Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Dua ve Niyazlar By: rabia Date: 26 Nisan 2010, 15:38:59
Dua ve Niyazlarýn Yankýlandýðý Evren

Gafletimizin, günahlarýmýzýn, negatif enerji yüklerimizin çevremize, dünyamýza ve evrene zarar vermesinden baþkalarýný koruyabilmemiz için kurtuluþumuzu talep etmeliyiz. Bizler dua ve niyazlarýmýzla felaha erebilirsek, belki kendimiz bile farkýnda olmadan nice maddi ve manevi yücelikleri yeþertmiþ olacaðýz.

Allah’ýn isimleri, sýfatlarý ve ayetlerinden tezahür etmesini dilediði her birinin ortak mekâný olan evren, Yüce Yaratýcýmýz’a yapýlan bütün dua ve niyazlarýn cûþ u hurûþa geldiði, bir baþka ifadeyle, dualarýmýzla her bir zerresinin coþtuðu, neþe ve ahenk içerisinde kaynayýp taþtýðý bir alandýr.

Þükür yerine yapýlan dualarýmýz olsa da, genelde duada istemek vardýr; niyazda ise Allah’a teslimiyet ve halimizden dolayý O’na karþý mahcubiyet vardýr. Ancak her ikisinde de Allah’ýn varlýðýnýn kabulü ve kendi yaratýlýþýmýzýn idraki gerçekleþmektedir.

Duaya yöneldiðimiz zaman, güvendiðimiz bir limana demir atýyoruz demektir. Duaya yöneldiðimiz zaman, Allah’ý ve dertlerimize derman olacak yarattýklarýný arýyoruz demektir. Böylece dua eden insan, hiçbir varlýk dýþarýda kalmamak þartýyla, evreni kucaklamaya hazýr hale gelmiþtir.

Necip Fazýl’ýn þu beytini burada hatýrlamak uygun olacaktýr:

“Seni aramam için beni uzaða attýn!
Âlemi benim, beni kendin için yarattýn!”


Kulluðumuz dualarýmýzda saklý

Yaratýlýþýndan bugüne uçsuz bucaksýz bu evren deryasýnda nice dua ve niyazlar yankýlanýp durmaktadýr. Ýlk insandan bu yana yapýlan dualar geride mi kaldýlar? Yani asýrlar önce bile olsa, yapýlmýþ dualarýn bereketi halen devam etmiyor mu?

Bugünkü varlýðýmýz, Allah’ý idrak ediþimiz, O’na imanýmýz, varsa O’na olan aþkýmýz, kim bilir kaç nesil öncesinden gelen ihlâslý dualarýn neticesindedir. Ve bizlerin de, bugün için yaptýðýmýzý sandýðýmýz dualarýmýz, kim bilir kaç asýr sonrasýnda yeni yeni varoluþ tecellileriyle bereketlenip çoðalmaya devam edecektir.

Dualarýmýzla varýz; dualarýmýzla kendimizin, neslimizin ve evrendeki her bir zerrenin kaderiyle ilgileniyoruz. Kierkegaard’ýn dediði gibi, dua etmemiz kesinlikle Allah’ý ve O’nun iradesini deðiþtirmek deðil, kendimizi deðiþtirmek anlamýna gelmektedir. Dolayýsýyla Allah’a olan kulluðumuz, dualarýmýzýn kalitesi ölçüsündedir.

Sadreddin Konevî’nin þu sözleri, bir deðer olarak kalitemizin sýnýrsýzlýðýný deþifre etmektedir: “Ýnsan her þeyi, her emri kapsayan bir nüsha, varlýðýnýn bir sûreti, her sýrrý içeren bir hazine, sûret ve mertebe açýsýndan da ihata edici bir daire olduðu için, ilâhi emir, insanýn her mertebeye göre bir talebi ve her makam açýsýndan da bir duasýnýn olmasýný gerektirmiþtir.” (Tasavvuf Metafiziði, s. 104)

Bütün insanlarýn kurtuluþu için

Duayý niçin yapýyoruz? Hayata, tarihe ve tabiata her an müdahil olan Allah’ýn yardým ve müdahalesinin celbedilmesini saðlamak için deðil mi? Dua, Allah’ýn yüceliði karþýsýnda kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duygularý içinde lütuf ve yardýmýný dilemesidir. Dolayýsýyla duanýn ana hedefi, kulun Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulunmasýdýr. Buradaki kuldan maksat sadece insanlar deðil, bütün yaratýlmýþlardýr.

Nitekim Kur’an-ý Kerim’de, “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder. O’nu överek yüceltmeyen hiçbir þey yoktur; fakat siz onlarýn bu tesbihini anlamazsýnýz.” (Ýsrâ, 44) buyrularak, bu gerçek vurgulanmýþtýr.

Demek ki dua ettiðimizde sadece kiþisel bir yöneliþle Allah’ý anmýþ ve yardýmýný istemiþ olmuyor, ayný zamanda evrendeki bütün varlýklarýn her an yapmakta olduklarý muhteþem tesbihin musikisine de katýlmýþ oluyoruz.

Dua, Yüce Peygamberimiz s.a.v.’in beyanýyla “Ýbadetin özüdür.” (Tirmizî, Da’avât, 1). Ayrýca Peygamberimiz, “Allah’ý güzel isimleriyle anan kimsenin günahlarý, denizin köpükleri kadar çok olsa bile yine affedilir.” (Buharî, Da’avât, 65) buyurarak, zikir ve duanýn kurtuluþumuza vesile olacaðýný da vurgulamýþtýr.

Bizim kurtuluþumuz kiþisel deðildir ve olmamalýdýr. Bir baþka ifadeyle, sadece bizi ilgilendirmemelidir. Aksine, kendi gafletimizin, günahlarýmýzýn, negatif enerji yüklerimizin çevremize, dünyamýza ve evrene zarar vermesinden baþkalarýný koruyabilmemiz için kurtuluþumuzu talep etmeliyiz. Bizler dua ve niyazlarýmýzla felaha erebilirsek, belki kendimiz bile farkýnda olmadan nice maddî ve manevî yücelikleri yeþertmiþ olacaðýz. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki gerçek dua, kiþisel veya cemaat olarak bir þey üzerine yoðunlaþma neticesinde o þeyin meydana geldiði andýr.

Allah dostlarý, suçlu olsun suçsuz olsun, bütün mahlukata dua ederler; kiþilerin müeyyideleri Allah’a aittir, insana deðil. Dolayýsýyla onlarýn dualarý bütün bir evreni kapsamaktadýr ve herkese yöneliktir. Çünkü onlar, Enbiya Suresi’nin 107. ayetinde Peygamberimiz için buyrulduðu üzere, “Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” sýrrýna göre hareket ederler.

“Ya Rabbî” diyebilmek de O’nun lütfu

Yüce Allah insana vermeyi dilemeseydi, dilemeyi verir miydi? Kalbimizin özünden gelen ve evrenin derinliklerinde asýrlarca yankýlanacak bir duayý yapabilmiþ isek veya evrende asýrlardýr yankýlanan bir duayý dile getirebilmiþ isek, gururlanabilir miyiz? Bu durum, Allah’ýn bizlerde tecelli eden bir lütfu deðil midir? Bu tecelliye mazhar olabilecek kalp, Seyyid Abdülhakim Bilvanisî Hazretlerinin de iþaret ettiði gibi,  ‘zikrin faydasýný görüp sükût haline’ ulaþabilen kiþi içindir. (Altýn Silsile, s. 490)

Mevlâna Hazretleri’nin Mesnevi’de zikrettiði þu hikâye, Allah’ýn adýný anmamýzýn ve O’na dua etmemizin ilâhi kýymetini bizlere hatýrlatmaktadýr:

Birisi, bir gece Cenab-ý Hakk’ý zikrederek dilini, dudaðýný manen tatlýlaþtýrmak için “Allah, Allah” diyordu. Þeytan ona dedi ki: “Senin Allah Allah deyiþine karþýlýk, ‘Lebbeyk!’ (Buyur kulum, ne istiyorsun?) sesi nerede? Ey bu sözü çok söyleyen kiþi, ne vakte kadar böyle söyleneceksin? Cenab-ý Hak’tan sana bir cevap gelmiyor. Sen bu sýkýlmaz, bu utanmaz yüzünle daha ne zamana kadar Allah deyip duracaksýn?”

Adamýn neþesi kaçtý, gönlü kýrýldý. Zikri býrakýp baþýný yastýða koydu ve uyudu. Rüyasýnda yemyeþil, çayýrlýk çimenlik bir yerde Hz. Hýzýr’ý gördü. Hýzýr a.s. o þaþkýna dedi ki:  “Ne diye zikirden geri kaldýn? Allah’ýn ismini anmaktan ne diye piþman oldun?”

Adam, “Ettiðim zikir karþýlýðýnda bana bir ‘Lebbeyk!’ (Buyur kulum!) diye cevap gelmiyor...” dedi. “Allah’ýn kapýsýndan kovulacaðým diye korkup durmadayým.”

Hýzýr dedi ki: “Senin Allah deyiþin, bizim ‘Buyur!’ dememizdir. Senin o yalvarýþýn, yanýp yakýlman da, bizim habercimizdir. Çünkü zikretmek arzusunu sana biz verdik. Senin ‘Ýþim çok, zamaným yok, çok da yorgunum!’ demen, hilelere baþvurman, ‘Allah’ý gereði gibi zikredemiyorum’ diye düþünmen, çareler araman, bizim seni kendimize çekmemizden, ayaðýndaki dünyaya olan sevgi baðýný çözmemizdendir. Senin korkun, aþkýn, bizim lütfumuzun kemendidir. Senin her ‘Ya Rabbî!’ deyiþinin altýnda ‘Lebbeyk’ (Buyur kulum!) deyiþleri vardýr.

Hak bilgisinden haberi olmayan kiþinin caný, bu duadan uzaktýr. Çünkü onun, Ya Rabbî demesine izin yoktur; ona zikir zevki verilmemiþtir. Bir zarara, bir sýkýntýya uðradýðý vakit, inleyip de Allah’a yalvarmamasý için, onun aðzýna da, gönlüne de manevi kilitler vurulmuþtur.” (Mesnevi, c. 3, 189-199.beyitler)

Allah kabul etmeyeceði duayý, bizlere ve özellikle de dostlarýna ilham eder mi? Öyle dualar vardýr ki içlerinde Allah’ý istemekten baþka bir istek yoktur. Dikkat edilirse duanýn hakikati, kulun Allah’a derdini bildirmesi deðil, o derdin dermanýnýn ancak Allah olduðunu bilmesi halidir. Bu yüzden diyebiliriz ki, Allah’ý bütün hakikatiyle sevemeyen bir insan, olmasý gerektiði gibi bir dua edemez.

Bizi bizden iyi bilene teslim olmak

Allah, riyadan uzak bir þekilde ve ihlâsla yapýlan dualara melekleri ile icabet edeceðini þu ayetinde belirtmektedir: “Siz Rabbinizden yardým istiyordunuz. O da: ‘Ben size birbiri ardýnca bin melek ile yardým edeceðim..’ diye duanýzý kabul buyurmuþtu.” (Enfal, 9)

Biz sadece dua ederiz, edeple niyazda bulunuruz; gerçekleþeceði vakit ve saat ise Allah’ýn katýndadýr. Bu gerçeðe raðmen, acziyetinin farkýna varamamýþ insan, aceleci karakteriyle adeta sipariþ verir gibi yaptýðý duasýnýn hemen gerçekleþmesini isteyebilmektedir. Belki istediðimiz þey veya gönlümüzden geçen arzu, bizleri hayra deðil þerre götürecektir. Kur’anýmýz bakýn bu gafleti nasýl tasvir etmektedir:

“Ýnsan, hayra dua eder gibi, þerre de dua etmekte, yani hayrý ister gibi þerri de istemektedir. Ýnsan pek acelecidir.” (Ýsra, 11)

“Ýnsanýn tabiatýnda acelecilik vardýr. Öyle acelecidir ki, sanki insan aceleden yaratýlmýþtýr. Durun, size ayetlerimi göstereceðim, benden acele istemeyin.” (Enbiya, 37)

“Kim bu aceleci dünyayý isterse, orada ona, evet istediðimiz kimseye hemen çabucak dilediðimiz kadar veririz; ama sonra yerini cehennem yaparýz! Kýnanmýþ ve kovulmuþ olarak oraya girer.” (Ýsra, 18)

Öyleyse, olmasýný istediðimiz þeyin, bizim istediðimiz zaman deðil, Allah’ýn hayrýmýza takdir ettiði zaman olmasý daha hayýrlý deðil midir? Böylece Allah, o talebimize veya kendi ruhumuzda beklediðimiz o geliþmeye, evrendeki bütünlüðün bir parçasý olmasý hakikatine göre icabet edecektir. Allah bu þekilde dilemedikten sonra biz nasýl dileyebiliriz ki!.. “Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 29)

Bizim talebimiz, nefsimizin, kötülüklerimizin ve günahlarýmýzýn daralttýðý kendi varlýk alanýmýzý geniþletmek olmalýdýr. Mehmet Akif’in Ýstiklal Marþýmýzda, “Kükremiþ sel gibiyim, bendimi çiðner aþarým, / Yýrtarým daðlarý, enginlere sýðmam taþarým.” þeklinde ruhunun coþkusunu ve varlýk alanýnýn beden kalýbýný aþmasýný ifade ettiði gibi, Muhammed Ýkbâl’in de bizler için örnek olabilecek þu duasý, kendi idrakini geniþleterek sonsuzluðu keþfetme talebine yöneliktir:

“Allahým! Ben bir selim;
Dar gönüllü bir ýrmaða nasýl sýðarým.
Bana bir âlem ver ki,
Daðlarý, vadileri aþýp aþýp geçeyim.”
(Zebûr-i Acem, s. 149)


Ellerimiz ihlâsla semaya doðru yükselirse, emellerimiz Hakk’a kanat açarsa, iþte o zaman kederlerimiz ve ahlarýmýz kaybolacak, günahlarýmýz gözlerimizden yaþ olup akacaktýr. Evrenin her bir zerresinde akseden böyle bir dua, kendi miracýmýzýn önemli bir basamaðý olabilir.

Dualarýmýzda, daima Allah’ýn ve Rasulü’nün yolunda yürümek, O’nun ve Rasulü’nün sevgisine layýk olmak, Ýslâm dinini hakkýyla yaþamak ve yaþatmak ideallerini hatýrlamalýyýz.

Yazýmýzý Rabindranath Tagore’un bir duasý ile tamamlayalým:

“Kopar, gönlümdeki sefaleti kökünden kopar! Senden niyazým budur, efendim.

Sevinç ve üzüntülerime katlanmayý kolaylaþtýracak kuvveti ver bana.

Aþkýmý hizmette faydalý kýlacak kuvveti ver bana.

Fakirden asla yüz çevirmeme ve küstah kuvvete diz çökmeme kudreti ver bana.

Aklýmý günlük hadiselerin çok üstüne çýkaracak kuvveti ver bana.

Ve kuvvetimi senin iradene seve seve teslim etme kuvveti ver bana.” (Gitanjali, s. 42)


radyobeyan