Sohbet 12 By: armi Date: 01 Mayýs 2010, 13:37:07
ـ3368 ـ8ـ وعن عطاء بن يسار: ]أنَّ رَجًُ سَألَ رسولَ اللّهِ # فقَالَ: أسْتَأذِنُ عَلى أُمِّي؟ فقَالَ نَعَمْ. فقَالَ الرَّجُلُ: إنِّي مَعَهَا في الْبَيْتِ. فقَالَ: اسْتَأذِنْ عَلَيْهَا. فقَالَ: إنِّي خَادِمُهَا؟ فقَالَ رسولُ اللّهِ #: اسْتَأذِنْ عَلَيْهَا، أتُحِبُّ أنْ تَرَاهَا عُرْيَانَةً؟ قَالَ: َ. قالَ: فَاسْتَأذِنْ عَلَيْهَا[. أخرجه مالك .
8. (3368)- Atâ Ýbnu Yesâr (rahimehullah) anlatýyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´a sordu:
"Annemin yanýna girerken izin isteyeyim mi?"
"Evet iste."
"Ama ben evde onunla beraber kalýyorum."
"Annenin yanýna girerken izin iste!"
"Ama ben ona hizmet ediyorum."
"Anneden izin iste! Anneni çýplak görmen hoþuna gider mi?"
"Hayýr!"
"Öyleyse ondan izin iste!"[153]
AÇIKLAMA:
Görüldüðü üzere, isti´zân sadece yabancýlara karþý konulmuþ deðildir. Ýnsanýn en yakýnlarýndan olan annenin yanýna girerken bile, ayný evde beraber yaþansa bile isti´zân Ýslâm terbiyesinde gerekli bir prensiptir. Pek çok içtimâî ve ferdî deðerlerin, dinî deðerlerin korunmasý buna riayete baðlýdýr.[154]
ـ3369 ـ9ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال لي رسولُ اللّهِ # إذْنُكَ عَلَيَّ أنْ يُرْفَعَ الحِجَابُ، وَأنْ تَسْمَعَ سَوادِي حَتَّى أنْهَاكَ[. أخرجه مسلم.»سَوَادِي« أى صوتي .
9. (3369)- Ýbnu Mes´ud (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana buyurdular ki:
"Senin, yanýma girmen için iznin, perdenin kaldýrýlmasý ve benim fýsýltýmý iþitmendir. Seni ben men edinceye kadar iznim böyle devam edecek."[155]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, izne delil olmak üzere bazý alâmetlerin konulabileceðini gösterir. Þu halde, böyle mâlum bir alâmet konmuþ ise, giriþ iznine delâlet eden bu alâmetin izharý halinde izin almadan giriþ yapýlabilir. Büyüklerin, makam sahiplerinin kapýlarýnda, devlet dairelerinde böyle alâmetler olabilir: Perde çekilmesi, ýþýk yakýlmasý gibi.. Sadedinde olduðumuz hadiste Ýbnu Mes´ud´a, Aleyhissalâtu vesselâm, perde kalkmasý ile fýsýltýnýn iþitilmesini alâmet kýlmýþtýr.[156]
ـ3370 ـ10ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْتُ النَّبيَّ # فَدَقَقْتُ الْبَابَ فقَالَ: مَنْ ذَا؟ فَقُلْتُ: أنَا. فَخَرَجَ وَهُوَ يَقُولُ: أنَا، أنَا، كَأنَّهُ يَكْرَهُهُ[.
أخرجه الخمسة إ النسائي .
10. (3370)- Hz. Câbir (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´a gelmiþtim. Kapýyý çaldým:
"Kim o?" buyurdular.
"Benim!" dedim. (Beni almak üzere) çýktý ama:
"Ben! Ben!" diye söyleniyordu. (Belliydi ki kendimi tanýtma tarzýmý) beðenmemiþti."[157]
AÇIKLAMA:
Ýzin istenen kimse "benim" demenizle, sesten sizi tanýmayacak biri ise ismi söylemek gerekir. Ancak "Her seferinde isim söylemek þarttýr" denemez. Duruma baðlý.[158]
ـ3371 ـ11ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ اطلَعَ مِنْ بَعْضِ حُجْرِ النَّبيِّ # فقَامَ إلَيْهِ النَّبيُّ # بِمِشْقَصٍ فكَأنِّي أنْظُرُ إلَيْهِ يَخْتِلُ الرَّجُلَ لِيَطْعُنَهُ[. أخرجه الخمسة .
11. (3371)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn hücrelerinden birinden içeriye bakmýþtý. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) elinde bir okla adama kalktý. Onu batýrmak için, ihtiyatla adamýn üzerine gitmesini seyreder gibiyim."[159]
ـ3372 ـ12ـ وفي أخرى للنسائى: ]أنَّ أعْرَابِيّاً أتَى بَابَ النَّبيِّ # فَألَقَمَ عَيْنَيْهِ خَصَاصَةَ الْبَابِ فَبَصُرَ بِهِ النَّبيُّ # فَتَوَخَّاهُ بِجَرِيدَةٍ أوْ عُودٍ لِيَفْقَأ عَيْنَهُ فَانْقَمَعَ. فَقَالَ لَهُ: أمَا إنَّكَ لَوْ ثَبَتَّ لَفَقأتُ عَيْنَكَ[.»المِشْقَصُ« سهم له نصل طويل أو عريض.و»خَصَاصَةُ الْبَابِ« ا‘نْقَابُ وَالشُّقُوقُ التي تَكون فيه.و»التَّوَخِّي« القصد. و»انْقَمَعَ« تَغَيَّبَ.
12. (3372)- Nesâî´nin bir diðer rivayetinde þöyle gelmiþtir:
"Bir bedevî, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn kapýsýna geldi. Gözlerini kapýnýn kýrýklarýna yapýþtýrdý. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) adamý farketti. Gözünü patlatmak üzere elinde bir çubukla üzerine yürüdü. Adam hemen sýrra kadem bastý. Resulullah "Eðer yerinde kalsaydýn gözünü oyduydum!" buyurdular."[160]
AÇIKLAMA:
Son iki hadis, haram olan izinsiz eve bakmanýn cezasýný tesbit etmektedir. Ýmam Þâfiî (rahimehullah) hadisin zâhirini esas almýþtýr. Ona göre, izinsiz olarak birinin evine bakarken gözü çýkarýlsa, diyet gerekmez. Bazýlarý: "O, bu hükme þu kayýtla varýr: "Eðer bakan kimse, ihtira raðmen aldýrmaz, bakmaya devam ederse, bu takdirde gözü oyulsa diyet gerekmez" diye hükmetmiþtir" derler. Ancak sahih olan þu ki, Þâfiî´ye göre, hadis mutlak olduðu için gözü oyulana diyet yoktur.
Ebû Hanîfe diyete hükmeder, gözün oyulmasýna cevaz vermez; der ki: "Dýþardan bakmak, eve izinsiz girmekten daha aðýr bir suç deðildir. Kaldý ki, izinsiz girmenin cezasý da da gözün oyulmasý deðildir. Öyleyse dýþardan bakmakla hiç oyulmaz. Hadis, zecrde mübâlaðaya hamledilir."
Mâlikîler de Hanefîler gibi hükmederler, bakanýn ne gözüne, ne de bir baþka uzvuna kasdedilemeyeceðini söylerler.[161]
ÝSTÝ´ZÂNLA ÝLGÝLÝ BAZI ÂDÂB
Mâzirî der ki: "Ýsti´zân þu þekilde olur: "Selâmun aleyküm, gireyim mi?" der. Sonra ismini söyleyip söylememede muhayyerdir."
Ýbnu´l-Arabî, "Ýsti´zân üç keredir" hadisine dayanarak: "Birincide içeridekilere duyurma yapmýþ olursunuz, ikincide onlarý sulha kavuþturursunuz, üçüncüde de girmek veya dönmek hususunda cevap alýrsýnýz" der.
Ýbnu Abdilberr der ki: "Ulemânýn çoðu, "isti´zânda üçü geçmemek gerekir" demiþtir. Ancak, "Ýçerdekiler duymamýþsa üçü geçmede bir beis yok" diyen de olmuþtur. Bazýlarý da, üçü geçmeyi mutlak olarak caiz görmüþtür. Bunlara göre, "Madem ki üçten sonra geri dön emri bir vecîbe deðil, ibâhedir ve bu, izin isteyene kolaylýk gayesini gütmektedir, öyleyse bu emir gelmedikçe üçten fazla izin istemek caizdir."[162]
DOKUZUNCU FASIL
SELÂMLAÞMAK
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Dinimizin fazlaca ehemmiyet verip üzerinde ýsrar ettiði içtimâî müesseselerden biri de selamlaþmadýr.
Tîbî selamýn vaz´ediliþ hikmetlerini þöyle açýklar:
1- Karþýlaþanlarýn birbirlerinden duyacaklarý korkuyu izale,
2- Mü´minin hâline muvafýk olan tevazu,
3- Ta´zim... Zira selamla ya sevgisini kazanmak düþünülür, ya da istenmeyen bir durumun bertaraf edilmesi.
Selâm´ýn ne ma´nâya geldiði hususunda ülemâ ihtilaf eder:
* Bir hadis-i þerifte selam´ýn Allah´ýn isimlerinden biri olduðu belirtilmiþtir. Böyle olunca esselâmu aleyküm demek, Allah´ýn ismi üzerine olsun demektir.
Kadý Ýyâz, muhâfaza ma´nâsýna geldiðini, esselâmu aleyke´nin, "Allah´ ýn muhafaza ve korumasý senin üzerine olsun" demek olduðunu, "Allah seninle olsun" "Allah´la beraber olasýn" makamýnda bir dua olduðunu belirtir.
* Bazý âlimler, "Allah yaptýklarýna muttalidir" ma´nâsýný taþýdýðýný söylemiþtir.
* Bazýlarý da þöyle der: "Ýçerisinde her çeþit hayýr ma´nâlarýný toplamýþ, fesad unsurlarýný da tardetmiþ bir ism-i ilahî, amellerin baþýnda hayýr ümidiyle zikredilir. Selam da, böyle karþýlaþmalarda zikredilen bir Allah ismidir."
* Bazýlarý: "Selam" selâmet demektir, nitekim Cenâb-ý Hakk, bu ma´nâda olmak üzere: "Artýk saðcýlardan selam sana!" (Vakýa 91) buyurmuþtur" demiþtir.
Bu ma´nâda, selam veren kimse, selam verdiði zâta þöyle demiþ olmaktadýr: "Sen benden selâmettesin, benden sana bir zarar dokunmayacaktýr, korkmayasýn!"
Ýbnu Dakîki´l-Îd, Ýlmâm Þerhi´nde der ki: "Selam birçok ma´nâlarda kullanýlýr: Selâmet, tahiyye (selam verme), Allah´ýn isimlerinden bir isim." Devamla der ki: "Bazan sýrf tahiyye ma´nâsýnda gelir, bazan sýrf selâmet ma´nâsýnda gelir, bazan da her iki ma´nâya çalacak þekilde gelir. Þu âyette olduðu gibi: "...Size selâm verene mü´min deðilsin demeyin..." (Nisa 94). Burada selam kelimesi hem tahiyye´ye (= selam verme) ve hem de selâmete muhtemeldir."
Müslümanlarýn, aralarýnda selamlaþmalarý ilâhî bir emirdir: "Size bir selam verildiði zaman ondan daha iyisiyle selam verin veya aynýyla mukabele edin." (Nisa 86). Ýslam ulemâsý bu âyete dayanarak, selama mukabele etmeyi ilâhî emir bilmiþ ve farz olduðuna hükmetmiþtir. Ulemâ, âyete tahiyye emrinin âmm gelmiþ olmasýndan hareketle, selamlaþmanýn selam kelimesi ile olmasý gereðinde ittifak eder. Dolayýsýyla "esselâmu aleyküm" diye verilen selama, "Hayýrlý sabahlar" veya "Mutlu sabahlar" ve benzeri bir tâbirle mukabelenin câiz olmayacaðýný söylemiþlerdir.
Þu var ki ilk selam veren, selamdan baþka bir kelime kullandý ise, buna mukabele gerekir mi, gerekmez mi ihtilaf edilmiþtir. "Mukâbeleyi vacib kýlan en aþaðý hudud, selam vereni iþitmektir, bu durumda cevaba müstehak olur" denmiþtir.
Selam´a iþaretle mukabele yeterli olmaz, hattâ bundan nehiy gelmiþtir: Tirmizî´nin bir rivayetinde: "Yahudi ve hýristiyanlara benzemeyin, çünkü yahudilerin selamý parmaklarla iþarettir, hýristiyanlarýn selamý da avuçlarla iþarettir" denmiþtir. 3378 numaralý hadiste Tirmizî´den kaydedilecek Esma hadisi bu meseleyi cerhetmez. Çünkü o hadisin, bir rivayette "Selam verdi" diðerinde, "Ýþaretle selam verdi" þeklinde iki ayrý vechini, âlimler, "Hem sözle hem iþaretle selam verdi, ikisini birleþtirdi" diye te´vile tabi tutmuþlardýr. Ancak, "iþaretle selam yasaðý mutlak deðildir. Daha çok hissi ve þer´î bir mahzuru olmayanlaradýr. Dilsizlik gibi hissî, namazda olmak gibi þer´î mahzuru olanlar, iþaretle selama mukabele edebilirler" denmiþtir. Saðýra selam da böyle, iþaretle verilebilir.
Selam Arapça olmayan bir kelamla olursa cevaba müstehak olur mu?
Buna "olur" ve "olmaz" diyenler dýþýnda üçüncü bir görüþ daha ileri sürülmüþtür. Buna göre, Arapçayý güzel telaffuz edene Arapça mukabele vaciptir. Ýbnu Dakîki´l-Îd der ki: "Görünen þu ki: Selam kelimesi dýþýnda bir elfaz kullanarak ifâde edilen tahiyye, müstehabýn terki sýnýfýna girer, mekruh deðildir. Ancak bunu yapan kimse, dünya ehlinin büyüklerini ta´zimde kullanýldýðý bilinen bir tabiri kullanmak maksadýyla selamý terketmiþse bu mekruhtur."
Özür yoksa, selama anýnda mukabele etmek gerekir. Þayet, cevabý te´hir eder, sonra yetiþip mukabeleye kalkarsa, bu selamýn cevabý sayýlmaz. Ulemâ uzaktan gönderilen veya mektupla yapýlan selamý da hemen almak gerektiðini belirtmiþtir.
Kur´ân-ý Kerim, gidilen yabancý evlere girerken selam vermeyi emrettiði gibi (Nur 27), kendi evine girerken selam vermeyi de emreder: "Evlere girdiðinizde nezdinizden olan mübârek ve hoþ selamla kendinizi selamlayýn" (Nur 61). Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyuruyor: Ey insanlar, selamý yayýn, yemek yedirin, akrabaya ilgi gösterin, herkes uykuda iken namaz kýlýn, selametle cennete girin."
Bir Muvatta hadisi þöyledir: "Tufeyl Ýbnu Ubeyy anlatýyor: "Abdullah Ýbnu Ömer (radýyallâhu anh)´e uðrar, onunla çarþýya çýkardýk. Biz çarþýya çýkýnca Abdullah, hurda þey satan kýymetli þey satan, miskin her kime uðrarsa selam verirdi.
Günün birinde Abdullah´ýn yanýna gelmiþti. "Beraber çarþýya çýkalým" dedi. Ben de kendisine "Çarþýda ne yapacaksýn, alýþveriþ iþlerine vâkýf deðilsin. Eþyanýn fiatýný soramaz, pazarlýk yapamazsýn, pazar yerinde oturmazsýn, otur, burda konuþalým!" dedim. Abdullah: "Ey Ebû Bâtýn! Biz selam vermek için çýkýyoruz, rastladýklarýmýza selam vereceðiz!" dedi.[163]
ـ3373 ـ1ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: إذَا انْتَهَى أحَدُكُمْ إلى المَجْلِسِ فَلْيُسَلِّمْ. فَإنْ أرَادَ أنْ يَقُومَ فَلْيُسَلِّمْ. فَلَيْسَتِ ا‘ولى بِأحَقِّ مِنَ اŒخِرَةِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
1. (3373)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz bir meclise gelince selam versin. Kalkmak isteyince de selam versin. Birinci selâm sonuncudan evla deðildir (ikisi de ayný ölçüde ehemmiyetlidir). [164]
AÇIKLAMA
Selam, bir nevi selamet ve sulh duasýdýr. Þu halde bir meclise gelen kimse selam verecek, yani cemaatý, kendi huzurundan selamette, sulhta olduklarýný, kendisinden bir fenalýk gelmeyeceðini bildirmiþ olacak. Ýkinci selam da ayrýlýþýndan dolayý onlara bir þer, bir zarar gelmeyeceðini ilân etmektir. Þu halde her ikisine de ihtiyaç vardýr.
Nevevî: "Bu hadisin zahiri, kendisine ayrýlýk sýrasýnda selam verene mukabele etmenin cemaate vacib olduðuna delildir" der. Ancak, Kâdý Hüseyn ve baþkalarý bu görüþe katýlmaz: "Bazý kimseler, ayrýlýk sýrasýnda selam vermeyi adet edinmiþtir. Bu, mukabele edilmesi müstehab olan bir duadýr, vâcib deðildir, çünkü vâcib olan selam lika sýrasýnda olanýdýr, ayrýlýk sýrasýnda deðil" der.
Bazý âlimler, buna da karþý çýkarak: "Selam hem gelme ve hem de ayrýlma sýrasýnda sünnettir. Mukabeleye gelince: "Lika sýrasýnda verilen selâma mukabele vacib olduðu gibi, ayrýlýk sýrasýnda verilen selama da mukabele vacibtir" demiþtir. Sahih olan da budur.[165]
ـ3374 ـ2ـ وعن كَلَدَة بن الحنْبل قال: ]بَعَثَنِي صَفْوَانُ بْنُ أُمَيَّةَ إلى رَسولِ اللّهِ # بِلَبَن وَلَبَإِ وَضَغَا بِيسَ، وَالنَّبىُّ # بِأعْلى مَكَّةَ. قالَ: فَدَخَلْتُ عَلَيْهِ وَلَمْ اسْتَأذِنْ وَلَمْ أُسَلِّمْ. فقَالَ: ارْجِعْ فَقُلْ السََّمُ عَلَيْكُمْ، أأدْخُلُ؟ ففَعَلَ[. أخرجه أبو داود والترمذي.وعند أبي داود »جَدايةٍ« بدل اللبأ.»الضَّغَابِيسُ« صِغَارُ الْقِثَّاءِ .
2. (3374)- Kelede Ýbnu Hanbel (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Safvân Ýbnu Ümeyye (radýyallâhu anh) benimle, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´a süt, aðýz ve bir miktar salatalýk gönderdi. Aleyhissalâtu vesselâm o sýrada Mekke´nin yukarýsýnda idi.
Ýzin istemeden selam vermeden huzuruna girdim. Bana:
"Dön, esselâmu aleyküm, gireyim mi? de!" buyurdu. Ben de öyle yaptým."[166]
ـ3375 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ لِي رسولُ اللّهِ #: يَا بُنَيَّ إذَا دَخَلْتَ عَلى أهْلِكَ فَسَلِّمْ يَكُنْ سََمُكَ بَرَكَةَ عَلَيْكَ وَعَلى أهْلِ بَيْتِكَ[. أخرجه الترمذي وصححه .
3. (3375)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana buyurdular ki:
"Ey oðulcuðum, âilene girdiðin zaman selam ver ki, selamýn, hem senin üzerine hem de aile halkýna bereket olsun!"[167]
ـ3376 ـ4ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]سُئِلَ رسولُ اللّه #: أيُّ ا“سَْمِ خَيْرٌ؟ قالَ: تُطْعِمُ الطَّعَامَ، وَتَقْرَأُ السََّمَ عَلى مَنْ عَرَفْتَ وَمَنْ لَمْ تَعْرِفْ[. أخرجه أبو داود. قلت: وَأخرَجه البخاري في كتاب ا“يمان من صحيحه بهذا اللفظ، واللّه أعلم .
4. (3376)- Abdullah Ýbnu Amr Ýbni´l-Âs (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resulullah´a: "Ýslâm´ýn hangi ameli daha hayýrlý?" diye sorulmuþtu.
"Yemek yedirmen, tanýdýðýn ve tanýmadýðýn herkese selam vermen" diye cevap verdi."[168]
AÇIKLAMA:
Resulullah´a Ýslâm´ýn en hayýrlý hasleti mükerrer defa sorulmuþtur. Soru bazan "En hayýrlý amel hangisi? diye sorulur. Resulullah bunlara farklý cevaplar vermiþtir. Cevaplar muhataba ve bulunulan yer ve þartlara göre deðiþmiþtir: Cihad, ilk vaktinde kýlýnan namaz, birru´lvâlideyn, hacc-ý mebrur vs... Sadedinde olduðumuz hadiste "en hayýrlý amel" olarak "yemek yedirmek ve herkese selam vermek" gösterilmiþtir.
Nevevî, selamýn her rastlanana verilmesi gereðini anlar ve sadece tanýdýklara verilmesinin uygun olmayacaðýný belirtir. "Böyle yapmada der, ameli ihlaslý yapmak yani Allah´a has kýlmak ve mütevâzi olmak ve Ýslâm´ýn bir þiârý olan selamýn yayýlmasý vardýr."
Bu açýklamadan þunu anlýyoruz ki, selam sadece tanýdýklara verildiði takdirde, bundaki ihlas zedeleniyor, ama tanýmadýklara da verilince dinin bir emri olarak, sünneti yerine getirmek düþüncesiyle yapýlmýþ oluyor. Ulemâ "ihlaslý bir dirhem amelin, ihlassýz batmanlarla amelden üstün olduðunu" söyler.
Þu halde selamlaþmanýn hakký verildiði takdirde, mü´mine kolay, kolay olduðu kadar da kârlý bir amel kapýsý açýlmýþ olmaktadýr.
Hadis, karþýlaþtýðýmýz kimseden selam beklemeden selam vermeye teþvik etmektedir. Buda kiþiye tevazu kazandýrmakta ve böylece mütevâzi olmanýn Allah indindeki mükâfaatýný elde etmektedir.
Selam, bu haliyle mü´minlere karþý rahîm ve raûf olan Resul-i Ekrem´in ümmet-i merhûmesine, ayn-ý rahmet, mahz-ý re´fet olan bir lutfu, bir hediyesi olmaktadýr.[169]
ـ3377 ـ5ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه ]أنَّهُ مَرَّ عَلى صِبْيَانٍ فَسَلَّمَ عَلَيْهِمْ، وَقالَ:
كَانَ رَسولُ اللّهِ # يَفْعَلُهُ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .
radyobeyan