Lukata buluntular 2 By: sumeyye Date: 27 Nisan 2010, 10:13:17
AÇIKLAMA:
Burada, aðaçtan alýnacak meyve ile ilgili bazý hükümler mevzubahis edilmektedir.
1) Baþkasýnýn aðacýndan, ihtiyaç sahibi, orada yemek üzere alabilir. "Aðzýyla ulaþmak"tan murad, mahallinde yemektir.
Eteðine veya sepetine koyarak oradan meyve çýkarmamalýdýr. Hadis, bu çeþit çýkarmayý menediyor, haram ilan ediyor.
2) Hadis aðacýn dalýnda veya daðda iken çalýnana borçlanma takdir ederken, harmandan veya meyvelerin toplandýðý yer olan "kurulma yerleri"nden nisab miktarý çalýndýðý takdirde hadd cezasýný takdir etmektedir.
3) "Deðerinin iki misli" tabiri zecr içindir. Deðerinin misliyle borçlanmak esastýr. Borçlanmaya ilave edilen ukubet, ta´zir cezasýdýr.
Ancak bazý alimler "iki misliyle" tabirini esas alarak, bu durumlarda mala ceza verilebileceðini söylemiþtir. Çünkü bu bir nevi malî ceza olmaktadýr. Ýmam Þafiî, kavl-i kadiminde bunu caiz görmüþ ise de kavl-i cedidinde bundan rücu etmiþtir. "Borç, hiç kimseye, hiçbir þeyde katlanmaz, ceza bedendedir malda deðil" demiþtir. Þafii bu hükmün mensuh olduðunu, nasih rivayeti "geceleyin sürüsüyle zarar verenlere, Resulullah´ýn aynýyla tazmin edeceklerini bildiren hadisin teþkil ettiðini" söyler.
Hattâbî de hadisteki "iki misli" ile ödeme emrini bu iþlerden vazgeçirmek için korkutmak gayesine hamleder. Aslolanýn bir þeye zarar verenin, o þeyi misliyle tazmin etmek olduðunu belirtir. Bazý alimler de: "Bu Ýslam´ýn baþýnda fiillere karþý konan cezalardan biridir, sonradan neshedilmiþtir" demiþtir. Aðacýn baþýndaki meyveyi çalandan el kesme cezasýnýn düþmesi, o zaman Medine bahçelerinin etrafýnda duvarlarýn bulunmamasý ile izah da edilmiþtir.
4) Çalýnan, miðfer fiyatýna ulaþtýðý takdirde el kesme cezasýnýn uygulanmasý meselesine gelince: "Miðfer, o zamanda üç dirhem deðerinde idi. Üç dirhem bir dinarýn dörtte biridir. Þafii nezdinde bu miktar hýrsýzlýk için nisabtýr.
5) Hadis, harabe yerde bulunan buluntu ile, insanlarýn yaþadýðý köyde veya insanlarýn gelip geçtiði yolda bulunan buluntuyu ayrý hükümlere tabi kýlmaktadýr. Hemen þunu belirtmede fayda var. Harabe deyince sahipsiz harabe ile, sahibi olan harabeyi ayýrmak gerekmektedir. Sahibi olmayan eski milletlerden kalma harabede bulunan mal, madenler gibi beþte bir nisbetinde vergiye tabi tutulmaktadýr. Ama böyle olmayan mal, bulana aittir. Sahibi olan harabede bulunan mal, harabe sahibine aittir, bulana herhangi bir þey yoktur. Eðer sahibi bilinmezse bu takdirde lukatadýr, buluntuya uygulanan hükümler buna da aynen uygulanýr.
6) Hadiste geçen rikaz kelimesi -ki maden diye tercüme ettik- Hicaz ulemasý ile Irak ulemasý arasýnda farklý anlaþýlmýþtýr. Bundan murad Iraklýlara göre madenlerdir. Hicazlýlara göre ise cahiliye devrinin defineleridir. Lügat açýsýndan ikisi de muhtemeldir.[5]
ـ5307 ـ3ـ وعن سهل بن سعدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ علَيّ بن أبي طالبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه دَخلَ عَلى فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها، وَحَسَنٌ وَحُسَيْنٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَبْكِيَانِ. فقَال: مَا يُبْكِيكُمَا؟ فقَالَتِ: الْجُوعُ. فَخَرَجَ، فَوَجَدَ دِينَاراً بِالسُّوقِ، فأتَى فَاطِمَةَ فَأخْبَرَهَا، فقَالَتِ: أُئْتِ فَُناً اَلْيَهُودِىَّ فَاشْتَرِ بِهِ دَقِيقاً فَجَاءَهُ فأخَذَ الدَّقىقَ، فقَالَ لَهُ الْيَهُودِىُّ: أنْتَ خَتَنُ هذَا الّذِى يَزْعُمُ أنَّهُ رَسُولُ اللّهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَخُذْ دِينَارَكَ، وَلَكَ الدَّقِيقُ. فَخَرَجَ عَلِيٌّ حَتّى جَاءَ فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها بِالدَّقيقِ وَالدِّينَارِ فَأخْبَرَهَا بِهِ. فقَالَتِ: اذْهَبْ الى فَُنٍ الْجَزَّارِ فَخُذْ لَنَا بِدِرْهَمٍ لَحْماً. فَذَهَبَ فَرَهَنَ الدِّينَارَ بِدِرْهَمٍ لَحْمٍ فَجَاءَ بِهِ فَعَجَنَتْهُ وَنَصَبَتْ وَخَبَزَتْ، وَأرْسَلَتْ الى أبِيهَا فَجَاءَهُمْ. فقَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ أذْكُرُ لَكَ، فإنْ رَأيْتَهُ حًََ أكَلْنَاهُ وأكَلْتَ مَعَنَا، مِنْ شَأنِهِ كذَا وَكذَا. فقَالَ: كُلُوا بِسْمِ اللّهِ، فأكَلُوا مِنْهُ. فَبَيْنَمَا هُمْ مَكَانَهُمْ إذَا غَُمٌ يَنْشُدُ اللّهَ وَا“سَْمَ الدِّينَارَ فَدَعَاهُ النَّبِيُّ # فَسَألَهُ فقَالَ: سَقَطَ مِنّي بِالسُّوقِ. فقَالَ: يَا عَلِيُّ اِذْهَبْ الى الْجَزَّارِ. فَقُلْ لَهُ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ
# يَقُولُ لَكَ: أرْسِلْ إليَّ بَالدِينَارِ، وَدِرْهَمُكَ عَليَّ. فأرْسَلَ بِهِ، فَدَفَعَهُ # الى الْغَُمِ[. أخرجه أبو داود .
3. (5307)- Sehl Ýbnu Sa´d (radýyallahu anh) anlatýyor: "Ali Ýbnu Ebi Talib (radýyallahu anh), (bir gün), Hz. Fatýma (radýyallahu anhâ)´nýn yanýna girmiþ idi. O sýrada Hz. Hasan ve Hüseyin aðlamakta idiler. "Niye aðlýyorsunuz?" diye sordu. Hz. Fatýma: "Acýktýlar!" dedi.
Hz. Ali (bir yiyecek temin etmek üzere) çýktý. Derken yolda bir dinar para buldu. Dönüp Hz. Fatýma´ya gelerek haber verdi. O da:
"Falan Yahudiye git, bununla un satýn al!" dedi. Ali (radýyallahu anh) ona vardý ve un aldý. Yahudi ona:
"Sen, kendini Allah elçisi zanneden þu zatýn damadý mýsýn?" dedi. Hz. Ali´nin "evet"i üzerine:
"Dinarýný al, un da senin olsun!" dedi. Ali oradan ayrýlýp, Fatýma (radýyallahu anhâ)´ya unu ve dinarý getirdi, durumu da anlattý. Hz. Fatýma:
"Þimdi de þu falan kasaba git, bize bir dirhemlik et al!" dedi. Hz. Ali gidip, dinarý bir dirhemlik et mukabilinde rehin býraktý. Eti Hz. Fatýma´ya getirdi. O hamur yaptý , (tencereye) koydu, ekmek piþirdi. Babasýna haber gönderdi. Resulullah yanlarýna gelince, Hz. Fatýma:
"Ey Allah´ýn Resûlü! (Þu yemeðin) hikâyesini size anlatayým da eðer helalse yiyelim, bizimle siz de yiyin. Bunun mahiyeti þöyle þöyledir..." diye anlattý. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah´ýn adýyla yiyin!" buyurdular ve hep beraber ekmekten yediler. Onlar daha yerlerinde iken, bir köle gelip, Allah ve Ýslam adýna dinar bulan var mý?" diye sormaya baþladý. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu çaðýrýp (dinarý hakkýnda) sordu. Köle:
"Çarþýda benden düþtü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ey Ali! Haydi kasaba git. Ona: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sana "Dinarý bana göndersin, dirhemini ben ödeyeceðim!" diyor de!" emretti. Kasap dinarý gönderdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu köleye verdi." [Ebu Davud, Lukata 1, (1714).][6]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette dikkat çeken husus, Hz. Ali (radýyallahu anh)´nin çarþýda bulduðu dinarýn sahibini aramadan, hemen onu harcamasýdýrr. Halbuki, önceki hadislerde de gördüðümüz üzere kaideten bir yýl boyu ilan ederek sahibini aramasý gerekliydi, bunu yapmadý. Hz. Fatýma, sofraya konan bu ekmek ve etin hikâyesini anlattýðý vakit, Aleyhissalâtu vesselâm, bu yiyeceklerin helal olduðunu söylemekle, Hz. Ali´nin davranýþýný te´yid etmiþ olmaktadýr.
Hadisteki müþkile dikkat çeken Münzirî, müþkilin çözümü sadedinde sadece hadisteki zayýflýða dikkat çekmekle kalmaz, Ýmam Þafii´nin kaydettiði iki ayrý veçhinde Resulullah´ýn Hz. Ali´ye ilan etmeyi emrettiðinin, buna raðmen Hz. Ali´nin ilan etmediðinin yer aldýðýný belirtir. Sözlerine þöyle devam eder: "Buluntu malý ilanda müddet þartýný zikreden hadisler hem sayýca çok ve hem de sýhhatçe daha üstündür " der ve sonra ilave eder: "Belki de Hz. Ali, onu, ilan müddeti geçmezden önce, zaruret sebebiyle harcadý."
Bazý alimler: "Hz. Ali hadisinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buluntunun ilanýný emretmemektedir. Burada müþkilat var. Çünkü, hiç bir fakih, buluntu malla ilgili "ilan" prensibini kaldýrma sonucunu veren fetvada bulunmamýþtýr" dedikten sonra þöyle bir çözüm teklif etmiþtir: "Ýlanýn alýþýlmýþ bir tarafý yok. Hz. Ali´nin Aleyhissalâtu vesselâm´a kalabalýðýn huzurunda müracaatý da bir nevi ilandýr. Bu durum, buluntuyu bir kere ilan etmenin yeterli olacaðýna delildir." Ýmam Þafiî´nin rivayetinde ilan etme emredildiðine göre bu yorum isabetli olmamaktadýr.
Bu hadisten hareket eden bazýlarý da: "Lukatada azýn miktarý bir dinar ve daha aþaðý deðerde olan eþyadýr" demiþtir. Bazýlarý da yine bu hadisi delil göstererek: "Az malýn ilaný gerekmez" diye hükmetmiþtir.[7]
ـ5308 ـ4ـ وعن عِيَاضْ بن حِمَار رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ وَجَدَ لُقَطَةً فَلْيُشْهِدْ ذَا عَدْلٍ أوْ ذَوىْ عَدْلٍ، وََ يَكْتُمْ وََ يُغِيِّبْ. فإنْ وَجَدَ صَاحِبَهَا فَلْيَرُدَّهَا عَلَيْهِ وَإَّ فَهُوَ مَالُ اللّهِ يُؤْتِىهِ مَنْ يَشَاءَ[. أخرجه أبو داود.ا‘مر باشهاد هنا أمر تأديب وإرشاد لما يخشى من تسويل النفس والرغبة فيها فتدعو الى الخيانة فيها، أو ينزل به حادث الموت فيدّعيها وارثه ويجعلها في جملة تركته.
4. (5308)- Ýyaz Ýbnu Hýmar (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim bir buluntu ele geçirirse, buna adalet sahibi birini þahid kýlsýn, ne filaný terkederek buluntuyu gizlesin, ne de (bir baþka yere yollayarak) nazardan kaçýrsýn. Sahibini buldu mu hemen ona versin. Sahibini bulamazsa (bilsin ki) bu mal Allah´ýn malýdýr, Allah onu dilediðine verir." [Ebu Davud, Lukata 1, (1709).][8]
AÇIKLAMA:
1- Hattâbî der ki: "Þahid kýlma emri, irþadî ve te´dibî bir emirdir, iki mana taþýr:
Birinci mana, þeytanýn iðvasýndan duyulan peþin korkudur. Kiþinin mala raðbet duyarak temellük etmeye kalkmasý melhuzdur. Bu hýyaneti þahid önler.
Ýkinci mana: Kiþiye ölümün gelme ihtimalidir. Bu halde þahid, varislerin o buluntuya sahip çýkma iddialarýný önler. Bu hadisi esas alan Ebu Hanife, lukatada þahidlemenin vacib olduðunu söylemiþtir. Þafii hazretlerinin iki görüþünden biri de böyledir. Bunlar: "Lukata ve evsafý üzerine iþhad vacibtir" demiþlerdir. Ýmam Malik´le, Þafii´nin diðer görüþüne göre iþhad vacib deðildir. Bu kanaatte olanlar: "Sahih hadislerde þahidlemenin zikri geçmez, öyleyse sadedinde olduðumuz hadisteki þahidleme emri, nedbe hamledilir" derler.
Doðru olanýn þahidleme olduðu kabul edilmiþtir.
2- Hadiste geçen "gizlenme" emrinin lukata (buluntu eþya), "gözden kaçýrmama" emrinin de yolunu kaybetmiþ (deve, sýðýr, at gibi) hayvanlarla ilgili olabileceði de belirtilmiþtir.
3- Sahibi bulunamayan buluntu hakkýnda geçen "Allah´ýn malý" tabiri, zahirîlerin: "Bu artýk bulanýn malý olmuþtur; sonradan sahibi çýksa da tazmin etmez" iddialarýna delil kýlýnmýþtýr. Ancak bu iddiaya: "Bu mutlak deðil, geçmiþ olan tazminin vacib olduðu þartý ile mukayyeddir" diye cevaplandýrýlmýþtýr.
4- "Allah dilediðine verir " tabiriyle "bir yýl ilan edildikten sonra kullanýlmasý, bulana helal olur" denmek istenmiþtir.[9]
ـ5309 ـ5ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَخَّصَ لَنَا رَسُولُ اللّهِ # في الْعَصَا وَالسَّوْطِ وَالْحَبْلِ وَأشبَاهِهِ يَلْتَقِطُهُ الرَّجُلُ يَنْتَفِعُ بِهِ[. أخرجه أبو داود.
5. (5309)- Hz. Cabir (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) deðnek, kamçý, ip ve benzeri þeylerde ruhsat tanýdý. Bunlarý bulan kimse (ilan etmeksizin) onlardan faydalanabilir." [Ebu Davud, Lukata 1, (1717).][10]
radyobeyan