Hayat ve Kabristan By: rabia Date: 26 Nisan 2010, 15:47:36
Hayat ve Kabristan
Doðar doðmaz insanoðlu ölüme adýmlýyor. Ýstese de istemese de... Sadece insan deðil ki, tüm mahlukatýn, hayvanlarýn, nebatatýn ortak kaderi böyle. Hani ilk mektepte fen bilgisi dersinde öðretirlerdi, canlýlarýn ortak özelliklerini sayardýk: Tüm canlýlar doðar, solunum yapar, büyür, ürer ve ölür.
Kendimce sayýyorum, doðdum, nefes alýyorum, büyüdüm, evlendim, çoðaldým.. Geriye ne kaldý? Aman Allahým, sadece o mu kaldý?! Paçalarým tutuþuyor.
Þakalar gerçek olursa
Çocukken ölüm sözcüðüne gülebiliyorduk. Ender de olsa bir cenazeye rastlasak, içimizden biri “Susun, ölü ölmüþ!” diyor, diðeri ise; “Hadi oradan, hiç ölü ölür mü?” deyiverince korkudan gerilmiþ sinirlerimiz boþalýveriyor ve istemeden de olsa gülüþüyorduk. Hatta daha küçük çocuklar ölümü “Cee! Eee!” gibi bir oyun zannederler.
Ýki çocuk kovboyculuk oynuyormuþ; biri yüksekçe bir duvarýn üstüne çýkmýþ, diðeri aþaðýdan elindeki deðnek ile ateþ etmiþ. Duvarýn üzerindeki çocuk, “Ah! Vuruldum!” diyerek kendini aþaðý býrakývermiþ. Ve maalesef, gerçekten de tepe üstü düþerek ölmüþ. Yakýnlarý için çok acý ama onun için sadece bir oyun!
Çocuklar hep büyümek ister ama büyük insanlar da çocukluðunu arar. Ne büyümemek mümkün, ne de geriye dönebilmek. O halde hayatýn hakkýný vermek gerek.
Nereden gönderildik, niçin varýz ve istikamet nereye? Bu üç büyük soru insanlýk karmaþasýnýn temel kaynaðýný oluþturuyor. Ýkiye ayrýlmýþ gibiyiz; bir kýsmý bu sorularý hiç hatýrdan çýkarmayarak panik içinde, bir kýsmý ise bu sorularý aklýna getirmemek için panik içinde... Hiç koþuþturmayan, boþ duran var mý?
Sahi, bu telaþ içinde þu sevdiðimiz insanlar nereye gittiler? Oysa onlar da bizim gibi bilinçli ya da bilinçsiz koþuþturup duruyorlardý. Bizden ayrýlýverdiler. Zaman hýzla ilerliyor, onlarý özlüyoruz, peki ama nasýl görüþeceðiz? Ýmkansýz mý? Buluþmamýz belki rüyalara mý kaldý? Bana böyle þeyler söylemeyin!
Yürek ferahlatan hikâye
Bir tasavvuf kitabýnda bir kuþun hikâyesini okuduðumda hamd deryasýndan bir ferah esinti yüreðimin hararetini serinletmiþti. Böyle masallar da olmasa, insana hayatýn gerçeðini kim anlatabilir, divaneleri kim avutabilir? Ama bu bildiðimiz masallardan deðil, bize bu hikâyede asýl gerçek anlatýlýyor:
Eski zamanda zengin bir tacir varmýþ. Konaðýnda hizmetçilerin, cariyelerin yaný sýra bir de tûti kuþu yani papaðaný varmýþ. Tacir, ticaret için Hindistan’a gitmeye niyetlenmiþ. Evinde bulunan tüm maiyetine kendisinden ne getirmesini istediklerini sormuþ. Çünkü çok cömert bir adammýþ. Bu arada kafesteki papaðanýný da unutmayýp, bir isteðinin olup olmadýðýný sormuþ. Tûti de þu cevabý vermiþ:
“Senden bir þey istemem. Sadece Hint tûtilerine benim halimi arzeyle. Onlara senin evinde bir kafeste hapis olduðumu söyle. De ki: Ey papaðanlar; siz bu güzel ormanda yeþillikler içinde özgürce aðaçlara konmakta, gönlünüzün arzu ettiði gibi uçup, eþlerinizle muhabbet içinde oynamaktasýnýz. Ama sizden birini evimde kafese kapattým, o benim esirimdir…”
Gerçekten de tacir Hindistan’da bir ormandan geçerken aðaçlara konmuþ tûtilere rastlar. Durup onlara kendi tûtisinin selamýný söyleyerek:
“Siz burada istediðiniz gibi uçuþmaktasýnýz, oysa sizden biri benim evimde hapis.” der.
Bu sözü duyan papaðanlardan biri aniden kendini daldan aþaðý býrakýr, týpký ölmüþ gibi yere yatar.
Tacir seyahatini tamamlayýp evine geldiðinde gördüklerini kendi tûtisine anlatýr. Tûti sahibinin söylediklerini duyar duymaz, birden hareketsiz kalýr ve öylece ölü gibi yatar. Tacir de tûtisinin üzüntüden öldüðünü zannederek kafesin kapaðýný açar ve o anda kuþ uçuverir, özgürlüðüne kavuþur.
Bu masal ve misalde kafes dünya hayatýný; kafesteki kuþ ise bedene hapsolmuþ ruhu temsil etmektedir. Güzel, yemyeþil ormanlar ruhlarýn aslî vatanýný, orada uçuþan kuþlar ise mücerret ruhlarý sembolize etmektedir. Bunlardan biri de kafesteki kuþun mürþidinin ruhudur ki, daldan düþüp ölü taklidi yapmakla, müridi olan tûtiye esaretten kurtulmanýn yolunu þifrelemiþtir. Kafesteki kuþ da bu mesajý alýr almaz, týpký mürþidi gibi yaparak kafesten kurtulmaya muvaffak olmuþtur..
Bu tûti kýssasýndan aldýðým hisse ile artýk kabristanlara bakýþ açým deðiþiverdi, yokluk kapýsý zannettiðim bu yerler, ebedi hayatýn ilk kapýsý manasýný kazandý. Ah, ben de bir tûti kadar iyi bir taklitçi olabilsem! Rehberimi layýkýyla taklit edebilsem...
Ateþ düþtüðü yeri yakar
Gelin girmedik hane olurmuþ da, ölüm girmedik hane olmazmýþ. Gazeteden okumasý, televizyondan bakmasý, dile söylemesi kolay! Ölüm bazen insanýn zihninde sadece bir haber olarak yer ediyor. Kefeni kendi üzerimizde prova etmek nefse çok aðýr, içimden hemen gözlerimi açývermek geliyor! Ve merak ediyorum, þu dünyada kaza namazý olmayanlar da ölümden korkarlar mý?
Bazý durumlarda “Cesaret cehalettendir.” deyiminin çok yerinde söylendiðini düþünürüm. Öyle vurdumduymaz yaþayanlar var ki, insan onlara baktýkça ne hissedeceðini bilemiyor; acýyalým mý, kýzalým mý? Anlatmak istesen seni dinlemezler. Gerçekten de kalpleri mühürlenmiþ gibi... “Doðanýn kanunu” ile izah ediverirler. Hayatýn öncesi ve sonrasý diye bir þey yokmuþ!
Ýnançlý olduðunu söyleyen birçok kimse de, ne tezattýr ki, hayatýný inancýnýn çerçevesinde þekillendirip yaþamayý önemsiz görüyor; hiçbir kýpýrtý yok! Kalplerimiz en iyi beyazlatýcýlarla yýkanabiliyormuþ gibi “kalp temizliði” en ön planda vurgulanýp, dinî anlayýþýn merkezine konuluyor. Her haramý iþleyip, “Kalbim temiz!” demekle kiþi kimi kandýrmýþ oluyor?
Þehirlerin iki yüzü
Seyahatler esnasýnda gittiðim þehir ya da beldelerin, köylerin iki yüzü olduðu dikkatimi çeker. Birisi þehrin kendisi, diðeri de mezarlýðý... Kabristanlar hep ölümün bizden uzak durmasýný istermiþçesine yerleþim yerlerinin dýþýna kurulmuþlardýr. Ne ibret-i alemdir ki, yollar da hem þehre hem de kabristana uðruyor. Düþünüyorum, hayattakiler ne alemdeler, ölmüþ olanlar ne alemdeler?
Ýnsan ölüme tanýk ola ola, zamanla ya kabristanlarla barýþýk oluyor ya da ölenlerin özlemiyle dizlerinin baðý çözülüp kabristanlara ayak basamýyor. Yadýrgamamak lazým... Sevdiði insanýn ölüsüne bakmayan, hayattaki halini hafýzasýnda saklamak isteyenlerin sayýsý da bir hayli fazla. Aslýnda ölüm bizi rahatsýz ettiði için böyle.
Üçünde, yedisinde, kýrkýnda bir takým geleneksel seremonilerle son görevlerimizi yapýp, kendi hissemize ibret devþirmeden sayfayý kapatýyoruz. Ýnanýn, ölümü konu alan ilâhileri dinlemeye tahammül edemeyenlere bile rastlanýyor.
Kabristanlar ne güzel beldeler! Sessiz, sakin, yeþillikler içinde, her mevsim baþka güzel! Yaþadýkça en sevdiðimiz insanlar bir bir oraya göç ediyorsa, demek ki mezarlýklar ürpererek ya da kem gözle bakýlacak yerler deðil. Yeþil ve beyaz muazzam bir uyum içinde, insana dünyadan baþka bir diyarýn varlýðýný fýsýldýyor.
Korkmaya hiç lüzum yok. Adabýnca ziyaret ederseniz çarpýlma filan da olmaz. Ölümü iliklerinize kadar hissedip sarsýlýrsanýz, çarpýldým zannetmeyiniz!
Bir gün kavuþuruz
Kabir ziyareti yaparken bir þey dikkatimi çekti: O yakýnýmý hayatýmýn hangi çaðýnda kaybetti isem, elimde olmadan o yaþlarýmdaki haleti ruhiyeye bürünüp, yeniden yaþýyor gibi oluyorum. Senden sonra þu dünyada daha neler neler oldu, neler yaþadýk, sen orada neler yaþýyorsun, diye içimden konuþasým geliyor. Hayatý çok seviyorum, ama onlarýn yanýndan ayrýlýrken, onlarý veya belki de kendimi bir çocuk gibi teselli edip, “Merak etmeyin, günün birinde ben de yanýnýza geleceðim..” demekten kendimi alamýyorum.
Ahirete giden sevdiklerimin sayýsý bir bir çoðaldýkça, her memlekete ziyarete gidiþimde önce kabristana uðramayý istiyorum. Onlarý hiçbir þekilde göremeyeceðimi bile bile, içimdeki özlemi susturmak için, onlarý ve ölümü unutmadýðýmý kendi kendime hatýrlatmak için bu ziyaretlere ihtiyacým var. Yaþayanlarla yedi yýl sonra da olsa elbet kavuþmak mümkün.
Kabristanlarýn da kendine özgü, gerçekten insana sükûnet ve huzur veren bir havasý var. Þehrin öteki yüzüne böyle bakabilmek bize çok þey kazandýrýr. Sevdiklerimizi “dostun hayaliyle” gezmek de iþin bir baþka güzel yönü.
Hayatta daha neler olacak, “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler..”
radyobeyan