Kütübü Sitte
Pages: 1
Nefsle ilgili hadisler 8 By: sumeyye Date: 28 Nisan 2010, 10:55:02
AÇIKLAMA:



Þamata dilimize de geçen bir kelimedir; düþmanlýk ettiðin veya sana düþmanlýk eden kimsenin maruz kaldýðý musibet karþýsýnda sevinmektir. Resulullah mü´minin mü´mine þamata yapmasýný menetmekte ve bu durumun tersine dönüp, þamata yapanýn müsibete düþebileceðini hatýrlatmaktadýr. Þu halde þama, bir baþka hadiste tavsiye edilen "düþmana karþý davranýþta ölçülü olma" prensibine aykýrý düþmektedir.[112]



ـ5903 ـ32ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: حُبُّكَ الشَّىْءَ يُعْمِي وَيُصِمُّ[. أخرجه أبو داود .



32. (5903)- Ebu´d Derda (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir þeye karþý sevgin seni kör ve saðýr eder (de onun eksiklerini görmez, kusurlarýný iþitmez olursun" [Ebu Davud, Edeb 125, (5130).][113]



AÇIKLAMA:



Bu hadis Ahmed Ýbnu Hanbel´de hem merfu ve hem de mevkuf olarak rivayet edilmiþtir, merfu olmasý daha muvafýk gözükmektedir. Hadis, kalbe hakim olan sevginin, mahbubun kusurunu göremeyecek kadar gözü kör ve kulaklarý saðýr edeceðini belirtiyor. Dinimiz bu fýtrî zaaf sebebiyle, pek yakýnlarýn þehadetini makbul addetmiþtir, çünkü doðruyu söyleyemez.[114]



ـ5904 ـ33ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنِ ابْنِ آدَمَ مَجْرَى الدَّمِ[. أخرجه أبو داود.



33. (5904)- Hz. Enes (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Þeytan insanoðlunda, kanýn cereyaný gibi cereyan eder." [Ebu Davud, Sünnet 18, (47819).][115]



AÇIKLAMA:



el-Kâdý ve bazýlarýnýn kaydýna göre birkýsým alimler hadisin zahirini esas alýp, þeytanýn insanýn içinde dolaþtýðýný kabul etmek gerektiðini, Allah Teala hazretlerinin ona, insanýn içinde, kanýn dolaþtýðý gibi dolaþma güç ve kuvveti verdiðini söylemiþtir. Bir kýsmý da: "Bu, þeytanýn saptýrma ve vesveseyi çokça yapmasý sebebiyle yapýlan bir istiaredir, þeytanýn insandan, týpký kanýn ayrýlmadýðý gibi hiç ayrýlmadýðýný ifade etmektedir" demiþtir.[116]



ـ5905 ـ34ـ وعن مالك: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّ أُمَّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنها قَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ! أنَهْلِكُ وَفِينَا صَالِحُونَ؟ قَالَ: نَعَمْ، إذَا كَثُرَ الْخَبَثُ[. »الْخَبَثُ« الزنا .



34. (5905)- Ýmam Malik rahimehullah´a ulaþtýðýna göre, "Ümmü Seleme (radýyallahu anhâ), Efendimiz´den sormuþtur:

"Ey Allah´ýn Resulü! Aramýzda salihler mevcut iken bizler helak mi olacaðýz?" Aleyhissalâtu vesselâm:

"Evet, buyurmuþlardýr, pislik (zina) artarsa!" [Muvatta, Kelam 22, (2, 991).][117]



ـ5906 ـ35ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَيْسَ مِنَّا مَنْ خَبَّبَ امْرَأةً عَلى زَوْجِهَا أوْ عَبْداً عَلى سَيِّدِهِ[. أخرجه أبو داود.»خَبَّبَ« أي أفسد وخدع .



35. (5906)- Hz. Ebu Hureyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Hanýmýný kocasýna karþý, köleyi efendisine karþý ayartan bizden deðildir!" [Ebu Davud, Talak 1, (2175), Edeb 135, (5170).] [118]



AÇIKLAMA:



Bu hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kadýnla bizzat evlenmek veya bir baþkasýyla evlenmesini saðlamak maksadýyla kocasýndan boþanmaya teþvik etmeyi, çeþitli yollara baþvurarak boþanma hususunda kadýný aldatmayý yasaklamaktadýr. Keza, bir efendinin kölesi veya cariyesini, zina veya livataya sevketmek veya kaçmasýný saðlamak veya efendisini, onu satmaya zorlamak için hilelere baþvurmayý yasaklamaktadýr. Þu halde, kadýnlakoca, köle ile efendi arasýna sokulacak her türlü fitne ve fesad dinen yasaktýr, pek büyük manevî mesuliyeti mucibtir.[119]



ـ5907 ـ36ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أَ أُنَبِّئُكُمْ بِشَرَارِكُمْ؟ الّذِي يَأكُلُ وَحْدَهُ، وَيَجْلِدُ عَبْدَهُ، وَيَمْنَعُ رِفْدَهُ[. أخرجه رزين .

36. (5907)- Yine Hz. Ebu Hureyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Size þerlilerinizi haber vereyim mi? Onlar, tek baþlarýna yiyenler, kölelerini dövenler, yardýmý esirgeyenlerdir." [Rezin tahriç etmiþtir.] [120]



ÜÇÜNCÜ FASIL


DÝLÝN AFETLERÝ


ـ5908 ـ1ـ عن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنه يرفعه قال: ]إذَا أصْبَحَ ابْنُ آدَمَ فإنَّ ا‘عْضَاءَ كُلَّهَا تُكَفِّرُ اللِّسَانَ فَتَقُولُ: اتَّقِ اللّهَ فِينَا، فإنَّمَا نَحْنُ بِكَ، إنِ اسْتَقَمْتَ اسْتَقَمْنَا وَإنِ اعْوَجَجْتَ اعْوَجَجْنَا[. أخرجه الترمذي .



1. (5908)- Ebu Saidi´l-Hudrî (radýyallahu anh), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan anlatýyor:

"Ademoðlu sabaha erdi mi, bütün azalarý, dile temenna edip: "Bizim hakkýmýzda Allah´tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapýtýrsan biz de sapýtýrýz!" derler." [Tirmizî, Zühd 61, (2409).][121]



AÇIKLAMA:



Hadiste geçen tekfir, kiþinin tezellülâne eðilmesi, baþýný indirmesidir. Daha ziyade Yahudilerde görülen ve dilimizde temenna denen, kiþinin hürmeten arkadaþýnýn önünde eðilerek baþýný aþaðý indirmesidir. Bu rüku deðildir, ancak rükuya yakýn bir eðilmedir.

Azalarýn dile konuþmasý, hakikat olabileceði gibi lisan-ý halle bir mecaz da olabilir denmiþtir.

Hadis, bütün azalarýn iyilik ve kötülükte dile tabi olduðunu ifade ediyor. Bazý þarihler bir diðer hadise atýf yaparak demiþtir ki: "Eðer dersen ki: "Resulullah: "Vücudda bir et parçasý var, eðer o düzelirse bedenin tamamý düzelir, eðer o bozulursa bedenin tamamý bozulur, bilesiniz o kalptir" buyurmuþtur. Bu hadisle arada bir zýtlýk yok mu?" Biz de deriz ki: Arada zýtlýk yoktur. Çünkü dil, kalbin tercümanýdýr ve bedenin dýþýndaki halifesidir. Öyleyse iþ dile nisbet edilmiþse bu, mecaz yoluyla yapýlan bir nisbettir."[122]



ـ5909 ـ2ـ وعن سفيان بن عبداللّه رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قُلْتُ

يَا رَسُولَ اللّهِ! حَدَّثْنِي بِأمْرٍ أعْتَصِمُ بِهِ، قَال: قُلْ رَبِّي اللّهُ، ثُمَّ اسْتَقِمْ، قُلْتُ يَارَسُولَ اللّهِ! مَا أخْوَفُ مَا تَخَافُ عَليَّ؟ فَأخَذَ بِلِسَانِهِ، ثُمَّ قَالَ: هذَا[. أخرجه الترمذي .



2. (5909)- Süfyan Ýbnu Abdillah (radýyallahu anh) anlatýyor: "Ey Allah´ýn Resulü dedim, uyacaðým bir amel tavsiye et bana!" Þu cevabý verdi:

"Rabbim Allah´týr de, sonra doðru ol!"

"Ey Allah´ýn Resulü dedim tekrar. Benim hakkýmda en çok korktuðunuz þey nedir?" Eliyle dilini tutup sonra: "Ýþte þu!" buyurdu." [Tirmizî, Zühd 61, (2412).][123]



ـ5910 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْراً أوْ لِيَصْمُتْ[. أخرجه الترمذي.وله في أخرى، عن ابن عمر قال: »قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ صَمَتَ نَجَا« .



3. (5910)- Ebu Hureyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah´a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayýr konuþsun ya da sussun." [Tirmizî, Kýyamet 51, (2502).]

Tirmizî´nin Ýbnu Ömer (radýyallahu anhümâ)´den yaptýðý diðer bir rivayette, Resulullah: "Kim susarsa kurtulur" buyurmuþtur.[124]



AÇIKLAMA:



Ýnsanýn her sözü kaydedilip yazýldýðý ve kýyamet gününde her kelamdan hesap verileceði için, ahirete inananlarýn , hesabý kolay olan hayýr konuþmalarý tavsiye edilmektedir. Yani, kiþi konuþmak isteyince önce bir düþünmeli, söyleyeceði zarar getirmeyecekse konuþmalý, zarar getirecekse susmalýdýr. Zarar getirmesi, harama, mekruha götürmesi veya fesada sebep olmasýdýr. Öyle ise bu ihtimallerin bulunmayacaðý veya hayrýn açýk ve belirgin olduðu söz söylenebilir. Hatta mübahda dahi sükut tavsiye edilmiþtir. Çünkü o da mekruh ve hatta harama müncer olabilir.[125]



ـ5911 ـ4ـ وعن علي بن الحسين عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مِنْ حُسْنِ إسَْمِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَاَ يَعْنِيهِ[. أخرجه مالك مرسً والترمذي موصوً .



4. (5911)- Ali Ýbnu´l-Huseyn, Ebu Hureyre (radýyallahu anh)´den naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kiþinin malayani þeyleri terki Ýslam´ýnýn güzelliðinden ileri gelir." [Tirmizî, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü´l-Hulk 3, (2, 903).][126]



ـ5912 ـ5ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنه: ]تُوُفِّىَ رَجُلٌ فَقَالَ رَجُلٌ آخَرُ لَهُ، وَرَسُولُ اللّهِ # يَسْمَعُ: أبْشِرْ بِالْجَنَّةِ. فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَمَا يُدْرِيكَ؟ لَعَلَّهُ تَكَلَّمَ بِمَا َ يَعْنِيهِ، أوْ بَخِلَ بِمَا َ يُغْنِيهِ[. أخرجه الترمذي .



5. (5912)- Hz. Enes (radýyallahu anh) anlatýyor: "Bir adam ölmüþtü, diðer biri, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn iþiteceði þekilde onun için þöyle söyledi: "Cennet mübarek olsun!" Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:

"Nereden biliyorsun? Belki de o malayani konuþtu veya kendisini zengin kýlmayacak bir miktarda cimrilik etti!" [Tirmizî, Zühd 11, (2217).][127]



AÇIKLAMA:



Malayani, dilimize de girmiþ olan kelimelerdendir. Kýsaca "dünya ve ahiret için zaruri olmayan þey" diye tarif edilir. Alimlerimiz, malayaniyi açýklamada bazý incelikleri beyan ederler. Pekçok hadiste buna temas edildiði için, þümulunu bilmemizde fayda var: Ýbnu Receb´e göre malayani hem fiil ve hem de sözlerimizde olabilir. Kiþinin malayaniden uzaklaþmasý, haramlarý, þüpheleri, mekruhlarý, fuzuli olan mübahlarý terkiyle gerçekleþir. Fuzuli mübah, gerekli olmayan her þeydir. Müslümanlýðýn kemalini arayan kimseye bunlarýn hepsini terketmesi gerekir.

Aliyyu´l-Kâri, tahlili biraz daha derinleþtirerek: "Kiþiyi fiil, söz, nazar ve fikrî olarak ilgilendirmeyen herþey malayanidir." Yani, sadece davranýþ ve sözde deðil, baktýðýmýz, düþündüðümüz, hayal ettiðimiz þeylerde de lüzumsuz ve gereksiz þeylerden kaçýnmak gerekmektedir: "Malayani´nin hakikatý der, din ve dünyasýnýn zaruretinde muhtaç olmadýðý þeydir. Mevlasýnýn rýzasýný kazanmada ona faydasý olmayan þeydir; bunun da ölçüsü, onsuz hayatýnýn devam etmesidir." Þu halde hayatýmýzýn idamesinde muhtaç olunmayan þeyler malayanidir. Bu nokta-i nazardan fazla söz, ziyade davranýþ hep malayaniye girer.

Gazâlî´ye göre malayaninin tarifi: "Kiþi, þuküt ettiði takdirde günaha girmediði, haline ve maline bir zarar vermediði her sözdür; sözgelimi bir grupla oturup seyahatinden bahseden, bu seyahati sýrasýnda gördüðü daðlar ve nehirlerden ve baþýndan geçen hadiselerden, hoþuna giden yiyecek ve içeceklerden, kýlýk kýyafetten, karþýlaþtýðý zatlar ve onlarýn hallerinden anlatan bir kimse, eðer bu hususlarý anlatmayýp da sükut etseydi, ne günaha girerdi ne de bir zarara uðrardý. O kimse bu iþte ileri gitse, ister istemez anlattýklarýna bazý mübalaðalar, ilaveler, çýkarmalar yapar ve kendini satmalar, deðiþik þeyleri görmüþ olmakla böbürlenmeler, hava atmalar, þunun bunun gýybetini yapmalar, Allah´ýn yarattýklarýndan bazý þeyleri tahkirler araya girer. Halbuki insan bu esnada pek kýymetli olan ömrünü zayi etmiþtir. Zikir, tefekkür gibi daha kýymetli þeyler yapmak varken bu faydasýz ve hatta zararlarla dolu þeyleri anlatmakla faydalýyý zararlý ile deðiþtirmiþtir. Oysa insanoðlu, dilinin amelinden hesaba çekilecektir."

Þu halde malayaniyi, Ýslam´ýn insana getirdiði mesuliyet telakkisi çerçevesinde anlamak gerekmektedir. Kalbinin, dilinin ve göz, kulak, akýl, hayal gibi bütün azalarýnýn amellerinden hesap verecek olan insanýn, bu hesapta terazinin sevap kefesine girmeyecek þeylerden kaçýnmasý gerekir. Böylesi bir malayani anlayýþý, insaný, hayal kurarken bile iradî olmaya, iradesiyle faydalý þeyleri hayal etmeye, her meselede þuurlu ve iradeli þekilde hayýr aramaya ve bu alýþkanlýðý kazanmaya sevkeder. Nitekim ayette, "...Siz içinizde olaný açýklasanýz da, saklasanýz da, Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker..." (Bakara 284) buyrulur. Bu ayet, söz ve fiil ötesinde, hayal, duygu ve düþüncelerin bile kayda geçirildiðini, zayi olup gitmediðini ifade etmektedir.[128]



ـ5913 ـ6ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ رِضْوانِ اللّهِ تَعالى َ يُلْقِي لَهَا بَاً يَرْفَعُهُ اللّهُ بِهَا دَرَجَاتٍ فِي الْجَنَّةِ، وَإنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ سَخَطِ اللّهِ َ يُلْقِي لَهَا بَاً يَهْوِي بِهَا فِي النَّارِ سَبْعِينَ خَرِيفاً[. أخرجه الثثة والترمذي.



6. (5913)- Hz. Ebu Hureyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kul (bazan), Allah´ýn rýzasýna uygun olan bir kelamý, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah´ýn hoþnutsuzluðuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiþ yýllýk aþaðýya atar." [Buharî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (985); Tirmizî, Zühd 10, (2315).][129]



ـ5914 ـ7ـ وعن قيس بن أبي حازم قال: ]دَخَلَ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ عَلى إمْرَأةٍ مِنْ أحْمَسٍ يُقَالُ لَهَا زَيْنَبُ، فَرَآهَا َ تَتَكَلَّمُ. فَقَالَ: مَالَهَا َ تَتَكَلَّمُ؟ قَالُوا: حَجَّتْ مُصْمِتَةً، فَقَالَ لَهَا: تَكَلَّمِي، فَإنَّ هَذَا َ يَحِلُّ، هَذا مِنْ عَمَلِ الْجَاهِلِيَّةِ فَتَكَلَّمَتْ. فَقَالَتْ: مَنْ أنْتَ؟ فَقَالَ: امْرُؤٌ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ، فَقَالَتْ: مِنْ أيِّ الْمُهَاجِرِينَ؟ قَالَ: مِنْ قُرَيْشٍ. قَالَتْ: مِنْ أيّ قُرَيْشٍ؟ قَالَ: إنَّكِ لَسَئُولٌ، أنَا أبُو بَكْرٍ. قَالَتْ: مَا بَقَاؤُنَا عَلى هَذَا ا‘مْرِ الصَّالِحَ الّذِى جَاءَ اللّهُ بِهِ بَعْدَ الْجَاهِلِيَّةِ؟ قَالَ: بَقَاؤُكُمْ مَااسْتَقَامَتْ أئِمَّتُكُمْ. قَالَتْ: وَمَا ا‘ئِمَةُ؟ قَالَ: أمَا كَانَ لِقَوْمِكِ رُؤُوسٌ وَأشْرَافٌ يَأمُرُونَهُمْ فَيُطِيعُونَهُمْ؟ قَالَتْ: بَلَى. قَالَ: فَهُمْ أُولَئِكَ[. أخرجه البخاري .



7. (5914)- Kays Ýbnu Ebi Hâzým rahimehullah anlatýyor: "Hz. Ebu Bekr (radýyallahu anh), Zeyneb adýnda Ahmesli bir kadýnýn yanýna girmiþti. Onun için hiç konuþmadýðýný gördü: "Nesi var, niye konuþmuyor?" diye sordu. Oradakiler:

"Hiç konuþmadan hacc yapýyor!" dediler. Hz. Ebu Bekr kadýna:

"Konuþ. Zira bu yaptýðýn helal deðil, bu cahiliye iþidir" dedi. Kadýn da konuþmaya baþladý. Önce:

"Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir:

"Muhacirlerden biriyim!" dedi.

"Hangi muhacirlerdensin?"

"Kureyþ´ten."

"Kureyþ´ten kimlerdensin."

"Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr´im."

"Allah´ýn cahiliyeden sonra bize lutfettiði bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacaðýz?"

"Ýmamlarýnýz müstakim (doðru yolda) olduðu müddetçe bakisiniz."

"Ýmamlar ne demek?"

"Kavmindeki reisler ve eþraflar var ya, halka emrederler, halk da onlara itaat eder?"

"Evet!"

"Ýþte onlar imamlardýr." [Buharî, Menakýbu´l-Ensar 26 .][130]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, hiç konuþmadan hacc yapmanýn caiz olmadýðýný göstermektedir. Hadis, Hz. Ebu Bekr´in sözü imiþ gibi gözükse de merfu yani Resulullah´ýn sözü kabul edilmiþtir. Çünkü, Hz. Ebu Bekr´in ifade ettiði dinî hükmü ancak Resulullah verebilir, öyle ise Hz. Sýddýk, o hükmü Aleyhissalâtu vesselâm´dan iþitmiþ olmalýdýr.

Hadisin baþka veçhinde, adý geçen kadýnýn bir nezir sonucu hiç konuþmadan haccetmekte olduðu tasrih edilir. Hz. Ebu Bekr, kadýna konuþmasýný emretmiþ fakat kefarette bulunmasýný emretmemiþtir. Üstelik böylesi bir haccýn "cahiliye iþi" olduðunu söylemiþtir. Birkýsým alimler cahiliye usulünce aktedilen nezirlerin mün´akid olmayacaðýný, binaenaleyh, öylesi bir nezirden vazgeçmek gereðinden baþka, herhangi bir kefaret terettüp etmeyeceðini söylemiþtir.

2- Hattâbî, cahiliye menasiki arasýnda samt (sükut)un da bulunduðunu, mesela kiþinin, gece ve gündüz hiç konuþmamak üzere itikaf yaptýðýný, Ýslam´ýn bunu yasaklayýp itikaf sýrasýnda hayýrlý þeyleri konuþmalarýný emrettiðini kaydeder. Ýbnu Kudâme, el-Muðnî´de: "Ýslam þeriatýnda konuþmayý terk yoktur. Hatta rivayetlerin zahiri, bunun haram olduðuna delalet eder" diye hükmeder ve: "Böyle bir nezirde bulunana o nezre uymasý gerekmez. Þafii ve ashab-ý re´y de böyle hükmetmiþtir. Bu hükme muhalefet edeni bilmiyoruz" der.

3- Hadis, en sonunda cemiyetin istikamet üzere olmasýnda baþtakilerin, eþrafýn ehemmiyet ve rolünü te´yit etmektedir. Zaten baþka rivayetlerde "Ýnsanlar krallarýnýn dini üzeredirler" buyrulmuþtur. Baþtaki dinin dýþýna çýksa kendisi sapmakla kalmaz, halký da saptýrýr. [131]



ـ5915 ـ8ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَقُولُوا لِلْمُنَافِقِ سَيِّدٌ فإنَّهُ إنْ يَكُ سَيِّداً فَقَدْ أسْخَطْتُمُ اللّهَ تَعالى[. أخرجه أبو داود .



8. (5915)- Hz. Büreyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Münafýða "efendi" demeyin. Zira eðer o, seyyid olursa Allah´ý kýzdýrýrsýnýz." [Ebu Davud, Edeb 83, (4977).][132]



AÇIKLAMA:



Seyyid: Efendi, sahib manasýna gelir. Bu sebeple, bir gruba veya bir köleye veya bir emvale sahip olan kimseye seyyid denmektedir. Bunun dilimizdeki en yakýn karþýlýðý efendidir. Yerine göre aða kelimesi de kullanýlabilir.

Seyyid kelimesi, birisi hakkýnda kullanmak tazim, yani o kimseyi büyüklemek manasýný ifade ettiði için Allah´ýn gadabýna sebep olmaktadýr. Çünkü Ýlahî ölçüler nazarýnda, münafýk ta´zime müstehak olmayanlardandýr. Çünkü o kendisine yalan ve nifaký prensip edinmiþtir, hiç böyle birisi saygýya, efendiliðe müstehak olur mu?

Hadisin þu manaya geldiði de söylenmiþtir: "Eðer münafýk, size efendi olursa, ona itaat etmeniz gerekecek, ona itaat edecek olursanýz Rabbinizi kýzdýrmýþ olacaksýnýz" veya: "Münafýða efendi demeyin, eðer ona efendi derseniz Rabbinizi kendinize kýzdýrmýþ olursunuz."[133]



ـ5916 ـ9ـ وعن أم حبيبة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كُلُّ كََمِ اِبْنِ آدَمَ عَلَيْهِ َ لَهُ، إَّ أمْرٌ بِمَعْرُوفٍ، أوْ نَهْىٌ عَنْ مُنْكَر، أوْ ذِكْرُ اللّهِ تَعالى[. أخرجه الترمذي .



9. (5916)- Ümmü Habibe (radýyallahu anhâ) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ademoðlunun, emr-i bi´lma´ruf veya nehy-i ani´lmünker veya Allah Teala hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine deðil, aleyhinedir." [Tirmizî, Zühd 63, (2414).][134]



AÇIKLAMA:



Aliyyu´l-Kâri der ki: "Hadisin zahiri, istisna edilen; emr-i bi´lma´ruf, nehy-i ani´lmünker ve zikrullah dýþýnda bütün konuþmalarýn kiþinin aleyhinde olduðunu, mübah bir nev bulunmadýðýný gösteriyor. Ancak, bunu mübalaðaya ve istikametli olmayan kelamdan zecrde (yani caydýrmada) te´kide hamletmek gerekir. Þurasý muhakkak ki, mübah söz, ahirette ona bir fayda saðlayacak deðildir. Þu da söylenmiþtir: "Hadisin takdiri þöyledir: "Ademoðlunun, zikri geçenler ve benzerleri dýþýnda kalan her sözü, onun için bir üzüntü ve piþmanlýktýr. Onda menfaatine bir yön yoktur. Bu sadedde gelen diðer birçok hadis de bunu te´yid eder. Sadedinde olduðumuz hadisin þu ayetten iktibas edilmiþ olmasý muhtemeldir, (mealen): "Ýnsanlarýn birbirleri arasýnda gizlice konuþmalarýnýn çoðunda hayýr yoktur. Ancak sadaka vermeyi, bir iyilik yapmayý veya insanlarýn arasýný düzeltmeyi teþvik eden kimselerin bu maksatla yaptýklarý gizli konuþmalar bundan müstesnadýr. Kim bunu Allah rýzasý için yaparsa, elbette biz ona pek büyük bir mükâfaat vereceðiz" (Nisa 114).]

Þu hade gerek ayetlerde ve gerek hadislerde gelen hayra müteallik konuþmak çeþitleri dýþýndaki konuþmalar kiþinin lehine deðildir. Hadiste sadece üç tane istisnanýn zikri, hem o üç kýsma giren kelamýn ehemmiyetini tebarüz ettirir, hem de bunlar dýþýnda kalan mübah kelamlarda son derece dikkatli olmaya uyarý teþkil eder. Alimler, mübah kelamýn aleyhte olmayacak hududda kalsa bile ahirette faydasýnýn olmayacaðýna dikkat çekerler. Normal bir sohbet mübahtýr, ama gýybete, dedikoduya, malayaniye bulaþma tehlikesi her an mevcuttur. Bütün mübahlar böyledir. Dolayýsýyla, Aleyhissalâtu vesselâm, Allah´ýn rýzasýna, ahiret ekimine âzamî ölçüde muvafýk bir hayat tarzýnýn yollarýný gösterirken, telaffuz ettiðimiz kelam meselesinde, mü´minleri âzamî ihtiyatlý olmaya çaðýran bir üslub takip etmiþtir, mücazefe yoktur.[135]



ـ5917 ـ10ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ تَعَالى يُبْغِضُ البَلِيغَ مِنَ الرِّجَالِ الّذِي يَتَخَلَّلُ بِلِسَانِهِ كَمَا تَتَخَلَّلُ الْبَقَرَةُ[. أخرجه الترمذي .



10. (5917)- Ýbnu Amr Ýbni´l-As (radýyallahu anhümâ) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah Teala hazretleri, insanlardan, sýðýrlarýn dilleriyle toplamalarý gibi, dilleriyle toplayan belagat sahiplerine buðzeder." [Tirmizî, Edeb 82, (2857).][136]



AÇIKLAMA:



Tahallül, sýðýrýn dilini diþi üzerinde dolandýrmasýdýr. Fakat sýðýrlarda otu diliyle toplayýp, aðýzlarýna verme hadisesi ifade edilmektedir. Hadiste Aleyhissalâtu vesselâm, belagat sahibi insanlarý sýðýrlarýn bu yiyiþ tarzlarýna teþbih etmekle geçimini diliyle saðlayan belagat yani güzel söz sahibi insanlarý dikkatlere arzetmektedir. Bu kimseler çoðunlukla erkek olduðu için "erkek" diye tahsis etmiþtir. Aslýnda ayný tarzda meslek icra eden herkes, kadýn veya erkek, hadisin tehdidinin þümulüne girer. Bu sebeple tercümede "insanlar" kelimesini tercih ettik.

Alimler, fýtrî olan belagatýn zemmedilmediðini, bunun þu veya bu tarzda insanlarý aldatma vasýtasý yapýlmasýnýn zemmedildiðini belirtirler. Siyasî, iktisadî, ideolojik, askerî her çeþit propaganda belagata dayanýr ve bunlar maalesef insanlarý ladatma ve istismar etmeyi hedeflemektedir. Resulullah buna alet olan "belið"leri tehdid etmektedir.[137]



ـ5918 ـ11ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ تَعَلَّمَ صَرْفَ الْكََمِ لِيَسْتَبِيَ بِهِ قُلُوبَ الرِّجَالِ لَمْ يَقْبَلِ اللّهُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفاً وََ عَدًْ[. أخرجه أبو داود.»والْمُرادُ« بصرف الكم، ما يتكلفه ا“نسانُ من الزيادة فيه على الحاجة وإنما كره # ذلك لما يدخله من الرياء والتصنيع ويخالطه من الكذب والتزيد.و»استباءُ« افتعال من السبي كأنه ينهب بكمه قلوب السامعين .



11. (5918)- Hz. Ebu Hureyre (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim, insanlarýn kalbini çelmek için kelamýn kullanýlýþýný öðrenirse, Allah kýyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!" [Ebu Davud, Edeb 94, (5006).][138]



AÇIKLAMA:



Hattâbî, hadis metninde geçen sarfu´lkelam tabirini ihtiyaç fazlasý kelam diye ifade etmiþtir. Bu durumda mana: "Kim insanlarýn kalbini çelmek için ihtiyaç fazlasý söz öðrenirse..." olur. Halbuki sarf kelimesinin çevirmek, kullanmak gibi daha geniþ bir kullanýmý var. Sözgelimi ayet-i kerimede "Allah kalplerini çevirdi" (Tevbe 127) tabiri geçer. Sarraf kelimesi altýný gümüþe, gümüþü altýna, parayý dövize çeviren manasýnda halen kullanýlmaktadýr. Keza tasarruf da sarfýn mübalaðalý kullanýmýdýr. Yani demek istiyoruz ki, sadedinde olduðumuz hadiste geçen sarfu´lkelam tabirini kelamý kulllanma manasýnda anlamak da mümkün olacaktýr. Öyleyse hadisten : "Ýnsanlarýn kalplerini çelmek (veya esir etmek) için kelamý kullanmayý öðrenmenin yasaklandýðýný" anlayabiliriz. Böylece günümüzde geliþtirilen propaganda, reklam gibi, insan tabiatýnýn birkýsým zaaflarýný istismara dayalý meslek ve sanat ve hatta geçim dallarýnýn din nokta-i nazarýndan deðerlendirilmesi daha kolay bir hal alýr.

Esasen, Hattâbî´nin açýklamasýnýn devamý da hadisten anladýðýmýz bu manayý dolaylý olarak te´yid eder. Der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sarfu´lkelamý mekruh addetmiþtir. Çünkü (bu ziyade sebebiyle) kiþi, sözüne riya ve yapmacýklýk sokmakta, yalan ve fazlalýklar karýþtýrmaktadýr. Bunu önlemek için sözün ihtiyacý görecek kadar olmasýný, ilavede bulunmamasýný, zahirinin batýnýna, sýrrýnýn aleniyetine muvafýk olmasýný emretmiþtir." Resulullah´ýn bu yasaðýnda reklam ve propagandanýn ferdî, ailevî ve içtimâî zararlarýnýn da maksud olduðu söylenebilir.

Hadiste geçen mevzumuzu tamamlayan ikinci kilit kelime, çelme diye tercüme ettiðimiz لِيَسْتَبِي deki istiba kelimesidir. Bu kelime düþmaný esir etmek manasýna gelen seby mastarýndan gelir. Yani kalpleri çelme tabiri yerine kalpleri esir etme tabirini kullansak asla daha uygundur. Þu halde hadiste, kalpleri esir etmek maksadýyla belagat ve fesahatin kullanýlmasý yasaklanmaktadýr.

Yukarýda kaydedilen son birkaç hadis reklamcýlýkla yakýndan ilgilidir. Bu sebeple reklam üzerine bir istidrad kaydediyoruz:[139]



ÝSDÝDRAD:



Hadislere Göre Reklam


Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le reklamcýlýk arasýnda irtibat, ilk nazarda yadýrganabilir; "Reklam günümüzün hadisesi, hadislerle irtibat kurmak bir zorlanma, bir tekellüf olmaz mý?" diyen bile çýkabilir.

Böyle düþünmek, herþeyden önce Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrini yeterince tanýmamaktan kaynaklanýr. O devir içtimâî hayatýnda, günümüzdeki sosyal müesseselerden pek çoðuna tekabül eden karþýlýklarýna rastlamak mümkündür. Reklamcýlýk bunlardan biridir. Belki bugünkü kadar yaygýn, bugünkü kadar kesif deðildir, ama mevcuttur. Hatta bugünkü gibi tamamen müstakil bir endüstri, bir geçim dalý da olmayabilir, ama her þeye raðmen reklamcýlýk vardýr, reklam faaliyetleri mevcuttur.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde reklam iþlerini daha ziyade þairler, hatipler ve kâhinler yürütüyorlardý. Meþhur bir hatibin veya þairin bir mal üzerine sarfedeceði bir cümle, bir beyit malý mergub yapýyor, deðerini artýrýyordu. Evlenmekte zorluk çeken kýzlarýn bile, böyle bir övgü ile mergub hale gelmesi, taliplerinin artmasý olaðan hadiselerdendi.

Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) þair ve kâhinlerin insanlar üzerindeki çoðunlukla istismar edilen ve kötüye kullanýlan bu müessiriyetini gördüðü için, henüz peygamber olmamýþken bile þair ve kâhinlerden hoþlanmazdý. Peygamberliðin baþlangýcýnda mazhar olduðu olaðanüstü haller, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ý tecessüse deðil, korkuya atmýþtý. Bazý rivayetlerde, açýk þekilde kâhin ve þair olmaktan korktuðunu ifade eder.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hadisinde mealen "Beyanda sihir vardýr" diyerek sanatlý sözün insan üzerindeki kesin tesirini belirtmiþtir. Bu hadis beyanýn akýl ve kalpler üzerinde -aynen sihirde olduðu gibi- irade dýþýnda yön verici bir tesire sahip olduðunu belirtir. Yani nasýl ki sihirbaz, sihri ile, gözleri sihirleyerek batýlý hak gösterdiði gibi, mahir bir hatip, sanatkârâne bir konuþmasýyla akýllarý çelip, muhakeme ve idrakini meþgul etmek suretiyle batýlý hak veya hakký batýl diye gösterebilir.

Þu halde belagatlý söz, insan fýtratýnda müessir bir silahtýr. Bu hayýrda da, þerde de kullanýlabilir. Hz. Peygamber, bunun þerde kullanýlmasýna þiddetle karþý çýkmýþtýr. Resulullah´ýn müþrik þairlerle amansýz mücadelesi, ayrý bir konudur.

Bugün reklam, aynen cahiliye kâhin ve þairlerinin tarzýndaki secili sözlere ve aldatýcý üsluba dayandýðý için, yukarýdaki hadislerle reklam arasýnda kurulan irtibatýn garip karþýlanmayacaðýný ümid ederiz. Kaldý ki doðrudan konuya temas eden hadisler de var. Bir hadis mealen þöyle: "Kim, kelamý kullanma sanatýný, insanlarýn kalbini (istediði istikamete) meylettirmek maksadýyla öðrenirse Allah, kýyamet günü, onun ne farz, ne de nafile hiçbir hayrýný kabul etmez."

Þüphesiz bu hadis sýrf reklamcýlarý hedefleyerek söylenmiþ deðildir. Ancak, söz sanatýný kötüye alet eden her çeþit faaliyetleri buna sokabiliriz. Bugün reklamlarýn, israfý artýrma, zorla ihtiyaç uyandýrma, zaruri olmayan birkýsým istihlak maddelerini zaruri ihtiyaç maddeleri sýnýfýna sokma, talebi artýrarak fiyatlarýn yükselmesine sebep olma gibi pek çok zararlarý en iyimser çevreler bile kabul etmektedir. Reklamýn zararlarý bizzat iktisatçýlar tarafýndan kabul edilen bir keyfiyettir. Her zararlý þeye karþý olan Ýslam´ýn baþta israf pek çok zararlara analýk yapan günümüzün reklamcýlýðýna karþý olmasý pek tabiidir.

Mamafih, yukarýdaki hadis meseleye dolaylý olarak temas ederse de, daha doðrudan temas eden hadisler de var. Resulullah birinde þöyle buyurur: "Allah nazarýnda, insanlarýn en menfuru (rýzkýný) sýðýrlar gibi diliyle toplayan belagatlý kimsedir."

Bu hadis, fevkalâde bir teþbihle geçimini aldatýcý reklamcýlýða baðlayan kimselere iþaret etmektedir. Nitekim þarihler hadisi söylediðimiz þekilde açýklarlar: "Burada derler, geçimini teminde dilini kullananlar kastedilmektedir" ve þöyle devam ederler: "Nasýl ki, sýðýrlar, yerden dilleriyle yiyeceklerini toplarken yaþkuru, yumuþaksert, yoncadiken ayýrýmý yapmazlar, bazý insanlar da kazançlarýný temin ederken ,týpký onlar gibi hareket ederek, hakbatýl, faydalýzararlý, haramhelal ayýrýmý yapmaksýzýn dilleriyle insanlarý aldatarak kazanýrlar."[140]



Söz Sanatý Kýyamet Alâmeti Mi?


Her çeþit gayrýmeþru kazancýn haram edilmiþ olduðu dinimizde, görüldüðü üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn yiyeceðini diliyle toplayanlara ayrýca dikkat çekmesi, bunlarýn farklý bir zümre olduðunu söylememize daha da haklýlýk kazandýrmaktadýr. Mamafih kaydedeceðimiz þu üçüncü hadis bu zümrenin, kýyamete doðru, yani belli bir zamandan sonra zuhur edeceðini belirtmektedir: "Týpký sýðýrlarýn dilleriyle yemesi gibi, dilleriyle yiyen bir zümre çýkmadýkça kýyamet kopmaz."

Burada da ayný teþbih sözkonusu, Resulullah, istikbalde çýkacak ve geçimini "söz sanatý"na baðlayacak bir zümreyi, en bariz vasfýyla nazarlara arzetmektedir. Kýyamet alâmetleri arasýnda zikredilmiþ olmasý, kötülenenlerin de ikinci bir unsurudur. Çünkü içtimâî bozukluklar, lisan-ý nübüvvette, hep kýyamet alâmeti olarak ifade edilmiþtir.

Tekrar edelim: Hz. Peygamber, belagata, belið insana karþý deðildir. Belagatýn kötüye kullanýlmasýna karþýdýr. Ayrý þekilde tüccarýn veya müstahsilin malýný tanýtmasýna, pazara arzetmesine de karþý deðildir. Medenî bir cemiyette ihtiyaç duyulan herhangi bir þeye Ýslam´ýn karþý olmasýný söylemek mümkün deðildir.

Biz yukarýdaki hadislerden reklamcýlýðýn aleyhine bir mana çýkardý isek, bununla temelde insan fýtratýndaki birkýsým zaaflarý istismara dayanan günümüz reklamcýlýðýný kastediyoruz. Mesela meþrubat reklamý yapýlýrken þehevî yönleriyle nazara verilen kadýnýn araya sokulmasý tanýtma deðil, beþerî zaafýn istismarýdýr. Hatta, kadýnýn reklama sokulmasýný, günümüz reklamcýlýðýný Ýslam açýsýndan gayr-ý meþru kýlan bir baþka amil olarak belirtmek isteriz. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Benden sonra kadýnlardan daha büyük fitne býrakmýyorum" derken, kadýnýn bu çeþit istismarlarýný da kastetmiþ olmalýdýr. Modern reklamdan kadýn çýkarýlsa, onun zararlýlýðý yarý yarýya azalýr. Reklamýn söz kýsmýndan da aldatýcý, iðfal edici unsurlar çýkarýlsa geriye meþru tanýtma kalýr.[141]



Ýslam Aldatmayý Yasaklar


Þunu da kaydetmek isteriz: Kanaatimizce bugünkü sesli ve görüntülü reklamý Ýslam nokta-i nazarýndan deðerlendirirken sadece kadýn ve istismarcý belagat yönüyle deðerlendirmek yeterli deðildir. Reklama giren aldatýcý (yalan) unsurlar da ciddiyetle gözden geçirilmelidir. Ýslam dini aldatmayý þiddetle yasaklar. Bu hususta pek çok hadis var. Birinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) þöyle buyurur: "Bir Müslümaný aldatan veya zarar veren, ona hile yapan bizden deðildir." Þu halde, bu nokta-i nazardan reklamlarda aldatýcý, zarar verici bir yön bulunduðu müddetçe onun tecvizi mümkün deðildir. Televizyon ve radyolardan çýkan hal-i hazýr reklamlarýn "aldatýcý"lýktan "zararlý"lýktan uzak olduðu söylenemez.

Meseleye Ýslam açýsýndan bakýnca bir baþka hususa daha temas etmek gerekecektir; ahlakî yön. Þüphesiz bu çok su götüren bir noktadýr. Hele ahlakî deðerler meselesinde ölçüyü, miyarý kaybetmiþ bir ortamda olunursa. Ben teferruata girmeden Ýslam´ýn adaba giren bir inceliðini hatýrlatacaðým: Dinimiz, caný çekip de bulamayacaklarý daha fazla rahatsýz etmemek gerekçesiyle sokakta aleniyet vasfýný taþýyan þartlarda bir þeyler yemeyi edeb dýþý ilan etmiþ, mürüvvet (insaniyet) noksanlýðýna alâmet kabul etmiþtir. Hatta böyle kimselerin þahitliði makbul mu, deðil mi münakaþa bile edilmiþtir.

Demek istediðimiz þu ki, büyük çoðunluðuyla milletimiz peynir-ekmeði bulmakta zorluk çekerken, bilmem hangi malýn reklamýný yapacaðýz diye sadece bin bir hile ile milleti soyan bir avuç zümrenin sofrasýna girebilecek yemekleri televizyonda teþhir etmeyi fevkalâde kabalýk ve milletimize karþý saygýsýzlýk olarak görüyoruz. Ahlak meselesinde gerisi buna kýyas edilsin.

Þu halde, insan fýtratýndaki bazý zaaflarýn istismarýna yönelik belagat, seks, aldatma ve millî ahlakýmýza uymayan unsurlara yer veren reklama Ýslam fetva veremez, çünkü zararlýdýr.

Sigara, içki, muzýr neþriyat gibi zararlýlarýn reklamýna ise hiçbir surette fetva vermeyeceði açýktýr.

Bir avuç zümrenin menfaati için topyekün milletin zararýna göz yummak medenilik sayýlamaz. [142]



ـ5919 ـ12ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: هَلَكَ الْمُتَنَطِّعُونَ، قَالَهَا ثَثاً[. أخرجه مسلم وأبو داود.»التَّنطُّعُ« في الكم: التعمق فيه والتفاصح .



12. (5919)- Ýbnu Mesud (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular!" [Müslim, Ýlm 7, (2670); Ebu Davud, Sünnet 6, (4609).][143]



AÇIKLAMA:



Mütenatti, muteammik ve mütekaýr, yani derinleþen manasýndadýr. Ýbnu´l-Esir lügat yönüyle boðazýnýn gerisinden konuþan manasýna geldiðini, kelimenin aðýzýn gerisindeki üst maðara (yutak kýsmý) manasýna gelen nita´ kelimesinden geldiðini, sonradan gerek kelam ve gerekse fiildeki her çeþit derinleþmeye dendiðini belirtir.

Kelimenin kazandýðý kullaným geniþliðine etraflýca yer veren Münavi, hadiste mütenattiun ile kelama kazandýrýlan güzellik vasýtasýyla kalpleri esir etmeye çalýþanlarýn kastedildiðini belirttikten sonra, Zemahþeri´nin hadiste muhtelif kýraatlerde mücadele ve münakaþanýn yasaklandýðýný, çünkü hepsinin (Resulullah tarafýndan öðretilmeleri sebebiyle) güzel ve doðru olmakta birleþtiðini anladýðýný belirtir. Sonra açýklamasýna devam eder: "Nevevî der ki: "Hadis, avama hitap ederken fesahat yapmaya zorlanarak, lügat parçalayarak veya söze i´rab inceliklerini doldurarak kelamda derinliðe yer vermenin mekruh olduðunu ifade etmektedir."

Münavi, diðer birkýsým alimlerin de: "Hadiste nehyedilen mütenattiundan muradýn "kendisini ilgilendirmeyen þeylerde mübalaðaya kaçanlar" olduðunu söylediðini kaydeder. Keza bazý alimler de mütenattiun ile vukuu nadir ve halli zor meselelerden soru soran kimselerin kastedildiðini belirtmiþlerdir. Çok sual sormanýn yasaklanmasýyla ilgili bahiste hadisin bu manasýný esas alarak mütenattiunu dýrdýrcýlar diye tercüme etmiþtik. Diðer bazý alimler ise bununla "Ýbadetlerinde, þeriatýn kanunlarýndan da dýþarý çýkacak kadar aþýrýlýklara düþerek þeytanýn vesveselerine alet olanlarýn kastedildiðini" söylemiþtir. [144]



Tali Meselelerde Araþtýrma Sebebi[145]


Mütenattýun kelimesinden alimlerin anladýðý farklý manalarýn beyaný, alimlerimize mühim bir hususun aydýnlatýlmasý lüzumunu hissettirmiþtir. Ýbnu Hacer, bazý alimlerin þöyle dediðini kaydeder: "Gerçek þu ki: "Hakkýnda nass olmayan bir mesele hususunda araþtýrma iki kýsýmdýr:

1) Bu, meselenin nassýn delaletine girip girmediðini araþtýrmaktýr. Nassýn delaletine giriþ veçhi ihtilaflý da olsa, bunun ortaya çýkarýlmasý müstahsendir, matlubdur, mekruh deðildir. Hatta bazý durumlarda bu iþ, kendisine terettüp eden kimseye farzdýr.

2) Farklýlýklar üzerine dikkati teksif edip birbirine denk olan iki þeyi, bunlarýn arasýný birleþtirecek bir vasýf bulunduðu halde, þeriata müsbet veya menfi bir tesiri olmayan bir fark sebebiyle ayýrmak veya bilakis, iki farklý þeyi mesela reddedilecek bir vasýfla birleþtirmek. Ýþte selef, bu çeþit tedkikat ve derinleþmeyi zemmetmiþtir. Mütenattiun helak oldu hadisi de bunlarýn haline mutabýktýr. Alimler, bu söylenen derinleþmede zaman kaybý görmüþlerdir. Çünkü elde edilen neticede bir fayda yoktur. Bunun misali kitapta veya sünette veya icmada bir aslý olmayan vukuu nadir bir meselede teferruata inmektir. Kiþi böyle bir meselede neticeye ulaþmak için zaman ayýrmýþtýr. Halbuki o zamaný bir baþka þeye ayýrsa idi onun için daha iyi olacaktý. Hele bu meþguliyet, onu, vukuu olan meselelerde geniþ açýklama yapmaktan gaflete sevketmiþse zararý daha büyüktür.

Bundan da fenasý, þeriatýn, keyfiyetini araþtýrmadan iman etmeyi emrettiði bir kýsým meselelerdeki araþtýrmadýr. Sözgelimi mahsusat yani duyularla algýlanan âlemde bir benzeri, þahidi olmayan mesela kýyamet, ruh, bu ümmetin ömrünün müddeti gibi meselelerden sualler bu gruba girer. Çünkü bunlar veya benzerleri sadece nakille bilinebilir. Bunlarýn çoðuna, araþtýrma yapmaksýzýn iman gerekir.

Bazý alimler, tenattuun misalinin, sorulan þey hakkýnda müsaade fetvasý verildikten sonra, yasak fetvasýný verdirecek þekilde soruyu çoðaltmak olduðunu söylemiþtir. Þöyle ki: Bir kimse, çarþýda satýþa arzedilen malýn, satanýn eline nasýl ulaþtýðýný araþtýrmadan satýn almasýnýn mekruh olup olmadýðýný sorsa, buna "caizdir, mekruh deðildir" diye cevap verilir. Ama o tutup: "Ben o malýn yaðma veya gasb yoluyla satýcýnýn eline ulaþmasýndan korkuyorum" diyecek olsa, o zaman bu meselede bir endiþe araya girer ve kendisine þöyle cevap verilir: "Eðer bu paralelde sabit bir delil varsa onu satýn almak haramdýr, tereddüd varsa mekruhtur veya en azýndan evla olana muhaliftir." Eðer soru sahibi bu dýrdýra yer vermeseydi müftü "caizdir" fetvasýna bir eklemede bulunmayacaktý.

Ýbnu Hacer, sýkça vukua gelen hadiselerle ilgili sual kapýsýný kapamanýn da iyi olmayacaðýna dikkat çektikten sonra, vukuu nadir meselelerde tefurruata inmenin de mezmum olacaðýný belirtir. Sadedinde olduðumuz hadisi böyle anlamamýzda isabet vardýr.[146]



ـ5920 ـ13ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَدِمَ رَجَُنِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَخَطَبَا، فَعَجِبَ النَّاسُ لِبَيَانِهِمَا؛ فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنَ الْبَيَانِ لَسِحْراً[. أخرجه البخاري ومالك وأبو داود والترمذي .



13. (5920)- Ýbnu Ömer (radýyallahu anhümâ) anlatýyor: "Meþrýk cihetinden iki adam geldi ve bir hitabede bulundular. Onlarýn beyanlarýndaki güzellik herkesin hoþuna gitti. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Beyanýn bir kýsmýnda mutlaka bir sihir var!" buyurdular." [Buharî, Týbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Davud, Edeb 94, (5007); Tirnmizî, Birr 81, (2029).][147]





radyobeyan