Sihir ve Kehanet 3 By: sumeyye Date: 20 Nisan 2010, 11:01:51
Sihrin Kapasitesi:
Buraya kadar kaydettiklerimiz, insan üzerinde tesir hâsýl edebilen sihir denen bir gücün varlýðýný te´yid eder. Kurtubî´den iktibas edilen son paraðraf, bu bahsin bir baþka meselesine iþaret etmektedir: "Sihrin tesir gücü nedir? Sihirle ne gibi tesirler hâsýl edilebilir? Söz gelimi bir eþyanýn ayný deðiþtirilebilir, bir varlýk bir baþka varlýða inkýlâb ettirilebilir mi?"
Bu meseleyi Ýbnu Hacer´in nakline göre âlimler þöyle cevaplar: "Sihir bir tahyil, bir yanýltmadýr, gözbaðlamaktan ibarettir" diyenler için eþyanýn mâhiyetini sihirle deðiþtirmek mümkün deðildir. "Sihrin bir hakikatý vardýr" diyenler için mesele ihtilaflýdýr: Sihir sadece mizaca tesir ederek bir nevi hastalýk mý hasýl eder, yoksa mesela cansýz bir cismin hayvan olmasý veya aksi nev´inden eþyanýn tabiatýnda tahavvüller hâsýl edebilir mi?
Bu meselede cumhurun ittifak ettiði görüþ, öncekidir. Yani sihirle, mizacta bir nevi hastalýk hâsýl edilebilir, baþka deðil. Ancak az sayýda bazý âlimler, ikinci görüþü benimsemiþtir. Gerçi Allah´ýn kudreti nokta-i nazarýnda mesele açýktýr, her þey olabilir. Fakat fiilî durum nokta-i nazarýndan, bu münakaþa konusudur. Zîra bu iddiada bulunanlar iddialarýna delil getirememiþlerdir. Hattâbî bazýlarýnýn, sihri tamamen inkar ettiklerini nakleder. Ancak sihri inkar edenler daha ziyade ehl-i bid´a mensuplarýdýr.
Bazý âlimler sihirdeki tesirin Kur´an´da Cenâb-ý Hakk´ýn zikrettiðinin ötesine geçemeyeceðini söylemiþtir. Bu da, "Kadýnla kocasýnýn arasýný açmaktýr." Bu görüþte olanlar: "Zîra, derler sihirle bundan daha ileri tesir elde edilmesi câiz olsaydý, Kur´ân onu da zikrederdi, çünkü Kur´an, bu bahse, sihir mevzuunda mü´minleri ürkütüp caydýrmak için yer vermiþtir."[12]
Kehânet:
Sadedinde olduðumuz bölümün baþlýðýnda kehânet de yer alýr. Bu sebeple bir miktar da bundan bahsetmemiz gerekmektedir.
Kehânet, Ýbnu Hacer´in tarifiyle, "Gaybý bilme iddiasýdýr, bir sebebe istinad ederek arzda vukua gelecek bir þeyi haber vermek gibi. Bunun aslý cinlerin meleklerin konuþmasýna kulak kabartýp iþittiðini kâhinin kulaðýna ulaþtýrmasýna dayanýr." Bu iþle uðraþanlara kâhin denir. Kâhin Lisânu´l-Arap´ta "Gelecek, olacak þeyler hakkýnda haber veren ve sýrlarý bilme iddiasýnda bulunan kimse" diye tarif edilir. Lisânu´l-Arap þu bilgileri de sunar: "Bunlardan bazýlarý, kendilerine haber getiren cinnî yardýmcýlarýnýn olduðunu zannederler. Bazýlarý, gaybî þeyleri, bir kýsým sebeplerin mukaddematý ile bildiklerini zannederler. Bunlara göre, gaybî iþlerin bilinmesinde kendileriyle istidlâl edilen bu mukaddimat, soru soran kimsenin söz, fiil ve hâlinden elde edilir. Bu çeþit kimselere daha ziyade arrâf ismi verilmiþtir. Bunlar çalýnmýþ veya kaybolmuþ bir þeyin yerini vs.´yi bildiðini iddia eden kimselerdir?" Hadiste gelen: "Kim bir kâhine veya arrâfa giderse Muhammed´e indirileni inkâr etmiþtir" ifadesi bu mânaya delildir.
Arrâf´a, kâhin dendiði gibi yýldýza bakarak haber verene (müneccim), çakýl yardýmýyla gaybý bildirmeye çalýþana veya bir baþka yola baþvurarak ihtiyaçlarýný temine çalýþana da kâhin denir. el-Câmi´ye göre: "Arap, bir þeyi vukua gelmezden önce îlan eden herkese kâhin demiþtir." el-Muhkem´de kâhin, "gayýpla hükmeden" diye tarif edilmiþtir.
Ezherî der ki: "Kâhinler Resûlullah´ýn gönderilmesinden önce Araplarda pek yaygýndý. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) peygamber olarak gönderilince semâvât þahaplarla korundu, böylece cin ve þeytanlarýn, semaya giderek kulak hýrsýzlýðý yapýp kâhinlere haber getirmeleri önlendi. Böylece kâhinlik ilmi iptal edildi. Allah, kâhinlerin bâtýllarýný, Allah´ýn içerisinde hakla bâtýlý ayýrmýþ bulunduðu Furkan´la ortadan kaldýrdý. Cenâb-ý Hakk, ihatasýndan kâhinlerin âciz kaldýklarý gaybî ilimlerden dilediðine, Resûl-i Ekremini (aleyhissalâtu vesselâm) vahiy yoluyla muttalî kýldý. Allah´a hamd olsun ki, artýk günümüzde kehânet kalmamýþtýr.
Ýbnu Hacer de cahiliye devrinde kehânetin bilhassa Araplar arasýnda, peygamberliðin inkýtaya uðramýþ olmasý sebebiyle pek yaygýn olduðunu belirttikten sonra þu açýklamayý dermeyan eder: "Kehânet bir çok çeþitlere ayrýlýr:
1- Cinden alýnan kehânet: Cinler semaya doðru yükselirler, birbirlerine binerek Mele-i âlâ´ya[13] kadar yaklaþýrlardý. Öyle ki oradaki kelamý iþitirler, iþitilen haberi kendinden sonra gelene duyurur, o da kendinden sonrakine duyurur, böylece haber silsile ile en sonda kâhinin kulaðýna ulaþtýrýlýrdý. Kâhin buna kendisinden de birþeyler ilave ederdi. Ýslâm gelip, Kur´ân inince, sema þeytanlara karþý koruma altýna alýndý, üzerlerine þihablar gönderildi."
Ýbnu Hacer, bu noktada Ezherî´den biraz farklý olarak þöyle devam eder: "Cinlerin bu istihbaratlarýndan, en üsttekinin, kendisine þihab (göktaþý) gelmezden önce hýrsýzlayýp, alttakine gönderebileceði yarým yamalak mesmuâtýn kâhinlere ulaþtýrýlma imkâný bâki kalmýþtýr. Nitekim buna þu âyet iþâret etmektedir: "Meðer ki (içlerinden) bir çalýp çarpaný olsun. Fakat onu da delip geçen bir alev tâkip etmiþtir" (Saffât 10).
Ýslâm´dan önce kâhinlerin isabetli ihbarlarý gerçekten fazla idi. Nitekim Þýkk ve Satîh (ismindeki iki meþhur) ve diðer kâhinlerle ilgili haberler bunu te´yîd eder. Ancak Ýslâm´dan sonra isabetli haberleri pek nâdir denecek kadar azaldý, hatta nerdeyse tamamen müzmahil oldu diyebileceðimiz bir hale düþtü, doðruyu Allah bilir."
Görüldüðü üzere Ýbnu Hacer, cinlerin hâlâ semaya çýkýp haber çalma gayretine düþtükleri, nadirattan da olsa, isabetli haberler verebildikleri kanaatindedir, tamamen ortadan kalktýðý kanaatinde deðil; üstelik buna âyetten de delil göstermektedir.
2- Cinlerin dostlarýna haber verdiði kayýplarla ilgili kehânetler: Bunlara, umumiyetle insanlar muttalî olamazlar veya yakýn olanlar muttalî olsa bile uzak olanlar muttalî olamazlar.
3- Zan, tahmin ve hads´e (sezgiye) dayanan kehânetler: Bu kehânet, içerisine çokça kizb karýþsa da Cenâb-ý Hakk´ýn bazý insanlara koyduðu bir kuvve´den ileri gelir.
4- Tecrübe ve âdete dayanan kehânet: Burada vukua gelmiþ olandan hareketle, meydana geleceði önceden haber verme mevzubahistir. Bu sonuncu kehânet bir bakýma sihre benzer. Bazýlarý, bu çeþit kehânette zecr (denilen kuþ uçurarak hayra veya þerre alamet yakalama), tark (denen çakýl atma) ve nücûm (denilen yýldýzlara bakma) gibi baþka yollara da baþvurarak kehânetini güçlendirmeye yeltenir.
Þer´an bu kehânet çeþitlerinin hepsi mezmumdur.[14]
Kehânetin Hükmü:
Kehânetle sihrin hükmü birdir. Dînimiz her ikisini de haram etmiþtir. Sadedinde olduðumuz bölümün ikinci hadisinde (yani 2238 numaralý hadis) görüleceði üzere kâhine gidip onu tasdik eden kimsenin kýrk gün namazýnýn kabul edilmeyeceði belirtilmiþtir. Bazý hadislerde ise, kehânetle ilgili vaîd ve tehdidin müeyyidesi tekfirdir. Yani, kehânetle meþgul olmayý Resûlullah iki müeyyideye baðlamaktadýr:
1- Namazýn kabul edilmemesi.
2- Îmanýn kaybedilmesi (tekfir).Allah´a ve âhirete inanan kimseler için her iki tehdid de ciddi bir müeyyidedir. Þunu da kaydedelim ki, bazý hadislerde sihir ve kehânet yanyana zikredilerek ayný müeyyideye baðlanmýþ ve aralarýnda tefrik yapýlmamýþtýr. Ýbnu Mes´ud hadisi olarak Ebû Ya´lâ´nýn bir tahrici þöyle: "Kim bir arrâfa veya sihirbaza veya kâhine gider... ise..." [15]
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّه #: مَنْ عَقَدَ عُقْدَةً ثُمَّ نَفَثَ فِيهَا فَقَدْ سَحَرَ، وَمَنْ سَحَرَ فَقَدْ أشْرَكَ، وَمَنْ تَعَلّقَ شَيْئاً وُكِلَ إلَيْهِ[. أخرجه النسائى .
1. (2237)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim (sihir maksadýyla) bir düðüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmýþ olur. Kim sihir yaparsa þirke düþer. Kim birþey asarsa, o astýðý þeye havale edilir."[16]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde sihir mânasýný taþýyan davranýþlarý yasaklamaktadýr. Zîra, herhangi bir iplik alýp buna düðüm atýp, sonra da birþeyler okuyup düðüm üzerine üfleme iþi sihirbazlarýn amelidir. Þu halde böyle bir davranýþta bulunan, sihirbazlarýn yaptýðý iþi yapmýþ olmaktadýr. Bu ise, þirk ehlinin amelidir. Zîra, faydalý þeylerin celbi ve zararlý þeylerin def´i ancak Allah´tan bilinir, O´ndan istenir. Düðümlere üflemek suretiyle faydalýyý celp veya zararlýyý defetmek düþüncesi, Allah´a inanýp O´na tevekkül eden kimseye yakýþmaz, ancak müþriklere yakýþýr. Hadis þöyle de yorumlanmýþtýr: "Bu davranýþýyla ondan gerçek te´sir olacaðýna itikad etmiþse bu þirk olur." Bazý âlimler: "Maksad þirk-i hafî´dir, zîra tevekkül ve Allah´a itimad terkedilmiþ olmaktadýr" demiþtir.
2- Birþey asma meselesine gelince, bununla büyüklerin veya küçüklerin boyunlarýna fayda maksadýyla asýlan muska, nazarlýk gibi þeyler kastedilmiþtir. Zînet için takýlan þeyler buraya girmez. Bazý âlimler bundan maksad: "Cahiliye devrinde boncuklardan, vahþi hayvanlarýn týrnak ve kemiklerinden mâmul kolyelerdir" der ve hadiste gelen yasaðý oldukça kayýtlar. Bunlara göre, Kur´ân âyetlerinde Allah´ýn isimlerinden yazýp asýlacak muskalar bu yasaða girmezler. Hatta bunlar câizdir. Nitekim, Abdullah Ýbnu Amr´ýn çocuklara bu çeþit þeyler astýðý rivâyet edilmiþtir. Bazý âlimler de: "Burada takbih edilen husus faydanýn celbine ve zararýn def´ine inanýlarak yapýlan asmadýr, deðilse teberrük gayesiyle yer verilen asmalarda mahzur yoktur, câizdir" demiþtir. Ebû Bekr Ýbnu´l-Arabî: "Kur´an´(dan bir þeyler yazýp) asmak sünnet yolu deðildir, bu husustaki sünnet, asma deðil zikirdir" der.
"Kim bir þey asarsa, o astýðýna havale edilir" ibaresi, Cenâb-ý Hakk´ýn yardýmýndan mahrum kalýr" mânasýnda yer verilen bir kinaye olarak da deðerlendirilmiþtir. [17]
ـ2ـ وعن صَفِيَّةَ بنت أبى عبيد عن بعض أزواج النبى # قالتْ: ]قالَ رَسُولُ اللّه #: مَنْ أتَى عَرَّافاً فَسَألَهُ عَنْ شَىْءٍ فَصَدَّقَهُ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صََةٌ أرْبَعِينَ يَوْماً[. أخرجه مسلم .
2. (2238)- Safiyye Bintu Ebî Ubeyd, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn zevce-i pâklerinden naklen anlatýyor: "Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir arrâfa (kâhine) gelir, birþeyler sorar ve söylediklerine de (inanýp) onu tasdik ederse, kýrk gün namazý kabul edilmez."[18]
AÇIKLAMA:
Arrâf, kâhinlerden biridir, yani gaybý bilme iddiasýnda bulunan kimse. Böyleleri müneccim, kâhin, arrâf gibi farklý isimlerle yâd edilse de haklarýnda verilen hüküm aynýdýr. Mamafih arrâf, çalýnan, kaybolan mallarýn yerini bildiðini söyleyen kimselere de denmiþtir. Böylelerine bazan cinci de denir.
Gaybý bilmek Allah´a mahsustur. Bu, âyetlerle te´yid edilen bir husustur. Öyle ise gaybý bilme iddiasý Kur´an´la mübareze gibi ciddî bir mâna taþýr. Hal böyle olunca, bir mü´minin ciddi ciddi kâhine uðramasý, onu dinleyip inanmasý, tasdik etmesi hiçbir sûrette îmaný ile baðdaþmaz, mü´minlik edebine uymaz.
Âlimler, arrâfa gidip, onu tasdik edenlerin namazýnýn kabul edilmemesinden maksadý, namazýn sevabýndan mahrum kalmasý olduðunu belirtirler. Yani, böyle birisi kâfir olmuþ deðildir. "Kýrk gün boyu kýldýðý namaz makbul deðildir, bunu iâde etmesi gerekir" diye bir hükme varýlmamýþtýr. "Kýrk gün boyu, kýldýðý namazlarýn sevabýndan mahrum kalacaktýr" demektir. Ulema bu hususta müttefiktir. Nitekim, gasbedilen bir yerde namaz kýlmak da mekruhtur, fakat iâdesi gerekmez.
Þunu da belirtelim ki: Kâhine gitmenin müeyyidesi bazý hadislerde namazýn kabul edilmemesi ile müeyyideye baðlanýrken, bazý hadislerde tekfir ile müeyyideye baðlanmýþtýr. Bu durum, kâhine gidenlerin iki halde olmalarýna hamledilmiþtir. Taberânî´nin bir rivâyeti bu iki hâle parmak basar: "Kim bir kâhine uðrar ve onun söylediklerini tasdik ederse Muhammed´e indirilenden berî olur, kim de kâhine gelir ve fakat söylediklerini tasdik etmezse kýrk gün namazý kabul edilmez."[19]
ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سُحِرَ رَسولُ اللّهِ # حَتَّى إنَّهُ لَيُخَيَّلُ إلَيْهِ أنَّهُ فَعَلَ الشَّىْءَ وَمَا فَعَلهُ. حَتَّى إذَا كانَ ذَاتَ يَوْمٍ وَهُوَ عِنْدِى دَعا اللّهَ ثُمَّ دَعَاهُ! ثُمَّ قالَ: أشَعَرْتِ يَا عَائِشَةُ أنَّ اللّهَ تَعالى قَدْ أفْتَانِى فِيمَا اسْتَفْتَيْتُهُ فِيهِ؟ قُلْتُ: وَمَا ذَاكَ يَا رسولَ اللّهِ؟ قالَ: جَاءَنِى رَجَُنِ فَقَعَدَ أحَدُهُمَا عِنْدَ رأسِى وَاŒخَرُ عِنْدَ رِجْلَىَّ فقَالَ أحَدُُهُمَا لِصَاحِبِهِ: مَا وَجَعُ الرَّجُلِ؟ قالَ: مَطْبُوبٌ. قالَ: وَمَنْ طَبَّهُ؟ قالَ: لَبِيدُ بنُ ا‘عْصَمِ الْيَهُودِىُّ مِنْ بَنِى زُرَيْقَ. قالَ: فِيمَاذَا؟ قالَ: في مُشْطٍ وَمُشَاطَةٍ وَجُفِّ طَلْعَةِ ذَكَرٍ. قالَ: فَأيْنَ هُوَ؟ قالَ: في بِئْرِ ذَرْوَانَ. فَذَهَبَ # في أُنَاسٍ مِنْ أصْحَابِهِ إلى الْبِئْرِ فَنَظَرَ إلَيْهَا وَعَلَيْهَا نَخْلٌ. ثُمَّ رَجَعَ إلى عَائِشَةَ فقَالَ. واللّهِ لَكأنَّ مَاءَهَا نُقَاعَةُ الحِنَّاءِ، وَلَكأَنَّ نَخْلَهَا رُؤُسُ الشّيَاطِينِ. قُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ: أفأَخْرَجْتَهُ؟ قالَ َ: أمَّا أنَا فَقَدْ عَافَانِى اللّهُ تَعَالى وَشَفَانِى وَخَشِيْتُ أنْ أُثِيرَ عَلى النَّاسِ مِنْهُ شَرّاً، وَأمَرَ بِهَا فَدُفِنَتْ[. أخرجه الشيخان.»المَطْبُوبُ« المسحور.»وَالمُشَاطَةُ« ما يخرج من الشعر. إذا مُشِطَ.»وَالجُفُّ« وِعَاءُ الطّلْعِ، وَغِشَاؤُهُ الذي يَكِنُّهُ.»وَذَرْوَانُ« بئر في بنى زريق .
3. (2239)- Hz. Âiþe (radýyallâhu anhâ) anlatýyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e (yahudîler tarafýndan) sihir yapýldý. Öyle ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yapmadýðý bir þeyi yaptým vehmine düþüyordu. Bir gün benim yanýmda iken Allah´a dua etti, sonra tekrar dua etti. Ve dedi ki:
"Ey Âiþe, hissettin mi, sorduðum hususta Allah bana fetva verdi?"
"Hangi hususta Ey Allah´ýn Resûlü?" dedim.
"Ýki kiþi bana gelip, biri baþucumda, diðeri de ayak tarafýmda oturdu. Biri diðerine:
"Bu zatýn rahatsýzlýðý nedir?" dedi. Öbürü:
"Büyüdür!" dedi. Önceki tekrar sordu:
"Kim büyüledi?" Diðeri:
"Lebîd Ýbnu´l-A´sam adýndaki Benî Züreykli bir yahudî" diye cevap verdi. Öbürü:
"Büyüyü neye yaptý?" dedi. Arkadaþý:
"Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuðunun içine!" cevabýný verdi. Diðeri:
"Pekala, þimdi nerede?" diye sordu. Arkadaþý:
"Zervân kuyusunda!" cevabýný verdi."
Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ashâbýndan bir grupla birlikte (radýyallâhu anhüm) kuyuya gitti, ona baktý, kuyunun üzerinde bir hurma vardý. Sonra benim yanýma dönüp:
"Ey Âiþe! Allah´a yemin olsun, kuyunun suyu sanki kýna ýslatýlmýþ gibi (bulanýk) ve (o kuyu ile sulanan) hurma aðaçlarýnýn baþlarý da sanki þeytanlarýn baþlarý gibiydi!" dedi. Ben:
"Ey Allah´ýn Resûlü! Onu (kuyudan) çýkardýn mý?" diye sordum.
"Hayýr" dedi ve ilave etti:
"Bana gelince, Allah bana âfiyet lûtfetti ve þifa verdi. Ben ondan halka bir þer gelmesine sebep olmaktan korktum!"
Resûlullah onun gömülmesini emretti ve yere gömüldü"[20]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadise, hicretin yedinci senesinde Medîne´de cereyan etmiþtir. Vak´a çeþitli tarîklerden bazý farklý teferruatlarla rivâyet edilmiþtir. Sahiheyn dýþýnda baþka kaynaklarda da yer alýr. Câmi´u´lma´mer´den yapýlan mûteber bir rivâyete göre Resûlullah altý ay kadar yapýlan bu sihrin tesirinde kalýp ýzdýrabýný çekmiþtir.
2- Ehl-i Bid´aya mensup bazýlarý bu hadisi inkar etmiþ, delil olarak þu mülahazayý ileri sürmüþtür. "Bu, peygamberlik makamýna uymayacak bir haldir. Resûlullah´ýn sihre uðradýðýný kabul etmek, þeriatýna þüphe sokar, bu husustaki bütün rivâyetler bâtýldýr... Hz. Peygamber´e sihir yapýlabileceðini câiz addetmek, getirdiði bütün ahkâma olan itimadý ortadan kaldýrýr. Çünkü bu durumda, O´nun Cebrâil´i görmediði halde gördüðünü zannetmesi, kendisine vahiy gelmediði halde vahiy geldiðini zannetmesi ihtimal dahiline girer."Mâzirî bu mülahazalarýn bâtýl ve merdud olduðunu belirtir ve devamla þunu söyler: "Çünkü, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ´ýn Cenâb-ý Hakk´tan naklettiði meselelerdeki sýdký hususunda ve tebliðâtýnda ismete (ilâhî korunmaya) mazhar olduðu hususunda delil ikame edilmiþtir. Pek çok mûcize onun tasdik edildiðine kesin delillerdir? Aksine delili tecviz etmek bâtýldýr. Ancak asýl gönderiliþ gayesinin dýþýnda kalan ve peygamberliði de ilgilendirmeyen bir kýsým dünyevî umûra, bir insan olarak Hz. Peygamber dahi mâruzdur, hastalýklar gibi. Öyle ise, herhangi dünyevî bir meselede -O´nun dînî meselelerdeki ismetine raðmen- hakikati olmayan bir zanna düþürülmesi akýldan uzak deðildir." Mâzirî ilaveten der ki: "Esasen Resûlullah´ýn zanna düþürüldü dendiði husus, bazý rivâyetlere göre "zevceleriyle temasta bulunmadýðý halde temasta bulundu" zannýna düþmüþ olmasýdýr. Bu çeþit zanlara rüyada, insanlar sýkça düþer, uyanýk halde düþmesi de imkandan uzak deðildir."
3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelen iki kiþiden maksad, iki melektir: Cebrâil ve Mîkâil (aleyhimasselâm). Rivâyetler, baþ tarafta duranýn Cebrâil, ayak tarafýnda duranýn da Mikâil olduðunu ifade eder.
4- Bazý rivâyetlerde vak´a daha teferruatlý anlatýlmýþtýr. Bunlardan birinde gelen ziyade burada kayda deðer: ... hurma tomurcuðunun içerisinde mumdan bir timsal vardý. Bu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn timsali idi. Timsâle batýrýlmýþ iðneler vardý. Ayrýca üzerine onbir adet düðüm vurulmuþ bir de kiriþ vardý. Bunun üzerine Cebrâil, Muavvizeteyn suresini indirdi. Bunlardan bir âyet okudukça bir düðüm çözüldü, bir iðne çýkarýldýkça onun elemini hissetti. Bunlar tamamlanýnca rahatladý." Bir rivâyette "Cebrâil´in Muavvizeteyn´i getirerek; düðümleri çözdükçe bir ayet okunmasýný emrettiði, bunun üzerine Resûlullah´ýn okumaya ve çözmeye baþladýðý; bu iþ tamamlanýnca baðlardan kurtulmuþ gibi rahatlayýp kalktýðý" belirtilir.
5- Bazý rivâyetlerde kýzýl, bazýlarýnda yeþil olduðu ifade edilen kuyu suyundaki renkliliði, Kurtubî, uzun müddet kalmasý sebebiyle çirkinleþmesi veya içerisine atýlan sihir malzemeleri sebebiyle husûle gelen renk deðiþikliði ile îzah eder.
6- Kuyu suyundan beslenen aðaçlarýn baþlarýnýn þeytan baþýna teþbihi, çirkinliði ifade içindir. Kur´ân-ý Kerîm´de zakkum aðacýnýn baþý da þeytanlarýn baþýna teþbih edilmiþtir. Lügatciler Arap dilinde, bir þeyin çirkinliðini ifade için þeytana nisbet edildiðini belirttiler.
7- Hz. Peygamber´in büyü malzemesini kuyudan çýkarma teklifine "Ben ondan halka bir þer gelmesinden korktum" diye cevap vermiþ olmasý bazý yorumlara sebep olmuþtur. Nevevî: "Bu korku ümmetin sihirle meþgul olmasý, onlarýn bunu öðrenmeye kalkmalarý korkusundur; bu, fesat korkusuylu maslahatý terketme bâbýna girer" der.
8- Sihirbaza Hz. Peygamber´in ceza vermediði anlaþýlmaktadýr. Bir rivâyette: "Resûlullah Lebid´i getirtti, o da suçunu itiraf etti, bunun üzerine Efendimiz
affetti" denir. Bir rivâyette: "Resûlullah: "Bunu niye yaptýn?" diye sormuþ, þu cevabý almýþtýr:
"Para sevgisi sebebiyle!"
Bazý rivâyetlerde Lebid´in ölümle cezalandýrýldýðý da ifade edilmiþse de Kurtubî, Resûlullah´ýn, onun katli halinde çýkabilecek fitneyi önlemek veya Ýslam´a girmekten bazýlarýný ürkütmemek düþüncesiyle öldürmekten vazgeçmiþ olmasýnýn daha makul olduðunu belirtir. Nitekim Resûlullah, halkýn: "Muhammed arkadaþlarýný öldürüyor" diye dekikodu yapmamasý için münâfýklarý öldürmekten vazgeçmiþtir.
9- Hz. Âiþe büyü vak´asýný anlatýrken mühim bir noktaya dikkat çeker: Resûlullah sýhhatinin bozulduðunu hissedince duayý artýrmýþ, hemen bir tedavi arama cihetine gitmeden dua yoluyla bundan kurtulmak istemiþ ve mütemadiyen dua etmiþtir. Nevevî rivâyetteki bu açýklamaya dayanarak: "Ýnsanýn baþýna hoþlanmadýðý bir þey geldiði zaman tekrar tekrar dua okumak müstehabtýr" hükmünü çýkarýr. Ýbnu Hacer, hadisin bütününden çýkan hükmü þöyle deðerlendirir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu kýssada hem tefviz (tevekkül ve Allah´a býrakma) ve hem de esbaba teþebbüs olmak üzere her iki metoda da baþvurmaktadýr. Þöyle ki: Hastalýðýn bidayetinde iþini Allah´a teslim ederek tefviz´de bulundu. Böylece belaya sabrederek ücret almayý düþünmüþtü. Sonra rahatsýzlýk halinin devam ettiðini, (þifayab olmadýðýný) görünce, bunun devamý halinde ibadetlerini yapamayacak kadar zayýflayacaðýndan korkarak, tedaviye, sonra da duaya yöneldi. Bu makamlardan herbiri, kemâle ermede gayedir.[21]
ـ4ـ وعن زيد بن أرقم رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سُحِرَ النَّبىُّ # فَاشْتَكَى لذِلِكَ أيّاماً. فأتَاهُ جِبْرِيلُ فقََالَ إنَّ رَجًُ مِنَ اليَهُودِ سَحَرَكَ، عَقَدَ لَكَ عُقَداً في بِئْر كَذَا وَكَذَا. فَأرْسَلَ رَسُولُ اللّهِ # عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَاسْتَخْرَجَهَا فَحَلَّهَا. فقَامَ # كَأنَّما نَشِطَ مِنْ عِقَالٍ. فَمَا ذََكَرََ ذلِكَ الْيَهُودِىِّ وََ رَآهُ في وَجْهِهِ قَطّ[. أخرجه النسائى .
4. (2240)- Zeyd Ýbnu Erkam (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sihir yapýldý. Bu yüzden günlerce hasta düþtü. Sonunda Cebrâil aleyhisselâm gelerek:
"Seni yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptýðý sihir düðümünü falanca kuyuya attý" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ali (radýyallâhu anh)´yi (bu maksadla oraya) gönderdi. Ali (radýyallâhu anh) düðümü oradan çýkarýp çözdü. (Sihir çözülünce) Aleyhissalâtu vesselâm, baðdan kurtulmuþ gibi kendine geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, o yahudîye zikretmedi ve onun yüzünü de hiç görmedi."[22]--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/83-84.
[2] A´raf: 7/109-120, Yûnus: 36/81, Þuara: 26/49, Kamer: 54/2.
[3] Erâcîf, urcûfe´nin cem´idir. Urcufe uydurma söz, yalan haber demektir. Çoðunlukla erâcîf diye cemî halde kullanýlýr.
[4] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/84-86.
[5] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/86-88.
[6] Beyin yýkama vasýtalarý deyince, milli dilin kelimelerinde yapýlan oyunlar, korku, zulüm, iþ hayatý, tahsil hayatý, tefessüh, kültür vs. pek çok þeyi anlamak gerekir.
[7] Çeþitli vesilelerle belirttik; Kur´ân-ý Kerîm öðrettiði dualarla, bizi yapacaðýmýz mühim iþlere yönlendirmek ister. Bu dualar, onlarý, sadece dilimizle okuyup, neticeyi Allah´tan beklememiz için Kur´an´a girmemiþtir. Dualar okunacak, ayný zamanda, o duanýn gerçekleþmesi için aklýmýzýn gösterdiði ameller fiilen yapýlacak, tedbirler alýnacaktýr. Sözgelimi sadedinde olduðumuz sûreler propaganda odaklarýnýn þerrinden Allah´a sýðýnmayý talep etmekle, menfî yayýnlarý önlemek, hayatýmýza sokmamak, mukâbil müsbet yayýnlar gerçekleþtirmek üzere fiiliyata, gayrete geçmeyi emretmiþ olmaktadýr.
[8] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/88-89.
[9] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/89.
[10] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/89-91.
[11] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/91.
[12] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/91-92.
[13] Mele-i A´la: En yüce cemaat demektir. Bu tâbir Allah´a yakýn olan büyük meleklerin teþkil ettiði yüce cemaati ifâde eder. Bunlara Refik-i a´la dendiði de olmuþtur. Allah´ýn olmasýna hükmettiði iþlerin kararý Mele-i A´la´ya iner. Duhân suresinin 4. Âyetinde bu vak´aya iþaret buyrulmuþtur: "Her hikmetli, her mühim iþ orada ayýrdedilir." Her ne hususa ait olursa olsun bütün þeriatlerin bu Mele-i A´la´da kararýný bulduðu kabul edilmiþtir. Þu halde, cinler ve þeytanlar bedenî letâfetleri sebebiyle bu cemaata yaklaþarak bazý haberleri yarým yamalak da olsa kapýp kâhinlere ulaþtýrabilmektedirler.
[14] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/92-94.
[15] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/94.
[16] Nesâî, Tahrîm: 19, (7, 112); Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/95.
[17] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/95.
[18] Müslim, Selâm: 125, (2230); Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/96.
[19] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/96.
[20] Müslimin rivayetinde Hz. Aiþe: "Onu yaktýrmadýn mý?" diye sorar. Buhâri´nin bir rivayetinde "çýkartmadýn mý?" þeklindedir. Teysir´de "çýkarmadýn mý?" þeklindedir. Ýmlâ hatasýna hükmedemedik.
Buhârî, Týbb: 47, 49, 50, Cizye: 14, Edeb: 56; Müslim, Selâm: 43, (2189); Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/97-98.
[21] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/98-100.
[22] Nesâî, Tahrîm: 20, (7, 112-113.); Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý: 8/100.