Kütübü Sitte
Pages: 1
Sohbet 14 By: armi Date: 01 Mayýs 2010, 13:41:00

12. (3384)- Ebû Dâvud´da Muâz Ýbnu Enes´ten ayný ma´nâda bir rivayet vardýr. Ayrýca þu ziyade yer alýr:

"Sonra bir diðeri geldi ve dedi ki: "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu ve maðfiretuhu." Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mukabelede bulundu ve:

"Kýrk (sevap)" deyip ilave etti: "Böylece (ziyade edilen her kelime için) sevap artar."[185]



ـ3385 ـ13ـ وعن أبي تميمة الهُجيمي عن أبي جُريٍّ عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْتُ رسولَ اللّهِ # فَقُلْتُ: عَليْكَ السََّمُ يَا رسولَ اللّهِ. فقَالَ: َ تَقُلْ

عَلَيْكَ السََّمُ. فَإنَّ عَلَيْكَ السََّمُ تَحِيَّةُ المَوْتَى. إذَا سَلَّمْتَ فَقُلِ: السََّمُ عَلَيْكَ. فَيَقُولُ الرَّادُّ وَعَلَيْكَ السََّمُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .



13. (3385)- Ebû Temîme el-Hüceymî, Ebû Cüreyy el-Hüceymî´den, o da babasýndan (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´a gelip:

"Aleyke´sselâm ya Resulellah. (Sana selam olsun ey Allah´ýn Resulü!)" dedim. Bana hemen müdâhale etti:

"Aleyke´sselâm deme. Çünkü aleyke´sselâm diye verilen selâm, ölülerin tahiyyesidir. Selam verdiðin zaman, "Esselamu aleyke" de! Sana mukabele eden de, "Ve aleykesselâm!" der."[186]



AÇIKLAMA:



Bu hadiste ölülere verilecek selamýn nasýl olacaðý ilham ediliyor gibi. Ancak Resulullah´ýn kabristana girince: "Esselamu aleyküm ehl-i dâr-ý kavm-i mü´minîn" þeklinde selam veridiði sabittir. Burada selamda dua, lehine dua edilenin isminden önce zikredilmiþtir, týpký canlýlara verilen selamda olduðu gibi. Þârihler, sadedinde olduðumuz hadiste, Resulullah´ýn, muhataplarýnýn âdetlerine atýfta bulunmuþ olacaðýna dikkat çekerler. Çünkü, bazý cahiliye þiirinde örneðine rastlandýðý üzere, Araplar, cahiliye devrinde ölülerine selam verirken önce isim zikrederlerdi. Þu misalde olduðu gibi. ... عَلَيْكَ سََمُ اللّهِ قَيْسِ بْنِ عَاصِمٍ وَرَحْمَتُهُ إنْ شَاءَ يَتَرَحَّمَا

Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh)´nin (Ebû Dâvud)´da rivayet ettiði þu hadise göre, ölülerle dirilere verilen selam arasýnda bir fark yoktur. Ulemâ bunu esas almýþtýr.

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) mezarlýða gitti. Varýnca: "Esselamu aleyküm dare kavm-i mü´minîn" (Selam size olsun ey mü´minler evinin ahalisi) diye selam verdi ve ilave etti: "Biz de inþaallah size iltihak edeceðiz."

Ancak, beddua yapýlýyorsa, hakkýnda beddua yapýlacak kimsenin ismi önce zikredilir. "Allah´ýn lâneti üzerine olsun" sözünde olduðu gibi. Bunun Kur´ân´da da örneði vardýr: "Lânetim Kýyamet gününe kadar onun üzerine olsun" (Sâd, 78).[187]



ـ3386 ـ14ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إذَا سَلّمَ

عَلَيْكُمُ الْيَهُودُ فَإنَّمَا يَقُولُ أحَدُهُمْ: السَّامُ عَلَيْكَ. فَقُلْ: وَعَلَيْكَ[. أخرجه الستة إ النسائي .



14. (3386)- Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yahudiler size selam verince onlardan biri, "essâmu aleyküm" der, sen de ona, "Ve aleyke!" de."[188]



ـ3387 ـ15ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه يرفعه: ]إذَا سَلَّمَ عَلَيْكُمْ أهْلُ الْكِتَابِ فَقُولُوا وَعَلَيْكُمُ[. أخرجه الشيخان .



15. (3387)- Hz. Enes (radýyallâhu anh), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn þu sözünü nakletmiþtir:

"Ehl-i Kitap size selam verince onlara "Ve aleyküm" diye cevap verin."[189]



ـ3388 ـ16ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: َ تَبْدَءُوا الْيَهُودَ وََ النَّصَارى بِالسََّمِ، وَإذَا لَقيْتُمُوهُمْ في طَرِيقٍ فَاضْطَرُّوهُمْ إلى أضْيقِهِ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .



16. (3388)- Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Hýristiyan ve yahudilerle karþýlaþýnca önce siz selam vermeyin, (onlar size versinler, siz mukabele edin). Bir yolda onlarla karþýlaþýnca, (kenardan geçmeleri için) yolu onlara daraltýn."[190]



AÇIKLAMA:



1- Son üç hadis, ehl-i kitap denen yahudi ve hýristiyanlarla selamlaþma âdâbýný beyan etmektedir. Bu âdâbý þöyle özetleyebiliriz:

1) Selam her þeyden önce bir dua ve bir teþrifdir. Muhataba kýymet verme, onu þereflendirmedir. Bu sebeple hadis der ki: "Ehl-i Kitap maðdub ve dâll olmalarý, münderis ve muharref bir þeriata tabi olmalarý, Allah hakkýnda iftiralarda bulunmalarý, insanlarý ve menfaatleri ilahlaþtýrmalarý sebebiyle onlar teþrife layýk deðillerdir. Öyleyse önce selam vererek onlarý teþrif etmeyin, tâzim izhâr etmeyin. Býrakýn, onlar size selam versinler, siz selamlarýna mukabele edin."[191]

2) Selamlarýna mukabele ederken: "Ve aleyküm" (Sizin üzerinize de olsun!) deyin. Çünkü onlar sizin hakkýnýzda hayýr düþünmezler. Bir nevi hayýr duasý olan, "Allah´ýn selameti, sulhü, huzuru üzerinize olsun" ma´nâsýnda bir dua olan esselamu aleyküm demeye dilleri varmaz; sözü eðerler büðerler, baþka þeyler söylerler. Mesela essâmu aleyküm "âcil ölüm üzerinize olsun!" derler. Öyleyse siz de onlara "ve aleyküm" (sizin de üzerinize olsun) diyerek selamlarýna mukabele edin."[192]

3) Ehl-i kitaba karþý izzet-i Ýslâm´ý koruyun, Ýslâmî benlik ve þahsiyetinizi unutmayýn, bu hususta taviz vermeyin. Bu maksadla yolda karþýlaþtýðýnýz zaman tevazu olsun düþüncesiyle kenara çekilmeyin. Þuurla hareket ederek onu yana çekilmeye zorlayýn. Böylece o, görmezlikten gelerek selam vermeden de geçemez. Size selam vermek mecburiyetinde kalýr.

Bu üç noktayý iþleyen hadisler birçok sahâbe tarafýndan rivayet edilmiþtir.

Bu hadislerde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn ihbar-ý gayb nev´inden, istikbalde vukua gelecek þeyleri haber verme nev´inden mühim bir mucizesini görmekteyiz: Ehl-i kitap, tarih boyu müslümanlara hep düþmanca hislerle hareket etmiþtir. Bugünde böyledir, yarýn da öyle olacaktýr. Nice fýrsatlarda müslümanlar onlar karþýsýnda hakký, adaleti teslim etmiþ, insaftan ayrýlmamýþ olmasýna raðmen, onlar her fýrsatý müslümanlarýn aleyhine azami ölçüde deðerlendirmesini bilmiþler, hakka, adalete, insafa, insanlýða, hümanizm adýna kendilerinin koyduðu prensiplere uymamýþlardýr.Þu son yýllarýn, beynelmilel vüs´atteki her hadisesinde, müslümanlarýn maðduriyetleri de mevzubahis olunca, görmezden, duymazdan gelmenin ötesinde, zalimleri alkýþlamýþlar ve desteklemiþlerdir. Filistin meselesinde, yahudilerin Lübnan baþta olmak üzere dünyanýn her tarafýnda icra ettikleri katliamlarý, devlet terörü hâdiselerinde, Kýbrýs meselemizde, Bulgaristan´daki, Yunanistan´daki müslümanlarýn katliam ve tehcirleri meselesinde, ne diðer müslümanlar ne de Türkiye hiçbir Batý desteði görmemiþtir. Komünist idaresine baþ kaldýran Doðu Avrupa memleketleri (Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Doðu Almanya), hýristiyan âlemin tam desteðine mazhar olurken, ayný komünist idarenin haksýzlýklarýna ve onun kýþkýrtmasý olan Ermeni katliamýna karþý protesto gösterisinde bulunan mâsum Azerî müslümanlarýna silahla mukabele edip binlerce insaný katleden komünist Rusya´yý kýnamak þöyle dursun, tasdik, te´yid ve tasvip etmiþler, destek vermiþlerdir. Hatta yalan haberlerle kýþkýrtmaktan sýkýlmamýþlardýr bile...

2- Ehl-i Kitab hakkýnda Resulullah´ý bu tavsiyeleri yapmaya zorlayan bir çok hâdiseler olmuþtur. Bunu anlatan rivayetlerden birini Buhârî kaydetmektedir: "Hz. Âiþe anlatýyor: "Yahudilerden bir grup Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn huzuruna girdi ve: "Essâmu aleyke (ölüm üzerine olsun)" diye selam verdi. Ben ne dediklerini anlayýp:

"Sâm ve lânet size olsun" dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hemen atýlarak:

"Ey Âiþe, aðýr ol! Çünkü Allah her iþte rýfkla (tatlýlýkla) hareket etmeyi sever!" buyurdular. Ben:

"Ey Allah´ýn Resulü, ne söylediklerini iþitmedin mi?" dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ama ben de, "Size de!" dedim" cevabýný verdiler.

Esasen Kur´ân-ý Kerim, müslümanlar dinlerini terketmedikçe Kýyamete kadar ehl-i kitabýn müslümanlara düþmanlýktan vazgeçmeyeceðini ifade etmektedir: "Kendi dinlerine uymadýkça, yahudi ve hýristiyanlar senden asla hoþnud olmayacaklardýr. De ki: "Doðru yol, ancak Allah´ýn yoludur" (Bakara 120).[193]



BATILI NÝÇÝN BÖYLE?


Sadedinde olduðumuz hadislerin bize vermek istediði mesajýn hakikatý kavranmadýðý takdirde, pek kesif Batý propagandasýyla parazitlenerek kendi ölçülerini kaybetmiþ, neye iyi, neye kötü diyeceði, kimi dost kimi düþman bileceði hususlarýnda tereddütlere düþmüþ müslüman esprilerin birçoðu, bu hadisleri deðerlendirmekten uzak kalabilir. Hadislerin o devre baktýðýný, günümüzde hýristiyanlarýn deðiþtiðini söyleyebilir. Dahasý, hadisler hakkýnda mü´minlik edebine yakýþmayacak mütâlaalarda bile bulunabilir. Bu sebeple, mevzuun aydýnlanmasý için Batýnýn bugün bile müslümanlara karþý ciddi bir tavýr deðiþikliðine gitmediðini kendi kaynaklarýna inen bir tahlille belirtmeye çalýþacaðýz.

Hemen belirtmek isteriz ki, Batý, kendini üstün görür ve kendi dýþýndakileri, yaratýlýþtan eksik ve geri görür. Ona göre insanlýk ikiye ayrýlýr: Aryen ýrkýndan gelen Batýlýlar ve bu ýrk dýþýnda kalan diðerleri. Her çeþit kemal sýfatlar Aryen ýrkýndan olanlara hastýr; düþük vasýflar da Aryen dýþýndakilere... Onlardaki ýrk ayýrýmý sadece beyazsiyah ayýrýmý deðildir. Temelde batýlý olanbatýlý olmayan ayýrýmýdýr. Bu ayýrým medenîbarbar, Avrupalýyerli, Batýlý-Doðulu gibi deðiþik tabirlerle ifade edilmiþtir. Tabirlerin farklýlýðý, mefhumlarýn da farklýlýðýný gerektirmiyor. Yani barbar, yerli, doðulu neticede ayný mefhum ve medlûlü ifade eder. Açýklayalým:

Medenî-Barbar: "Ne âyetlerde, ne de hadislerde, insanlýðý bugünkü ma´nâda bir medenîgayr-ý medenî diye ayýrýma rastlamayýz. Böylesi bir ayýrým Avrupa´ya hastýr ve târihen, kadim Yunan ve Roma devirlerine kadar gider. Zira onlar Yunanca ve Latince bilmeyen bütün yabancýlara barbar diyorlardý. Bu ayýrým Roma dünyasýnýn medeniyet deyince Greko-Latin kültürünü anlamasýndan ileri geliyordu. Neticede barbar, medeniyetin dýþýnda kalan, aþaðý, medeniyetsiz, vahþî ma´nâlarýný taþýyordu. Onlardan Batý dillerine intikal eden bu kelime, Batýlý olmayanlar için aynen kullanýlmaya devam etmiþtir. Vahþî, gayr-ý medenî, insaniyetten uzak vs. ma´nâlarýna gelir. Avrupa, kelimenin ifade ettiði ma´nâya o kadar samimiyetle inanmýþtýr ki, mesela dilciler, barbar diye þöhret yapan yabancý dillerde çok büyük bir þekil zenginliði görünce apýþýp kalmýþlardýr.

Avrupalý-Yerli: Batýlýlarýn kendilerini esas alma prensibiyle yaptýðý yeni bir ayýrým ilk nazarda tabiî olmakla beraber, yerli´ye izafe edilen vasýflar ve onlar karþýsýnda takýnýlan Avrupaî tavýr, en azýndan biz müslümanlar için gayr-ý tabiidir, gayr-ý insânidir ve son derece rahatsýz edicidir. Fransýzlar bu yerlilere "medenî seviyelerinin düþüklüðü" gerekçesiyle belli kanunlara tabi normal vatandaþ muamelesi yapmamayý prensip edinirken -meselâ 1881´lerde iþgal ettiði Cezayir´e, 1944´lerde normal vatandaþ hakký tanýmýþ ve o da kâðýt üzerinde kalmýþtýr-. Ýngilizler yerlileri toptan katliama tabi tutmuþlardýr. Onlarý bu davranýþlara iten "yerli" karþýsýndaki Batý telâkkisini bir Batýlý´dan, Toynbee´den dinleyelim. Der ki:

"Biz Batýlýlar, insanlarý "yerliler" olarak vasýflandýrdýk mý, onlarý zýmmen beþerî deðerlerden tecrid ederiz. Biz onlarý, kendileriyle karþýlaþtýðýmýz diyarlarý talan edip kirleten vahþî hayvanlar yerine koyuyoruz. Onlara, bizdeki ayný duygularý taþýyan insanlar olarak deðil, keþfettiðimiz yerlerde rastladýðýmýz mahallî bitki ve hayvan türlerinin bir parçasý olarak bakýyoruz. Biz onlarý "yerliler" olarak düþündükçe, onlarý tamamen imha etmeye veya günümüzde daha geçerli göründüðü üzere, onlarý ehlileþtirme hakkýna sahip olduðumuza hükmediyor ve mâsumâne (belki de tamâmen haksýz olmaksýzýn) ýrký ýslâh ettiðimize inanýyoruz... Ancak hiçbir zaman onlarý anlama zahmetine katlanmýyoruz" (L´Histoire, p. 46).[194]

Sömürgeci asker takýmýnýn kafasýna "yerli"yi, o bölgede rastlanan "bitki ve hayvan türlerinden bir tür" olarak sokan Batý, onlardaki her çeþit merhamet duygusunu kaldýrarak, ýrgat olarak bedâva çalýþtýrmadan, toptan imhâya varýncaya kadar[195] -Batýlý menfaatin gerektirdiði- her çeþit muameleyi yerliye icra etmede tereddüd göstermeyecek fetvayý vicdânen verdirecek birtakým ilmî(!) nazariyeleri de ilim adýna ileri sürmekten geri durmamýþtýr. Bu cümleden olarak Fransýz içtimâiyâtçýlardan Levy-Bruhl tarafýndan ileri sürülen ve bilâhare bazý ehl-i vicdan Batýlýlarca bile hiçbir ilmî esasa dayanmadýðý için kýnanan "Yerlide mücerred mefhumlarý düþünme ve tefekkür etme kaabileyeti bulunmadýðý, onlarda medenîlerden tamamen farklý bir mantýk ve düþünce sistemi bulunduðu ve bu farklýlýðýn fýtrî olduðu"na dair nazariye burada zikre deðer. Bu hususu baþka örnekleriyle daha geniþ olarak bir baþka kitabýmýzda[196] incelediðimiz için, burada bu kadarýyla keserek "yerli" tâbirine mümâsil bir baþka tâbiri açýklayacaðýz:

Þarklý: Batý´nýn þarklý karþýsýndaki tavrý "yerli" karþýsýndaki tavrýndan hiç farklý deðilir. O, daha iþin baþýnda "þarklý (oriental)" kelimesine günlük sýfat olarak "tedennî, durgunluk, tefessüh, istibdâd, hurâfe ve gayr-i aklîlik" sýfatlarýný yakýþtýrýp, kafalara yerleþtirerek, günlük içtimâî deðerlendirmelerde zihnî kalýp ve boya yapmýþtýr.

Þark ve þarklý karþýsýndaki düþünce tarzlarýný daha bâriz hâle getirmek maksadýyla þu koyacaðýmýz pasaj, sýradan bir kimseye deðil, pek çok eserleriyle þöhret yapmýþ ve ciddî te´sirler husûle getirmiþ bir Fransýz feylesofuna (J.-M. Guyeau) âittir. Bize muasýr sayýlacak kadar da yaþadýðý devir yakýndýr (vefatý: 1888). Feylosofumuz, doðum kontrolünün Batýlýlar için zararlarýný anlattýðý uzunca bir tahlîlinde Batý efkâr-ý umumiyesini ikna etmek maksadýyla þu açýklamaya da yer verir.

"Hayvan yetiþtiricilerin, hayvanlarý üretmede baþvurduklarý prensipleri, insanlarýn çoðaltýlmasýnda tatbik etme yollarýný arayan Malthus´cular bir noktayý unutuyorlar. O da þudur: Her çeþit yetiþtirme iþinde temel prensip "üstün ýrklarýn çoðalmasýný teþvik ve temindir." Söz gelimi, kaliteli bir boða on aded âdi boðaya müreccahtýr. Öyle ise sýðýrlar ve davarlar hakkýnda câri olan bir prensip insanlar hakkýnda fazlasýyla mûteberdir: Bir Fransýz, ýrkýnýn ilmî ve estetik kaabileyetleri sebebiyle, bir zenci, bir A-rap, bir TÜRK, bir Kýrgýz, bir Çinliye nazaran ortalama YÜZ DEFA DAHA ÜSTÜN içtimâî bir serveti temsil eder. Müstakbel insanlýk içerisinden, Kýrgýzlarýn veya TÜRKLER´in lehine kendi kendimizi bertaraf etmemiz, hattâ Malthus nokta-i nazarýndan bile tam bir aptallýktýr."[197]



ـ3389 ـ17ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رَجًُ مَرَّ عَلى النَّبيِّ # وَهُوَ يَبُولُ فَسَلَّمَ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيْهِ[. أخرجه الخمسة إ البخاري.وزاد أبو داود: ]ثُمَّ اعتَذَرَ إلَيْهِ وَقالَ: إنِّي كَرِهْتُ أنْ أذْكُرَ اللّهَ إَّ عَلى طُهْرٍ[ .

17. (3389)- Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bevl ederken bir adam ona uðradý ve selam verdi. Ancak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) , selamýna mukabelede bulunmadý."[198]

Ebû Dâvud´un bir rivayetinde þu ziyade var: "Sonra adama (selama mukabele etmeyiþinin) özrünü beyan etti: "Ben, temiz deðilken Allah´ý zikretmeyi uygun bulmadým."[199]



AÇIKLAMA:



Burada abdest bozarken selam vermenin kerâheti teþrî edilmektedir. Â-limler ittifakla: "Büyük veya küçük abdest bozana selam veren kimsenin, selamýna mukabele görmeye müstehak olmadýðýna bu hadis delildir" demiþtir.

Bu hallerde selamýn mekruh olduðunda ihtilaf etmezler. Abdest bozmak üzere oturana sadece selam deðil, hapþýrýnca hamdetmek veya hapþýrana yerhamükâllah demek, tesbih vs. gibi her çeþit zikir mekruhtur. Yanlýþlýkla verilse bile bu selama, bevl bittikten sonra cevap vermenin câiz olduðu belirtilmiþtir.

Bu bâbta farklý hadisler gelmiþtir. Bazýlarý Resulullah´ýn abdest aldýktan -veya teyemmüm ettikten sonra selama mukabele ettiðini ve hatta yukarýda Ebû Davud´dan ziyade olarak kaydettiðimiz hadiste görüldüðü üzere- selama kubale edemeyiþinin sebebini abdestsiz olmakla izah ettiðini belirtir.

Ancak, abdestsiz olunduðu zaman selama mukabele edilmeyeceði meselesine itiraz edilmiþ, bu hükmün neshedildiði belirtilmiþtir.[200]



ONUNCU FASIL

MUSÂFAHA (TOKALAÞMA) ÜZERÝNE


ـ3390 ـ1ـ عن قتادة: ]قُلْتُ ‘نَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أكَانَتِ المُصَافَحَةُ في أصْحَابِ رسولِ اللّهِ #؟ قالَ: نَعَمْ[. أخرجه البخاري والترمذي .



1. (3390)- Katâde rahimehullah anlatýyor: "Hz. Enes (radýyallâhu anh)´a sordum: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn Ashâbý arasýnda müsâfaha var mýydý?" Bana:

"Evet!" diye cevap verdi."[201]



ـ3391 ـ2ـ وعن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَا مِنْ مُسْلِمَيْنِ يَلْتَقِيَانِ فَيَتَصَافَحَانِ إَّ غُفِرَ لَهمَا قَبْلَ أنْ يَتَفَرَّقَا[. أخرجه أبو داود والترمذي. وهذا لفظه .



2. (3391)- Hz. Berâ (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ýki müslüman karþýlaþýp musâfahada bulununca, ayrýlmalarýndan önce (küçük günahlarý) mutlaka affedilir."[202]



ـ3392 ـ3ـ وفي أخرى للترمذي عن ابن مسعود يرفعه قال: ]مِنْ تَمامِ التَّحِيَّةِ ا‘خْذُ بِالْيَدِ[ .



3. (3392)- Tirmizî´nin Ýbnu Mes´ud´dan kaydettiði bir diðer rivayette þöyle buyrulmuþtur: "(Musâfaha etmek üzere mü´min kardeþin) elinden tutulmasý selamlaþma cümlesindendir."[203]



ـ3393 ـ4ـ وعن عطاء الخراساني: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: تَصَافَحُوا يَذْهَبِ الْغِلُّ، وتَهَادُوا تَحَابُّوا وَتَذْهَبِ الشَّحْنَاءُ[. أخرجه مالك .



4. (3393)- Atâ el-Horasânî anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Musâfaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleþin ki birbirinize sevgi doðsun ve aradaki düþmanlýk bitsin."[204]



AÇIKLAMA:



1- Burada kaydedilen dört hadis, musâfahanýn meþruiyyetini te´yid etmektedir. Mesele hakkýnda baþka rivayetler de mevcuttur. Ýslâm ülemâsý musâfahayý Resûlullah´ýn teþvik ettiðini ve bunun sünnet-i müekkede olduðunu belirtmiþtir. Ulemânýn bazý ahvalde buna ýsrarla devam etmesi onun sünnet olma vasfýný deðiþtirmez. Bir rivayette Efendimiz:

"Yemenliler geldiler ve bizi musâfaha yaparak selamlayan ilk kimseler oldular" buyurmuþtur.

Þu rivayet selamlaþmada eðilmeyi yasaklar:

"Hz. Enes anlatýyor: "Resulullah´a: "Kiþi kardeþine rastlayýnca ona (hurmet ve selam için) eðilmeli midir?"diye sorulmuþtur. "Hayýr!" diye cevap verdi. "Elinden tutup musâfaha da mý yapamaz?" deyince: "Elbette bunu yapar!" diye cevap verdi."

Ýbnu Battal der ki: "Musâfahayý bütün âlimler hoþ karþýladýlar. Ýmam Mâlik önce mekruh addetmiþ ise de sonradan o da müstehab bulmuþtur." Nevevî "Karþýlaþmalarda musâfaha etmenin sünnet olduðunu söylemekte ulemâ icma eder" der.

Berâ´nýn bir rivayeti meâlen þöyledir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´la karþýlaþtým, elimi tutup benimle musâfahada bulundu. Ben: "Ey Allah´ýn Resulü dedim, ben, bunun Acemlere has bir âdet olduðunu sanýyordum."

"Biz musâfaha yapmaya onlardan ehakkýz!" cevabýný verdi."

Bazý devirlerde, yer yer sabah ve ikindi namazlarýndan sonra cemaate katýlanlarýn, aralarýnda musâfaha etmeleri âdet kýlýnmýþtýr. Nevevî bu gelenek hakkýnda: "Musâfahanýn sabah ve ikindi namazlarýnýn peþine tahsis edilmesine gelince, Ýbnu Abdisselâm, bunu mübah bid´atler zýmnýnda misâl olarak zikreder" açýklamasýný sunar.

Ýbnu Hacer, musâfaha emrinin umumî olduðu, ancak, yabancý kadýnlarla ve yakýþýklý olan sakalý çýkmamýþlarla (emred) musâfahanýn bu emirden istisna tutulduðunu belirtir.

2- 3392 numaralý hadiste "elden tutma", selam cümlesinden gösterilmiþtir. Bundan maksad musâfaha mýdýr, pek açýk deðil. Buhârî, musâfaha olma ihtimaline yer verir. Ancak musâfaha etmeden bir baþkasýnýn elini, avucu içine alma durumu da olabilir. Âlimler her iki ma´nâyý da makbul addederler. Hz. Enes´in bir rivayeti þöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) , bir kimseyle karþýlaþýnca (musâfaha ederdi), kiþi elini çekinceye kadar Aleyhissâlatu vesselâm elini onun elinden çekmezdi, keza adam yüzünü çevirinceye kadar yüzünü de çevirmezdi."

3- 3393 numaralý hadiste, hediyeleþmeye de teþvik buyrulmuþtur. Ýslâm´ýn hediyeleþmeye verdiði ehemmiyeti ve bu mevzu üzerine gelen diðer bir kýsým rivayetleri kitabýmýzýn Hediye ile ilgili bölümünde (5780-5787) göreceðimiz için burada açýklama yapmýyoruz.[205]


radyobeyan