Hicretler 3 By: sumeyye Date: 27 Nisan 2010, 10:41:56
II. Siyasî Vak´a Olarak Hicret
Hicret, bir baþka açýdan dinin kurtarýlýþý manasýna gelmektedir. Bilhassa Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn Medine´ye hicretinden ve Medine´nin Ýslamî merkez vaziyetini ihrazýndan sonra, civardaki Müslümanlarýn Medine´ye merkez-i Ýslam´a hicretleri bir baþka mana, bir baþka ehemmiyet taþýmýþtýr.
Medine´ye hicret eden Mekkeli Müslümanlar orada bir Müslüman cemaat meydana getirmiþlerdi. Yerli halktan da himayeci mü´minler vardý. Ancak, herþeye raðmen oradaki Yahudi, münafýk ve müþrik kesafeti içerisinde sayýca azýnlýkta idiler. Bilhassa Hz. Peygamber´in geliþiyle birçok menfaatlerinin haleldar olduðuna kani olarak gizliden gizliye muhalefet yürüten münafýklar sayýca çok, nüfuzca aðýr idiler. Küçümsenemeyecek bir tehlike olduklarýný defalarca ortaya koyacaklardýr. Üstelik Mekkeli müþrikler de Medine´ye sýðýnmýþ olan Müslüman hemþehrilerinin peþlerini býrakmýþ deðillerdi. Hatta Yahudilerle münasebet halinde idiler.
Sayýlan bu tehlikelere, her an bunlarla iþbirliði yapabilecek durumda olan civardaki, henüz tamamý müþrik olan kabileleri de ilave edebiliriz. Bunlar, Medine´ye sýðýnmýþ olan bir avuç Müslümana karþý ittifak yapabilecek durumda idi. Nitekim Hendek Harbi´nde bütün bunlarýn anlaþarak yekvücut hale geldiði de görülmüþtü. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu tehlikeyi görüyor ve önüne geçmek için, müþrik kabilelerle ittifak, saldýrmazlýk, yardýmlaþma anlaþmalarýna varýncaya kadar (59) her çeþit siyasî tedbirleri alýyor, fýrsatlarý âzamî þekilde deðerlendiriyordu.
Ýþte bu tedbirlerden biri, Medine´de Müslümanlarý sayýca çoðaltarak fiilen kuvvet kazanmaktý. Sayýca çoðalmanýn bir vasýtasý Medine ahalisi içerisinde mühtedilerin sayýsýný artýrmak ise, bir diðeri de civar kabilelerde Ýslam´a girenleri Medine´ye celbetmekti. Bu açýdan, Medine´ye hicret eden her Müslüman, þahsýnda Ýslam´ý kurtarmýþ olmakla kalmýyor, ayný anda, Medine´de Hz. Peygamber´in kuvvetini, siyasî aðýrlýðýný artýrarak Ýslam´ý takviye etmiþ oluyordu.
Gerek Kur´an´da ve gerek hadislerde hicrete teþvikle ilgili olarak gelen ifadelerde bu siyasî gayeyi görmemek mümkün deðildir.
Her ne pahasýna olursa olsun, mü´minleri Medine´de toplamak, saðda solda hiçbir siyasî aðýrlýk ifade etmeyen münferid kimseleri küfre karþý tartýlmakta olan Müslümanlýðýn Medine´deki kefesinde mizana dahil etmek gerekiyordu. Bu sebeple hicret "her inanan kimseye" FARZ ilan edildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "Hicret etmeyen kimsenin imanýnýn makbul olmayacaðýný" ta´mim etti ve: "Bir müþrik, Müslüman olduktan sonra müþriklerden ayrýlmadýkça Allah onun hiçbir amelini kabul etmez" (60) buyurdu. Bu hususu te´yid eden Kur´an-ý Kerim: "...Ýman edip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir þey ile velayetiniz yoktur..." (61) der. Birbaþka ayette de böylelerinin dost bile edinilmemesi emredilir: "...O halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dostlar edinmeyin. Eðer (aldýrýþ etmeyip) yüz çevirirlerse onlarý nerede bulursanýz yakalayýp tutun, onlarý öldürün." (62) Ýbnu Abbas, ayetin hicret etmeksizin Mekke´de kalan ve haklarýnda nasýl davranacaklarý hususunda Medine´de Müslümanlarca münakaþa edilmekte olan bir grup Müslüman hakkýnda nazil olduðunu belirtir(63).
Hz. Peygamber hicreti "göçebe olmayan (yerleþik) bir kimse için felaketlerin en büyüðü" olarak tavsif eder(64). Þu halde mü´minlerin bu felaketi göze alarak Medine´deki merkezin takviyesine koþabilmeleri için onlar bu hususta, ziyadesiyle teþvik edilmeli, emre uyup uymamalarýna müeyyide getirilmeli idi. Kur´an ve hadislerde, hicret etmeyenlerin imanlarýnýn kabul edilmeyeceðine dair gelen yukarýda kýsmen kaydettiðimiz ifadeler bu maksada racidir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hicretin ehemmiyetini zihinlere nakþetmede o kadar muvaffak olmuþtu ki, artýk Ashab: "Hicret etmeyen kimseler cennete giremeyecek" diyebiliyordu.
Diðer taraftan, bu hem meþakkatli ve hem de Ýslam´ýn kurtarýlmasý gibi büyük neticeli amele bir mü´min için arzu edilen manevî mükâfaatlarýn en büyüðü vaadedilmiþti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) en efdal amelin ne olduðunu soran kimseye: "Þu halde sana hicret gerekir, zira ondan daha efdal amel bilmiyorum" cevabýný verir (66). Bir baþka hadiste Resulullah, (Allah katýnda) en büyük mükâfaatýn hicret edene verileceðini beyan eder(67).
Hicretin fazilet ve deðerini Kur´an-ý Kerim birçok ayetleriyle mü´ min kalb ve gönüllerde tesbit eder. Þu ayette faziletli ameller sayýlýrken, hicret, imandan sonra zikredilir: "Ýman edenlerin, hicret edenlerin, Allah yolunda mallarýyla, canlarýyla savaþanlarýn Allah yanýnda derecesi çok büyüktür. Kurtuluþa (dünya ve ahiret saadetine) erenler de iþte onlarýn ta kendileridir. Rableri onlara rahmetini, rýzasýný, onlara içlerinde tükenmez ve ebedî bir naim (nimet) bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî ve sermedî kalýcýdýrlar. Çünkü Allah katýnda muhakkak büyük ecir (ve mükâfaatlar) vardýr."(68)
"Ýþte hicret edenlerin, yurtlarýndan çýkarýlanlarýn, andolsun suçlarýný örteceðim ve andolsun Allah canibinden bir mükâfaat olmak üzere, onlarý altýndan ýrmaklar akan cennetlere de sokacaðým. (Daha büyük ve ) güzel mükâfaat ise Allah´ýn yanýndadýr."(69)
Kur´an ve hadiste gelen, hicrete teþvik hususundaki tahþidat, bu zor ve meþakkatli ameli mü´minler nazarýnda son derce mergub ve aranan bir amel haline getirmiþti. Öyle ki, hicretten elde ettikleri fazilet ve üstünlük noktasýnda Ashab´ýn -birbirleriyle tefahur- ve münakaþalarýna bile rastlarýz: Buhârî, Müslim ve diðer kitaplarda gelen bir rivayet, Hz. Ömer ile, Habeþistan´a hicret edenlerden olan Esma Bintu Üneys arasýnda geçen bir hadiseyi sergiler. Rivayette belirtildiði üzere, Hz. Ömer (radýyallahu anh) bir defasýnda Esma´ya: "Biz hicret meselesinde sizden öndeyiz ve (bu sebeple) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde sizden daha efdaliz" demiþti. Hz. Esma da bunun aksini iddia ederek kendilerinin (yani Habeþistan muhacirlerinin) daha önde ve daha efdal olduklarýný iddia etti. Münakaþa ilerleyince meseleyi Hz. Peygamber´e vaz ederler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) anlaþmazlýðý Hz. Esma (radýyallahu anhâ) lehine çözer: "Sizden, sadece bir hicret (Mekke´den Medine´ye) yapan birisi benim nazarýmda , iki hicret (Mekke´den Habeþistan´a, Habeþistan´dan da Medine´ye) yapan birisinden daha efdal olamaz." Bu cevap, Habeþistan muhacirleri arasýnda büyük bir sevinç ve memnuniyet hasýl eder. O kadar ki, onlar yanýnda Resulullah´ýn bu sözü, dünyanýn her þeyinden daha sevgili olur.(70)
Hicret, böylece mü´minler nazarýnda son derece deðerli, son derece arzulanan, aranan kýymetli birþey durumuna geçince, bedeviler bile, geride mal, evlad, anne, baba, dünyalýk her ne varsa hepsini terkederek "çok uzak yerlerden" (71) "hicret þartý" üzerine biat yapmak maksadýyla, Medine´ye, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e koþuyorlardý.(72)
Nuaym Ýbnu Abdillah (radýyallahu anh)´la ilgili fýkra hicretin ehemmiyetini takdirde bir baþka örnektir: "Nuaym iyilik sever bir insandý. Kabilesinde ilk Müslüman olan kimse idi. Hicret etmek isteyince kabilesi senin dinin ne olursa olsun biz senden razýyýz diyerek onu salmadýlar. Böylece ilk iman edenlerden olduðu halde Hudeybiye´ye kadar hicret edemez.
Medine´ye geldiði zaman Resulullah fevkalâde iltifat eder, kucaklar, öper ve: "Senin kavmin sana benimkinden hayýrlý!" buyurur. Nuaym:
"Hayýr! Bilakis, senin kavmin daha hayýrlý ey Allah´ýn Resulü!" der. Resulullah:
"Kavmim beni memleketimden çýkardý. Senin kavmin seni salmadý" buyurur. Fakat Nuaym´ýn cevabý cevapsýz kalýr:
"Ama ey Allah´ýn Resulü! Senin kavmin seni Hicret´e çýkardý. Benim kavmim beni ondan mahrum etti." (72/2)
Resulullah bu cevaba sükut eder. Aleyhissalâtu vesselâm´ýn sükutu ikrardýr."
Hicretin ve hicret üzerine biatýn Müslümanlar nazarýnda kazanmýþ olduðu ehemmiyeti göstermek için, hicret üzere biatýn kaldýrýlmýþ bulunduðu Mekke Fethi´nden sonra bile, bu vasýfta biat yapabilmek için bazý Müslümanlarýn þefaatçilere bile baþvuracak kadar ýsrar ettiklerini (73) kaydetmekte fayda var. Bunlardan birinin hikâyesi aynen þöyle:
Saffan Ýbnu Abdirrahman, Mekke´nin fethi günü, babasýný Resulullah, (aleyhissalâtu vesselâm)´in huzuruna çýkartarak: "Ya Resulullah babamý hicretten mahrum etme), ona da bir nasib ayýr" diye ricada bulunur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in: "Artýk Mekke´nin fethinden sonra hicret kalkmýþtýr" diye menfi cevabý üzerine Saffan, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in kendisine karþý hürmet ve sevgi ile dolu olduðu amcasý Abbas (radýyallahu anh)´ý bularak babasýnýn "hicretten bir nasib" alabilmesi, muhacir vasfýnýn manevî mükâfaatýndan hissemend olabilmesi için, Resulullah nezdinde þefaatçi olmasýný rica eder. Abbas da kabul eder.
Ancak, Arabistan müþriklerinin yegâne kal´a ve istinadgâhý olan Mekke´nin fethinden sonra Ýslam´ýn artýk takviye için muhacirlere ihtiyacý kalmamýþ olmasý ve Müslümanlarýn da her yerde dinlerini istedikleri gibi tatbik edecek nüfuz ve pozisyonu elde etmiþ bulunmalarý sebebiyle, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "hicret müessesesi"ni kaldýrmaya karar vermiþtir, bu sebeple ricacý olarak gelen amcasý Abbas´a cevabý menfidir ve þöyle der: "Mekke´nin fethinden sonra hicret mümkün deðildir." (74) Benzer bir talebe Mücaþi´ Ýbnu Mes´ud da Resulullah´tan: "Hayýr! Artýk seninle Ýslam üzere biat ederiz. Zira Fetihten sonra hicret yok" cevabýný alýr(74/2).
Burada Hz.Peygamber´in ilga ettiði hicret, Ýslam´ýn yaþanabildiði ahalisi Müslüman olan bir beldeden bir baþka Müslüman beldeye olan hicret, daha hususi manasýyla, Resulullah´ýn saðlýðýnda Mekke ve havalisinden Medine´ye olan hicretti. Bu hususu gerek raviler ve gerekse alimler te´yid ederler (75). Daha umumi manada hicretin devam ettiðini açýklayacaðýz.[31]
III. Ýrþad Ve Tebliðde Metod Olarak Hicret
Bu noktanýn kavranabilmesi için, "hicret" kelimesiyle, buraya kadar üzerinde durduðumuz, Ýslam tarihinde, Resulullah devrinde cereyan eden belli bir vak´a veya vak´alarý kasdetmeyeceðimizi belirtelim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn da buyurduðu gibi, vak´a olan hicreti, Mekke Fethi´nin gerisinde býrakacaðýz. Mekke Fethi´nden sonra, hicret, artýk belli bir hâdise deðil, bir mefhumdur, manadýr. Her an, her yerde, her devirde, her gönülde, kýyamete kadar baki kalacak bir mefhum.
Öyle bir mefhum ki, -önceki izahlardan anlaþýlacaðý üzere- þe´ninde ferdî planda, Ýslamî yaþayýþý arama, umumi planda, dini takviye ve kurtarma gibi iki mühim hakikat bulunduðu için þiddetle farz kýlýnarak, son derece övülerek deðer ve muhteva kazandýrýlmýþ bir mefhum, imandan sonra en faziletli amel statüsü kazandýrýlmýþ; ehemmiyeti zihinlere, kalp ve gönüllere nakþedilmiþ bir mefhum. Ondan bir hisse alabilmek için her çeþit dünyevî fedakârlýklarý yaptýracak kadar, araya þefaatçýlar koyduracak kadar, hakkýnda efdaliyet münakaþalarýna ve Resul´ün hakemliðinde murafaaya tevessül edilecek kadar mü´minin ruhuna nakþolmuþ; benliðinin herbir parçasýna ehemmiyeti iþlenmiþ bir mefhum.
Ýþte Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mü´minlerin derununda böyle mualla bir makam almýþ; sýrça, fildiþi, elmas gibi dünyanýn en kýymetli cevherlerinden inþa edilmiþ saraylarýna deðiþilmeyecek kadar üstün tutulmuþ olan bu mefhumun, bu "hicret müessesesi"nin Mekke´nin fethiyle yýkýlmasýný, mü´minin iç âleminin bu semavî, bu cennetî saraydan boþaltýlmasýný istememiþtir.
Bunun hem mana ve mefhum olarak devamýný, ila nihaye devamýný, hem de kendinden sonra gelecek olan mü´minlerin dahi bundan nasibdar olmalarýný saðlamak için, her sözü her devirde her mü´min kulakta ayný deðeri taþýyan, her kelamý bir nevi vahy-i Ýlahî olan, mübarek aðýzlarýndan haktan baþka bir þey çýkmayan Allah elçisi þöyle teblið buyurdu: "Hakiki muhacir, Allah´ýn yasakladýðý þeylerden kaçan, onlarý terk eden kimsedir." (76) Diðer bir hadiste "Hicret ikidir, biri kötülüklerden hicret, diðeri de Allah ve Resulü´ne hicrettir" buyrulmuþtur(76/2).
Ayný mana baþka rivayetlerde daha farklý ifadelerle teblið ve te´yid edilmiþtir: "...Hicret kötülüðü terk etmendir." (77) "Hakiki muhacir, hata ve günahlarý terk edendir." (78) "Hakiki muhacir, Allah´ýn üzerine haram kýldýðý þeyleri terk edendir."(79)
Hicretin en efdalinin ne olduðunu soranlara Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn verdiði cevap da söylediklerimizi te´yid eder: "...Rabbimin hoþlanmadýðý þeyleri terk etmendir" (80) vs.
Cenab-ý Hak´tan gelen ezelî hakikatlarý tebliðle muvazzaf olan selahiyetli makamýn müjdelediði bu hicret, herkes için her zamanda mümkün ve vakidir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), "hicret"in mefhum olarak devamýný saðlamaktan baþka, din açýsýndan, gerçekten son derece mühim olduðu halde avam-ý nas tarafýndan ehemmiyeti hakkýyla kavranamayacak olan bir kýsým amellerin ehemmiyetini vicdanlarda tesbit maksadýyla da deðeri herkesçe malum ve müsellem, zihinlere iyice yerleþmiþ bulunan "hicret mefhumu"ndan istifade etmiþtir. Bu cümleden olarak, çeþitli ayet ve hadislerle üzerinde ýsrarla durulan "iyi niyet", "cihada iþtirak", "anne babaya iyilik" gibi birçok ameller, lisan-ý nübüvvetle "hicret" ayarýnda ameller olarak ifade edilmiþir. Mesela bir hadiste: "Mekke fethinden sonra hicret yok, ancak (ayný derecede sevap olan) cihad ve iyi niyet var. Cihada çaðýrýldýðýnýz zaman (severek) koþun" (81) buyrulur
Nevevî´ninde ifade ettiði gibi, bu hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mesela niyeti hicretin yerine koymakla mutlak iyiliðe niyet etmeyi teþvik etmiþ olmaktadýr.(82)
Bir diðer hadiste, zor þartlar altýnda (fitnede) dinin her tatbikinin bir "hicret" olduðu (83), bir diðerinde anne ve babaya îfa edilecek hizmetin hicretten daha ehemmiyetli olduðu (84) belirtilir.
Füdeyk Ebu Beþir ez-Zebîdî (radýyallahu anh) Resulullah´a gelerek:
"Ey Allah´ýn Resulü! Ýnsanlar zannediyorlar ki, hicret etmeyen helak olmuþtur, (bu doðru mu?)" diye sorar. Resulullah þu cevabý verir:
"Ey Füdeyk! Namazý ký, zekatý ver, kötülüklerden hicret et, ondan sonra yeryüzünde de dilediðin yerde otur!" (84/2).
Az önce kaydettiðimiz, Mekke Fethi´nden sonra hicretin kalktýðýný ilan eden hadisin açýklamasý sadedinde Týybî (v. 743 h.) söylediklerimiz te´yiden þunlarý söyler: "Hadisin manasý þudur: Vatanýndan ayrýlýp Medine´ye gitmekten ibaret olan hicret bitmiþ, yerini cihad sebebiyle ayrýlmaya býrakmýþtýr. Binaenaleyh cihad sebebiyle hicret bakidir. Küfür diyarýndan kurtulmak, okumak için gurbete çýkmak, fitneden kaçmak gibi bir niyetle yapýlan hicret de öyledir. Bunlarýn hepsinde niyet muteberdir."(85)
Görüldüðü üzere, bu çeþit rivayetlerde hicret, tarihî vak´a deðil, o vak´adan ehemmiyet ve muhteva kazanmýþ bir mefhumdur. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn dini insanlara teblið; kalb, gönül ve fiillere tesbitte baþvurduðu vasýtalardan bir vasýtadýr, belli þartlarda gönüllerde inþa edilmiþ bir müessesedir. Hicreti konu edinen birçok hadislerin gayesi bu müesseseyi ihya ve ibkadýr, dinin zindelik ve müessiriyetini artýrmada her an bu müesseseden istifade etmektir.[32]
IV. Terbiye Metodu Olarak Hicret
Hicretin bir diðer yönü terbiyevîdir. Bu yönüyle de hicret, ehemmiyetçe, diðer yönlerinden geri kalmaz. Yukarýda belirtilen ehemmiyetteki hicretlerle terbiye âlemimizde; günlük hayatýmýzda her vakit baþ baþa olduðumuzun bilinmesinde, her zaman belirtilen ehemmiyette hicretleri yapmakla imtihan edilmekte olduðumuzun idrak edilmesinde fayda var. Hicrî 15. asrý idrak ediþimiz kutlanýrken, Ýslam kültüründe yer etmiþ bulunan hicret mefhumunun, sadece tarihî bir vak´a olarak belli bir takvime baþlangýç noktasý yapýlmasý meselesi olarak ele alýnmamasý, mevzuun böylesine kýsýrlaþtýrýlmamasý için, hicretin bu yönünün de belirtilmesine ihtiyaç ve lüzum vardýr.
Mevzuyu bu açýdan kavrayabilmek için, terbiyemuhit münasebetlerini belirtmemizde fayda var. Þunu hemen kaydedelim ki, fertlerde þahsiyeti inþa eden unsur ve amillerin baþýnda içtimâî muhit gelir. Batýda, yakýn zamana kadar, zengin aile çocuklarýnýn fakir aile çocuklarýna nazaran fýtraten daha zeki, daha kabiliyetli olduklarý kabul edilir, hayattaki baþarýlý durumlarý bununla izah edilirdi. Bugünün batýlý terbiyecileri, bu fikirden vazgeçmiþlerdir. Onlara göre, zengin aileleri, çocuklarýna doðumlarýnýn ilk günlerinden itibaren saðladýklarý maddî ve manevî imkanlar, çocuklarda mevcut fýtrî kaabiliyetlerin daha iyi geliþmesini saðlamaktadýr (86). Ýþte bu haldir ki, asýrlarca batý efkâr-ý umumiyesini aldatabilmiþtir.
Artýk bugün, gerek Doðulu, gerek Batýlý bütün terbiyeciler, çocuðun geliþmesinde; kiþinin iyi veya kötü, kâmil veya nakýs bir þahsiyeti kazanmasýnda en baþta ailevî þartlar olmak üzere, muhitin kesin rolünü kabul etmektedir(87). Hiç kimse gayr-ý ilmîlik ve gayr-i ciddilik ithamýna maruz kalmayý göze almadan aksini iddia edemez.
Hatta, toptan çevre þartlarýný ele almadan her çeþit içtimâî ve kültürel deðiþimi okullar vasýtasýyla, okullarda istenen programý tatbik etmek suretiyle gerçekleþtireceðine inanan acemi, yarý cahil, mütefelsif inkýlabcýlar, hatalarýný, teþebbüslerinin kültürel tahrip ve fiyasko ile neticelendiðini gördükleri vakit anlarlar, fakat tashih veya ýslah için vakit çok geçmiþ olur. Cezayirli mütefekkir Malik Ýbnu Nebi, bu hususta þunlarý söyler: "Ferd içtimâî vasýflarýný mektepten almýþ olduðu formasyona deðil, muhitine has þartlara borçludur. Kültür, mekteple ilgili bir hâdise olmaktan çok, muhite baðlý bir hâdisedir... Muhit kültürel deðerlerin kalýbýdýr... Mektep kültürün bir unsurudur, fakat kültür problemini mektebin halledeceði düþünülecek olursa, onun fonksiyonu hususunda aldanýlmýþ olur."(88)
Burada maksadýmýz, mektebin kültürel ve medenî hayattaki yerini tahlilden ziyade, muhitin terbiye nokta-i nazarýndan ehemmiyetine dikkat çekmek, ferd üzerinde muhitten gelen ve ferdî iradeyle yenilmesi hemen hemen mümkün olmayan birtakým emrivakilerin olduðuna dikkat çekmektir. Bu mühim noktayý belirtmede Üstad Bediüzzaman´ýn görüþlerine de burada temas etmeden geçemeyeceðiz. Birçok vesilelerle muhitin kiþi üzerindeki tesirlerine temas eden Bediüzzaman, bu meseleyi en güzel, en cami bir tarz ve vüs´atte içtihadla ilgili Yirmi yedinci Söz´de beyan eder. Sözkonusu risalede "Ýçtihad kapýsý açýk olmakla beraber oraya girmeye bazý maniler var" görüþünü izah sadedinde, büyük müçtehidlerin yetiþtiði selef devrinde, içtihada kaabiliyetli olan kimselerin, o zamanki "içtimaiyat-ý insaniye ve medeniyet-i beþeriye"nin tesiriyle çabuk parladýðýný söyler ve devamla der ki: "Ýþte o zamanda; zihinler, kalbler, ruhlar bütün kuvvetleriyle yerler ve gökler Rabbinin marziyyatýný anlamaða müteveccih olduðundan içtimaiyat-ý beþeriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatlarý, ahvalleri ona bakýyordu. Ona göre cereyan ettiðinden her kimin güzelce bir istidadý bulunsa, onun kalbi ve fýtratý, þuursuz olarak herþeyden bir ders-i marifet alýr. O zamanda cereyan eden ahval ve vukuat ve muhaverattan taallüm ediyordu. Güya herbir þey, ona bir muallim hükmüne geçip, onun fýtrat ve istidadýna içtihada bir istidad izharýný telkin ediyordu..."
Muhitin tesiriyle alâkalý tahliline devam eden Üstad, bu zamanda "Medeniyet-i Avrupa´nýn tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyyenin tasallutuyla, þerait-i hayat-ý dünyevînin aðýrlaþmasýyla" baþlamýþ olan muhitten ferdin aldýðý tesirlerin, içtihada olan kaabileyetini gerileteceðini açýklayarak, Süfyan Ýbnu Uyeyne´yi misal verir: "Ýþte bunun içindir ki, þu zamanda birisi, dört yaþýnda Kur´an´ý hýfzedip, alimlerle mübahese eden Süfyan Ýbn-i Uyeyne olan bir müçtehidin zekasýnda bulunsa, Süfyan´ýn içtihadý kazandýðý zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtýr. Süfyan, on senede içtihadý tahsil etmiþ ise, þu adam yüz seneye muhtaçtýr ki tahsil edebilsin" der.(89).
Bu ifadelerden, muhitin, kiþinin þahsiyeti üzerindeki te´sirinin aðýrlýk ve miktarý meselesinde Bediüzzaman´ýn yüzde doksan gibi büyük bir payý muhite ayýrdýðý sonucunu çýkarabiliriz.
Þu halde alimlerin ittifakla ifade ettikleri husus þudur: Ýnsan, içinde bulunduðu, yaþadýðý muhite tabidir. Ýyi muhitten iyi, kötü muhitten de kötü tesirler alacaktýr.
Ýþte, insan fýtratýna hakim olan bu hakikatten dolayýdýr ki, birçok dinî nasslar mü´minin, herþeyden önce, Müslüman bir muhitte yaþamasýný emretmekte, gayr-i müslim bir muhitte yaþamaktan men etmektedir. Vazedilen ölçüye göre, mü´min, müþrikten "ateþleri birbirini görmeyecek kadar" uzak evlerde ikamet etmelidir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben ateþleri birbirini görecek kadar müþriklerin arasýnda ikamet eden bir Müslümana (yardým etmek) (90)ten beriyim"(91) buyurur. Hadisin þarihlerinden Hattâbî (92), Ýbnu´l-Esir (93), Sindî ve Süyûtî (94) ittifakla bir Müslümanýn evini, müþriklerden uzak tutmasý gerektiðini böyle davranmanýn ona bir vecibe olduðunu belirtirler.
Ýbnu´l-Esir, sebep olarak müþriklerde ahde vefa ve emniyet olmadýðýný söylerse de, bizim açýmýzdan tatmin edici bir izah deðildir. Çeþitli tedbirlerle onlarýn ahd u emaný, kâmil manada gerçekleþtirilse, garanti edilse bile, meselenin terbiyevî yönü halledilemez, terbiye için þart olan salih muhit kazanýlamaz. Muhitin salih olma þartlarýndan biri Müslüman olmasýdýr.
Hattâbî, bu hadisten, "bir Müslümanýn ticaret maksadýyla dar-ý harbe gidip dört günden fazla orada ikamet etmesinin mekruh olduðu" hükmünü çýkarýr. Hattâbî´nin rakam da vermesi, bu konudaki keraheti vurgulamaya raci olsa gerektir. Zira Münavî´nin de belirttiði üzere (95) bu ve benzeri hadisler kafirden akrabasý olaný sýla-i rahimden men etmediði gibi, (uzun müddet ikamet olmadýðý takdirde) ticaret, alýþveriþ gibi dünyevî iþler için onlarla münasebetten de men etmiyor.
Ýbnu´l-Hacc el-Malikî, kâfir diyarýna seyahat yasaðýný, "el-Ýslamu ya´lu vela yu´la aleyhi" yani "Ýslam daima galebe çalar, ona galib olunamaz" hadisinden çýkarýr ve: "Eðer onlarýn diyarýna gidecek olursa, orada onlarýn sözleri üstün olduðundan Müslüman seyyahýn sözü kýsýk kalýr, bu sebeple yasaklanmýþtýr" der(96).
Küfür diyarýnda bulunmakla alâkalý olarak ifade edilen tahdid ve kerahetin çeþitli yönleri olmakla beraber, bizim burada tebarüz ettirmek istediðimiz en mühim yönü terbiyevîdir. Ýslam dini sözkonusu keraheti muhitin ferd üzerinde, ferde raðmen icra edeceði telkin gücünü nazar-ý itibara alarak vazetmiþtir. Öyle ise, mü´min muhitten gelecek te´sirler, dini yaþayýþ ve tefekkürüne tesir edecek bir müddete ulaþmadan yabancý muhitten ayrýlmalýdýr. Ýkamette bu sýnýrý aþan bir kimse: "Kim müþrikle bir olur, (yani muvafakat, refakat, onunla beraber yürüme)(97) ve (onun diyarýnda)(98) onunla ikamet ederse, aynen müþrik gibi olur" (99) hadisinin tehdidine hedef olur. Böyle bir durumda ona orayý terk, yani hicret terettüp eder.
Yukarýda Kur´an´dan kaydetmiþ bulunduðumuz ayet, bu çeþit hicreti yapmamaktan herkesi mesul tutmaktadýr: "Nefislerine zulmedenler olduklarý halde, meleklerin canlarýný aldýðý kimselere melekler þöyle derler: "Ne iþte idiniz?" "Biz yeryüzünde zaif kimselerdendik, hicret etmekten acizdik" derler. Melekler de "Allah´ýn arzý geniþ deðil miydi, siz de oraya hicret etseydiniz ya" derler."
Bu çeþit hicretin, "tevbeler kabul edilmeye devam ettiði (yani güneþin batýdan doðmasý gibi kýyametin büyük alâmeti zuhur etmediði) müddetçe" (100) "küffarla savaþ edildiði müddetçe" (101) baki kalacaðýný Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) beyan eder.
Ýçtimâî muhitin kötülüðü elle, dille deðiþtirilmediði gibi, kalbî buðuzla da tesirinden kurtulamayacak kadar icbarî bir durum aldýðý takdirde Müslümanýn yapmasý gereken bu hicrete de aynen Resulullah devrinde yapýlan hicret gibi ehemmiyet verilmiþ, teþvik edilmiþtir: "Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve geniþlik bulur. Kim Allah´a ve Resulü´ne itaatle hicret ederek evinden çýkar da sonra kendisine ölüm yetiþirse, onun ecri gerçekten Allah´a düþmüþtür. Allah çok baðýþlayýcý, çok esirgeyicidir." (102) Hz. Peygamber´in: "Hicret, Allah´ýn yasakladýðý þeyi... Allah´ýn hoþlanmadýðý þeyi... Allah´ýn haram kýldýðý þeyi terketmektir" gibi ifadeleri terbiyevî maksatla yapýlacak bu hicretleri ifade eder.
Terbiyevî þartlarý haiz olmayan gayr-i salih içtimâî muhiti behemahal terketmekle ilgili olarak Kur´an-ý Kerim´de Yahudilerin Mýsýr´dan çýkýþ hikâyesini (103) kavimlerinin küfründen dolayý onlarý terkederek maðaraya giren (104) Ashab-ý Kehf hikâyesini (105) görüyoruz. Ýbnu Haldun, Yahudilerle ilgili hikâyede, onlarýn Mýsýr´dan çýktýktan sonra, Filistin´e geldikleri zaman, Hz. Musa´nýn oradaki yerlilerle harbetme teklifine: "Ey Musa, o zalimler orada iken biz hiçbir zaman oraya giremeyiz. Artýk sen ve rabbin beraber gidin de ikiniz harbedin, biz mutlaka burada oturucularýz" (106) diye vaki itirazlarýný, uzun zaman Mýsýr´da köle olarak yaþadýklarý için þecaat, cesaret ve hamiyetlerini yitirmiþ olmalarýyla izah eder. Onlarý, bu itirazýna karþý Cenab-ý Hakk´ýn cezalandýrarak 40 yýl çölde "baþýboþ, þaþkýn þaþkýn dolaþtýrma" hadisesini de mevzumuz bakýmýndan mühim bir izaha tabi tutar. Der ki: "Allah, onlarý baþýboþ olduklarý yerde dönüp durmakla cezalandýrdý. Mýsýr´la Þam arasýndaki çölde kýrk yýl dolaþtýlar. Bu esnada ne bir medenî beldeye (umran), ne de bir þehre uðradýlar. Kur´an´ýn anlattýðý üzere Þam bölgesinde yaþayan Amalika ve Mýsýr´da yaþayan Kýbtîlerin kabalýk ve sertliðinden dolayý baþka insanlarla da karþýlaþmadýlar. Bu þaþkýn dolaþmanýn hikmeti ve maksadý, uzun müddet Mýsýr´da zillet, zulüm ve eziklik içinde yaþadýðý için hamiyyeti gitmiþ, tezellül ve meskenet kendine huy haline gelmiþ olan eski neslin yok olup, onun yerine çölün hür havasýnda yetiþen, tahakküm ve kahýr çekmemiþ izzet-i nefs ve hamiyyet sahibi yeni bir nesil yetiþmesidir. Bundan anlarsýn ki, kýrk yýl bir neslin gidip, yeni bir neslin gelmesi için zaruri olan asgarî müddettir."(107).
Bugün içtimâî intibakta zorluk çeken çocuklara tatbik edilen ve uygulanmasýnda ya çocuðu daha elveriþli bir muhite götürmek veya aile, okul, yakýn çevre gibi çocuðun temas ettiði çevreyi uygun hale getirmek þýklarýndan birine baþvurulan, "çevre terapisi"ni (108) andýran bu duruma Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in hadislerinde de enteresan misallere rastlarýz. Baþta Buhârî, Müslim olmak üzere, hadis kitaplarýnda (109) çeþitli vecihleriyle gelen bir hadiste Hz. Peygamber: "Sizden önce yaþayanlar arasýnda bir adam vardý, 99 kiþi öldürdü..." diye hikâyeye baþladýktan sonra bu adamýn, bir gün yaptýklarýndan piþman olarak tevbe imkaný aradýðýný, tavsiye üzerine danýþmak için gittiði birinci rahibin: "Buna tevbe mi olur!" cevabý üzerine onu da öldürdüðünü, adamcaðýzýn soruþturmaya devam ettiðini ve kendisine, baþvurmak üzere bir baþka alim tavsiye edildiðini..." anlatýr. Mevzumuz yönünden önemli olan, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bu ikinci adamýn aðzýndan naklen söylemiþ olduðu sözlerdir. Ýbnu Mace´deki veçhinde aynen þöyle: "Bak hele! Seninle tebven arasýna kim girebilir? (Ancak), yaþamakta olduðun bu habis köyden çýkacaksýn, zira seni bu cinayetlere iten, köyün bozulmuþ içtimâî þartlarýdýr, oranýn kötü ortamýdýr (110). Falanca köye gideceksin, o salih bir köydür. Orada Rabbine ibadet et." Müslim´deki veçhinde: "...Falanca yere git, zira orada Allah´a ibadet eden insanlar yaþýyor, onlarla sen de ibadet et. Artýk bir daha kendi beldene dönme, zira orasý kötü bir yerdir" denmektedir.
Son olarak þunu belirtelim ki, terbiyevî endiþeyle hicret edilmesi gereken içtimâî muhit tabiri içtimâî halkalarýn hepsini ifade eder. Yani, bu gayr-i salih muhit aile muhiti olabilir, arkadaþ muhiti olabilir, meslektaþlar muhiti olabilir, komþular muhiti olabilir, köy, þehir veya en geniþ þekliyle cemiyet muhiti olabilir. Þu halde dinin hicret emri hepsine þamildir.
Nitekim Hz. Peygamber: "Kiþi dostunun dini üzerinedir, öyle ise her biriniz, dost edindiði kimselere dikkat etsin" (111) diye arkadaþ meselesine dikkat çekerken, Kur´an-ý Kerim de kesin bir üslubla bu meseleyi nazara verir: "Mü´minler, mü´minlerden ayrýlýp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa Allah´la iliþiði kesilmiþ olur."(112)
Bu içtimâî muhitlerden en mühimi, her çeþit içtimâî müessese ve diðer içtimâî halkalarýn hepsini kuþatan cemiyet muhitidir. Ýmam-ý Malik: "Münkerlerin açýkça iþlendiði yerden göçmek gerekir. Eðer kötülükler gizli olursa sadece iþleyene zarar verir, aleniyet kesbeder de bertaraf edilmezse herkese zarar verir" demektedir(113). [33]
Netice Olarak:
Söylediklerimizi þöyle hülasa edebiliriz: Hicret, tarihî bir vak´a olarak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in teblið vetiresi içerisinde baþvurulan bir safhadýr. Topyekun harp taktiðidir. Þartlarýn, düþmandan gelen tehdid ve tehlikeyi sabýrla bertaraf edilemeyecek kadar kötüleþtiði, dini yaþama imkâný kalmadýðý anda baþvurulmuþtur. Hicret kötü þartlardan kaçýþ deðil, dini yaþatacak þartlarýn aranýþýdýr. Taktik olarak tahammülü mümkün olmayan kötü þartlarýn sabrýdýr, cihadýdýr. Bu açýdan sabýr, hicret ve cihad birbirini tamamlayan Ýslamî intiþar vetiresinin halkalarýdýr.
Hicret mefhumunun tarihî vak´a yönünden ehemmiyetinin büyüklüðü, mü´minlerin zihinlerinde ona müstesna bir mevki kazandýrmýþtý. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) teblið ve terbiyede bundan istifade maksadýyla: "Hakiki hicret kötülükleri terk etmektir" demiþ, dinin övdüðü mühim amelleri yapmanýn bir nevi hicret olacaðýný hatýrlatmýþtýr.
Þu halde mü´minin önünde, dudaklarýndan sadece hak kelam çýkan Fahr-i Âlem (aleyhissalâtu vesselâm)´in "amellerin en üstünü" olarak müjdelediði hicreti hergün yapma imkâný vardýr. 15. hicrî asra girerken bunun þuuruna ermek ve baþkalarýný da erdirmek vazife olsa gerektir.[34]
KAYNAKLAR
1. Ýsfehani, Ebu´l-Kasým el-Hüseyn ibnu Muhammed er-Raðýb (v. 502),
el-Müfredat Fi Garibi´l-Kur´an, Mýsýr 1961, s. 53.2.
Bak. Taberi, Muhammed Ýbnu Cerir (v. 310),
Tarihu´l-Mülûk, ve´l-Umem Mektebetu Hayyat, Beyrut, tarihsiz (ofset), 2, 252,
Hakim Ebu Abdi´l-Ýlah, en-Neysaburi (v. 405),
el-Müstedrek Ala´s-Sahibeyn, Haydarabad, Deken, 1335 (baskýsýndan ofset), Beyrut 3, 14;
Buharî, Menakýbu´l-Ensar 48.3.
Kur´an, Maide 3.4. Taberi, a.g.e., 2, 252.5.
Ayný eser, ayný sayfa.6. Ýbnu Hiþam, Ebu Muhammed Abdü´l-Melik (v. 218),
es Siretü´n-Nebeviyye, Mýsýr 1955, 1-2, 289, 408-409.7. A.e. 1-2, 318;
Taberi, a.g.e., 2, 224.8.
Ýbnu Hiþam, a.g.e., 1-2, 291;
Ýbnu Sa´d, Ebu Abdillah Muhammed (v. 230),
Tabakatu´l-Kübra, Beyrut, 1960, 1,211.9.
Ýbnu Hiþam, a.g.e., 1-2, 291;
Buhari es-Sahih, Kahire 1313 (baskýsýndan ofset), 1958;
Taberi a.g.e., 2, 223-24.10.
Ýbnu Sa´d, a.g.e., 1, 208;
Taberi, 2, 22511.
Ýbnu Hiþam, 1-2, 318, 320.12. Bak. Taberi, a.e.g., 2, 229; Ýbnu Hiþam a.g.e., 1-2, 317-321.13. Ýbnu Hiþam 1-2, 320.
14. Kur´an, el-Asr 3.15. Kur´an, Zümer, 10.16. Kur´an, Rum 6.17. Kur´an, Mearic 5.18. Kur´an, Müddessir 7.19. Kur´an, el-Enbiya 85-86.20. Ýbnu Hiþam,a.g.e., 1-2, 406.21. A.e., 1-2, 320.22. Ýbnu´l-Esir, Ýzzü´d-Din Ebu´l-Hasen Ali Ýbnu Muhammed el-Cezerî (v. 630), Üsdü´l-Gabe Fî Ma´rifeti´s-Sahabe, Kahire, 1970, 4, 201.23. Ahmed Ýbnu Hanbel (v. 241) Müsnedu Ahmed, Kahire, 1313 (baskýsýndan ofset), Beyrut, tarihsiz, 4, 385.24. Müslim, Ebu´l-Hüseyn Müslim Ýbnu´l-Hacc el-Kuþeyrî (v. 261). Sahihu Müslim, Kahire, 1955, Taharet 1,25. Nevevî, Muhyi´d-Din Ebu Zekeriyya Yahya (v. 677), Þerhu Müslim, Mýsýr, Tarihsiz, 3, 101.26. Buhari, a.g.e., Menakýbu´l-Ensar 63, 29 (5, 56,57); Ebu Davud, Süleyman Ýbnu´l-Eþ´as es-Sicistanî el-Ezdî (v. 202), Sünenü Ebi Davud, Daru Ýhyaý´s-Sünneti´n-Nebeviyye, Tarihsiz, Cihad 106 (3, 47).27. Kur´an, Ahkaf 35.28. Taberi, a.g.e., 416.29. Kur´an, Hacc 39-40.30. Taberi, a.g.e., 2, 224; Ýbnu Hiþam 1-2, 291-92.31. Taberi, a.g.e., 2, 224.32. Toynbee, Arnold J. L´Histoire (Fransýzcaya çeviren: Elisabeth Julia), Gallimard, Paris 1951, p. 164.32. 2. A.e.g. p. 104.33. A.e., p. 158.34. Buhari, a.e., Megazî 53. (5, 194).35. Ýbnu Hiþam, a.g.e., 1-2, 467.35-2. Ýbnu´l-Esir, Usdü´l-Gabe 2, 168.35-3. A.e., 3, 164.35-4. A.e. 3, 179.35-5. A.e., 3, 62.36. Kur´an, Nisa 97.37. Kur´an, Nisa 100.38. Kur´an, Nisa 75.39- Ýbnu Sa´d, a.g.e., 3, 242-43; Ýbnu´l-Esir, a.g.e., 1, 74; Ýbnu Abdi´l-Berr, Ebu Ömer Yusuf (v. 463), e-Ýsti´ab Fî Ma´rifeti´l-Ashab, Kahire 1328 (baskýsýndan ofset), 1, 108.
40. Taberi, a.g.e., 2, 222; Ýbnu Hiþam, 1-2, 322.41. Taberi, a.g.e., 2, 222; Ýbnu Hiþam, 1-2, 321.42. Taberi, a.g.e., 2, 229.43. Ýbnu Sa´d, a.g.e., 1, 211.44. Ýbnu Sa´d a.g.e., 1, 211-12; Taberi, a.g.e., 2, 229-30.
45. Ýbnu Hiþam, a.g.e., 1-2, 342.46. bak. Ebu Bekr Ýbnu´l-Arabi (v. 543), Ahkamu´l-Kur´an, Kahire, 1968, 3, 1295-96; Ýbnu Kesir Ýmadü´ddin Ebu´l-Fida Ýsmail (v. 774), Tefsiru´l-Kur´ani´l-Azim, Beyrut, 1966, 4, 648-49.47. Bak, Suyuti, Celalü´d-Din Abdurrahman Ebu Bekr (v. 911) Tefsiru Celaleyn, Dýmeþk, 1378, s. 438; Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur´an Dili Türkçe Tefsir, Ýkinci Baský, Ýstanbul, 1960, 5. 3379.48. Ýbnu Kesir, ag.e., 4, 648.49. Kur´an, Hacc 39-40.50. Kur´an, Bakara 190-91.51. Bak. Ýbnu Kesir, a.g.e., 1, 400-401.52. Ýbnu Kesir, a.g.e., 1, 400.53. Kur´an, Muhammed 4,54. Kur´an, Tahrim 9.55. Kur´an, Tevbe 5.56. Kur´an, Tevbe 29.57. Kur´an, Enfal 39.58. Malik Ýbnu Enes (v. 179), el-Muvatta, Mýsýr 1951, Medine 18, 19 (2, 204); Ýbnu Hiþam, a.g.e., 3-4, 356.59. Hamidullah Muhammed, Ýslam Peygamberi, Tercüme: Said Mutlu, Ýstanbul 1966, 1, 286-293.60. Ýbnu Hacer el-Askalanî (v. 852), Selamet Yollarý, Tercüme: Ahmed Davudoðlu, Sönmez Neþriyat, Ýstanbul, 1972, 4, 94.61. Kur´an, Enfal 72.62. Kur´an, Nisa 89.63. Ýbnu Kesir, a.g.e., 2, 352.64. Nesâî, Ebu Abdirrahman Ahmed Ýbnu Ali Ýbni Þuayb (v. 303). Sünenün-Nesâî (el-Mücteba), Kahire, 1930 (Suyuti´nin þerhi ve Sindi´nin Haþiyesi ile birlikte), Bey´at 12 (7, 144).65. A.e., Bey´at 15 (7, 146).66. A.e., Bey´at 12 (7, 144).67. Nesai, Bey´at 12 (7, 144); Müsned-ü Ahmed, 2, 160, 191.68. Kur´an, Tevbe 20, 22; Bak Kur´an, Enfal 72, 75; en-Nahl 41, 110.69. Kur´an, Al-i Ýmran 195.70. Buhari, a.g.e., Megâzî 38 (5, 174-175); Müslim, Fedailu´s-Sahabe 169.71. Nesâî, a.g.e., Bey´at 12 (7, 144).72. A.e. Bey´at 10-11 (7, 143); Müslim, Ýmaret 87; Müsned-u Ahmed 2, 160.72-2.Usdü´l-Gabe, a.g.e., 5, 346.
73. Nesai, Bey´at 15; Buhari, Megazi 53 (5, 193); Müslim, Ýmaret 83-87.74. Ýbnu Mace, Ebu Abdillah Muhammed Ýbnu Yezid el-Kazvini (v. 275). Sünenü Ýbnu Mace, Kahire, 1952; Keffarat 12; Üsdü´l-Gabe,a.g.e., 3, 280.74-2. A.e., 5, 61.75. Bkz. Ýbnu Mace, Keffarat 12; Nevevî, Þerhu Müslim 13, 8; Ýbnu Hacer, Fethu´l-Bari, Mýsýr, 1959, 8, 229.76. Buhari, Ýman 4 (1, 9),Rikak 26 (8, 127); Nesaî, Ýman 9, (8, 105).76-2. Usdü´l-Gabe, a.g.e., 4, 185.77. Müsnedü Ahmed 4, 114.78. Ýbnu Mace, Fiten 2, (2, 1298).
79. Müsnedu Ahmed 3, 412; Ebu Davud, Vitr 12 (2, 69).80. Müsnedu Ahmed 2, 160, 191; 3, 391; 4, 385.81. Müslim, Ýmaret 85.82. Nevevî, Þerhu Müslim, 13, 8.83. Müslim, Fiten 130,84. Nesai, Bey´at 10 (7, 143).84-2. Üsdü´l-Gabe a.g.e., 4, 351.85. Ýbnu Hacer, Selamet Yollarý 4, 95.86. Mialaret, Gaston Introduction a´la Pedagogie, PUF, Paris, 1967, p. 37.87. Bak. Cahýz Ebu Osman Amr Ýbnu Bahr (v. 250), Kitabu´l-Hayevan, Beyrut, 1969, 4, 71; 5, 370; 7, 100; Maverdi Eb´l-Hasen Ali ibnu Muhammed (v. 450), Edebu´d-Dünya ve´d-Din Ýstanbul 1299, s. 188; Ýbrahim Hakký Erzurumi (v. 1194), Marifetname, Ýstanbul, 1330, s. 95-96; Kýnalýzade Ali Efendi, Ahlak-ý Alaî (v. 980), Bulak, 1248, 2, 46; Spengler, Oswald, Ýnsan ve Teknik, Tercüme; Kamil Turan, Ankara 1973, s. 80.88. Malik Ýbnu Nebi, Perspectives Algeriennes Cezair, 1964, p. 41, 43.89. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Ýstanbul 1962, s. 471.90.Sindî, Ebu´l-Hazen Muhammed Ýbnu Abdil Hadi (v. 1138), Haþiyetu´s-Sindi Ala´n-Nesaî, Mýsýr, 1349, 8, 36.91. Nesai, Kasame 25 (8, 36); Ebu Davud, Cihad 104, (3, 45).92. Hattabi, Ebu Süleyman Ahmed Ýbnu Muhammed (v. 388), Mealimu´s-Sünen, Haleb, 1932, 2, 272.93. Ýbnu´l-Esir, Mecdü´d-Din Seadat el-Mübarek Ýbnu Muhammed el-Cezeri (v. 606), en-Nihaye Fi Garibi´l-Hadis, Kahire 1963, 2, 117.94. Suyuti, Zehrü´r-Rüba (Þerhu´n-Nesai), Sünenü Nesâî ile birlikte basýlmýþtýr, 8, 36.95. Münavi, Þemsü´d, -Din Muhammed Zeynü´d-Din Abdurrauf (v. 1031), Feyzu´l-Kadir Þerhu´l-Cami´us-Saðir, Beyrut, 1972 (Ofset, 6, 112).96. Ýbnu´l-Hacc el-Maliki Ebu Abdillah Muhammed Ýbnu Muhammed (v. 737) el-Medhal, basýldýðý yer meçhul, 1293, 3, 105.97. Azimabadi, Ebu´t-Tayyib Muhammed Þemsü´l-Hakk, Avnu´l-Mabud, Medine, 1968, 7, 478.98. Münavi, a.g.e., 6, 109.99. Ebu Davud, Cihad 174 (3, 89).100. Müsnedü Ahmed 1, 192; 4, 62; Ebu Davud, Cihad 2, (3, 3).101. Nesai, Bey´at 15 (7, 146).102. Kur´an, Nisa 100.103. Kur´an, Maide 20.104. Kur´an, Kehf 16,105. Kur´an, Kehf 9-26.106. Kur´an, Maide 24.
107. Ýbnu Haldun Abdurrahman (v. 808), el-Mukaddime, Beyrut, tarihsiz, s. 141-142.108. Çaðlar, Doðan, Uyumsuz Çocuklar ve Eðitimi. A.Ü. Eðitim Fakültesi yayýný, Ankara, 1974. s. 218.109. Buhari, Enbiya 54; Müslim, Tevbe 46-47; Ýbnu Mace, Diyat 2, Müsnedü Ahmed 3, 20.110. Parantez içindeki sözler tarafýmýzdan konmuþtur.111. Hakim, el-Müstedrek, 4, 171; Ebu Davud, Edeb 18.112. Kur´an, Al-i Ýmran 28,113. Ýbnu Ma´n ed-Dürrî Hüseyn Ýbnu Fahri´d-Din (v. 1109), Temyiz, Yzm. Damad Ýbrahim Paþa, Nu. 945, Varak 220/a.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/192.
[2] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/192-197.
[3] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/199-200.
[4] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/200.
[5] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/200-201.
[6] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/201.
[7] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/202.
[8] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/202.
[9] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/202-203.
[10] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/203-204.
[11] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/204-205.
[12] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/205.
[13] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/205-206.
[14] Zamanla ilgili tâbirlerin târifleri, Ýsfehânî´nin Müfredâtu´l-Kur´ân´ýndan alýnmýþtýr.
[15] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/206.
[16] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/206.
[17] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/206-208.
[18] Tevbe 37. Bu âyet, günümüzde de, meselâ Ramazan ayný devamlý kýþ mevsimine almayý teklif edenlere cevap olmaktadýr.
[19] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/208-210.
[20] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/210.
[21] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/210-211.
[22] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/211.
[23] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/211.
[24] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/211-212.
[25] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/212.
[26] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/212-213.
[27] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/213-215.
[28] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/215-217.
[29] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/217-220.
[30] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/220-222.
[31] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/222-226.
[32] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/226-228.
[33] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/228-233.
[34] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 16/234.
radyobeyan