Ders Notlarý ve Özetler
Pages: 1
Mezhepler Tarihi 10.Hafta By: zahdem Date: 30 Nisan 2010, 22:23:27
mezhepler tarihi 10.hafta

ÞÝA

Arapçada “taraftar, yardýmcý, fýrka” gibi anlamlara gelen Þîa kelimesi, Kur’an-ý Kerim’de de“fýrka, bölük ve topluluk”, ayrýca “taraftar olma ve birine uyma” þeklinde sözlük anlamýyla geçmektedir.Mezhepler Tarihine ait bir terim olarak “Þia, Hz. Muhammed’den sonra insanlarýn en faziletlisi olarak Ali b. Ebî Talib’i kabul edip onun nass ve tayinle imam olduðuna, Ali’den sonra imametin kýyamete kadar onun soyunda devam edeceðine inanan topluluklarýn müþterek adý” olmuþtur.

 

Hz. Ali ve onun neslinden gelen imamlarýn taraftarlarýný isimlendirmek üzere kullanýlan en yaygýn terim Þia olmakla birlikte bunun dýþýnda “Rafizi” ve “Sebeiyye” terimleri de vardýr. Rafizî  ayrýlan terk eden anlamýnda olup bir topluluða isim olduðunda “Ravafýz” þeklinde kullanýlýr.Râfizî terimi, çok erken dönemden beri Þia tarihinde bulunmaktadýr. Bu terimin kökeni Zeyd b. Ali’nin Emevîlere karþý baþarýsýz isyanýna kadar geri gider.

Sebeîyye, hicrî I. asrýn ikinci yarýsýndan itibaren, özelde Hz. Osman, genelde Emevi aleyhtarlýðý ve daha sonra ilk üç halife aleyhtarlýðý yaparak Ali, Muhammed b. el-Hanefiyye ve oðlu Ebû Hâþim’in adý etrafýnda aþýrý fikirler benimseyen kiþi ve gruplarýn müþterek adlarýndan biridir.

 

Þia’nýn Doðuþu

Bazýlarýna göre Þiîlik, Hz. Peygamberin saðlýðýnda ortaya çýkmýþ olup, bizzat ALLAH Elçisinin tavsiyesi ile Hz. Ali’nin faziletini kabul eden ve ona baðlanan kimseler vardý. Ýþte bu topluluðun Þia’nýn ilk nüvesini oluþturduðu kabul edilir.
Bunun dýþýnda Þiîliðin ortaya çýkýþ süreciyle alakalý olarak; ý) Hz. Osman dönemindeki olaylar sýrasýnda, ýý) Hz. Ali’nin hilafeti döneminde, ýýý) Hz. Ali’nin þehit edilmesinden sonra, ýv) 61/688 yýlýnda Kerbela’da Hz. Hüseyin’in þehit edilmesinden sonra meydana gelen Tevvâbun hareketiyle, v) 66/685 yýlýndaki Muhtar es-Sakafî olayýndan sonra olmak üzere geniþ bir zaman diliminde ortaya çýktýðý þeklinde farklý görüþler ileri sürülmüþtür.

Ýlk Þiî fikirler, hicrî birinci asrýn son çeyreðinde, yavaþ yavaþ teþekkül etmeye baþlamýþtýr. Bunlar, vasilik, mehdîlik ve rec’at gibi fikirlerdir; özellikle mevalî adý verilen gayrý Arap unsurlar arasýnda yayýlma imkâný bulmuþtur. Bu fikirler, h.II. asýrda, Hz. Ali’nin soyu ile iliþkilendirilmiþ, eski Sasanî kültüründen gelen bazý motiflerle de bütünleþerek karþýmýza Þiîlik olarak çýkmýþtýr.
Þiîlik hareketinin kökeniyle alakalý olarak farklý görüþler ileri sürülmüþtür.

ý) Þiiliðin Ýran Asýllý Olduðu Görüþü: Farslýlarda köklü bir kraliyet anlayýþý vardýr. Onlar krallarýna bir takým insan üstü vasýflar atfederlerdi.Ýslâmiyet’i kabul etmelerine raðmen eski fikirlerine hâlâ baðlý bulunan Ýranlýlar,  Ýslamiyet’in hilafet anlayýþýný yavan bulmuþlar, halife veya imama karizma katmaya çalýþmýþlardýr. Bu itibarla Þia’nýn en önemli doktrini olan imamet anlayýþýnýn Ýran kökenli olduðu anlaþýlmaktadýr.

ýý) Þiiliðin Yahudi Asýllý Olduðu Görüþü: Wellhausen’ýn savunduðu bu görüþe göre ilk Þii görüþleri ortaya atan kiþi Yahudi olan Abdullah b. Sebe’dir.Tanrý’nýn dünya üzerindeki meþrû vekili olarak monarþik bir peygamber düþüncesi Yahudilerden Ýslâm’a geçmiþtir. Yahudilikte her peygamberin meþru bir halifesi var ise, Þîa’ya göre de Hz. Peygamber’in de vardýr ve bu Ali’dir.

ýýý) Þiiliðin Yahudi ve Hýristiyan Asýllý Olduðu Görüþü: Goldziher`in görüþüne göre, “Rec’at” inancý Yahudi ve Hýristiyan tesiriyle Ýslâm’a sýzmýþtýr. Bu iddiaya göre rec’at inancý belirleyici bir konumda olduðu dikkate alýnýrsa Þiiliðin kökeninin Yahudi ve Hýristiyanlýða dayandýðý söylenebilir.

ýv) Þiiliðin Arap Asýllý Olduðu Görüþü: Bu görüþe göre Þiîlik baþlangýçta Ali’nin ve onun soyundan gelenlerin halifelikteki iddialarýný destekleyen tamamýyla Araplardan meydana gelen siyasî grubun hareketi idi. Nitekim ilk dönem Þii isyanlarýnýn hemen hepsinin lideri Arap asýllý idi.

Þîa’nýn aslýna dair ileri sürülen tezler ana hatlarý ile bunlardan ibarettir. Bununla beraber, tarihî gerçekler baðlamýnda düþünüldüðünde “Arap Asýllýdýr” görüþünün en tutarlý görüþ olduðu anlaþýlýr.

Hicrî I. asýrda vuku bulan Tevvâbûn Hareketi, Muhtar es-Sakafi isyaný ve Ýbn Sebe fitnesinin Þii fikirlerin teþekkülüne zemin hazýrladýðý kabul edilir.

Tevvâbûn hareketi, Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet eden fakat yaný baþlarýnda þehit edilmesine seyirci kalanlarýn, bu davranýþlarýndan dolayý piþman olduklarýný göstermek ve Kerbela’nýn intikamýný almak niyetiyle giriþtikleri bir harekettir.

Muhtar es-Sakafi isyaný: Hezimetle neticelenen Tevvâbûn hareketinden kurtulanlarla birlikte “ALLAH’ýn kitabý, Resulullah’ýn Sünnet’i, Ehl-i Beyt’in intikamý, zayýflarý savunma ve günahkârlara karþý cihat” sloganýyla ve Hz. Ali’nin Hz. Fâtýma’dan doðmamýþ olan üçüncü oðlu Muhammed b. el-Hanefîye’nin “imamlýk” ve “mehdîlik”ini ileri sürerek ortaya çýkan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sakafî ’dir.Onun ileri sürdüðü ve kullandýðý mehdîlik, gâib imam, rec’at ve beda’ fikirleri, daha sonralarý, bilhassa Ýmâmiyye Þîasýnca kýsmen tâdil edilerek benimsenmiþ ve geliþtirilmiþtir.

Ýbn Sebe fitnesi Bazý kaynaklarda bildirildiðine göre Ýbn Sebe, Hz. Ali’nin Tanrýlýðýný iddia etmiþ, bunun üzerine sürgüne gönderilmiþ ve orada da fikirlerini yaymýþtýr. Ancak Ýbn Sebe’ye atfedilen fikirler, birinci asrýn sonlarýnda ve ikinci asrýn baþlarýnda tartýþýlan fikirler arasýnda olduðu, bu itibarla da Ýbn Seb’nin yaþadýðý farz edilen dönemde henüz gündemde olmadýklarý belirtilmektedir. Bu itibarla Þiîliðin doðuþunu Hz. Osman döneminde vuku bulan fitne hareketlerine ve Ýbn Sebe vakasýna baðlamak isabetli deðildir.

Hz. Ali, Hz. Hasan ve sonrasýnda Hz. Hüseyin’in þehit edilmesiyle devam eden hadiseler Müslümanlar arasýnda bir Ehl-i Beyt taraftarlýðýný gündeme getirmiþ, onlarýn hak ve hukuklarýný savunmak adýna bazý giriþimler vuku bulmuþtu. Uzun bir zaman dilimi içinde Ehl-i Beyt adýna hareket edenler siyasi ve dini anlayýþlarýný da þekillendirmeye baþlamýþlardýr. Ancak bu hareketin bir bütün olarak devam etmediði, þahýslar ve fikirler çerçevesinde kendi içinde zümreleþtiði görülmektedir.

Aþýrý Þiî fýrkalar bir tarafta tutulursa genel anlamda Þiîlik; Zeydiyye, Ýsmailiyye ve Ýmamiyye þeklinde üç ana grup halinde teþekkül ettiði ve her bir fýrkanýn kendi siyasi ve dini anlayýþlarýný sistematik bir hale koyarak günümüze kadar devam ettikleri görülür.

 

ZEYDÝYYE FIRKASI

 

Ýmam Zeyd, Ýslâm tarihinde Hz. Hüseyin’in þehâdetinden sonra Emevîlere karþý Ehl-i Beyt adýna ayaklanan ilk þahýstýr. Babasý, Kerbela þehidi Hz. Hüseyin’in oðlu Ali Zeynelabidin’dir.Bu fýrka baþlangýçta tamamen siyasi hedefleri gerçekleþtirmek üzere ortaya çýkmýþ, zamanla itikadi bir mahiyet kazanmýþtýr. Þii fýrkalar arasýnda, en mutedili ve bazý görüþleri açýsýndan da Ehl-i Sünnete en yakýn olanýdýr.

 

Zeydiyye’nin Doðuþu ve Tarihçesi

Ýmam Zeyd, bilgisi, feraseti ve fakihliði ile tanýnan, hakký ve hakikatleri savunmadaki cesareti ile bilinen bir kimse idi.Önce kardeþi Muhammed Bakýr’in eðitiminden geçen Zeyd b. Ali, daha sonra Hicaz ve Irak bölgelerini dolaþarak baþta Küfe olmak üzere birçok þehri gezmiþ,Vasýl b. Ata’dan ders almýþ ve daha sonra ki bir zamanda Ebû Hanîfe’ye hocalýk yapmýþ birisidir. Ehl-i Beyt mensuplarý gibi o da Emevîlerin kötü idaresinden ve Haþimilere uygulanan baský ve zulümlerden þikâyetçi idi. Haþimi ailesinin önde gelen bir âlimi olmasý sebebiyle yapýlan haksýzlýklara tepki göstermesi tabii olarak beklenmekte idi. Zeyd, Hz. Ali’nin vakýflarýnýn idaresinden doðan bazý sorunlarýn çözümü için halife Hiþam b. Abdülmelik’e müracaat etmiþ, ancak halifeden gerekli hürmeti göremediði gibi hakarete de maruz kalmýþtý. Bu hadise zaten var olan isyan arzusunu tetiklediði anlaþýlmaktadýr.

Bundan sonra Zeyd, Kûfe’ye geçer ve isyan için nabýz yoklar. Kardeþi Ebu Cafer Muhammed el-Bâkýr’la istiþare eder. O kendisine Kûfelilere güvenilemeyeceðini söylerse de, onu dinlemez. Kûfe’de kendisine biat eden on beþ bin kiþi ile Hiþâm’ýn Kûfe-Basra [Irakeyn] valisi Yûsuf b. Ömer es-Sakafî’ye karþý ayaklanýr. Savaþ devam ederken, Hiþâm’ýn casuslarý, Zeyd’in taraftarlarýný bazý hususlarda tereddüde ve þüpheye düþürünce, onlar da Zeyd’e, "Gerçek þu ki biz düþmanlarýna karþý sana, ecdadýn Ali b. Ebî Tâlib’e haksýzlýk eden Ebu Bekir ve Ömer hakkýndaki görüþünü söyledikten sonra yardým edeceðiz" derler.

Bunun üzerine Zeyd, "Bu ikisi hakkýnda iyilikten baþka bir þey söyleyemem ve babamdan da onlar hakkýnda iyilikten baþka bir þey söylediðini iþitmedim. Ben, dedem Hüseyin’i öldüren ve Medine’ye saldýran; sonra da ALLAH’ýn Evini mancýnýkla taþa tutup ateþe veren Umeyye oðullarýna karþý ayaklandým" der. Bu cevap üzerine onlar, Zeyd’i terk ederler. O da onlara, "Beni býrakýp kaçtýnýz, terk ettiniz anlamýnda “rafaztumûnî” der. O günden beri bu gruba, Rafizî denmiþtir.

Taraftarlarýndan önemli bir kýsmýnýn yanýndan ayrýlmasýna raðmen Zeyd mücadelesine devam etmiþ, fakat savaþ meydanýnda öldürülmüþtür. Taraftarlarýnca cesedi gizlice defnedilmiþ, ancak Hiþam’ýn Irakeyn valisi Yusuf’un adamlarý tarafýndan kabri bulunmuþ; cesedi çýkarýlýp yakýlmýþtýr.

Zeydiyye’nin bir mezhep olarak teþekkülünü tamamlamasýna ve kendi hâkimiyetlerini tesisine kadar, bazýlarýný Zeydîlerin gerçekleþtirdiði bazýlarýna ise sadece Zeydîlerin iþtirak ettiði bir dizi isyan hareketi gerçekleþtirilmiþtir. Emevilerin çöküþüyle iktidarý ele geçiren Abbas oðullarý, Ali oðullarýna baský ve þiddeti artýrmýþ, özellikle Halife Mansur, kendisine biat etmeyen Hasan oðullarýný hedef almýþtý. Ýþte bu dönemde Hasan oðullarýna yapýlan baskýlara dayanamayarak Medine’de Muhammed b. Abdullah Muhammed (Nefsü’z-Zekiyye) ve Basra’da da kardeþi Ýbrahim isyan etmiþ, kýsmi bir baþarýdan sonra beþ ay gibi bir zamanda hareketleri þiddetle bastýrýlmýþtý.

Abbasiler döneminde uzunca bir süre daðýnýk halde kalan Zeydîler, faaliyetlerini nüfuz boþluðu olan bölgelere kaydýrmýþlardýr. Ayrýca Abbasi halifelerinin siyasî otoritelerinin zayýflamasýndan da istifade ederek kuzeyde Taberistan, güneyde de Yemen’de yeniden ayaklanmýþlar ve iki ayrý devlet kurmayý baþarmýþlardýr.  Güneyde Yemen Zeydîliði, dönem dönem etkinliðini artýrmakla birlikte varlýðýný günümüze kadar devam ettirebilmiþtir. Zeydîliðin bugün devam eden en önemli kolu Yemen’in resmî mezhebi durumundaki Kâsýmýyye’dir.

Görüþleri:

Zeydiyye fýrkasýnýn görüþlerinin önemli bir kýsmý Mutezile ile örtüþmektedir. “el- Menzile” ilkesi hariç Mutezilenin diðer dört esasýný küçük bazý farklýlýklarla birlikte benimsemiþtir.

Tevhit, adalet, vaad ve vaîd ile emr bi’l-maruf nehiy ani’l-münker esaslarý hemen hemen ayný gibidir.Zeydiyye’yi, Mutezileden ve özellikle Ýmâmiyye Þia’sýndan ayýran temel farklarýný ortaya koyan yönleri, imamet ve büyük günah iþleyenler hakkýndaki görüþleridir.

 

a- Ýmametle Alakalý Görüþleri


Ýmamet konusu, Kasým b. Ýbrahim’den itibaren inanç esaslarý arasýnda sayýlmaya baþlamýþtýr.

ý) Ýmamette nass ile tayin ya da vasilik söz konusu deðildir. Hz. Peygamber saðlýðýnda isim vererek ve þahýs belirterek yerine bir imam tayin etmediði gibi birilerini de vasiyet etmemiþtir. Ancak imamýn sahip olmasý gereken özellikler bildirilmiþtir. Bildirilen bu özellikler doðrultusunda Hz. Ali’nin Hz. Peygamberden sonra imamete en layýk kiþi olduðu kabul edilir.

ýý) Ýmam olabilmek için en gerekli özellik, faziletli olmaktýr, bunun da ölçüsü takva ve ilimdir. Takva, günah iþlemekten sakýnmak ve çok sevap iþlemektir. Ýlim ise, Hz. Peygamber’den Ali yoluyla alýnmýþ gizli ve özel bir bilgi (vehbî) olmayýp her insanýn öðrenmekle sahip olabileceði sonradan elde edilmiþ türden bir bilgidir, yani kesbîdir.

ýýý) Ýmamýn sadece Kureyþî olmasý yeterli deðildir, ayný zamanda Haþimî ve Fatýmî de olmalýdýr. Bu görüþle imametin Hz. Ali’nin Hz. Fatýma’dan olmayan Muhammed b. el-Hanifiyye ve evladýna geçmesinin önüne geçilmiþtir. Bununla birlikte Zeydiler, Hz. hasan soyundan gelenlerin imametini kabul ederler ve bu görüþleriyle Ýmamiyye fýrkasýndan ayrýlýrlar.

ýv) Ýmam olacak kiþinin imametini açýktan ilan etmesi gerekir. Buna göre imamýn, Ýmamiyye’deki gibi, beklenen ve gizli olmasýnýn aksine insanlar arasýnda yaþayan, dinî hükümleri uygulayan ve onlara rehberlik eden birisi olmalýdýr.

v) Ýmamette “efdal”in bulunduðu zemin ve zamanda “mefdül”ün imameti de geçerlidir.Zeyd’e göre, Hz. Peygamber’den sonra en faziletli kiþi Hz. Ali’dir ve imamete en layýk odur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ise, Ali’ye göre daha az faziletlidir. Ancak en üstün birisi varken, dünyevî maslahat ve acil menfaat dolayýsýyla, doðabilecek fitneyi bertaraf edecek ve herkesin gönlünü birleþtirecekse, daha az üstün olan (mefdul) biri, imam olabilir. Bu sebeple Hz, Ebû Bekir ve Ömer’in hilafetleri meþrudur ve onlar gasýp olarak görülemez.

vý) Ýmamýn “ismet” sýfatý yoktur. Ýmam, en küçük þüpheli þeylerden dahî kaçýnmalý, dine uyma konusunda fevkalâde hassas olmalýdýr; çünkü onun, Ýmâmiyye’nin iddia ettiði þekilde, günahlardan korunmuþ olmak gibi bir vasfý, yani “ i s m e t ” sýfatý yoktur.

výý) Ýmamlýk vasýflarýný taþýyan Hasan veya Hüseyin’in oðullarýndan herhangi birinin, imametini açýkça ilân ederek halký kendisine davet etmesi ve gerekiyorsa, bu yolda zâlim idareciye karþý çýkmasý icap eder.

b- Ýman-Amel Ýliþkisi

Onlara göre, büyük günahlar îmâný yok ettiði için, büyük günah iþleyen kimse mümin olarak kalamaz. Böylece Zeydiyye, ameli îmândan saymakla Haricilere benzemiþ oldu.

Zeydîler, fýkhî meselelerde genellikle Ehl-i Sünnet’in Hanefiyye mezhebine daha yakýn bir görüþü benimserler. Ayrýca onlar, -Ýmâmiyyeden farklý olarak- mestler üzerine meshetmeyi, âdil veya zâlim olsun herkesin arkasýnda namaz kýlmayý; Ehl-i Kitâb’ýn kestiðini yemeyi caiz görmüþler, muvakkat evliliði (mut’a nikahý) haram saymýþlardýr.

Günümüzde Zeydiyye

Birinci Dünya savaþýnda Osmanlý, 1918 yýlýnda Yemen’i terk etmek zorunda kalýr. Geri çekilen Osmanlý birlikleri idareyi Ýmam Yahya’ya býrakmýþlar, Ýmam Yahya 1948 yýlýndaki ölümüne kadar 44 yýl Yemen’de Zeydî hâkimiyetini sürdürmüþtür.Zeydiyye iktidarda olmamakla birlikte ülke nüfusunun yaklaþýk %55’ini oluþturmaktadýr.Yemen’in dýþýnda Ürdün baþta olmak üzere diðer Arap ülkelerinde, Amerika ve Almanya gibi bazý Batýlý ülkelerde de sayýlarý tam olarak belli olmasa da Zeydîlerin yaþadýðý bilinmektedir. Yemen’in geri kalan nüfusunu genellikle Þafii mezhebine mensup olanlar oluþturmaktadýr. Bugün Yemen’de, Þâfîîler ile Zeydîler arasýnda hukukî açýdan herhangi bir çatýþma yoktur. Her iki topluluk da ayný camide ayný imamýn arkasýnda namaz kýlabilmektedir.


radyobeyan