Mezhepler Tarihi 9.Hafta By: neslinur Date: 27 Nisan 2010, 23:04:50
MEZHEPLER TARÝHÝ 9.HAFTA
MU’TEZÝLE
Ýtikadî meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik tanýyan, itikadî ve siyasî gayelerle zuhur etmiþ bir kelâm mezhebidir. Bu sebeple Mu’tezile ekolü Ýslâm düþüncesi tarihinde kelâmîfelsefî tartýþmalarla tanýnmýþtýr.
A-Ýsimlendirme Meselesi
Sözlükte "ayýrmak, uzaklaþtýrmak" anlamýndaki “a-z-l” kökünden sýfat olan Mu’tezile kelimesi "uzaklaþan, ayrýlýp bir köþeye çekilen" anlamýna gelmektedir.Bir terim olarak Mu’tezile isminin ortaya çýkýþý hususunda faklý tezler ileri sürülmüþtür. Bunlardan en fazla dikkat çekeni Hasan Basrî ile Vasýl b. Ata arasýnda vuku bulduðu kabul edilen hâdiseye dayandýrýlan görüþtür. Buna göre Mu’tezile mensuplarý büyük günah iþleyen bir kimsenin mümin ya da kafir olmadýðýný, bu ikisi arasýnda bir yerde bulunduklarýný“el-menzile beyne’lmenzileteyn” kabul ederler.
Muhalif bazý âlimler Mu’tezile mensuplarýný, kaderi tartýþmaya açýp inkâr ettikleri veya kulun kendi fiillerini yaratmaya kadir olduðunu söyledikleri için Kaderiye; Cehm b. Safvân’dan etkilendikleri için Cehmiyye; “Allah þerri yaratmaz” dedikleri için Seneviyye ve Mecûsiyye; tövbe etmeden ölenlerin baðýþlanmayacaðýný söyledikleri için Vaîdiyye; Allah’a bazý kadîm sýfatlarý nisbet etmekten kaçýndýklarý için Muattýla olarak da adlandýrmýþtýr.
Mu’tezile âlimleri bu isimleri reddetmiþ, kendileri için “Mu’tezile” isminin yaný sýra “Ashâbü’l-adl ve’t-tevhîd, Adliyye, Ehl-i adl, Ehl-i hak, el-Fýrkatü’n-nâciye” gibi adlarý
kullanmayý tercih etmiþtir.
Mu’tezile, hicri II. asrýn baþlarýndan itibaren büyük günah iþleyenin durumu, insanýn hürriyeti, tevhit, sýfatlar vb. meselelerde aklý ön planda tutarak diðer Ýslâm fýrkalarýndan daha özgün bir anlayýþ ortaya koyan bir grup insana isim olarak verilmiþtir.
B- Mu’tezilenini Oluþum Süreci
Müslümanlarýn içinde bulunduklarý sosyal, kültürel ve siyasî þartlar, baþta imamet meselesi olmak üzere büyük günah meselesi, Allah’ýn sýfatlarý, insanýn iradî fiilleri, Kur’an’ýn mahlûk olup-olmadýðý gibi siyasî ve fikrî/itikadî tartýþmalarý gündeme getirmiþti.
Ýkincisi ise dýþ faktörlerden kaynaklanan tartýþmalardýr. Bunlar daha ziyade varlýðýn mahiyeti, cevher, araz, hareket, sükûn gibi felsefî konular üzerinde yoðunlaþmakta idi.Hem felsefe hem de diðer din ve mezheplerin yönelttiði eleþtirilere karþý Ýslâm inancýnýn savunulmasý kaçýnýlmazdý. Ýþte bunu Mu’tezile ekolüne mensup âlimler yapmaya çalýþmýþtýr.
Ekolün teþekkül sürecinde etkili olan âlimlerin baþýnda mezhebin kurucusu kabul edilen Vasýl b. Ata ve Amr b. Ubeyd gelmektedir.Mutezili görüþlerin düzenli bir sistem haline gelmesi Ebü’l-Hüzeyl-el-Allâf , Biþr b. Mu’temir , Ýbrahim en- Nazzam gibi önemli âlimlerin elinde gerçekleþmiþtir.
C- Mu’tezilenin Tarihçesi
Haricîler, büyük günah iþleyen bir müslümanýn cehennemlik olduðunu, Mürcie grubu ise söz konusu müslümanýn dinî akýbetini Allah’a havale ettiðini açýklamýþtý. Ýþte böyle bir dönemde
II. (VllI.) yüzyýlýn baþlarýnda Basra’da, Vâsýl b. Atâ ve Amr b. Ubeyd’in farklý bir teori ortaya koymalarýyla Mu’tezile ekolünün tarih sahnesine çýktýðý kabul edilir.
Vasýl’ýn ölümünden sonra kayýn biraderi Amr b. Ubeyd hareketin önderliðini üstlendi.Hârûnürreþîd’in iktidara gelmesiyle Mu’tezilîler yeniden itibar görmeye baþladý. Me’mun’un iktidarýnda Mu’tezilî fikirler, devletin de destek vermesi ile sarayda, ilim meclislerinde ve siyasî sahada belirgin hale gelerek devletin resmi mezhebi oldu.Halife Mu’tasým ve Vasýk dönemlerinde de itibar gören Mutezililer, Mütevekkil halife olunca güçlerini kaybetmiþlerdir.
Þii Büveyhî hükümdarý Adudüddevle’nin Mu’tezilî âlim ve devlet adamý Sâhib b. Abbâd’ý vezir yapmasý üzerine Mu’tezile yeniden ilgi ve alaka görmeye baþladý. Kendisi de bir Mu’tezili olan vezir Sahib, kadýlýk vazifelerine Mu’tezili âlimleri atadý. Nitekim Kâdî Abdülcebbâr da bu dönemde kâdýlkudâtlýða tayin edilmiþtir.Gazneliler dönemindeHorasan bölgesine göç etmek zorunda kaldýlar. Gaznelileri maðlup eden Selçuklularýn Baðdat’ta kontrolü ele almalarý, Mu’tezile’nin yeniden canlanmasýna vesile oldu. Çünkü Tuðrul Bey’in veziri Kündürî (ö.456/1064), aþýrý bir Mu’tezile taraftarýydý. Bu ekole mensup âlimleri önemli mevkilere getirdi, bid’atçý olarak nitelenen 400 civarýndaki Sünnî âlimi de Selçuklu sýnýrlarýnýn dýþýna çýkardý.Alparslan’ýn veziri ve koyu bir Eþ’arî taraftarý olan Nizâmülmülk sürgüne gönderilen Sünnî-Eþ’arî âlimlerin geri dönmesini saðladý ve bunlar adýna medreseler açtýrdý.Sonraki dönemlerde Mu’tezile, daha önce Vâsýl devrinde Zeyd b. Ali, Me’mûn döneminde Kasým b. Ýbrahim er- Ressî tarafýndan baþlatýlmýþ olan Mu’tezile-Þîa yakýnlýðý Yemen Zeydîliði ve kýsmen Ýmâmiyye içinde varlýðýný sürdürmüþtür.
D- Mu’tezilenin Kollarý
Klasik kaynaklarda yapýlan tasniflerde Mu’tezile mezhebinin yirmi kadar alt gruba ayrýldýðý bildirilir. Bu gruplar, Mu’tezilî âlimlerin isimlerine nispetle adlandýrýlýr. Abbasîler devrinde Mu’tezile mezhebi Basra ve Baðdat kollarýna ayrýlmýþ, bu kollar zamanla iki okul haline dönüþmüþtür. Her iki okul da beþ esasý kabul etmekle birlikte ayrýntýda farklý görüþler benimsemiþtir.
1- Basra Okulu
Bu okulunun ilk temsilcisi, mezhebin kurucusu da kabul edilen Vâsýl b. Atâ’dýr. Vâsýl mezhebin tevhid, menzile beyne’l-menzileteyn ve emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker; halefi Amr b. Ubeyd ise adalet, vaad ve vaîd esaslarýný geliþtirmiþ olmakla beraber Mu’tezile’nin usûl-i hamseden oluþan inanç sisteminin teþekkülü Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’in el-Usûlü’l-hamse adlý kitabýyla tamamlanmýþtýr. Allâf’tan sonra Basra okulunun en meþhur temsilcileri öðrencisi Ýbrahim en-Nazzâm, sonrasýnda da Nazzam’ýn öðrencisi Cahýz olmuþtur.
Cahýz:el-Beyan ve’t-Tebyin, Kitabu’l-hayavan, Resailü’l-Cahýz, Kitabu’l-Buhala, Kitabu’l-’Usmaniyye ve Mu’tezilenin faziletlerini anlattýðý eseri Fazîletü’l-Mu’tezile adlý eseri meþhurdur. Câhiz’den sonra Basra Mu’tezilîleri’nin en meþhur temsilcileri Ebû Ali el-Cübbâî ve oðlu Ebû Hâþim’dir.
Kadi Abdülcebbâr el-Hemedânî:Þerhu Usûli Hamse, el-Muðnî, Tesbîtü delâili’n-nübüvve adlý eserleri kaleme almýþ, bir bakýma Mu’tezile düþüncesinin kayda geçmesinde büyük rol oynamýþtýr.
2- Baðdat Okulu
Bu okulun kurucusu ve ilk önemli temsilcisi Biþr b. Mu’temir`dir Biþr’in en meþhur öðrencileri Sümâme b. Eþres, Ebû Mûsâ el-Murdâr ve Ahmed b. Ebû Duâd’dýr. Bu son þahýs, Me’mûn ile tanýþmýþ, onun ilim ve tartýþma meclislerinde bulunmuþ halifeyi etkilemek suretiyle Mu’tezilî görüþlerin yönetim tarafýndan desteklenmesini saðlamýþtýr. Böylece o, Baðdat Mu’tezilesine büyük bir hizmet yapmýþtýr. Ayrýca Ca’fer b. Harb’in öðrencisi olan Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât da Mu’tezile ekolünün savunulmasýnda önemli bir etkinliði olan âlimdir. Baðdat Okuluna mensup Mu’tezile ekolünün diðer önemli alimleri. Ebû Ali el-Cübbâî , Ebû Hâþim el-Cübbâî, Ebü’l-Kâsým el-Kâ’bî el-Belhî`dir
Bu iki okulu mukayese ettiðimizde bazý farklýklar dikkat çekmektedir.Basra Okulu, siyasetten uzak kalabilmiþtir. Ancak Baðdat Okuluna mensup âlimler, siyasete müdahil olmuþlardýr.
Basra Mu’tezilesi fikrî mücadeleden yana olan, usul ve fürûda aklý ve vahyi birlikte deðerlendiren bir okuldur.Buna karþýlýk daha çok amelî ve siyasî alanda temayüz eden Baðdat Mu’tezilîleri, mezhebin görüþlerinin emir bi’l-ma’rûf çerçevesinde devlet eliyle etkili bir þekilde yayýlmasý taraftarýydý.Bu bakýmdan onlarý Basralýlardan ayýran en önemli görüþ, Hz. Ali’nin fazileti konusudur. Baðdat Mu’tezilesi, Hz. Ali’yi sahabenin en üstünü kabul ederken, Basralýlar, Hz. Peygamberden sonra sahabenin en faziletlisi olarak sýrasýyla Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi kabul ettiler. Ekolün iki ana grubu arasýndaki diðer bir fark da Baðdat okulunun, Yunan felsefesinden daha çok etkilenmiþ ve teferruata dair konulara daha fazla dalmýþ olmasýdýr.
E- Mu’tezilenin Temel Görüþleri
Ýtikadî alaný sistematik bir þekilde ifade eden ilk mezhep Mu’tezile’dir. Baþlangýçtan itibaren Mu’tezile kelâmcýlarý Ýslâm dininin temel ilkelerini "usûl-i hamse" baþlýðý altýnda ele almýþlardýr. Bununla birlikte Usul-i hamse, ayný dönemde ve bir bütün olarak ortaya çýkmamýþ, aksine tarihi bir süreç içinde peyderpey teþekkül etmiþ ve zamanla Mu’tezileye mensubiyetin en önemli göstergesi olmuþlardýr.Usul-i hamseyi kronolojik süreç dikkate alýnarak þu þekilde açýklanabilir:
1- el-Menzile beyne’l-menzileteyn (Ýki Mevki Arasýnda Bir Yer)
Mu’tezile ekolünün ilk teþekkül eden görüþü Vasýl b. Ata’nýn ortaya koyduðu “elmenzile” prensibidir.Vasýl,Hz. Ali ile Muâviye taraftarlarýndan birinin hatalý olduðunu, fakat tespitinin mümkün bulunmadýðýný, dolayýsýyla haklarýnda karara varmayýp konuyu Allah’a havale etmenin gerektiðini söylemiþ, hem Ali’yi hem düþmanlarýný tekfir eden Hâricîler’le her iki grubu da mümin sayan Mürcie arasýnda ara bulucu olmak istemiþtir.
Vasýl, “el-menzile” görüþüyle amelin imanýn bir parçasý olduðunu kabul etmektedir. Büyük günah iþleyen bir kimse günahý sebebiyle imandan çýkmýþ, fakat küfre düþmemiþtir. Eðer tövbe ederse iman yurduna tekrar geri dönecektir. Aksi takdirde iman sýnýrlarýnýn dýþýnda kalacaktýr. Böylesi bir kimseye büyük günah iþlediði için “fasýk” denir ve tövbe etmediði takdirde ebediyen cehennemde kalýr.
2- Vaad ve Vaîd Esasý (Mükafat ve Ceza Verme Sözü )
Diðer Ýslâm mezheplerine göre Allah vaadinden asla dönmez, ancak vaîdinden dilerse dönebilir ve kötülük yapanlarý dilerse affedebilir. Mu’tezile ise, Allah’ýn vaadinden dönmediði gibi vaîdinden de dönmeyeceðini iddia eder. Onlara göre Allah’ýn vaad veya vaîdinde durmamasý, verdiði haberin vakýaya uygun olmamasý söz konusu deðildir. Bu sebeple dünyada iyilik yapanlarý mükâfatlandýrmasý, günah iþleyenleri de cezalandýrmasý zorunludur. Allah’ýn emirlerine uyup iþlediði büyük günahlardan tövbe etmiþ olarak ölenler âhirette mükâfatý hak eder, büyük günahlardan tövbe etmeden ölenler ise cehennemde ebedî olarak kalýr. Ancak bunlarýn azabý kâfirlerinkinden daha hafiftir.
Mu’tezile vaad ve vaîd baþlýðý altýnda iman, fýsk, küfür, kebîre, tövbe, kötülüklerin iyilikleri boþa çýkarmasý, iyiliklerin günahlara kefaret olmasý, sevap, ikab, þefaat, ivaz, kabir azabý gibi âhiret ahvâli, bunlarýn maddî varlýklara tekabül edip etmediði, büyük günah iþleyenlerin cehenneme girdikten sonra oradan bir daha çýkmayacaklarý gibi konularý ele almaktadýr.
3- Emr bi’l-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker (Ýyiliði Emretmek- Kötülükten Sakýndýrmak)
Mu’tezile’ye göre her müslümanýn iyiliði emretmesi ve kötülükten sakýndýrmasý zorunlu bir görevdir. Ýmkan dahilinde her Müslüman bu görevi yerine getirmeli; el, dil veya kýlýçla/silahla kötülüklerden insanlarý sakýndýrmalýdýr. Mu’tezilîler, ilk zamanlar bu esasý uygulayarak bozuk din mezhep ve akýmlara karþý Ýslâm’ý güçlü bir þekilde savunmuþlardýr. Ayrýca bu esasý ahlâk bozukluklarýný önlemek, toplumu ýslah etmek, adaleti yaygýnlaþtýrmak amacýyla tatbik etmiþler; fakat Havâric ve Þîa’nýn yaptýðý gibi bunu iktidardaki yöneticilere karþý toplumu kýþkýrtmak için bir araç olarak kullanmamýþlardýr.Ancak sonraki devirlerde bu tutumlarýný deðiþtirerek muhalefette iken bazý isyan hareketlerini desteklemede olduðu gibi, iktidarda iken mihne/baský olaylarýnda görüldüðü üzere muhalifleri yola getirme ve hasýmlarý susturma hususunda bu esastan faydalanmýþlardýr.
4- Tevhîd
Allah’ýn zâtýnda, sýfatlarýnda ve fiillerinde bir ve tek olduðunu kabul etme anlamýna gelen tevhid, usûl-i hamsenin temelini teþkil eder. Mu’tezile mensuplarýnýn tevhid konusuna
yaptýklarý bu vurgu onlarýn özellikle sýfatlarla ilgili duyarlýlýklarýndan kaynaklanmaktadýr.
Onlar, Allah’ýn her þeyden münezzeh olduðu fikrini samimi olarak korumak endiþesinden hareketle Kur’an ve hadiste teþbih ifade eden bütün ifadeleri akýlcý bir ruhla açýklamýþ ve sonuçta onlarý Allah’ýn zatýndan ayrý olmalarý anlamýnda yorumlamýþtýr.Onlara göre Allah, zatî sýfatlarýnýn kaynaðýdýr. Bu sebeple O, zâtýyla âlim, zâtýyla hay, zâtýyla semi’ ve zâtýyla basîr’dir. Ancak O’nun için hayat, ilim, vb. sýfatlardan –teaddüdü kudema olacaðýndan- söz edilemez. Sýfatlar üzerinde yapýlan bu tartýþmalar Mu’tezilîler’i yed, vech, istiva, semada oluþ gibi Kur’an’da mevcut nitelemeleri Allah’ýn her türlü havadisten tenzih edilmesi yönünde yorumlamaya, bunun yanýnda Kur’an’ýn mahlûk olduðu ve Allah’ýn görülemeyeceði görüþüne sevk etmiþtir.Kâdî Abdülcebbâr, Allah’ýn sýfatlarýný zâtý ve fiilî diye ikiye ayýrdýktan sonra zâti sýfatlarýn Allah’ýn zâtýnýn ayný olduðunu belirtir ve bunlarý kadîr, alîm, hay, mevcûd, semî’, basîr ve müdrik þeklinde sýralar. Fiilî sýfatlarýn ise hadis ve Allah’ýn zâtýnýn gayrý olduðunu söyleyerek bunlarý da mürîd, kârih, mütekellim, fail þeklinde gösterir
5- Adl (Adalet)
Mu’tezile’ye göre adl, Allah’ýn iyi (hasen) fiilleri iþlemesi, kötü (kabih) fiillerin meydana gelmesinde etkisinin bulunmamasýdýr. Bunun anlamý Allah’ýn her türlü kötü iþten, sevap, fayda gibi þeyleri terketmekten, maslahata aykýrý ve çirkin yolla insanlarý kulluða çaðýrmaktan münezzeh olmasý; bütün fiillerinin hikmet, adalet ve isabet niteliði taþýmasý demektir.Dolayýsýyla insanlarýn iþlediði kötü fiillerin Allah tarafýndan yaratýlmasý caiz deðildir. Allah insana eylem gerçekleþtirme gücünü önceden vermiþ olup kiþi hürriyetini kullanarak istediðini yapar. Esasen irade hürriyeti bulunmayan bir insanýn Allah tarafýndan sorumlu tutulmasý O’nun adalet ve hikmetiyle baðdaþmaz.
F- Mu’tezile’nin Diðer Bazý Görüþleri
Allah Tealanýn ahrette görülmesi meselesini Mu’tezile, “görme” eylemini dünya þartlarýnda düþünüp Allah’ýn zaman ve mekandan münezzeh olduðunu ileri sürerek O’nun asla görülemeyeceðini iddia etmiþ ve bu anlama gelebilecek âyet ve hadisleri tevil yoluna gitmiþtir.
Mu’tezile, “Kelamullah”ýn mahluk olduðu görüþünü savunmuþtur. Mu’tezilenin bu uygulamasý Ýslâm düþüncesi tarihinde “mihne” problemi olarak meþhur olmuþtur.
Mu’tezilenin þefaat konusundaki görüþleri: Onlara göre hem adalet hem de vaad ve vaîd prensipleri ahrette þefaatin olmamasýný gerektirir.
Ýmamet konusunda Mu’tezile, daima en üstün olanýn göreve getirilmesi (efdaliyet) gerektiði fikrini savunanlar ve bazen daha az üstün olanýn tayin edilebileceði tezini (Mefdûl Ýmam) kabul edenler olmak üzere iki ana gruba ayrýlmaktadýr.
G- Mu’tezile’nin Ýslâm Düþüncesine Katkýlarý
Mu’tezile ekolü, II. hicri asýrdan itibaren yaklaþýk dört asýr Müslümanlarýn düþünce dünyasýnda doðrudan etkili olduðu, hicri V. asýrdan itibaren de Þiî düþüncesi içinde varlýðýný devam ettirdiði bilinmektedir. Onlar, diðer din ve ideolojilere karþý Ýslâm inanç ve düþüncesini savunma noktasýnda nakli delillerle hareket etmeyi yeterli görmemiþ; aklý ve mantýðý iþin içine katmýþtýr.
Kelam metodunun kurucusu olan Mu’tezilenin bu metotla Ehli Sünnet kelâmýnýn oluþmasýnda büyük rolünün olduðu kabul edilmektedir. Mu’tezile’nin Ehl-i sünnet’e açýk etkisi Ebu’l-Hasan el-Eþ’arî ile baþlamýþtýr.
Ýslâm akidesinin savunulmasýnýn yaný sýra teblið edilmesinde de bu ekolün büyük bir katkýsýnýn olduðu görülmektedir. Mu’tezile kelâmcýlarý, hür fikirli oluþlarý ve taklidi reddetmeleri sebebiyle çekinmeden birbirlerine muhalefet edebildiler.
Mu’tezile ekolü naslara baðlý kalmakla birlikte Ýslâmî tefekküre aklý da getirmiþlerdir. Ýslâm ilimler tarihinde kelâm, belaðat, cedel, münazara gibi ilimlerin onlar tarafýndan tesis edildiði kabul edilmektedir.Mu’tezile’nin Ýslâm dünyasýnda tabii ilimlerin geliþmesine de büyük katkýsý olmuþ; özellikle tabiat ilimlerinde deney ve gözlem metodunun kullanýlmasý saðlanmýþtýr.
Mu’tezilîler’in bir özelliði de doðrudan Kur’an üzerinde yoðunlaþmýþ olmalarýdýr. Onlar bir konuda naklî delil getireceklerse bunun Kur’an’dan olmasýna özen gösteriyorlardý.
Dirayet tefsir metodu ilk defa onlarýn baþvurduðu bir yöntemdir. Sonuç olarak Mu’tezile mezhebi akýlcý, sorgulayýcý, özgürlükçü bir okul olarak Ýslâm düþüncesi tarihinde derin izler býrakmýþtýr.
H- Mu’tezile’nin Yayýldýðý Coðrafya
Mu’tezilî âlimler, ilk dönemden itibaren Ýslâm inançlarýný savunmak, Ýslâm karþýtlarýnýn ve diðer dinî akýmlarýn itham ve itirazlarýný cevaplandýrmakla kalmamýþlar, Ýslâm coðrafyasýnýn dýþýndaki bölgelere de giderek teblið vazifesini yerine getirmeye çalýþmýþlardýr.
Genel olarak bu ekolün mensuplarýnýn yaygýn olduðu coðrafyaya bakýlýnca baþta Basra, Baðdat gibi ilim ve siyasetin merkezi olan þehirlerin yanýnda Ýran, Maveraünnehir, Yemen, Maðrip ve Mýsýr gibi çok geniþ alanda etkin olduklarý anlaþýlmaktadýr. Mu’tezile günümüzde kýsmen Þiî muhitlerde, yoðun olarak da Yemen’deki Zeydiyye içinde varlýðýný sürdürmektedir
radyobeyan