Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Yeter ki Maksat Bir Olsun By: rabia Date: 02 Mayýs 2010, 13:22:10
Yeter ki Maksat ‘Bir’ Olsun

“Kadd-i yâri kimi halkýn serv okur kimi elif
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif.” (Muhibbî)

[Sevgilinin boyuna (bakýp) halkýn bir kýsmý selvi, bir kýsmý elif der.
Ýfadeler farklý olsa da hepsinin kastettiði birdir.]

“Muhibbî” mahlasýyla þiirler yazan Kanunî Sultan Süleyman, diðer þair sultanlara nazaran en fazla eser veren Osmanlý padiþahý. Biri Farsça, üçü Türkçe, dört divançesi var Kanunî’nin. Üstelik usta bir þair. Beþ asýrdýr bir darbýmesel halinde söylenen, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya cihanda devlet bir nefes sýhhat gibi” beyti ona ait.

Kanunî, padiþahlýðý döneminde on üç büyük askerî sefere bizzat katýlmýþ. Tarihçiler, kýrk altý senelik saltanatýnýn takriben dörtte birini at sýrtýnda geçirdiðini hesaplamýþlar. 1520’de tahta geçtiðinde altý buçuk milyon kilometrekare olan imparatorluk topraklarý, 1566’da yine bir seferde iken, Zigetvar önünde vefat ettiði sýrada on beþ milyon kilometrekareye ulaþmýþ.

Viyana’dan Büyük Okyanus’a kadar uzanan çok geniþ bir bölgede hakimiyet kuran bu cihan padiþahýnýn þiirle de uðraþmasý bugünün anlayýþýnda hayretle karþýlanýyor. Halbuki zaferlerin, fetihlerin ve bunlarý kazandýran medeniyetin temelinde, þiirin gerektirdiði hassasiyetleri barýndýran bir büyük “gönül” var.

Nitekim ayný Kanunî baþka bir beytinde, “Gönlünü pâk eyle evvel, sonra kýl þi’re þürû’ / Dürri hâsýl eylemez nâ-pâk olýcak bir sadef” (Þiir söyleyeceksen, þiir yazmaya yelteneceksen, önce gönlünü temizle, tezkiye et; zira sadefin, yani istiridyenin içi temiz deðilse, orada inci oluþmaz) diyor. Esasen gönül temizlenmeden hiçbir güzellik temin edilemez. Þiir, gönül sâfiyetinin ifadesi olmakla önemli. Bir topluluk yahut anlayýþýn gönülden kopan þiiri yoksa, bilin ki medeniyeti de olamaz.

Batýlýlarýn “Muhteþem Süleyman” dediði bu büyük hükümdarýn, mazhar olduðu muvaffakiyetlere, dünyaya baþ eðdiren kudretine raðmen, bir dönem þiirlerinde “Aczî” mahlasýný kullanacak kadar tevazu göstermesi, sahibine tahsis edilmiþ engin bir gönüle delalettir. Ýþte bu Kanunî, yazýmýzýn baþýna aldýðýmýz ve yine çok bilinen beytinde, tezkiye edilmiþ gönüllerin kurduðu medeniyetin önemli bir anlayýþýna, vahdet idrakine vurgu yapýyor önce.

Bizim medeniyetimizde aþk, beþerî bir temayül olarak da mübarektir. Aþk, aþk ise eðer, bilinir ki bütün Leyla’lar Mevlâ’ya götürür. Bu sebeple sevgili ve onun hususiyetleri, beþerî bir varlýktan ziyade, onu var eden müteâl bir varlýðýn esma ve sýfatlarýna iþarettir.

Dünyadaki maþukalarýn bir güzellik unsuru olarak endamlarýndaki düzgünlüðü, boylarýnýn uzunluðunu anlatmak üzere müracaat edilen “elif” ve “selvi” benzetmelikleri böyledir. Meselâ elif, diðer bütün harflerden önce ve ilk oluþu, kendisinden sonraki harflere bitiþmemesi, noktasýnýn bulunmamasý, ebcet hesabýnda 1 sayýsýný karþýlamasý, kendisi dýþýndaki bütün harflerin aslýnda elifin deðiþik biçimlere dönüþmesiyle vücut bulmasý, Lafza-i Celâl’in elifle baþlamasý.. gibi sebeplerden dolayý, bütün isim ve sýfatlarýyla Allah Tealâ’nýn vahdaniyetini simgeler. Ayný þekilde selvi de boyun uzunluk ve düzgünlüðünü anlatmak yanýnda, þeklen elife benzemesi, yapraklarýný dökmemesi, kýþ yaz yeþil kalmasý, dalsýz budaksýz olmasý, en þiddetli rüzgârlarda bile eðilip sarsýlmamasý sebebiyle vahdet sembolüdür.

Biz bütün mevcudatýn Allah Tealâ’nýn esma ve sýfatlarýnýn tecellisinden ibaret olduðuna iman ederiz. Ne kadar farklý ve çeþitli görünürse görünsün, mahlukatýn tamamý, yegâne mevcut olan tek ve mutlak bir varlýðýn eseridir. Hakikatte sen, ben, bu, þu.. yok, O vardýr sadece. Ýþte kainatý bu gözle görme, mahlukata bu anlayýþla muamele etme þuuruna “vahdet idraki” diyoruz.

“Kadd-i yâr” (sevgilinin boyu), ilâhî tecellilerle görünür hale gelen bütün güzelliklerdir. Vahdet idrakine sahip olanlar, yaradýlýþtaki çeþitliliðe raðmen esastaki birliði fark ettikleri için bunu “elif” veya “selvi” gibi görüp anlarlar. Kainatý elif ya da selvi gibi okumak, kesretin arkasýndaki vahdeti görmektir. Fakat ayný hakikatin kimilerine elif, kimilerine de selvi þeklinde görünüp buna göre ifade edilmesi, beytin asýl mesajýný yansýtýr.

Evvela vahdet idrakinin kazanýlmasýndaki metot farklýlýðýna iþarettir bu. Elif; yazýyý, yazýlý bilgilerin tahsilini, mektebi, medreseyi temsil eder. Selvi ise kainat kitabýný okumayý, tefekkürü, tezekkürü ve bu yolla ulaþýlan marifeti yahut tekkeyi, dergâhý temsil eder. Selvilerin rüzgârda hafif hafif salýnýrken “hû hû” sesleri çýkararak zikrettikleri düþünülür.

Ayný hakikate götürdükten sonra takip edilen yol ve usullerin çok da fazla önemi yoktur. Yeter ki maksat bir olsun. Buradaki “bir” hem hedef ortaklýðýný yahut ayniliðini, hem de varýlmak istenen hedefin adýný, vahdeti ifade eder. Farklý yollardan da gidilse ayný nihai noktaya varýlacak, burada bir olunacaksa; eskilerin “vahdet-i küsûd” dedikleri ve “maksat birliði” manasýna gelen vahdet saðlanmýþ demektir. Bundan sonra vahdet-i þühûda, yani görünenlerin birliðine ulaþýlacaktýr.

Fakat müþahade edilenler hâlâ bazen elif, bazen de selvi diye adlandýrýlýyorsa, henüz yolda olunduðuna, takip edilen yollarýn nihai noktada kesiþmediðine delalettir bu. Eðer niyet ve hedef beraberliði unutulur, her kesimin kendi zaviyesinden bakmak suretiyle yaptýðý muhtelif tarifler birbirine alternatif gibi gösterilerek çatýþma malzemesi haline getirilirse, yolda kalýnýr, vahdet idraki kazanýlamaz.

Kanunî, bu beytinde yine bir temel kanunu hatýrlatýyor bize: Metodlar, meþrepler, söylemler farklý olabilir. Önemli olan hedef beraberliði. Vasýtanýn farklýlýklarýna takýlýp kalanlar yol alamazlar.


radyobeyan