Sizden Gelenler (Tasavvuf)
Pages: 1
Bir Bilim Olarak Tasavvuf By: rabia Date: 21 Mayýs 2010, 05:56:51
Bir Bilim Olarak Tasavvuf

Kültür ve medeniyetlere bariz vasýflarýný kazandýran ve bu yolla bir kültürü baþka bir kültürden ayýrmamýza yardýmcý olan birtakým temel unsurlar vardýr. Ýslam kültür ve medeniyeti söz konusu olduðunda bu ayýrýcý vasýf, þüphesiz ilimdir. Ýslam bir ilim dinidir ve meydana getirdiði medeniyet ilim medeniyetidir. Özellikle klasik dönem (XIII. yüzyýlýn sonuna kadar) için bu geçerli ve doðrudur.

Þüphesiz ilim her medeniyette vardýr ve her medeniyet için önemlidir. Ama bu medeniyetlerde ilim, bütün boyutlarýyla hayatýn bütün derin noktalarýna nüfûz etmiþ görünmüyor. Oysa Ýslam'da el yýkamadan, ölmeye varýncaya kadar, her þey, bir ilim ve kitap meselesi hâline gelmiþtir. Kur’ân-ý Kerim, peygamberlere ve onlar vasýtasýyla bütün insanlýða ilim, kitap ve hikmetin öðretildiðinden sýk sýk bahsederek, vahiy müessesesinin Ýlahî bir mektep olduðu hakikatýný hatýrlatýr. Ýlim kelimesi ve ondan türeyen isim ve fiiller Kur’ân'da yaklaþýk 750 yerde geçmektedir. Çoðu kez epistemolojik bir anlam ifade eden hikmet, kitap gibi kelimeler; anlama, farkýnda olma, akl etme vs. gibi terimler (ve bunlardan türeyen yüzlerce isim, sýfat ve fiil), yukarýda verilen sayýnýn dýþýnda kalmaktadýr. Bir de kelimelerin zýtlarý düþünülürse, Kur’ân'ýn epistemolojik terimler örgüsünün geniþliði ortaya çýkar.

Ýþte Ýslam medeniyetini bir ilim medeniyeti hâline getiren baþ faktör, Kur’ân'ýn ilime verdiði bu deðerdir. Bu görüþ doðru ve tam olarak anlaþýldýðý sürece Müslümanlar, insanlýk tarihinin medenîleþtirici gücü olmuþlar, yanlýþ ve eksik anlaþýldýðý zaman ise, Müslüman’ýn fikir ve fiili darmadaðýnýk, hayatý ise alt üst olmuþtur.

Kur’ân'ýn ilim ve hikmet telakkisi, ilk tatbik sahasýný elbette ki, Hz. Peygamberin hayatýnda bulmuþtur. Müslümanlar bu Yüce insanýn zuhurundan önceki dönemi cahiliye devri olarak vasýflandýrmakla, Kur’ân'ýn beþer tarihinde baþlattýðý yeni döneme de adýný vermiþ oluyorlardý. Ýlim ve hikmetle gerçekleþtirilmiþ Saadet Asrý'nýn kurucusu Hz. Peygamberin ilim telakkisini görebilmek için, elimizdeki hadis külliyatýna bir göz atmak kafidir. Baþta kütüb-ü sitte olmak üzere, hemen her hadis mecmuasýnda yer alan müstakil kitabu'l ilimler (ilim bölümleri) vardýr.

Yine hemen bütün kelâm kitaplarý, epistemoloji konusunu, yani bilginin kaynaðý ve deðeri problemini ön planda tutmakta ve bütün kelâmî meseleleri epistemolojik bir zeminde tartýþmaktadýr.
Eðer tasavvufu bir tek kelime ile anlatmaya çalýþmak durumunda kalsaydýk, ilim kelimesinin çok kere eþ anlamlýsý olan marifet kelimesini kullanýrdýk. Muamelat sahasýnda ilmin yer ve önemini görmek için bu sahanýn disiplinli bir etüdü demek olan fýkýh kelimesinin Tabiûn devrinden itibaren kazandýðý anlamý hatýrlamak yeterlidir. Felsefe ise, Müslüman filozoflarýn gözünde bir ilmu'l- ulûmdur (ilimlerin ilmi); yani bilgi objesi olma vasfýný kazanmýþ her þeyin bütünlük içinde ele alýndýðý bir sahadýr.

Bu söylediklerimiz, ilim kavramý ile ilgili -tabir yerinede ise- coðrafyanýn kaba çizgilerinden sadece bir kýsmýný teþkil etmektedir. Ama bu bile Ýslam medeniyeti bir ilim medeniyetidir hükmünün teyidi için yeterlidir. Bilmiyorum ki, yeryüzünde, ilim talebini, dinin merkezî kategorisi olan farz terimiyle (ama farz-ý 'ayn, ama farz-ý kifaye) açýklayan baþka bir kültür var mýdýr? 1

Ýþte ilme bu derece önem veren Ýslam medeniyeti, Mekke ve Medine'de doðup dört bir yana yayýldý. Önceleri yakýn çevredeki düþüncelerle ilgilenmeye baþladý, giderek âleme bütünüyle yöneldi. Burada çýkýþ noktasý daima, Kur’ân ve Hz. Peygamber'in sünneti oldu. Bu iki kaynak üzerinde düþünüldü ve hakikat, öncelikle onlardan çýkarýlmaya çalýþýldý.

Dolayýsýyla Ýslam düþünce/ilim hayatý, Kur’ân'ýn anlaþýlýp yorumlanmasý gayretinden baþka bir þey deðildir demek mümkündür. Nitekim, ondaki amelî hükümler Fýkýh ve Hukuk, onun metafiziði belirleyen Ýlahî bir kitap olarak anlaþýlmasýndan Kelâm ve bir dereceye kadar Felsefe, Ýlahî bir lisan olarak anlamaktan Dil ve Tefsir ve nihayet uhrevî bir kaynak diye deðerlendirilmesinden zühd, ahlak ilmi ve Tasavvufun doðduðunu; keza sünnetin bir bütün olarak ortaya konmasý çabalarýndan Hadisin ilminin doðduðunu ve yine Ýslam dünyasýnda talî derecedeki görüþ, ilim ve sanatlarýn, baþka kültür ve düþüncelerin kendisine uygun gelen katkýlarýný da alarak, bu asýllarýn dallanýp budaklanmasýndan oluþtuðunu söylemek mümkündür.

Konumuz olan tasavvufun, diðer Ýslamî ilimler gibi, ilmî bir disiplin olup olmadýðýný tartýþmadan önce, ilmin ne olduðu konusuna deðinmek gerekir.


Ýlim Nedir?

Bir çok Ýslâm âlimi, hem ilmi tarif etmiþ hem de ilim tasnifleri yapmýþtýr. Deðiþik ilimlerle olan yakýn irtibatýndan ötürü, Gazalî'nin ilmi nasýl tarif ettiðine bakmak istiyoruz. Gazalî, kendinden önce, özellikle kelâmcýlarýn yaptýðý ilim tariflerini ele alarak tahlil eder ve tenkitlerini sýralar.
Görüþlerini þöyle özetlemek mümkündür: "Ýlim, marifettir" þeklinde yaygýn olan tarif, lafzî bir tariftir. Burada ilim, ayný anlamda baþka bir terimle tarif edilmiþtir. "Ýlim, malumu olduðu gibi bilmektir" tarifinde ise, sözü uzatma, tekrar ve gereksiz sözler vardýr. "Ýlim, kendisiyle bilinen ve insanýn onunla alim olduðu þeydir" þeklinde yapýlan tarif de gayeyi tam anlatamamaktadýr. "Ýlim, öyle bir þeydir ki, onunla muttasýf olan, yaptýðý þeylerden emin olur" tarifinde her ne kadar ilmin gerektirdiði þartlardan biri varsa da yeterli deðildir. "Ýlim, bir þeye olduðu gibi inanmaktýr" þeklindeki tarifte, anlamý çok geniþ olan ilim özelleþtirilmiþ ve ilimle inanç bir birine karýþtýrýlmýþtýr. 2

Kendinden önce yapýlan ilim tariflerini bu þekilde bir tenkide tabi tuttuktan sonra kendi görüþünü ortaya koyan Gazalî, ilmin müþterek bir isim olduðunu ve çok çeþitli þekillerde tarif edilebileceðini, bu sebeple tam ve kesin bir ilim tarifinin güç olduðunu söyler. Bu güçlüðe raðmen kýsaca, "Aklýn, eþyanýn hakikatýný ve þekillerini almasý" daha kýsa bir ifadeyle "Eþyayý olduðu gibi bilmek ve tanýmak" þeklinde bir tarifi olabileceðini belirtir. 3

Günümüzde yapýlan ilim tarifleri de Gazalî'nin tarifinden pek farklý sayýlmaz. Bir tanesini vermekle yetiniyoruz: "Ýlim, insan ruhunun tek baþýna veya bir bütün olarak eþyanýn hakikatýný ve çeþitlerini, niteliði, niceliði, mahiyeti, cevheri ve özüyle, maddeden mücerret olarak tasavvur etmesinin neticesinde, hafýzalarda ve deðiþik yerlerde kaydedilen þeydir. Bir baþka açýdan ilim, kainatta tecelli edegelen nizam ve Ýlâhî isimlerin ayineleri olarak, deðiþik þekillerde tecelli eden þeylerin birbiriyle olan münasebetlerini idrakten ve bu idraklerin tasnifi ve bir araya getirilmesinden ibarettir." 4


Hz. Peygamber þöyle buyuruyor:"Bildiðiyle amel edeni Allah bilmediðine varis kýlar."



Bu þekilde tarif edilen ilmin, Ýslam âlimleri tarafýndan yapýlan çeþitli tasnifleri bulunmaktadýr. Bu tasnif bir hiyerarþiye dayanýr ve bu sýra yüz yýllarca Müslümanlarýn eðitim düzeninin temelini oluþturmuþ, çerçevesini çizmiþtir. Ýlimlerin birliði bu süre boyunca, baþta gelen en önemli ilke olmuþ, deðiþik ilimler bu ilkelerin ýþýðýnda öðretilmiþtir. Bu ilkeden hareketle, bütün ilimler ayný aðacýn dallarý gibi düþünülmüþ, her dalýn, aðacýn yapýsýyla uyum içinde, kendi yapraklarýný yeþertip kendi meyvelerini olgunlaþtýracaðý kabul edilmiþtir. Bir aðaç dalý nasýl sonsuza kadar büyüyemezse, bir ilim dalý da belirli bir sýnýrý aþmaya çalýþmamalýdýr. Orta çað Müslüman müellifleri, belirli bir bilgi dalýný, kendi sýnýrlarýný aþmasý için zorlamayý, böylece eþyadaki uyumu ve orantýyý bozmayý, faydasýz ve hatta meþru olmayan bir etkinlik saymýþlardýr. Müslüman ilim adamlarý, ilimler arasýndaki orantýyý ve sýrayý korumanýn aracý olarak gördükleri sýnýflandýrmayý iþte bu yüzden önemsemiþlerdir. Bu yolla her ilim dalýnýn bir bütün olarak bilgi þemasýndaki yeri ve hedefi sürekli göz önünde tutulmuþtur.

Müslümanlar arasýnda ilimleri sýnýflandýrma giriþimleri daha üçüncü/dokuzuncu yüz yýlda Kindî ile baþlamýþ, o tarihten itibaren artarak sürmüþtür. Farâbî, Ýbn Sina, Ýhvan-ý Safa, Gazalî, Razî, Ýbn Hâldun baþta olmak üzere, bir çok ilim adamý eserlerinde, ilimleri sýnýflandýrmaya yer vermiþlerdir. Çeþitli ilimler geliþtikçe, ilimlerin sýnýflandýrýlmasý ve ilimlerin tek tek tanýmlanmasý için ayrýca eserler yazma geleneði de hýz kazanmýþtýr. Razî, daha altýnca asýrda, altmýþ ilmi ele alarak tanýmlamýþtýr. Daha sonra Taþköprüzade'nin Miftahu's- saade ve Misbahu's- Siyade'si (ki, oðlu Kemaleddin Efendi tarafýndan, Mevzuâtu'l- ‘Ulûm adýyla tercüme edilmiþtir), Katip Çelebî'nin Keþfu'z- Zunûn'u ve Ýbn Hâldun'un Mukaddimesi ile ilimlerin taným ve sýnýflandýrýlmasý âdeta zirveleþmiþtir. Yapýlan ilk sýnýflandýrmalarda bulunmasa bile, çok geçmeden Tasavvufun da bir Ýslamî ilim olduðu belirtilmiþtir. Nitekim hicrî beþinci asýrda yaþayan Gazalî, Munkiz'inde bu ilim ve metodundan övücü bir þekilde söz eder.5

Tasavvuf ilmi, yapýsý gereði uzun süre gizli kalmýþ, ayrýca ilk dönemlerde, nisbeten fýkýh içinde veya ahlak ve zühd adýyla ele alýnmýþtýr. Bundan ötürü, yapýlan ilk ilim tasniflerinde tasavvuf adýyla þayet yer almamýþsa, bu durum garipsenmemelidir.


Ýslâmî Ýlimlerin Ortaya Çýkýþý

Bilindiði gibi, Ýslam'ýn ilk dönemlerinde þer'î hükümler nesilden nesile aktarýlarak öðreniliyordu. Bu noktada itikad, ibadet ve muamelat arasýnda fark yoktu. Ancak çok geçmeden Müslümanlar dinî konularý tartýþmaya ve ilim hâlinde öðretmeye baþladýlar. Ýlmî usûllere göre araþtýrmalar yapýp bunlarý kitaplara geçirdiler. Ýlk ele alýnan konular þer'î meseleler yani fýkýh ilminin konusu olan hususlar oldu.6 Öyle ki, bir çok Müslüman bu ilimle uðraþmayý en önemli dinî vecibelerden saymaya baþladý. Bu yaklaþým tarzý, neticede içtihadýn zirveleþmesinin baþlýca nedeni oldu. Fýkýh kavramýnýn ilk dönemlerde, kelam ve ilahiyat konularýný da kapsayacak bir anlamda kullanýldýðýný unutmamak gerekir. Nitekim Ýmam-ý Azamýn el-Fýkhu’l-Ekber adlý eseri itikadî konularý iþlemektedir.

Hadis ilmi de H. III. asrýn sonunda bütün konularýyla teþekkül etmiþti. Her ne kadar bu konularý içine alan kitaplarýn telifi bir müddet gecikmiþse de, usûl ve kaidelerin, tabir ve tariflerin birinci asrýn sonundan itibaren hadis imamlarý arasýnda kullanýlmasý, ikinci asýrda ise, hiç bir kayda tabi olmaksýzýn münakaþa edilmesi, bu ilmin oldukça erken bir devirde teþekkül ettiðini gösterir. Zaten en mükemmel hadis mecmualarýnýn altýn çað diye tavsif edilen üçüncü asýrda tasnif edilmesi de, bunun bir baþka delilini teþkil eder. Zira, bir ilmin usûl ve kaideleri belirlenmeden o usûl ve kaidelere uygun mükemmel eserler tasnif edilmesi, mümkün deðildir. 7

Tefsir ve tasavvuf gibi, diðer Ýslâmî ilimlerin geliþimi için de benzer ifadeler kullanmak
mümkündür. 8


Tasavvuf Ýlminin Ortaya Çýkýþý

Ýbn Hâldun (808/1405), tasavvuf ilminin çýkýþ ve geliþimi konusunda þunlarý söyler: "Bu ilim Ýslâm'da sonradan ortaya çýkan þer'î ilimlerdendir. Aslý þudur: Sûfîlerce tutulan yol, bir hidayet ve hak yol olmak üzere, öteden beri ümmetin selefleri ve büyükleri olan sahabe, tabiûn ve bunlardan sonra gelenler tarafýndan takip edile gelmiþti. Ýbadet üzerinde önemle durmak (masivadan alakayý kesip) bütünüyle Allah'a yönelmek, dünyanýn âlâyiþ ve ziynetinden yüz çevirmek, hâlk çoðunluðunun yöneldiði (maddî) zevk, mal ve mevki hususunda isteksiz (zahid) olmak, hâlktan ayrýlarak ibadet için hâlvete çekilmek vs. bu yolun esasýný teþkil etmekte idi. Sahabe ve selefte umumî olan hâl, bu idi.

Zühd mezhebini (yolunu) benimsemek, hâlktan ayrýlmak (hâlvet) ve kendini ibadete vermek söz konusu zümrenin özelliði olunca, bir takým vecd hâllerini idrak etmek de onlarýn husûsiyeti hâline geldi. Yaptýklarý bütün iþlerin ve adým adým aþtýklarý makamlarýn kökü, itaat ve ihlastýr. (Yani iman, ibadet ve ihlasýn sonucu ve meyvesi olmak üzere bir takým manevî hâller ve vasýflar hasýl olur.)

Ýlimler tedvin edildiði ve alimler fýkýh, fýkýh usûlü, kelam, tefsir ve diðer konulara dair eserler yazdýklarý zaman bu yolun ehli olan zevat da kendi tariklerine (yollarýna) ait eserler yazdýlar... Bu sûretle tasavvuf, Ýslam'da müdevven bir ilim (sistematik bir disiplin) hâline geldi. Hâlbuki, daha evvel sadece bir ibadet (ve amel) yolu olup ona dair olan hükümler, bu yolun adamlarýndan sözlü olarak alýnýyordu. Nitekim tefsir, hadis, fýkýh, fýkýh usûlü vb. yazý ile tesbit edilerek tedvin edilen diðer ilimlerde de bu durum söz konusu olmuþtur.

II/VIII. Asýr ve sonrasýnda dünyaya yönelme yaygýnlaþýp hâlk dünyaya dalýnca, (bu konuda çekingen davranýp) kendilerini ibadete verenlere sûfî ve mutasavvýf ismi verildi.

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce


radyobeyan