iki adým ötede Gönüllerin Efendisi’yle karþýlaþacakmýþ gibi bir ruh hâleti hissederler. Hisseder ve âdeta kendilerini bir kýsým farklý esintilere salmýþ gibi olurlar.
Peygamber huzurunda bulunmanýn vakar, ciddiyet ve temkiniyle namaz kýlan, dua eden, salât ü selâm okuyan Hak âþýðý gönül erlerinin saflarý arasýnda, týpký nurlu bir koridorda yürüyor gibi ýþýk alarak, aþk u þevkle dolarak Muvâcehe’ye3 doðru ilerleyen uyanýk bir insan, her adým baþý akla-hayale gelmedik sürprizlerle karþýlaþacaðý hissiyle ilerler. Hele Muvâcehe, hele Muvâcehe... Oraya ulaþan nezih ruhlar, artýk gözleri hiçbir þey görmüyor gibi, sadece O’nu anar ve inler, sadece O’nun hayal ve misaliyle teselli olurlar. Hele bir de, daha önceden hazýrlanmýþ ve hayalinde birkaç defa o eþiðe baþ koyup vicdanýnýn derinliði ve gönlünün sýnýrsýzlýðýyla oraya varmýþsa.. doðrusu öyle bir tabloyu tasvir için sözün nutku tutulur ve beyan, aczini ifadeden baþka kelime bulamaz...
Ýnsan, daha çok hüzünle gülümseyen bir yüze benzeteceði, mübarek Merkad’in kýble cihetindeki sütrenin önüne varýnca, ümit ve emel heyecanýyla çýrpýnýp duran yüzlerce âþýk ruhla karþýlaþýr. Bu alabildiðine yeþil ve sihirli nur iklimi, derecesine göre hemen herkese, bir baþka âlemin kapýsýnýn önünde bulunma hissini verir. Öyle ki, Muvâcehe’ye ulaþan her âþýk ruh, bir iki kadem ötede sevgilisiyle buluþacakmýþ gibi his ve heyecanla köpürür ve vicdanýnda aþk u þevkin kalem ve mürekkep görmemiþ besteleri duyulmaya baþlar.. derken, o altýn iklimin sesleri, sözleri, görüntüleri bin bir tedâî4 ile onun bütün benliðini sarar ve onu zaman üstü sýrlý bir kuþaða çeker götürür. Bu kuþaða ulaþan herkes, bugünü dünle, dünü de Dost’un ýþýk çaðýyla bir arada idrak eder ve onun meclisinden sýzýp gelen en mahrem fýsýltýlarý duyar ve kendinden geçer...
Ravzâ-i Tâhire karþýsýnda hayat, hep bir hülya ve rüya gibi yaþanýr. Bütün bütün ona sýrtýný dönmeyen hemen her ruh, onun elinden aþk þarabý içmiþ, mest olup kendinden geçmiþ gibi, bir türlü bu sihirli âlemden ayrýlmak istemez. Burada fikirler durur, ruhlar duygularýn tesirine girer ve bütün gönülleri bir vuslat arzusu sarar. Burada, insanýn içinde birer çiçek gibi açan mahrem hülyalar, âdeta insana Cennet bahçelerinin hazlarýný ve cennetliklerin neþ’e ve huzurunu tattýrýr gibi olur. Burasý, hassas ruhlarýn hülyalarýna matkap salmak için Kudret eliyle ta ezelden plânlanýp kurulmuþ ve hisleri, istekleri, sevgileri tutuþturan, besteleyip mýrýldanan, dünyada, gökler ötesinin bir uzantýsý gibidir. Burada, kendini inanç buudlu tasavvurlarýn rengîn ve zengîn iklimine salabilenler, uçsuz bucaksýz hülyalara dalar; yaþadýklarý hayatýn içinde bir sýr, bir hafî, bir ahfâ5 yolcusu gibi çok defa bizim için gizli kalan ve insanoðlunun asýl benliðini teþkil eden bir baþka “ben”in var olduðunu duyarlar. Âdeta, þehadet âleminin ince tenteneli perdesi delinip de her þeyin hakikatiyle beraber insanýn özü de meydana çýkmýþ.. dolayýsýyla herkes kendini uhrevîleþmiþ gibi hisseder ve öbür âlemin âhengine uyar ve kendini firdevsî hazlar içinde bulur.
Bizler, her zaman kendimizi Kâbe’de ibadet, Ravzâ’da da aþk u hasret kuþaðýnda hisseder; birincisinde kulluk sýrrýný idrakle cevap vermeye çalýþýr, ikincisini de samimiyet ve vefa ile kucaklarýz. Buralarda duyduðumuz þeylerin aslýný tam tefrik edemesek bile, en duygulandýrýcý þeylerden daha duygulandýrýcý, en vecd verici þeylerden daha coþturucu, hülyasýyla mest olduðumuz bir âlemi, kendine has ahengi, þiirî büyüsüyle duyar ve ifadesi imkânsýz hislerle yerlere kapanacak hâle geliriz.
Her zaman, aþk u þevkin gelgitleri arasýnda yaþanan buradaki hayat, bir vuslat demi, bir “þeb-i arûs”6 neþvesi içinde yaþanýr. Her çýðlýk, her inilti, dosta açýlan kapýlarýn gýcýrtýlarý gibi yüreklere ürperti salar. Ruh “vuslat” der inler ara sýra dost yüzü kendi çaðýyla kapýsýnýn önünde el pençe divan duranlarýn, gözlerini yummuþ, saygýyla bir menfez kollayanlarýn hayallerine kâh açýlýr, kâh kapanýr. Ama sürekli imrendirir, sürekli ümitlendirir ve daima rikkatli geçer...
Burada duvarlar, sütunlar ve aþk matkaplarýyla oyulmuþ gibi görünen kubbeler, hatta döþemeler, sergiler hemen her þey, mavi, yeþil, sarý her rengin nazlý çiçeklerini andýrýr mahiyette, güzelliklerin en derinlerine açýlmýþ yaþýyor gibidir...
Zaten her zaman nezih bir ruha benzetebileceðimiz Merkad ve Yeþil Kubbe, âþýklarýn duygu ve düþünce dünyalarýndaki derinliklerle yan yana gelince öyle muammalaþýr ki, insan bulunduðu yeri Cennet’ten kopup gelmiþ bir parça sanýr.
Bugüne kadar mânevî havasý ve ledünnî zevkleriyle pek çok feyizli makam gördüm.. bir hayli mübarek mahalleri müþâhede fýrsatýný buldum. Ama bunlar arasýnda, ruhumda en derin izler býrakan, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) köyü –o köyün izleri ebedlere kadar gönüllerimizde yaþasýn– olmuþtur. Ruhum o beldeyi her zaman bir “dâüssýla” hasretiyle kucaklamýþtýr. Kucaklarken de “Ýþte bir avuç topraðýný cihanlara deðiþtirmeyeceðim beldeler beldesi!” demiþ içimi çekmiþimdir.
Bunlar, bir ham ruhun duyup hissettiði þeyler. Ýrfanla kanatlanýp aþkla þahlanmýþ büyük sinelerin duyup hissettiklerini onlardan dinlemek ve onlardan öðrenmek icap eder. Bu mevzuda benim söylemeye çalýþtýklarým ise, beceriksizliðin ve istidatsýzlýðýmýn çehresinde hamiyet ehlini gayrete getirme arzusundan baþka bir þey deðildir... Bu kadarcýk olsun bir þey yapabilmiþsem, onu Ruh-u Seyyidü’l-Enâm’ýn teveccühüne vesile sayar, kapýsýnýn tokmaðýna dokunur “Beni de Yâ Resûlallah..!” derim.
Alýntý
radyobeyan