Kütübü Sitte
Pages: 1
Zekat 2 By: sumeyye Date: 03 Mayýs 2010, 14:06:09
5-ZEKÂT VERGÝ MÝDÝR?



Kur´ân-ý Kerîm´de, zekât, sadaka, nafaka ve hak gibi kelimelerin birbirine yakýn mânalarda kullanýldýðýný, hepsinin vergi mânasýnda zekâtla ifade edildiðini söyledik. Hemen belirtelim ki, tefurruâta inince bunlar arasýnda bazý farklarýn olduðu da görülür. Nitekim zekâtý tarif ederken, üzerinden bir yýl geçmiþ maldan alýnma kaydý, Hâþimî ve Muttalibîlere haram kaydý geçti. Öte yandan devletin humus, öþür, haraç gibi deðiþik adlar altýnda baþka gelirleri, yani "vergi"leri de var. Ýslâm devletinde bunlarýn toplanma ve harcanma þekli az çok farkeder. Sözgelimi humus Âl-i Beyt´e helal olduðu halde zekât haramdýr. Þu halde Ýslâm´ýn ayýrdýðý bu gelir çeþitlerini gönümüz lâik espirisi içerisinde "vergi" adý altýnda mütâlaa ederek zekât vergidir diye bir hükme gitmek ve bu meþkûk hükme dayanarak devlete ödenen vergiyi zekâta mahsub edip zekat vermekten kaçýnmak, dînen tehlikeli bir durum ortaya çýkarabilir. Müslüman böyle þüpheli durumlardan kaçmakla mükelleftir. Bu meselede tereddüdü izale etmek için iki nokta bilinmelidir:

1) Bugünkü vergilendirme þer´î esasa uygun mu? Yani, dinen vermemiz gereken zekâtýn tamamýný veriyor muyuz? Meselâ devlet bugün öþür almýyor. Keza devlet ticâret yapanlardan belli þartlarla vergi aldýðý halde emvâl-i bâtýna´ya giren tasarruflardan, altýn ve gümüþ nev´indeki zinetlerden vergi almýyor. Ama Müslüman kimse, dinin bu mallarda emrettiði zekâtý vermesi gerekir.[6]

2) Vergiler, dinin istediði yerlere harcanýyor mu? Az sonra belirtileceði üzere zekâtýn, Kur´an´la tesbit edilen belli harcama kalemleri var. Bugün lâik devlet onu düþünmüyor. Müslüman, bu noktadan da zekat gibi mühim bir rüknü deðerlendirmek zorundadýr. Þüpheden emin olmak için, þeriatýn emrettiði üzere zekâtýný hesaplayýp zâhir þartlara ve vicdanýna uygun þeklide çevresindeki fakirlere vermek çýkar yol gözükmektedir.

Bu meselede iyice bilinmesi gereken husus þudur: Zekât, herþeyden önce bir ibadettir ve öncelikle fakirin hakkýdýr. Bu ibâdet de dinin emrettiði þekilde yapýlmalýdýr.Din, zekâtýn zenginlerden alýnýp o bölgenin fakirlerine daðýtýlmasýný emretmiþtir. Artan miktar Beytu´l-Mâle (Devlet Hazinesine) gönderilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususu -müteakip ilk hadiste görüleceði üzere- Yemen´e irþâd, vergi ve kadýlýk iþlerini yürütmek üzere gönderdiði Muâz Ýbnu Cebel (radýyallâhu anh)´e açýk bir þekilde emretmiþtir: "Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun... Onlara haber ver ki, Allah mallarý üzerine zekâtý farz kýlmýþtýr. Zenginlerinden alýnarak fakirlerine iâde edilir..."

Ýslâm ulemâsý zekâtýn, alýndýðý bölgeden dýþarý çýkarýlýp çýkarýlmayacaðý hususunda farklý görüþler ileri sürmüþ, bu meyanda Hanefîler çýkarýlabileceðini söylemiþ ise de Þafiîler, Mâlikîler ve "cumhur" çýkarýlmamasý gerektiði görüþünde ittifak etmiþlerdir. Þâfiîler çýkarýldýðý takdîrde -orada muhtaç kimse varsa- bunun te´diye edilmesi, gerisin geriye gönderilmesi gerektiðine hükmeder. Mâlikîler ise muhtaç olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn iâdesine hükmeder.

Mahallî ihtiyâç fazlasý ve baþka þekillerde hazînede toplanan paralar da öncelikle yardýma muhtaç durumda olan "beþer unsuru"na harcanacaktýr. Ýlgili âyet þöyle: "Sadakalar (yani fukaraya temlîk edilmek üzere çýkarýlan vergiler) Allah´tan bir farîza olarak, ancak:

1- Fakirlere,

2- Miskinlere,

3- (Toplanmasý ve sarfýnda sadakalar) üzerine me´mur olanlara,

4- Kalpleri (Müslümanlýða) alýþtýrýlmak istenenlere,

5- Kölelere,

6- Esîrlere,

7- (Borcundan fazla nisâbý olmayan) borçlulara,

8- Allah yolunda (harcamaya),

9- Ve yol oðluna (yani memleketinde zengin bile olsa, meþru bir maksadla seyr-ü sefer ederken muhtaç kalmýþ olan yolculara) mahsustur..." (Tevbe 60).

Burada 3, 4 ve 8. maddeleri istisna edersek, diðer altý kalemin muhtaç olan kimseler olduðu görülür. Yani hazîne parasýnýn sarfýnda önce insan unsurunun durumunu düzeltmek emredilmektedir. Bugün vergilerin sarfýnda bu inceliklere yeterince riâyet edilmediðine göre, Cenâb-ý Hakk´ ýn hitâbýna doðrudan muhatap olan bu hitaba uyup uymama ölçüsünden hesabýný verecek olan Müslümanýn, zekâtýný, ilâhi irâdeye uygun miktarda çýkarmasý gerekir. Bilhassa emvâl-i bâtýnanýn zekâtý ferdin vicdanýna býrakýlmýþtýr. Hiç olmazsa bunlarýn çevredeki fakirlere sarfý... [7]



6-ZEKÂTA TÂBÝ MALLAR


Bu mevzuyu Ömer Nasuhî Bilmen merhum þöyle özetlemiþtir: "Mallar, emvâl-i bâtýna (görülmeyen) ve emvâl-i zâhire (görülen) adýyla iki kýsýmdýr. Nakit paralar ile, evlerde, maðazalarda bulunan ticâret mallarý, emvâl-i bâtýna´dýr. Sâime denilen hayvanlar ile bir kýsým arazi muhsûlâtý ve mâdenler ile yer altýndaki hazîneler ve "gümrüklere uðrayan ticâret mallarý ile nukud" da emvâl-i zâhiredendir. Bunlarýn hepsi de birer muayyen nisbette zekâta tâbidirler.

Bâtýnî mallarýn zekâtlarýný vermek, sâhiplerinin diyânetine havâle edilmiþtir. Bunlar, bu mallarýn zekâtlarýný diledikleri fakirlere, muhtaçlara bizzat verebilirler.

Zâhirî mallarýn zekâtlarýný, muayyen nisbetteki vergilerini ise, veliyyü´l-emir, hususî memurlar vâsýtasýyla tahsîl ederek þer´an muayyen yerlere sarfeder..."

Bugünün þartlarýnda, zekât deyince sadece emvâl-i batýna´dan verilecek kýrkta biri anlayanlarýn hatasý açýktýr. Dinin hassasiyetle durduðu bir meselede mü´minlerin de hassas olmalarý gerekir. Kabirde hesap ilâhî ölçülere göre olacaktýr.[8]



BÝRÝNCÝ BAB

ZEKATIN FARZÝYETÝ, TERKEDENÝN GÜNAHI


ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]بَعَثَ رسول اللّه # مُعَاذاً إلى الْيَمَن. فقَالَ: إنَّكَ تَقْدُمُ عَلى قَوْمِ أهْلِ كِتَابٍ فَلْيَكُنْ أوَّلَ مَا تَدْعُوهُمْ إلَيْهِ عِبَادَةُ اللّهِ تَعالى، فَإذَا عَرَفُوا اللّهَ تَعالى فَأخْبِرْهُمْ أنَّ اللّهَ تَعالى فَرَضَ عَلَيْهِمْ زَكَاةً تُؤخَذُ مِنْ أغْنِيَائِهِمْ وَتُرَدُّ عَلى فُقَرَائِهِمْ، فَإنْ هُمْ أطَاعُوا لِذلِكَ فَخُذْ مِنْهُمْ وَتَوَقَّ كَرَائِمَ أمْوَالِهِمْ، وَاتَّقِ دَعْوَةَ المَظْلُومِ، وَاتَّقِ دَعْوَةَ المَظْلومِ، فَإنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللّهِ حِجَابٌ[. أخرجه الخمسة .



1. (2010)- Ýbnu Abbâs (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Muâz (radýyallâhu anh)´ý Yemen´e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki:

"Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onlarý davet edeceðin ilk þey Allah´a ibâdet olsun. Allah´ý tanýdýlar mý, kendilerine Allah´ýn zekâtý farz kýlmýþ olduðunu, zenginlerinden alýnýp fakirlerine daðýtýlacaðýný onlara haber ver. Onlar buna da ittaat ederlerse kendilerinden zekâtý al. Zekât alýrken halkýn (nazarlarýnda) kýymetli olan mallarýndan sakýn. Mazlumun bedduasýný almaktan kork. Zîra Allah´la bu beddua arasýnda perde mevcut deðildir." [Buhârî, Zekât 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezâlim 9, Megâzî 60, Tevhid 1; Müslim, Îmân 31, (19); Tirmizî, Zekât 6, (625); Ebû Dâvud, Zekât 4, (1584); Nesâî, Zekât 46, (5, 55).][9]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadiste öncelikle, Ehl-i Kitap´tan olanlarý Ýslâm´a çaðýrýrken hangi tertibe riâyet edeceðimiz belirtilmektedir. Hadisin yine Buhârî´de gelen bir baþka vechinde sýrayla ele alýnacak meseleler daha vâzýhtýr: "Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Yanlarýna varýnca, onlarý, önce Allah´tan baþka ilah olmadýðýna, Muhammed´in Allah´ýn elçisi olduðuna þehâdet etmeye dâvet et. Bu meselede onlar sana itaat ederlerse, onlara Allah´ýn, her gece ve gündüzde beþ vakit namazý farz kýldýðýný haber ver. Eðer onlar bu meselede de sana itaat ederlerse, kendilerine Allah´ýn sadakayý farz ettiðini, bunun zenginlerinden alýnýp fakirlerine iâde edileceðini onlara haber ver. Onlar sana bu meselede de itaat ederlerse (zekâtlarýný alýrken) mallarýnýn kýymetlilerinden sakýnasýn..."

Þu halde Ehl-i kitâb´a þu sýrayla dâvet yapýlacak:

* Önce kelime-i þehâdet,

* Sonra beþ vakit namaz,

* Sonra zekât.

2- Dikkatimizi çeken bir husus, bu hadiste oruç, hacc gibi diðer farzlarýn zikredilmemiþ olmasýdýr. Halbuki Hz. Muâz´ýn Yemen´e gönderilmesi Resûlullâh´ýn hayatýnýn sonlarýnda (hicrî onuncu yýlda hacc´dan önce) vukûa gelmiþtir.[10] Ýbnu Salâh, bu eksikliðin râvilerden kaynaklanmýþ olabileceðini söyler. Kirmânî ise, Þâri´in namaz ve zekâta daha çok ehemmiyet vermesinden ileri geldiðini, bu sebeple bu ikisinin Kur´ an´da çok tekrar edildiðini, bu yüzden oruç ve hacc, dînin rükünlerinden olmasýna raðmen bu hadiste zikredilmediðini söyler. Ayrýca der ki: "Buradaki sýr þudur: Namaz ve zekât mükellefe bir kere vâcib oldu mu onun boyundan asla sâkýt olmaz. Oruç ise böyle deðil, baþkasý tarafýndan da niyâbeten yerine getirilebilir, âcizlerde olduðu gibi..." Bazýlarý da þöyle demiþtir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), dinin erkânýný beyan etmek maksadýyla konuþunca hepsini teker teker sayardý. Nitekim Ýbnu Ömer´in rivayet ettiði: "Ýslâm beþ esas üzerine bina edilmiþtir..." hadisi böyledir. Ancak burada davet maksadýyla konuþmaktadýr. Üç erkânýn zikriyle yetindi: Þehâdet, namaz, zekât... Ayrýca þu hikmet de unutulmamalý: "Beþ rükün ya îtikâdîdir, þehâdet gibi; ya bedenîdir namaz gibi; ya da mâlîdir zekât gibi. Bu sebeple Resûlullah Ýslâm´a dâvette bu üç þeyle iktifa etti, diðerleri zâten bunlardan birine girer. Nitekim oruç mutlak sûrette bedenîdir, hacc ise bedenîmâlîdir. Esâsen asýl olan, Ýslâm kelimesidir. Kâfire en zor gelen budur, namaz da tekerrürü sebebiyle çok zor gelmektedir. Zekât ise, insan fýtratýndaki mal düþkünlüðü sebebiyle o da çok zor bir ibâdettir. Öyleyse kiþi bu üç zor þeyi benimsedi mi geri kalanlar bunlara nisbetle ona kolay gelir."

3- Zekâtýn bir baþka yere nakli meselesinde âlimler ihtilâf eder. Ebû Hanîfe ve Leys nakli câiz görür. Bunlara göre "fakirlerine iâde edilir" ibâresindeki zamir Müslümanlara râcidir. Mâna þöyle olur: "...Müslümanlarýn fakirlerine iade edilir." Cumhur ise zamiri, Hz. Muâz´ýn muhataplarýna hamlederek, "Bölge halkýnýn fakirlerine iâde edilir" demiþlerdir. Mâlikîler, muhalefet vs. þeklinde baþka bölgeye çýkmasý durumunda "iâde þarttýr" dememiþ ise de, Þâfiîler "fakir olduðu takdirde geri gelmesi þarttýr" demiþlerdir.

4- Hz. Muâz´ýn, Yemen´de karþýsýna çýkacak olanlar sâdece Ehl-i Kitap deðildi. Puta tapanlar da vardý. Ehl-i Kitâb´ýn zikri, onlarýn tafdili içindir.

5-Ehl-i Kitap, Allah´a inandýðý halde, onlarýn Allah´a inanmaya dâvet edilmeleri, Ýslâm´ýn belirttiði ölçüde bir tevhid inancýna sahip olmamalarýndan dolayýdýr. Hatta bazý rivayetlerde: "Onlarý önce Allah´ýn birliðine çaðýr" denmiþtir. Nitekim Kur´ân-ý Kerîm, yahudîlerin Hz. Üzeyr´e, hýristiyanlarýn da Hz. Ýsa´ya "Allah´ýn oðlu" dediklerini (Tevbe 30) haber verir. Sadedinde olduðumuz rivayette öncelikle Allah´a ibâdete davet mevzubahistir. Âlimler "Bundan tevhîd kastedilmiþtir" derler. Öyleyse onlardan ilk istenen þey, insana benzetilen bir Allah inancýndan (ki teþbîh denir), tevhîde gelmeleri olmuþtur. Tevhîd, onlarýn inançlarýnda mevcut teþbîh´in gerektirdiði her çeþit þirkin reddi demektir

6- Bu hadisten hareketle, Müslüman olmak için sâdece Allah´ýn birliðini îtiraf etmenin yetmeyeceði, Hz. Muhammed´in risâletinin de te´yid edilmesi gerektiðine hükmedilmiþtir. Cumhur böyle demiþtir. Bazýlarý: "Berinciyle Müslüman olur, ikincisi de taleb edilir" demiþtir. Bir kimsenin itikadýna hükmetmede bu ihtilafýn önemi vardýr.

7- Ýbnu´l Arabî Tirmizî þerhinde (Ârýzatu´l-Ahvazî) der ki: "Günümüzde yahudîler Hz. Üzeyr´e Allah´ýn oðlu demekdiklerini söylerler. Bu olabilir, böyle bir inanca sahip olmayabilirler. Ancak, günümüzde o inanca sahip olmamalarý, Hz. peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanýnda, Medîne veya baþka bir yerde yaþayan yahudîler arasýnda böyle bir inancýn olmadýðý mânasýna gelmez. Nitekim, onlarýn hiçbirinden Kur´an´daki bu ithamý reddettiklerine, itiraz ettiklerine dair rivayet gelmemiþtir."

Ýbnu Hacer, bunu pek mâkul bulur ve o inaçta olan yahudî grubunun inkiraz etmiþ olabileceðini söyler ve: "Nitekim Yahudîlerden ekseriyetinin itikadý teþbîh´ten ta´tîle dönmüþtür. (Yani Allah´ý insana benzetmeyi býrakýp, daha da ileri giderek Allah´a isim ve sýfat izâfesini reddetme noktasýna gelmiþlerdir. Sýfattan, isimden mücerred bir ilâh anlaþýlmayacaðý için ta´tîl ile küfr-ü mutlaka yakýn bir noktaya gelinmiþ olur.) Keza hýristiyanlarýn inançlarý da "oðul", "baba" mevzularýnda deðiþerek, bunlarýn maddî deðil, mânevi meseleler olduðu noktasýna gelmiþtir. فَسُبْحَانَ اللّهِ مُقَلِّبِ الْقُلُوبِ "Kalpleri çeviren Allah´ý tesbîh ederiz."

8- Hadiste geçen "...Allah´ý tanýdýlar mý?..." tâbiri, ehl-i kitâbýn -her ne kadar ibâdet yapýp Allah´ý bildiklerini söyleseler de- gerçek mânada Allah´ý tanýmadýklarýný göstermektedir. Kelam ilminin hâzýklarý: "Allah´ý mahlûkâta benzetenler, O´na "el", "çocuk" izâfe edenler Allah´ý tanýmamýþlardýr. Onlarýn tapýndýklarý ma´budlarý Allah deðildir, Allah diye isimlendirseler de" demiþlerdir.

9- Dînî emirlerin toptan deðil de tedricen taleb edilmesindeki bir hikmet, muhatabý usandýrmamak içindir. Hepsi birden istenseydi nefret etmeyeceðinden emin olunamazdý.

10- Hadiste gelen "... (zekât) zenginlerinden alýnýp fakirlerine daðýtýlacaðýný..." ibâresinden zekât toplama ve sarfetme iþinin imâma ait olduðu, imâmýn, bunu þahsen veya memuru vasýtasýyla yapabileceði hükmü çýkarýlmýþtýr. Keza, vermek istemeyen olursa, zorla alýnacaktýr.

11- Hadiste geçen "... fakirlerine daðýtýlýr..." ibâresinden, zekâtýn tamamýnýn, harcanmasý meþrû olan yerlerden sadece birine verilmesinin câiz olacaðý hükmüne varýlmýþtýr. Ýbnu Dakîku´l-Îd, hadiste sadece fakirlerin zikredilmiþ olmasýný, zekâtýn masraf denen harcama kalemleri içinde en çoðunu fakirlerin teþkil etmiþ olmasýyla ve bir de zenginlerle fakirler arasýnda bir mutâbakat saðlama gayesiyle îzâh eder. Keza: "Bir kimse borçlu ise, elindeki parayý alacaklýsýna verdiði takdirde artan kýsým zekât vermeyi vâcib kýlan nisabý bulmadýðý takdirde, bu adama zekât farz olmaz" diyenler de bu ibareye dayanýrlar. Çünkü "Bu adam, borçlularýna haklarýný verdiði takdirde geride kalacak parayla zengin sayýlmaz."

12- "Kýymetli mallarýndan sakýn" ibâresinde zikri geçen kýymetli maldan maksad, zekat düþecek mallar arasýnda þu veya bu sebeple mal sahibi tarafýndan daha çok sevilen maldýr. Bunlara "nefis" de denmiþtir, kiþinin nefsi çektiði için. Kýrk koyundan birini seçerken en göze geleni seçmek gibi veya mal sâhibinin husûsi îtinâ gösterdiðini seçmek gibi... Bu yasaklanmakta, mal sâhibinin gözü gönlü kalmayacak vasat bir þey alýnmasý emredilmektedir.

13- "Mazlumun bedduasýný almaktan kork" ibâresi, vergi alýrken zulümden kaçýnmayý emretmektedir. Gerçi, hadis mutlaktýr, her çeþit zulümden kaçýnmak muraddýr ama, zekat toplama ile ilgili tavsiyelerden ve bilhassa "halkýn kýymetli malýný almaktan sakýn" tenbîhinden sonra "mazlumun bedduasýndan sakýn" denmiþ olmasý bilhassa zekât toplamada hassasiyetin ehemmiyetine dikkat çeker. Þu halde "kýymetli mallarýn alýnmasý zulümdür" mânasý çýkmaktadýr.

14- "Allah´la beddua arasýnda perde yoktur" ibâresi, bedduânýn Allah´a ulaþmasýný önleyecek hiçbir engel yoktur, yani "mazlumun duasý makbûldür" demektir. Baþka rivâyetler, mazlum âsi de olsa, fâcir ve hatta fakir de olsa duasýnýn makbul olduðunu tasrîh eder. Ahmed Ýbnu Hanbel´in bir rivâyetinde: دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَاِنْ كَانَ فَاجِراً فَفُجُورُهُ عَلى نَفْسِهِ "Mazlumun duasý makbuldür, facir bile olsa, zira onun fücûru kendini ilgilendirir" buyrulmuþtur.

Ýbnu´l-Arabî der ki: "Bu hadis, mazlumun duasýna icâbet edileceði hususunda mutlak gözüküyor ise de, aslýnda bir baþka hadisle mukayyeddir. O hadis þudur: "Duâ edenler üç kýsýmdýr: Ya talebine hemen cevap verilir, ya bekletilip daha iyisi verilir, ya da kendisinden duaya bedel, misliyle günah affedilir."Nitekim, benzer bir durum bir üslûbla Zât-ý ilâhîlerini, "darda kalana kendisine dua ettiði zaman icâbet edip sýkýntýsýný alan..." olarak tanýtýrken, bir baþka âyette ise, "Dua ettiðiniz þeyi, dilerse giderir" buyurarak "meþîetiyle" kayýtlamaktadýr" (En´âm 41). [11]

15- HADÝSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER

* Savaþmadan önce tevhide davet uygundur.

* Ýmâm âmiline, yapacaðý iþle ilgili tâlimat vermelidir.

* Zekât toplamak için maddî durumu iyi olanlar gönderilmelidir.

* Haber-i vâhid makbûldür, onunla amel vâcibtir.

* Bâzý âlimler, "zenginlerinden" tabirinden hareketle çocuk ve delinin de malýndan zekât alýnacaðýný söylemiþtir.

* "Fakirlerine" tâbirindeki zamir Müslümanlara gittiði için kâfirlere zekât verilemiyeceðine hükmedilmiþtir.[12]



ـ2ـ وعن أبى هريرة وجابر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قا: ]قال رسول اللّه #: مَا مِنْ صَاحِبِ إبِلٍ وََ بَقَرٍ وََ غَنَمٍ َ يُؤْدِّى حَقَّ اللّهِ تَعالى فِيهَا إَّ جَاءَتْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أكْثَرَ مَن كَانَتْ وَأُقْعِدَلَهَا بِقَاعٍ قَرْقَرٍ تَسْتَنُّ عَلَيْهِ بِقَوَائِمِهَا وَأخْفَافِهَا وَتَنْطَحُهُ بِقُرُونِهَا وَتَطَؤُهُ بِأظَْفِهَا لَيْسَ فِيهَا جَمَّاءُ وََ مُنْكَسِرٌ قَرْنُهَا كُلَّمَا مَرَّتْ عَلَيْهِ أُخْريهَا عَادَتْ عَلَيْهِ أُوَهَا حَتَّى يُقْضى بَيْنَ الخَلْق. وََ صَاحِبِ كَنْزٍ َ يَفْعَلُ فِيهِ حَقّهُ إَّ جَاءَ كَنْزُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ شُجَاعاً أقْرَعَ يَتْبَعُهُ فَاتِحاً فَاهُ فَإذَا أتَاهُ فَرَّ مِنْهُ فَيُنَادِيهِ: خُذْ كَنْزَكَ الَّذِى خَبَّأْتَهُ فَأنَا عَنْهُ غَنِىٌّ. فإذَا رَأى أنَُّّ َ بُدَّ لَهُ مِنْهُ سَلَكَ يَدَهُ في فِيهِ فَيقْضِمُهَا قَضْمَ الْفَحْلِ[. أخرجه الخمسة والفظ لمسلم والنسائى عن جابر. وللباقين بنحوه عن أبى هريرة .

»القاعُ« المستوى من ا‘رض الواسع. و»الْقَرْقَرُ« ا‘مْلس.و»الظِّلْفُ« للشاة كالحافر للفرس. و»الشُّجَاعُ« الحَيَّةَ.و»ا‘قْرَعُ« صفة له بطول العمر. ‘نه إذا طال عمره امَّرَقَ شعره فهو أخبث وَأشَدُّ شَرّاً .



2. (2011)- Hz. Ebû Hüreyre ve Hz. Câbir (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Deve, sýðýr veya davar sâhibi olup da, bunlardaki Allah´ýn hakkýný eda etmeyen herkese Kýyamet günü, bu mallar, olduðundan daha çok ve mümkün olduðunca iri ve þiþman olarak geleceklerdir. Adam, onlar için, düz ve geniþ bir yere oturtulacak, hayvanlar bacaklarý ve tabanlarýyla onun üzerinden geçecekler. Geçiþ sýrasýnda boynuzlarýyla tosluyacaklar ve ayaklarýyla ezecekler. Ýçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kýrýk biri bulunmayacak. Bu þekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi ayný geçiþe tekrar baþlayacak. Mahlûkatýn hesabý tamamlanýp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek.

Keza "kenz"e (hazine) sâhip olup da ondaki (Allah´ýn) hakkýný ödemeyen herkese, Kýyamet günü hazinesi, dazlak baþlý bir yýlan olarak gelecek, aðzýný açýp peþine düþecektir. Yýlan yaklaþtýkça adam ondan kaçacak. Sonunda yýlan ona:

"Gizlediðin hazîneni al! Ben ondan müstaðniyim!" diye baðýrýr. A-dam, neticede yýlandan kaçma çaresinin olmadýðýný anlaþýnca, elini aðzýna sokar. Yýlan da onu, aygýrýn (alafý) kemirmesi gibi kemiriverecek." [Buhârî, Zekât 3, Tefsir, Âl-i Ýmrân 14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim, Zekât 26, (987); Muvatta, Cihâd 3, (2, 444); Ebû Dâvud, Zekât 32, (1658, 1659, 1660); Nesâî, Zekât 2, 6, (5, 12-14).][13]



radyobeyan