Kütübü Sitte
Pages: 1
Ariyet By: sumeyye Date: 23 Nisan 2010, 18:23:19
Ariyet






UMUMÎ AÇIKLAMA:


Âriyet, dinimizin, müslümanlar arasýnda yardýmlaþmayý saðlamak için meþru kýldýðý bir müessesedir. Bir malýn menfaatinden geçici olarak istifade etmek için sahibinden istenebilir. Bu malý, sahibi herhangi bir menfaat beklemeden vermiþse buna iâre denir. Verilen mal âriyet´tir. Veren muîr´dir, alana da müsteîr denir. Þu halde müste´îr, âriyetin menfaatine meccânen mâlik olur. Bir menfaat araya girse bu iâre deðil, icâre olur. Ýâre akdinin tahakkuku icab ve kabule veya teâtiye baðlýdýr. Dolayýsiyle bir kimse bir þahsa: "Þu malýmý sana iâre ettim" veya "âriyet verdim" deyince, o þahýs da "kabul ettim" dese sarahaten iâre yapýlmýþ olur. O þahýs bir þey söylemeden o malý kabzetse sarahaten icab, delâleten kabul bulunmuþ olur. Ýârede mal sahibinin sükûtu, akdin tahakkuku için yeterli sayýlmamýþtýr. Mesela birisi bir þahsýn bir malýný âriyeten istese, mal sahibi sükut etse, isteyen aldýðý takdirde gâsýb olur. Þu halde mal sahibinin sarih rýzasý gerekmektedir. Rýzasýný iþaretle de bildirse geçerlidir. Ancak, muîr mükreh (zor altýnda) olmamalýdýr. Baþka teferruatý olan bu bahis için fýkýh kitaplarýna baþvurulmalýdýr.[1]



ـ4214 ـ1ـ عن صفوان بن أمية رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # استَعارَ مِنْهُ أدْرَاعاً يَوْمَ حُنَيْنٍ. فقَالَ: أغَصْباً يَا مُحَمَّدُ؟ قَالَ: َ، بَلْ عَارِيَةٌ مَضْمُونَةٌ[. أخرجه أبو داود .



1. (4214)- Safvân Ýbnu Ümeyye (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn savaþý sýrasýnda benden bir miktar zýrhý âriyet olarak istedi. Ben de: "Zorla (gasbederek) mi almak istiyorsun?" dedim. "Hayýr!" dedi, "garantili olarak taleb ediyorum!" [Ebu Dâvud, Büyû´ 90, 3562).][2]



AÇIKLAMA:



1- Safvân Ýbnu Ümeyye (radýyallahu anh) Mekkeli ve Kureyþlidir. Babasý Ümeyye Ýbnu Halef Bedir´de kâfir olarak öldürülenlerdendir. Safvân da Mekke´nin fethinden sonra müslüman olanlardandýr. Mekke fethedilince Cidde´ye kaçmýþ idi. Safvân´ýn amca oðlu Umayr Ýbnu Vehb, oðluyla birlikte Resulullah´a gelip Safvân için emân taleb ederler. Aleyhissalâtu vesselâm þefaatlerini kabul eder, emân verir. Emân niþaný olarak ridasýný veya bürdesini veya Mekke´ye giriþte baþýndaki sarýðýný gönderir. Vehb Ýbnu Umayr, gidip Safvân´ý bulur. Beraber dönerler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn huzuruna, bir kalabalýk esnada çýkar. Kalabalýk arasýnda durarak seslenir.

"Ey Muhammed! Bak þu Vehb Ýbnu Umayr var ya! Bu, senin bana iki aylýk bir emân tanýdýðýný söylüyor!" der.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), "Ebu Vehb´e misafir ol!" der.

Safvân: "Sen bana açýk cevap vermezsen hayýr!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen ona misafir ol, sana dört ay mühlet verdim" buyurur. Oraya inen Safvân, henüz müslüman deðildir. Müslümanlarla birlikte Huneyn seferine katýlýr. Ýþte bu sýrada Resulullah ondan, sadedinde olduðumuz hadiste mevzubahis olan silah talebinde bulunur. Rivayette de görüldüðü üzere, Resulullah, silahlarý satýn alma teklifinde bulunmuyor, âriyeten istiyor.

Safvân, henüz müslüman olmadýðý, üstelik kendisine tanýnan bir emânla ikamet edebildiði ve Aleyhissalâtu vesselâm da Mekke´nin fatihi ve hâkimi olmak haysiyetiyle o silahlarý, dilediði takdirde müsadere de edebilecek bir vaziyet ihraz etmesi sebebiyle, Safvân bu talebin mahiyetini öðrenmek ister: Bu taleb, zorla alma talebi mi, yoksa mülkiyet hakkýna saygý içerisinde cereyan eden normal bir taleb mi, sorar "Gasben mi istiyorsun?" diye. Bir rivayette "Zorla mý, gönül rýzasýyla mý?" dediði kaydedilir. Þüphesiz, nebevî bir talebe böyle bir karþýlýk, mü´min bir kimseden sâdýr olsaydý nezâketsizlik olurdu. Ama Safvân henüz kâfirdir. Aleyhissalâtu vesselâm sükûnetle cevap verir: "Bilakis, gönül rýzasýyla âriyet olarak ve garantili olarak." Safvân, Huneyn´e kâfir olarak katýlýr. Hatta, seferin ilk safhasýnda müslümanlar hezimete uðrayýnca Safvân´ýn anne bir kardeþi Kelede Ýbnu´l-Hanbel, "Sihir bozulmadý mý?" deyince, Safvân: "Sus, çenesi kýrýlasýca! Vallahi, bana Kureyþ´ten birinin hâkim olmasý, Hevâzin´den birinin hâkim olmasýndan iyidir!" der. Huneyn seferi zaferle tamamlanýnca, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Safvân´a ganimetten müellefe-i kulûb faslýndan hisse ayýrmýþtýr. Bilahare Safvân demiþtir ki: "Huneyn gününde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana da pay verdi. O ana kadar en çok nefret ettiðim insan olagelmiþti. Bana verdikçe sevgim arttý ve nihayet, en çok sevdiðim insan oldu."

Resulullah´ýn cömertliði, Safvân (radýyallahu anh) üzerinde ziyade te´sir etmiþ olmalý ki, "Böylesine (bol baðýþa) ancak bir peygamber nefsi razý olabilir" diyerek müslüman olur. Rivayetler Resulullah´ýn ona yüz deve verdiðini belirtir.

Ebu Dâvud´un bir rivayeti, Safvân´ýn Huneyn gününde Resulullah´a 30-40 arasý zýrh verdiðini, savaþ sýrasýnda bir kýsmýnýn kaybolduðunu belirtir. Hz. Peygamber, Safvân´a: "Zýrhlarýndan bazýlarýný kaybettik. Onlarý sana borçlanalým mý?" diye sorar. Safvân: "Hayýr ey Allah´ýn Resulü, Çünkü bu gün kalbimde olan, o gün yoktu!" der.

Safvân (radýyallahu anh) Ýslam´a girmiþ, samimiyetle baðlanmýþtýr. Kendisine: "Hicret etmeyen helak olmuþtur, hicreti olmayanýn müslümanlýðý da yoktur"[3] denmiþ, o da hemen hicret ederek Medine´ye gelmiþ. Abbas Ýbnu Abdu´l-Muttalib´in yanýna inmiþtir. Onun durumu Aleyhissalâtu vesselâm´a haber verilince: "Mekke´nin fethinden sonra hicret yoktur" buyurur. Mekke´ye dönmesini irþad buyurur. Safvân bunun üzerine Mekke´ye döner ve ölünceye kadar orada ikamet eder.

Safvân (radýyallahu anh) cahiliyye döneminde Mekke´nin ileri gelenlerinden biridir. Fesâhatý ile meþhurdur. Mut´im yani insanlara yemek yedirmesiyle de meþhurdur. Ýki göbek gerideki ecdadýndan iki göbek ilerdeki ahfadýna, hepsi mut´im olarak þöhret yapmýþtýr. Yani þu zincirde yer alan bütün isimler mut´imdir: Amr Ýbnu Abdillah Ýbni Safvân Ýbni Ümeyye Ýbni Halef...

Safvân Ýbnu Ümeyye hicretin 42. yýlýnda Hz. Muaviye´nin hilafetinin baþlarýnda vefat etmiþtir, radýyallahu anhüm (Usdü´l-Gâbe).

2- Hadiste geçen ve garantili diye tercüme ettiðimiz "mazmûne" tabirini âlimler iki farklý þekilde anlamýþlardýr:

1) Mazmûne kelimesi, âriyet´in hakikatýný ortaya koyan bir sýfattýr. Yani, âriyetin þe´ni garantili olmaktýr, garantisiz âriyet olmaz. Bu anlayýþta olanlara göre "âriyet garantilidir."

2) Mazmûne kelimesi, âriyet tahsis eden bir sýfattýr. Yani Resulullah, Safvân´ýn sorusu üzerine: "Ben, zýrhlarý senden "garantisi olan âriyet" þeklinde alýyorum. Garantiden mücerred olan, garantisi olmayan âriyet olarak deðil" demiþ olmaktadýr. Bu anlayýþa göre âriyet olarak alýnan mallar esas itibariyle garantili deðildir, gayr-ý mazmûne´dir. Garantili olmasý için, alýþ sýrasýnda, sadedinde olduðumuz hadisteki gibi, bunu belirleyici bir ifade olmasý gerekir.

el-Kâdî der ki: "Bu hadis, âriyet mal, bunu âriyet olarak alanýn (yani müsteîr´in) üzerine garantilenmiþtir. Þayet bu mal elinde telef olsa, onu tazmin etmesi, ödemesi gerekir." Ýbnu Abbâs, Ebu Hüreyre (radýyallahu anhümâ) böyle söylemiþlerdir. Atâ, Þâfiî, Ahmed bu görüþü benimserler.

Hz. Ali, Ýbnu Mes´ud, Þureyh, Hasan Basrî, Nehâî, Ebu Hanîfe, Sevrî (radýyallahu anhüm) ise, âriyetin, müsteîr´in elinde emanet olduðuna, teaddî (haddi aþan bir durum) olmadýkça tazmine mecbur kalmayacaðýna hükmetmiþlerdir.[4]



ـ4215 ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ #: استَعارَ قَصْعَةً فَضَاعَتْ عَلَيْهِ فَضَمِنَهَا لَهُمْ[. أخرجه الترمذي .



2. (4215)- Hz. Enes (radýyallahu anh) anlatýyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir tabak istiâre etmiþti, kap ziyana uðradý. Sahiplerine tazmin etti." [Tirmizî, Ahkâm 23, (1360).][5]


radyobeyan