Bir taze edaya kailiz By: rabia Date: 16 Mayýs 2010, 15:28:23
Bir Taze Edaya Kailiz
Bir defasýnda Mallarme, "Homer'in büyük yanýlgýsýndan" sonra þiirin yolunu þaþýrdýðýný söyler. Kendisine "Homer'den önce ne vardý ki?" diye sorulduðunda: Orpheus (Orfe) diye cevap verir. Orpheus; þiirin, düþüncenin, musikinin, ilmin ve muammanýn birleþtiði mittir. Orpheus, tegannidir.
Þarki Ýslam dünyasý bu manada hakikaten þiirin vatanýdýr: Mevlana Celaleddin Rumi, Nizami, Muhammed Þemseddin Hafýz, Fuzuli, Baki, Nail-i Kadim, Þeyh Galip, Mirza Esadullah Galip... Burada sayýn Beþir Ayvazoðlu'nun kýsa bir zaman önce yayýmlanan Þeyh Galip hakkýndaki bir kitabýný bahane ederek bir iki "sultan-ý sühan"dan bahsetmek istiyoruz.
Hammer Purgstall, iki yüz þairiyle Ýran Edebiyatý Tarihi'ni (1818) tetkik ederken onu yedi döneme ayýrýr. Ayný þekilde o, iki bin iki yüz þairi ile Osmanlý Edebiyatý Tarihi'ni (1836) de yedi döneme ayýrarak inceler. Hammer, Osmanlý edebiyatýnýn yedinci/son döneminde Þeyh Galip'i en büyük þair olarak deðerlendirir. Burada o, Þeyh Galip'i, Ýran edebiyatýnýn beþinci döneminin en büyük þairi olarak tavsif ettiði Molla Cami ile karþýlaþtýrýr. Ona göre bu iki büyük þairin ikisi de mutasavvýf ve romantik þairlerdir. Buraya kadar bir diyecek yok. Ancak üstad burada araya öyle bir hüküm sýkýþtýrýr ki bunu anlamanýn imkaný yoktur: "Nasýl ki, der Hammer, Osmanlý edebiyatý, Ýran edebiyatýnýn bir gölgesi ise, Galip de Molla Cami'nin bir ýþýk gölgesidir." Hammer, bu bir cümleyle, belki de kastýný aþarak, Osmanlý Edebiyatýna Avrupa kapýlarýný kapatýr; hem de öylesine kapatýr ki kendisinin tercüme ettiði dört ciltlik "Osmanlý Edebiyatý Tarihi" dahi bu kapýlarý açmaða artýk yetmez. Elbette Hammer'in bu hükmü edebiyat otoriteleri tarafýndan Avrupa'da tartýþýlmaktadýr. Annemarie Schimmel bu hükmü bir talihsizlik olarak deðerlendirmektedir.
Muhakkak Molla Cami, sadece Ýran Edebiyatýnda deðil, bilakis klasik Ýslam edebiyatýnda da bir zirvedir. Ama ayný þekilde Galip de sadece Türk edebiyatýnda deðil, ayný zamanda klasik Ýslam edebiyatýnda, hatta daha da ileri giderek, -hiçbir komplekse kapýlmadan söylüyorum- Hüsn ü Aþk ile dünya edebiyatýnda yeni bir eda, yeni bir üsluptur. Gerçi Jan Rypka, Ýran Edebiyatý Tarihi'nde (Ýranische Literaturgeschichte, Leipzig 1959), Niþaburlu Fettahi'nin (asýl adý Muhammed Yahya bin Sibak, 1448-49) Hüsn ü Dil adlý eserinden bahseder ve bunun Dustur-i Uþþak'ýn (aþýklarýn El Kitabý) bir özeti olduðunu söyler. Dustur-i Uþþak'ta insan vücudunun azalarý alegorik bir hikayede personifika edilerek seyrü süluk anlatýlýr. Zikredilen eserinde Rypka, yazarýný zikretmeden Hüsn ü Aþk'ý da mevzuubahis eder ve Hüsn ü Aþk'ýn Osmanlýca-Türkçe üç versiyonu olduðunu ifade eder. Ancak Jan Rypka, söz konusu ettiði bu üç versiyon hakkýnda hiçbir bilgi vermediði gibi Þeyh Galip'in adýný dahi anmaz. Acaba Galip, Fettahi'nin Hüsn ü Dil'ini okumuþ mu?.. Bilemiyoruz. Okumuþ olsa dahi iki eser arasýnda tasavvufi-mücerred fikirleri "Allegorie" yardýmýyla hikaye etmekten baþka bir benzerlik olmadýðý açýktýr.
Dolayýsýyla Hüsn ü Aþk, Hammer'in dediði gibi, bir "gölge" eser deðil, bilakis yeni bir üslup, yeni bir eda ve yeni bir renk senfonisidir. Hüsn ü Aþk, ýþýðýný Mevlana'dan alan fantastik bir iç alem metafiziðidir. Galip, Hüsn ü Aþk'la harici alemi radikal bir þekilde derunileþtirmiþtir. Bu itibarla Galip, Hüsn ü Aþk'ta Mallarme'nin anladýðý manada saf-mücerret þiire ulaþmýþtýr. Mallarme için þiir, "sükutun mücerrede yükselmesidir."
Vaktiyle bir sabýrsýz muhabir, Mallarme'den elindeki manuskripti rica eder. Bunun üzerine Mallarme, "hiç olmazsa, þiire birazcýk daha karanlýk getirinceye kadar sabrediniz!"der. Burada karanlýktan kastedilen anlaþýlmamak deðildir. Galip'in þiirinde, yeteri kadar karanlýk vardýr, özellikle Hüsn ü Aþk'ýn da somsükut bir dil mevcuttur. Bu itibarla Hüsn ü Aþk'ý rahatlýkla "nur-i siyeh"in metafiziði olarak anlayabiliriz. Bu bakýmdan Hüsn ü Aþk, deðil þarki Ýslam Edebiyatýnda, dünya edebiyatýnda da eþi ve benzeri yoktur. O yüzden bu "þair-i yegane", sayýn Ayvazoðlu'nun isabet ettiði gibi, "Kuðunun son þarkýsý"dýr.
Beþir Ayvazoðlu'nun Ötüken Yayýnlarýndan çýkan Kuðunun Son Þarkýsý'nýn -Þeyh Galip hakkýndaki neþriyatýn bugün hala bir elin parmaklarýný geçmediði göz önünde bulundurulursa- mütevazi hacmiyle büyük bir boþluðu doldurduðu inkar edilemez. Ayvazoðlu, bir kültür tarihçisi gözüyle Galip'i ve dönemini anlatmýþ. Büyük bestekarýmýz Ýsmail Dede Efendi, Hattat Mustafa Rakým ve "muhteris" Halet Efendi de birer bölümle anlatýlmaktadýr. Bütün zamanlarýn en büyük hattatý Mustafa Rakým'ý isterseniz bir iki cümleyle Ayvazoðlu'ndan dinleyelim:
"...Rakým'ýn þöhreti bütün Asya'yý, Hind'i, Çin'i ve Ýslam ülkelerini tutmuþtu; bu ülkelerden sýrf onun yazýlarýný görmek için her türlü külfete katlanarak gelenler bile vardý..."
Evet Hattat Mustafa Rakým'ýn þöhreti o zamanlar hudutlarý aþmýþtý. Ya bugün? Sevimli, samimi ve ciddi Kültür Bakanýmýz duymasýn ama, galiba Kültür Bakanlýðý bu dehanýn nerede yattýðýný bilmiyor. Maamafih sayýn Ayvazoðlu bu memlekette kimin nerede yattýðýný iyi bilenlerden:
"Karagümrük'te, o sývalarý dökülüp, þebekeleri çürümüþ, camlarý kýrýlmýþ, bahçesini ayrýk otlarý bürümüþ melul-mahzun türbede çok sayýda eseri Ýstanbul'da hala gözler önünde duran büyük bir sanatkarýn yattýðýný artýk bilen yok."
Bu küçük eserinde Ayvazoðlu, Galip'in Avrupa'daki þair (Goethe) ve müzisyen (Haydn, Mozart, Beethoven ve Paganini) çaðdaþlarýný da tanýtmadan geçmemiþ. Bu manada Kuðunun Son Þarkýsý, ayný zamanda minik bir kültür tarihidir. Ancak üstad 111.Sayfada, "belki de Hüsn ü Aþk'la Doðu-Batý Divaný ayný tarihlerde doðdu" diyor. Bu iki büyük þairin ayný dönemde yaþadýklarý doðrudur; ama Goethe, Doðu-Batý Divaný'ný, Galip öldükten (1799) tam 15 yýl sonra 1814'de yazmaða baþlamýþ ve ilk defa 1819 yýlýnda neþretmiþtir. Ve maalesef Galip'i tanýma imkaný bulamamýþtýr.
Oysa Hammer, sadece Hüsn ü Aþk'ý tercüme ederek Goethe'ye göndermiþ olsaydý, eminim ki, bugün Doðu-Batý Divaný'nda bu þaheserin yankýlarýný bulabilecektik. Belki de Þair-i Azam, Doðu-Batý Divaný'ndan önce Hüsn ü Aþk'a bir nazire yazmýþ olacaktý, ki bu Osmanlý Edebiyatýnýn Avrupa'da tanýnmasýna yetip de artardý bile.
Sayýn Ayvazoðlu Þeyh Galip ile Mirza Esadullah Galip'i (1797-1869) karþýlaþtýrabilirdi. Lakin eserlerini Farsça ve Urduca yazan büyük Türk þairi Mirza Galip'in 17 eserinden ne yazýk ki Türkçeye tercüme edilmiþ hiçbir kitabý yok.
Bu iki büyük Türk þairinin birçok yönden birbirine benzerler. Þöyle ki: Mirza Esadullah Galip de, týpký Þeyh Galip gibi önceleri þiirlerini "Esad" mahlasýyla, sonralarý "Galip" adýyla yazmýþtýr. O da Þeyh Galip gibi üslup konusunda kendine pek güvenir:
Yeryüzünde baþka iyi þairler de vardýr.
Hüsn ü Aþk, Hammer'in dediði gibi, bir "gölge" eser deðil, bilakis yeni bir üslup, yeni bir eda ve yeni bir renk senfonisidir. Hüsn ü Aþk, ýþýðýný Mevlana'dan alan fantastik bir iç alem metafiziðidir. Galip, Hüsn ü Aþk'la harici alemi radikal bir þekilde derunileþtirmiþtir. Bu itibarla Galip, Hüsn ü Aþk'ta Mallarme'nin anladýðý manada saf-mücerret þiire ulaþmýþtýr.
Lakin derler ki Galip'in ölçüsü baþkadýr
Þair 1814 yýlýnda ilk defa Urdu Divan'ýný neþredince, kendisine bir yýl sonra Delhi College'de Farsça Profesörlüðü payesi verilir. Ancak rektör kendisini sokaða kadar gelerek karþýlamadýðý için bu payeyi reddeder. Doðrusu bu maðrur þair ölümünden sonra da ihmal edilmiþtir. Onun için Ýkbal, onu Goethe ile karþýlaþtýrmýþtýr. Delhi'nin bu büyük þairi tozlar içinde yatarken, Goethe "Weimar Gülistanýnda" uyumaktadýr.
Mirza Esadullah Galip dil þuuruyla da Þeyh Galip'e benzer: Þ. Galip, "Bir baþka lügat tekellüm ettim", derken bize Türkçe'nin zarafetini sunar. Mirza Galip ise Urduca'da ayný ýsrarý sürdürür:
Birisi sorarsa sana: Nasýl olur da Urduca Farsça'dan tatlý olur?
Ona Galip'ten bir mýsra göster ki görsün: Ýþte böyle, böyle olur!
Þeyh Galip Sebk-i Hindi üslubunun edebiyatýmýzdaki en büyük temsilcilerinden biridir. Ayný þekilde Mirza Esadullah Galip de bu üslubun Hindistan'daki en büyük temsilcilerindendir. Bilindiði gibi bu üslubun en önemli özelliði sözün kýsa mananýn zarif ve ince olmasýdýr. Alman dilini dahiyane bir üslupla kullanan Friedrich Nietzcshe, "Söz kýsa, mana derin!" (Kurze Rede lange Sinn!) olmalýdýr derken ayný üslubu kullanýr.
Son olarak iki büyük Türk þairinin bir konuda daha benzerliðini tespit ederek sözü baðlamak istiyorum. Her iki þairin iç dünyasý da bir yangýn yeri, bir ateþ denizidir. Mirza Galip de adeta bu "þule-i cihansuz"dan içmiþtir:
Duydum ki, Hz. Ýbrahim atýldýðý ateþte yanmamýþ
Bak ben alev ve yangýn olmadan nasýl yanýyorum
Onlarýn iç dünyalarýndaki yangýndan þiirlerine sýçrayan kývýlcýmlarýn gönüllerimizi tutuþturacaðýndan eminim.
Alýntý
radyobeyan