Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Gayret Bizden Tevfik Allahtan By: rabia Date: 02 Mayýs 2010, 14:59:28
Gayret Bizden Tevfik Allah’tan



Allah’tan tevfik dilemek, “kendimiz için uygun olan”ý istemektir. Uygun olaný biz bilemeyiz; Allah bilir. Çünkü bizim hayýr bildiklerimizde þer, þer bildiklerimizde hayýr olabilir.

Cezbedici bütün unsurlarýna raðmen modernizm bir “gaflet hali”dir. Bu sebepledir ki modern hayatta beþerî arzu ve isteklerin en üst seviyede karþýlanmasý hep bir “çýlgýnlýk” nitelemesiyle ifade edilir. Üstelik bu niteleme bir sakýndýrmayý deðil, bir yönlendirmeyi yansýtýr çoðu zaman. Modern kitlelerin çýlgýnlýk heves yahut tutkusuna Ýslâmî terminolojide “fahþâ” adý verilir. “Arzularýn hiçbir ölçü tanýmayan, gem vurulamaz bir iþtiha ile Allah’ýn koyduðu sýnýrlarý çiðneyerek tatmin edilmesi” demektir.

Fahþâya teþvik etmesi, çýlgýnlýða özendirmesi, bir gaflet hali olan modernizmin mademki temel karakteridir, bunu sadece tüketim veya eðlence anlayýþýnda aramamak gerekir. Ýhtiyaç, hatta zaruret de olsa dünyalýk taleplerin elde edilmesi yolunda bugün neredeyse meziyet sayýlan aþýrý düþkünlük, ýsrar ve ihtiras yine ayný nisyanýn eseridir.

Modernizmin bu tarzý, biraz nefsimize hoþ gelmesi, ama daha çok da “geri kalmýþlýk” yaftasýndan kurtulma gayreti sebebiyle bilhassa mal mülk edinme, hayat standardýný yükseltme, para kazanma, baþarýlý olma konularýnda biz müslümanlarý daha fazla etkilemiþ görünüyor. Bir þekilde kendimizi kaptýrdýðýmýz bu gaflet hali içinde masum ve makul taleplerin “tutku”ya dönüþünce imanýmýzý zedelediðini fark edemiyoruz. Týpký “baþarma tutkusu”nun kalplerimizi ne hale getirdiðini göremediðimiz gibi.

Baþarma tutkusu

Baþarmak, önceden tasarlanan faydalý bir neticeye ulaþmak, isteðine nail olmak, bir iþi maksada uygun biçimde tamamlamak, bir zorluðun üstesinden gelmek demek. Ýnsan elbette baþarmak, netice almak ümidiyle bir iþe sarýlýr.

Meþru ölçüleri gözeterek baþarýlý olmayý istemek, böyle bir arzuyu taþýmak neden fahþâ olsun öyleyse? Baþarma isteði ile baþarý tutkusu ayný þey deðil. Tutku, meþru ve makul ölçüler içindeki bir isteðin itidalini kaybedip ifrata kaymasýdýr. Ýtidal ayný zamanda denge demektir. Dengesini kaybedenlerin ne zaman, nereye yuvarlanacaðý belli olmaz.

Tutku haline gelmiþ bir baþarma isteði neticeyi gayretten daha deðerli görür. Bu bakýþ açýsý çabaya ve dürüstlüðe deðil, hasýlaya itibar ettirir. Ýnsana kulluðunu ve bu dünyadaki asýl vazifesini unutturabilir, meþru olmayan yollara sevk edebilir onu. En kötüsü de hedeflenen neticenin sadece tevessül edilen sebeplerle insanlarýn kendileri tarafýndan kazanýlabileceðine inandýrýr. Her þeye raðmen beklenen baþarý kazanýlamamýþsa ya ümitsizliðe düþürür insaný, ya ýsrarla ve inatla yeniden hamle yapmaya zorlar. Sözünü ettiðimiz ýsrar ve inat, azmin yahut kararlýlýðýn deðil, hedeflenen neticenin “en doðru, en faydalý” olduðu saplantýsýndaki ýsrar ve inattýr. Hasbelkader istediðine nail olmuþsa, neticeyi kendinden bildiði için bu defa da böbürlenir, elde ettikleri üzerinde mülkiyet ve tasarruf yetkisinin sadece kendisine ait
olduðunu düþünür.

Biz “baþarý tutkusu” dedik ama bugün artýk tek baþýna “baþarý” dendiðinde de þu saydýðýmýz davranýþlar akla geliyor ve üstelik bütün bunlar çok normal karþýlanýyor. Piyasada “baþarýlý olmanýn yollarýný” salýk veren, bu nedenle de çok satan bir sürü kitap böyle bir kabulü körüklüyor. “Ýnsanýn baþarýsý da baþarýsýzlýðý da kendi elindedir” düþüncesini yerleþtiriyor mesela. “Baþarmak, amaca uygun sonuç almaktýr. Hiçbir açýklama baþarýsýzlýða gerekçe yapýlamaz.” gibi parlak ama tutarsýz sloganlar ezberletiyor.

“Baþarý” kavramýnýn kendisi müslümanlar için ciddi bir tehlikeye dönüþmüþ durumda kýsaca. 

Hayýrlýsýný istemek

Lisanýmýzla tasavvurlarýmýz arasýndaki uyumu gözettiðimiz, aðzýmýzdan çýkaný kulaðýmýzýn duyup kalbimizin tasdik ettiði zamanlarda “baþarý” gibi þaibeli kelimeleri kullanmazdýk. “Baþa ermek, en yukarýlara çýkmak” gibi çaðrýþýmlarý da olan ve neticeyi sadece insanýn gayretine baðlayan “baþarý”, yeni bir kelime. Hatýrlayanlar olacaktýr, eskiden “baþarý” deðil “muvaffakiyet” dilenirdi. Kitaplarýn önsözlerinde sýkça kullanýldýðý üzere, bir iþe giriþenler “gayret bizden, tevfik Allah’tan” niyazýnda bulunurdu. Sabahýn ilk ýþýklarýyla analar evlatlarýný, hanýmlar eþlerini uðurlarken “Allah iþinizi rast getirsin” diye dua ederdi.

Bütün bu ifadelerle, mesela “muvaffakiyet”le “baþarý” ayný þey deðil mi peki? Deðil. Günümüz sözlüklerinde bu iki kelime birbiriyle karþýlansa da ayný deðil. Eski sözlüklerde muvaffakiyet “tevfikât-ý ilâhiyyeye mazhariyet” þeklinde açýklanýr ve mutlaka “hüsn-i istimâline, -yani doðru kullanýlmasýna- itina olunacak kelimelerdendir.” diye not düþülürdü.  Bu uyarý, muvaffakiyetin insan tarafýndan ancak talep edilebileceði, tesis edilemeyeceði gerçeðine dikkat çekmek içindi.

Muvaffakiyet de tevfik de “bir þeyin baþka bir þeye uygun olmasý” manasýna gelen “vefk” kökünden türemedir. Nitekim ayný kökten “muvafýk” ve “muvafakat” kelimelerinde “uygunluk” anlamý daha belirgindir. Þu halde Allah’tan muvaffakiyet veya tevfik dilemek, “kendimiz için uygun olan”ý istemektir. Bunu biz bilemeyiz; Allah bilir. Çünkü bizim hayýr bildiklerimizde þer, þer bildiklerimizde hayýr olabilir. Talep ettiðimiz þeyin aðýrlýðý ile takatimiz arasýndaki uygunsuzluðu göremeyebiliriz. Halihazýrýn sýnýrlýlýðý çok zaman yanýltýr bizi. Halbuki geleceði de bilen ve bütünü gören yalnýzca Allah Tealâ’dýr.

Bu sebepledir ki kendimiz için uygun olaný, hayýrlý olaný Allah’a havale etmek hem bir duadýr, hem de Allah’a itimadýn, dolayýsýyla imanýn gereðidir. “Ýlla benim tasarladýðým olmalý, benim için uygun olan budur!” ýsrarý küstahlýktýr. Bize bu cüreti gösterecek iradeyi bile bahþedene, sahibimize, bizi yaratana, rahmetiyle kuþatana güvenmemenin ifadesi olmakla da büyük bir cehalettir.

Zaferle deðil seferle mükellefiz

Böyle bir küstahlýk ve cahillikte direnenler kendilerini yorduklarýyla kalýr, aslýnda hiçbir hayýr elde edemezler. Çünkü bizim inancýmýzda muvaffakiyet de nusret de, zafer ve fetih de Allah’tandýr. Çalýþýr, gayret eder, elimizden geleni yapar, sebeplere sarýlýrýz ama neticeyi Rabbimizden bekleriz. Her þeye raðmen istediðimize ulaþamamýþsak, “nasibimizde yokmuþ” der, “hayýrlýsý böyleymiþ” yahut “hak ettiðimiz buymuþ” der, takdire teslim oluruz. 

Bu tavýr, “takdire rýza”yý kavramasý mümkün olmayan modern anlayýþýn iddia ettiði ve benimsettiði gibi bir tembellik, boþ vermiþlik yahut amaçsýzlýk sebebi deðildir. Tam aksine çabayý neticenin önüne çýkaran, çalýþmaya teþvik eden bir yaklaþýmdýr. Çünkü müslüman netice almakla deðil, gayret etmekle mükelleftir. Gayreti ve istikameti yüceltir onu. Allah Tealâ, inkârcýlarýn söz dinlemeyip imana yönelmemesi üzerine zaman zaman me’yus olan Efendimiz s.a.v.’e “Sen zikret”, yani “sana indirilenleri hatýrlat, teblið et” talimatýný vermiþ; hidayetin kendi katýnda olduðunu beyan buyurmuþtur. Bu talimat doðrultusunda “Biz zaferle deðil seferle mükellefiz” düsturuyla hareket eden Osmanlý da dünyanýn en soylu medeniyetlerinden birini kurmuþtur.

Öte yandan takdire rýza, Allah’a itimadýn ve teslimiyetin ifadesidir. Kendisinden razý olandan Allah Tealâ da razý olur ve elbette kendisine sýðýnan için en hayýrlýsýný takdir eder. Yani “teslimiyet” bir kayýp deðil en büyük kazançtýr. Azim ve gayret netice almaya yetmez ama neticenin takdir edilmesinde rol oynar. Çünkü Cenab-ý Hakk’ýn bazý hususlarda “çalýþana vereceði” vaadi vardýr. Ve nihayet çaba “fiilî dua”dýr. Allah Tealâ vaadinden dönmez, dualarý geri çevirmez.

Þu halde gerçek mümin, meþru ölçülerdeki dünyalýk talepleri için çalýþýr, gayret eder, elinden geleni yapar. Fakat talebinin kendisine hayýr getireceðini ve uygunluðunu bilmediði için Allah’tan tevfik diler, “mutlaka istediðim gerçekleþmeli” küstahlýðýyla O’na asi olmaz. Kullukta kusur etmediði müddetçe Mevlâmýzýn mutlaka en hayýrlýsýný, en uygununu vereceðine inanýr.

Yeniden mümin olmamýz, modern cahiliyyenin baþarma tutkusuna inat, “gayret bizden, tevfik Allah’tan” þuurunu yeniden ihya etmemiz gerekiyor.

Kur’an’da Baþarýnýn Formülü


Dünyalýk bir neticeyi inatla ve tek baþýna tesis etmeye yeltenmek anlamýna bir “baþarý” kavramý elbette Kur’ân’da olamaz. Fakat “hayýrlý” olduðu bizzat Allah Tealâ tarafýndan iþaret buyurulan hedeflere ulaþmak için belirlenmiþ þartlar ve bunlarýn yerine getirilmesi halinde maksadýn mutlaka tahakkuk ettirileceðine dair ilâhi vaatler vardýr.

Bu vaatlere nailiyeti “baþarý” kabul edersek eðer, böyle bir baþarýya Kur’ân’da bulabileceðimiz en yakýn kavram “felâh” olabilir. Nitekim “kurtuluþa eriþmek, huzur ve selamet bulmak, hayýrda sonsuzluk” gibi karþýlýklarý bulunan “felâh”ýn asýl anlamý “murada ulaþmak”týr.

Mü’minûn suresinin ilk ayetinde “Mü’minlerin mutlaka felaha erecekleri”, yani cennette ebedî saadete kavuþup baþarýya ulaþacaklarý müjdelendikten sonra, takip eden ayetlerde bu baþarýnýn þartlarý sýralanýr.

Surenin 1 ilâ 10. ayetleri arasýnda özetle “iman etmek, namazlarýný huþu içinde kýlmak ve aksatmamak,  boþ iþlerden yüz çevirmek, zekâtlarýný vermek, iffetlerini korumak, emanetlerine ve ahitlerine riayet etmek” þeklinde sayýlan þartlarý, “en hayýrlý baþarýnýn formülü” olarak akýldan çýkarmamak gerek.


radyobeyan