Zahra Vakti By: rabia Date: 21 Mayýs 2010, 05:48:37
Zahra Vakti
Þuzahra vakti bütün iþler üstüne kalmýþtý. Kocasý da tam yabana gidecek zamaný bulmuþtu.
Bir kýþ evde kös kös otur iþ arama, bulgur tarhana zamaný pamuk suyuna git. Baþka elinden ne geldi ki bugüne kadar. Dara düþtü mü imdadýna pamuk suyu yetiþir. Aðalarýn da çoðunu tanýr zaten.
Yine bir yolunu bulup bizimkini çaðýrmalýyým diye düþündü.
Gerçi bulgur kaynatýrken çaðýrdýðýnda pek de hoþ olmamýþtý. Kocasý gelsin diye o zaman bir bahane bulmuþtu. Yoksa iþi býrakýp geleceði yoktu. Söylediklerinden dolayý sonradan içinde bir ukde kalmýþtý ama olsun.
Benim burada iflahým sökülsün, umurunda mý onun? Bir iki günlük izin alýp da niye gelmeyecekmiþ, diye düþünmüþtü.
Ben onu getirmesini bilirim demiþti.
Gel annen hastalandý, deyip paldýr küldür getirtmiþti kocasýný. Hasta falan da deðildi kadýncaðýz. Maksat iþ görülsündü. Fakat ne olduysa olmuþ, tam kocasýnýn geleceði vakit ateþler içinde kalmýþtý kaynanasý. Hastaneye zor yetiþtirmiþlerdi zavallýyý. Nasýlsa ateþi birden yükselivermiþti. Baþta bahane olsun diye söylediði, hakikat olmuþtu. Doktorun verdiði serum bitene kadar hastanede müþahede altýnda kalmýþtý.
Allah’tan çabucak iyileþmiþti de kaynanasý, içi rahat etmiþti. Kocasý gelmiþken de ona epeyce bir iþ gördürmüþtü. Bahçe suyunun nöbeti geldiðinden, bahçeyi de bir güzel sulatmýþtý.
Konu komþu hep kendi derdindeydi. Tarla takým iþleri, su nöbetleri, zahra tutmalar derken kimsenin boþ vakti yoktu. Çaðýrdýðýnda yardýmýna hiç yüksünmeden gelen bir Çakal Ali’nin gelini vardý. O da olmasa iþi hepten haraptý. Zaten birkaç yýldýr kaynanasýnýn da elinden bir iþ gelmez olmuþtu. Ýþ gelmesi þöyle dursun, yükü olmasa yeterdi. Alsýn eline tespihi, hanýmelinin, küpe gülünün yaný baþýnda zikre dursun, sohbet etsin onlarla.
Tarhanalýk yoðurtlarý hazýr etti. Ýki kýrat döðmeye yetecek kadar olmuþtu yoðurtlar.
Nasýl eder de bizimkini þu iþin en fýrfýrý olduðu zamanda bir kere daha çaðýrýrým da büyük bir yükten kurtulurum diye yine derin derin düþünmeye baþladý. Bilirdi, kocasýna kalsa hiç gelmezdi. Aðalarýnýn gözünden düþmekten korkardý. Öyle ya, iþinden olursa yeni bir aða bulmakla kim uðraþacak!
-Haným, aðalarýn gözüne girmem lazým. Ýyi çalýþmalýyým. Hem biliyorsun adamlar fazladan yardým da ediyorlar, der dururdu.
Gözlerine girmezse adama zýrnýk koklatmazmýþ aðalar.
“Gel deðirmen iþini hallet, tarhana yapmaya yardým et!” dese dünyada kabul etmezdi kocasý.
Aklýna parlak bir fikir geldi.
Kaþlarý çatýldý. Gözlerini kýstý. Bir an sinsice gülümsedi. Neden sonra yüzü bir sýklet hali aldý.
Kocasýný çaðýrmak için yine bir bahane bulacaktý. Bu sefer oðlun hastalandý, hemen gel diyecekti.
Ya diðerindeki gibi olursa? Kaynanasýnýn hastalandýðý gibi oðlu da hastalanýrsa? Ancak beþ altý yýl sonra olmuþtu çocuklarý. Kocasý da kendisi de esen yelden sakýnýrlardý onu. Gözünün nuru yavrusuna bir þey olmasýna dayanamazdý.
Yok caným ne olacak ki, diyerek kendisini rahatlatmaya çalýþtý.
Geçen sefer denk gelmiþti. Sadece bir tevafuktu iþte.
Zaten kaynanasýnýn hâli, öncesinde de pek iyi görünmüyordu. Kocasýnýn geldiði sýra iyice rahatsýzlanmýþtý. Hastalanmasýyla kocasýný çaðýrmasýnýn ayný zamana rastlamasý bir tevafuktu sadece. Baþka ne olabilirdi ki!
“Anne acýktým”, diyerek gýcýrdata gýcýrdata merdivenleri çýkan oðluna, sabahtan kalma tereyaðlý bazlamayý dürüm yapýp verdi. Çocuk bazlamayý kaptýðý gibi arkadaþlarýnýn yanýna, çoturum eþek oynamaya gitti.
Arkasýndan seslendi.
Aðaçlarýn gölgesinde oyna, güneþ altýnda kalma tamam mý kuzum!
Çocuk, ardýna bile bakmadan tamam anne, harman yerindeyiz zaten diyerek karþýlýk verdi.
Evlerinin önündeki pýnarýn, aþaðýlara doðru kendi halinde akýp giden suyuyla yýllardýr sulanan kavak aðaçlarýnýn gölgesi vururdu harmana. Çocuklar, ruhlarýný serinleten gölgede cýrcýr böceklerinin, kurbaðalarýn senfonisi eþliðinde en tatlý oyunlarýna dalarlardý.
Ýkindiye doðru çýkan garbi yelinin yüzlerini okþamaya baþlamasýyla da iyiden iyiye koyulaþtýrýrlardý oyunlarýný. Hele bir de bir öðlen kaçamaðý yapýp Hartlap Dere’ye yüzmeye gitmiþlerse, bu gölge birebirdi yorgunluklarýný almak için.
Esmer yüzü, çipil gözleri, açýk alnýna düþen perçemi ve küçük ince dudaklarýyla yavrusunun güzelliði yüreðini þenlendirirdi. Kendi nazarýndan korkar da arada bir kurþun döktürürdü kuvvetli hamaylýsý olan Hatice kadýna. Oðlunu okutmaya giderken de biraz tuz, biraz bulgur koyardý torbasýna.
Avludan çýkan çocuðuna bakarken, boyuna posuna kurban olsun annen bir tanem, dedi sessiz ve derinden.
Gölge en kýsa zamanýndaydý.
Ezan vaktiydi. Memidik Hoca’nýn eli kulaðýnda olmalýydý.
Ýçeri geçti. Kocasýna telefon edecekti. Yarýn gelsin de tarhanaya yardým etsindi. Zaten sabahtan beri ayran yaymaktan kollarý kopmuþtu. Bir de bu yorgunluðun üstüne tarhana küreði çevirmek iþ deðildi.
Hemen araba bulsa akþam ezanýna varmaz köyde olurdu kocasý. Yarýn da iþe þafak atmadan baþlarlarsa bitiriverirlerdi. Çakal Ali’nin gelini, iki de Laverlerin kýzlarý geldi mi yeterdi.
Sesine biraz hüzün katmalýydý. Üzgün ve sitemli konuþacaktý. Biraz da yalvarma hâli olsun tamamdý. Aðlamýþ da kýsýlmýþ gibi bir ton verdi sesine.
Kocasý hayýrdýr ne oldu demeye kalmadan çözülüverdi dili:
“Hemen gel, oðlun çok hasta. Bir doktora götürelim. Ben tek baþýma yol yolak bilmem. Seni sayýklýyor yavrum. Yemeden içmeden kesildi. Ne olur, bir yolunu bul, hemen gel!”
Diyeceðini demiþti bir çýrpýda. Ardý ardýna sýralamýþtý sözlerini.
Kocasýnýn sorularýna doðru düzgün cevap bile vermiyordu. O sordukça: “Durumu kötü iþte, havale geçirmesinden korkuyorum, acele etsen iyi olur, hemen þimdi çýk yola.” diyordu.
“Haydi kapatýyorum telefonu.” deyip ahizeyi sertçe yerine koydu.
“Oh be, bu iþ de tamamdýr.” diyerek eli böðründe somyaya oturdu.
Hemen gelirdi kocasý. Tanýrdý onu. Oðluna yufkaydý yüreði, hastalýðýna dayanamazdý. Akan sular dururdu oðlum deyince. Bir týrnaðýna bütün köyü deðiþmezdi.
Memidik Hoca’nýn okuduðu ezan açýk pencereden dalga dalga içeriye doluyordu.
Kaynanasý çardakta asmanýn gölgesinde uyuyordu. Dýþardan çocuklarýn cývýltýlý sesleri geliyordu.
Ezan sonrasý, bir horoz vakitsiz öttü. Bir tavuk, folluða sýcak bir yumurta býraktýðýný cümle âleme ilan etti. Miskin kedi somyanýn kenarýndaki mindere yatmýþ içten içe mýrýldanýyordu.
Mutfaða geçti. Bulgur pilavý piþirip yanýna da domates salatasý yapacaktý. Oðlu için yeni yaydýðý ayrandan bir tas ayýrmýþtý. Buz gibi ayranla karýþtýrýlmýþ bulgur pilavýný öyle iþtahla bir yiyiþi vardý ki oðlunun, kendi iþtahý da kabarýrdý onu seyrederken. Babasý: “Ye oðlum ye insanýn yaptýðý iþ yemek yiyiþinden belli olur.” derdi.
Salataya doðradýðý soðanýn cücüðünü de oðluna ayýracaktý katýklýyla yesin diye.
Mutfakta iþe daldýðý sýradaydý.
Avlunun kapýsý kýrýlacak gibi hýzla yumruklanýp açýldý. “Teyze teyze, Ömer Ali, Ömer Ali!” diye baðýrarak gelen çocuk tahta merdivenleri de ayný telaþla çýkýyordu. Merdivenlerin gýcýrtýsý uðultu uðultu çoðalýrken baþýndan kaynar sular dökülmüþ gibi yandýðýný hissetti. Ýçi cýz etti. Beti benzi attý. Kapýya koþtu. Uzun etekleri ayaðýna dolaþtý. Düþecek gibi oldu. Kapýnýn mandalýndan zor tuttu.
Dudaklarý titriyordu. Gözleri derin bir kaygýnýn ateþiyle yanýyordu. Göðüs kafesi zorluyordu kaburgalarýný. Elleri titremeye baþlamýþtý.
“Ne oldu söyle, Ömer Ali’me ne oldu” diye baðýrýyordu tüm kaygýlarýný kelimelere yükleyerek.
Binbir türlü kötü düþünce zýpkýn gibi saplanýyordu yüreðine. Zamanýn kýlcallarý bilinmez bir acýyý taþýyordu kollarýnda.
Çocuk nefes nefeseydi. Soluk alýþveriþlerinin düzensizliðinden yarým yamalak cümlesini bile tamamlayamamýþtý. Neden sonra dili açýldý.
“Yere düþtü, Ömer Ali oynarken yere düþtü, dizi taþa çakýldý. Yerden kalkamýyor. Kývranýyor, aðlýyor.”
Kan beynine sýçradý. Nutku tutuldu. Daha bir þey soramadý. Yemenisini bile giymeden hýzla merdivenlerden indi. Avludaki çiçek tarhlarýný ezerek dýþarý çýktý. Çýplak ayaklarýna batan dikenlere, çakýl taþlarýna aldýrmadan koþuyordu. Saniyeler saat kadar uzamýþtý. Sol yanýna inceden bir aðrý girdi. Oðlunun dizinin aðrýsýný hissetti ta derinlerde.
Ömer Ali, yerde acýlar içinde kývranýyordu. Gözyaþlarý toza topraða karýþmýþtý. Tozlu yüzünde yol yol iz olmuþtu gözyaþlarýndan. Sað yanýnýn üzerine yatmýþ, sol bacaðýný tutuyordu.
“Yavrum, kuzum ne oldu sana?” deyip baþýný topraktan kaldýrdý, baðrýna bastý. Alnýna düþen perçeminden öptü.
“Gadasýný aldýðým, kurban olduðum yavrum nen var senin?”
Ana oðul kavaklarýn gölgesinde aðlaþýyorlardý. Çocuklar, feryadý duyan komþu kadýnlarý toplanmýþlardý baþlarýna.
Ömer Ali’yi yerden kaldýrmaya çalýþtýlar. Sol ayaðýný basamýyordu.
“Acýyor ana, çok acýyor” diyordu.
“Sýnýkçý Mehmet’e bir gösteriverseniz hemen.” dedi komþusu Fatma Kadýn.
- Bugün þehre gittiydi kayýnbabam, evde yoktur diye cevap verdi Sýnýkçý Mehmet’in gelini.
Her konuþandan bir medet umuyordu. Yalvarýrcasýna akýl verenlerin yüzlerine bakýyordu.
Çaresizliðini yutkuna yutkuna hissetti. Dili damaðý birbirine yapýþmýþtý.
Ömer Ali’yi kadýnlarýn da yardýmýyla sýrtýna aldý, eve götürdü.
Baðrýþmalara uyanan kaynanasý torununu, gelininin sýrtýnda avlu kapýsýndan içeri girerken görünce bir feryat da o kopardý.
“Bir araba bulsak, þehre götürürdük hemen.” dedi kaynanasý. Ters vakitti. Köyün dolmuþlarý henüz þehirden dönmemiþti. Eli mahkûm bekleyeceklerdi.
Oðlunun dizindeki sýyrýklarý ýlýk suya batýrýlmýþ bezle sildi. Þiþlik vardý. Kaynanasý bir poþete koyduðu buzu getirdi. “Þiþini alýr, iyi gelir kýzým.” dedi.
Aðlamasý dinmiþti, ama içinde bir yerlerde kendini kýnayan bir acý, suratýna bir paçavra gibi savrulan yalanýn acýsý giderek artýyordu.
DÝPNOT:
Gadasýný almak: baþkasýnýn derdini, ona gelecek belayý almak.
Sýnýkçý: kýrýk ve çýkýklarý tedavi eden kiþi.
Zahra: zahire; gereðinde kullanýlmak üzere saklanan gýda, tahýl.
Çoturum eþek: Uzun eþek oyunu
Osman ALAGÖZ
radyobeyan