Kütübü Sitte
Pages: 1
Riya By: armi Date: 19 Nisan 2010, 16:02:01



RÝYA BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA.
ÝÇÝMÝZDEKÝ MÜNAFIKLARA DÝKKAT
BÝR VESÝKA
SU UYUR DÜÞMAN UYUMAZ

RÝYA BÖLÜMÜ

UMUMÎ AÇIKLAMA



Riya, lügat olarak görmek mânasýna gelen ru´yet kökünden gelir. "Hakikatte olmadýðý halde iyi görünmek" mânasýnadýr. Dilimizdeki en yakýn karþýlýðý gösteriþtir. Dînî bir tabir olarak ibâdetlerde ve diðer amellerde samimiyetten uzaklýðý ve ihlassýzlýðý ifade eder. Bir baþka ifade ile, bir Müslüman ibâdetlerini Allah rýzasý için yapmakla mükelleftir. Sadaka, zekat, yardým, güler yüz, tatlý söz gibi her çeþit hayýrlý amelleri de Allah rýzasý için yapmalýdýr. Amelde Allah rýzasýný arama keyfiyetine ihlas denir. Ýhlasýn zýddý riyadýr. Yani, her çeþit ibâdet ve dînin teþvîk ettiði diðer hayýrlý amellerde Allah rýzasýný deðil, dünyevî bir maksad gütmek, insanlarýn rýzasýný aramak riyadýr. Gazâlî, daha vecîz olarak: "Riya, iyi görünerek insanlarýn kalbinde yer almak istemektir" diye târif eder. Gazâlî bir baþka tarifinde, riyâ´yý sadece ibâdetlerdeki gösteriþe tahsis ederek: "Allah´a yaptýðý ibâdet ile kullarý kastetmektir" diye tarif eder. Ancak hadislerde herçeþit ameldeki ihlassýzlýk, riya ile ifade edilmiþtir. Mamafih Gazâlî de beþ þeyle riya yapýldýðýný belirterek, teker teker açýklar. Bu beþ þey: Beden, elbise, söz, amel, arkadaþ çokluðu´dur.

Ýhlâsa ehemmiyet veren Ýslâm nazarýnda riya, bir nevî þirktir. Çünkü hayýrlý ameller Allah için yapýlacakken dünyevî bir menfaat için yapýlýnca, o menfaat Allah yerine konmuþ olmaktadýr. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) þirkin bu çeþidine þirk-i hafî demiþtir, yani gizli þirk. Hadiste: اِنَّ اَدْنَى الرِّيَاءِ شِرْكٌ "Riyanýn en azý da þirktir" buyurulmuþtur. Bir baþka hadis de þöyledir: "Kýyamet günü riyâkar adama: "Ey fâcir, ey gaddâr, nefsine gadreden, ey gösteriþci mürâî, amelin mahvoldu, mükâafatýn kayboldu. Amelini kime gösteriþ için yaptýnsa, git ondan mükâfâtýný al!" denir." Resûlullah´ýn riyaya karþý uyarýsý çoktur. Bunlardan biri de þöyle: Ümmetimin þirke düþmesinden korkuyorum. Gerçi onlar puta tapacak deðiller; güneþe, aya, taþa da tapacak deðiller. Fakat amellerinde riyâkarlýk yaparlar, Allah için iþlemezler."

Resûlullah´ýn riya ile ilgili bazý hadislerine geçmeden önce, Gazâlî Hazretleri´nin riyanýn dereceleri ile alâkalý açýklamasýný da kaydetmede fayda görüyoruz: Ona göre riya´nýn çeþitli dereceleri vardýr. Bazýsý bazýsýndan daha aðýrdýr:

Birinci Derece: En aðýr olanýdýr. Riya ile yaptýðý ibâdette hiç sevap niyeti yoktur. Ýcabýnda insanlarýn yanýnda abdestsiz bile namaz kýldýðý halde, yalnýz kaldýðý zaman hiç kýlmayan gibi. Bu namaz sýrf insanlara gösteriþ içindir, hiçbir hayrý yoktur.

Ýkinci Derece: Ýbâdeti gösteriþ için yapar, fakat Allah´ýn rýzasýný da niyet eder. Ancak bu niyet zayýftýr, yalnýzlýkta bu ibâdeti yapmayacaktý. Sevâba niyet etmese de gösteriþ için bunu yapacaktýr.

Üçüncü Derece: Gösteriþ ve sevap taraflarý müsâvî olmaktýr. Eðer riyânýn yanýnda bir de sevap veya sevabýn yanýnda bir de riya niyeti olmasa bu ameli yapmayacaktý. Ýkisinin müsâvî olarak bulunmasýyla bu ameli yapmýþtýr. Bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez, baþa baþ kurtarýr.

Dördüncü Derece: Ýbâdetini, insanlarýn duymuþ olmasýndan dolayý daha da gayrete gelip takviye etmesi, artýrmasýdýr. Böyle birisi, kimse duymasa da ibâdetini yapacaktýr. Böyle birisi sýrf riya maksadýyla yapmadýðý için ibâdetinden fayda görebilir.[1]



ـ1ـ عن شُفَىٍّ ا‘صْبَحِى عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: أوَّلُ مَنْ يُدْعَى بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ جَمَعَ الْقُرآنَ، وَرَجُلٌ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ، وَرَجُلٌ كَثِيرُ المَالِ. فَيَقُولُ اللّهُ تَعَالى لِلْقَارِئِ: ألَمْ أُعَلِّمْكَ مَا أنْزَلْتُ عَلى رَسُولِى؟ فَيَقُولُ: بَلَى يَا رَبِّ. قالَ: فَمَا عَمِلْتَ فِيمَا عَلِمْتَ؟ فَيَقُولُ: كُنْتُ أقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَأنَاءَ النَّهَارِ. فَيَقُولُ اللّهُ تَعالى لهُ: كَذَبْتَ. وَتَقُولُ لهُ المََئِكَةُ: كَذَبْتَ. وَيَقُولُ لهُ اللّهُ تَعالى: بَلْ أرَدْتَ أنْ يُقَالَ فَُنٌ قَارِئٌ، وَقَد قِيلَ ذلِكَ. وَيُؤْتى بِصَاحِبِ المَالِ؟ فَيَقُولُ اللّهُ تَعالى: ألَمْ أُوَسِّعْ عَلَيْكَ حَتَّى لَمْ أدَعْكَ تَحْتَاجُ إلى أحَدٍ؟ فيَقُولُ: بَلَى يَا رَبِّ. فَيَقُولُ: فَمَاذَا عَمِلْتَ فِيمَا آتَيْتُكَ؟ فَيَقُولُ: كُنْتُ أصِلُ الرَّحِمَ وَأتَصَدَّقُ. فَيَقُولُ اللّهُ تَعالى لَهُ: كَذَبْتَ؛ وَتَقُولُ لَهُ المََئِكَةُ: كَذَبْتَ؛ وَيَقُولُ لَهُ اللّهُ تَعالى: بَلْ أرَدْتَ أنْ يُقَالَ فَُنٌ جَوَادٌ، وَقَدْ قِيلَ ذلِكَ. ثُمَّ يُؤْتَى بِالَّذِى قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ. فَيَقُولُ لَهُ اللّهُ تَعالى: فِيمَا ذَا

قُتِلْتَ، فَيَقُولُ: أُمِرْتُ بِالْجِهَادِ في سَبِيلِكَ فقَاتَلْتُ حَتَّى قُتِلْتُ. فَيَقُولُ اللّهُ تَعالى لَهُ: كُذَبْتَ. وَتَقُولُ لَهُ المََئِكَةُ: كَذَبْتَ. وَيَقُولُ لَهُ اللّهُ تَعالى: بَلْ أرَدْتَ أنْ يُقَالَ فَُنٌ جَرِئٌ، وَقَدْ قِىلَ ذلِكَ. ثُمَّ ضَرَبَ رسولُ اللّهِ # عَلى رُكْبَةِ أبى هُرَيْرَةَ. فقالَ: يَا أبَا هُرَيْرَةَ أولئِكَ الثََّثَةُ أوَّلُ خَلْقِ اللّهِ تُسْعَرُ بِهِم النَّارُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، قال شُفَىٌّ: فأخْبَرْتُ مُعَاوِيَةَ بِهَذَا الحَدِيثِ عَنْ أبِى هُرَيْرَةَ. فقَالَ: قَدْ فُعِلَ بِهؤَُءِ هذا، فَكَيْفَ بِمَنْ بَقِىَ مِنَ النَّاسِ؟ ثُمَّ بَكَى مُعَاوِيَةُ بُكَاءً شَديداً حَتَّى ظَنَّ أنَّهُ هَالِكٌ. ثُمَّ أفَاقَ وَمَسَحَ عَنْ وَجْهِهِ وقَالَ: صَدَقَ اللّهُ وَرَسُولُهُ؛ مَنْ كانَ يُرِيدُ الحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إلَيْهِمْ أعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا َ يُبْخَسُونَ أولئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ في اŒخِرَةِ إَّ النَّارُ وَحََبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ[. أخرجه مسلم والترمذي واللفظ له والنسائى .



1. (2002)- Þüfeyyü´l-Esbâhî, Hz. Ebû Hüreyre´den naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kýyamet günü ilk çaðrýlacaklar, Kur´ân-ý ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malý olan biridir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur´ân okuyana:

"Ben Resûlüme inzal buyurduðum þeyi sana öðretmedim mi?" diye soracak. Adam:

"Evet yâ Rabbi!" diyecek.

"Bildiklerinle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teâlâ tekrar soracak.Adam:

"Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum" diyecek. Allâhu Teâlâ Hazretleri:

"Yalan söylüyorsun!" diyecek. Melekler de ona:

"Yalan söylüyorsun!" diye çýkýþacaklar. Allahu Teâlâ Hazretleri ona:

"Bilakis sen, "Falanca Kur´an okuyor" densin diye okudun ve bu da söylendi" der.

Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:

"Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadýn?" der. Zengin adam, "Evet yâ Rabbi" der.

"Sana verdiðimle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teâlâ sorar. Adam:

"Sýla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim" der. Allâhu Teâlâ Hazretleri:"

Bilakis sen: "Falanca cömerttir" desinler diye bunu yaptýn ve bu da denildi" der.

Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:

"Niçin öldürüldün?" diye sorar. Adam:

"Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaþtým" der. Hakk Teâlâ ona:

"Yalan söylüyorsun!" der. Ona melekler de:"Yalan söylüyorsun!" diye çýkýþýrlar. Allah Teâlâ Hazretleri ona tekrar:

"Bilakis sen: "Falanca cesurdur" desinler diye düþündün ve bu da söylendi" buyurur. Sonra (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebû Hüreyre´nin dizine vurup):

"Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kýyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracaðý Allah´ýn ilk üç mahlûkudur!" dedi.

"Þüfey der ki: "Ben Ebû Hüreyre´den aldýðým bu hadisi, Hz. Muâviye´ye haber verdim. Bunun üzerine: "Böylelerine bu muâmele yapýlýrsa, insanlarýn geri kalanlarýna neler yapýlýr?" dedi ve Hz. Muâviye þiddetli bir aðlayýþla aðlamaya baþladý, öyle ki helak olacaðýný zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaþlarýný) sildi. Ve þunlarý söyledi:

"Allah ve Onun Resûlü doðru söylediler: "Dünya hayatýný ve onun zinetini isteyenlere, orada iþlediklerinin karþýlýðýný tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliðe de uðratýlmazlar. Ýþte âhirette onlara ateþten baþka bir þey yoktur. Ýþledikleri þeyler orada boþa gitmiþtir. Zâten yapmakta olduklarý da bâtýldýr" (Hûd 15-16). [Müslim, Ýmâret 152, (1905); Tirmizî, Zühd 48, (2383); Nesâî, Cihâd 22, (6, 23, 24).][2]



ـ2ـ وعن كعب بن مالك رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ النَّبىَّ # يَقُولُ: مَنْ طَلَبَ الْعِلْمَ لِيُجَارِىَ بِهِ الْعُلَمَاءَ وَيُمَارِىَ بِهِ السُّفَهَاءَ وَيَصْرِفَ بِهِ وَجُوهَ النَّاسِ إلَيْهِ أدْخَلَهُ اللّهُ النَّارَ[. أخرجه الترمذي .

»المُمَارَاةُ« المجادلة والمناظرة.»وَالمُجَارَاةُ« أن يجرى مع قوم في شئ ويفعلَ مثل فعلهم .



2. (2003)- Ka´b Ýbnu Mâlik (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn þöyle söylediðini iþittim: "Kim âlim geçinmek, sefihlerle münâzara yapmak ve halkýn dikkatlerini kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öðrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar." [Tirmizî, Ýlm 6, (2656).][3]



AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada dünyevî bir maksadla ilim taleb etmeyi yasaklamaktadýr. Nitekim Tirmizî, bu hadisi "Ýlmiyle dünyayý taleb edenin durumu" adýný taþýyan bir bâbta kaydeder."

Dînimiz, sâdece ibâdet ve diðer hayýr amellerimizde ihlas emretmez, ilimde de ihlâs emreder. Yani ilim Allah rýzasý için taleb edilmelidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ilk gelen "Oku" emrinin "Yaratan Rabbinin adýyla oku!" þeklinde gelmesi, okumanýn, ilmin behemahal Allah´ýn ismiyle, yani O´nun rýzasý için yapýlmasý gereðine ilk irþaddýr.

Allah´ýn rýzasý düþünülmeden yapýlan her iþ çirkindir, bir de rýzaya ters düþen olursa çok daha çirkin, çok daha zararlý ve baþkalarý için de yýkýmdýr. Ýlmin, ilâhî rýzaya uygun olmayan kullanýlýþýndan doðacak zararlar ise daha büyük, daha þümullü olabilir. Bu sebeple, ilim talebine büyük ehemmiyet veren dînimiz, bunun Allah rýzasý için olmasýný ýsrarla taleb etmiþ, baþka maksadlarla ilim taleb edenin, bu ilimle kurtuluþa, cennete deðil, felâkete ve ebedî hüsrana uðrayacaðýný söylemiþtir.

2-Bu hadiste ilim talebine, Allah rýzasý dýþýnda baþlýca hangi maksadlarýn esas kýlýnabileceðine dikkat çekilmiþtir.

1) Âlim geçinmek: Yani kendini göstermek ve dinletmek ve böylece dikkatleri üzerine çekmek, kendisine âlim dedirtmek için âlimlerle münazara, münakaþa yapmak, onlarýn ilmî faaliyetlerine katýlmak, bu maksadla ilim taleb etmek.

2) Sefihlerle münazara: Tefâhur, gurur, böbürlenme gibi nefsine yönelik gayelerle, sefih kelimesiyle ifâde edilen îmâný zayýf, ameli pek kýt, dinde lâübâli, aklen nâkýs kimselerle münakaþa, mücâdele etmek, bu maksadla ilim taleb etmek.

3) Halkýn dikkatlerini kendine çekmek: Bundan maksad, mevkî, makam, para gibi herçeþit dünyalýðý elde etmek, insanlarý kendine yöneltmek için ilim talebidir.

Resûllullah, bu niyetlerden biriyle ilim taleb etmenin kiþiyi ateþe atacaðýný belirtmektedir. Sühreverdî, el-Avârif´te der ki: "Münakâþa ve onunla birlikte bulunan diðer vasýflar ateþe girmeye sebeptir, zîra, nefisleri, o esnâda kahr ve galebe için ortaya çýkmýþtýr. Bu iki sýfat ise, þeytanlýða hastýr." Hüccetu´l-Ýslâm der ki: "Hz. Muâz (radýyallâhu anh)´den rivâyete göre (ilmi Allah rýzasý için taleb etmeyen âlimleri yedi tabakaya ayýrarak) þöyle demiþtir:

* Ulemadan bazýlarý vardýr, ilmini saklar, bu ilmin baþkasýnda da olmasýný sevmez. Ýþte böyleleri cehennemin en dibinde yer alacaktýr.

* Bir kýsmý var, ilmi içinde sultan gibidir, itiraz eden olsa küplere biner. Böyleleri cehennemin ikinci tabakasýndadýr.* Bir kýsmý vardýr, ilmini ve garib hadislerini þeref ve mal sâhiplerinin yanýnda söyler, böyleleri cehennemin üçüncü tabakasýdýr.

* Bir kýsmý vardýr, kendini fetva vermeye adamýþtýr, doðruyanlýþ fetvalar verir. Böylesi, dördüncü tabakadadýr.

* Bazýlarý vardýr. Ehl-i kitap aðzýyla konuþur, bunlar beþinci tabakadadýr.

* Bir kýsmý vardýr. Ýlmini halk arasýnda asâlet ve anýlma vâsýtasý kýlar, bunlar altýncý tabakayý teþkil eder.

* Bir kýsým âlim vardýr, onlarý tekebbür ve kendini beðenme, helâke atar, bu gruptan biri va´zu nasîhat edecek olsa þiddet gösterir. Baþkasýný da burunsar (küçük görür), böylesi, ateþin yedinci mertebesindedir. Rivâyette gelmiþtir: Öyle kul vardýr ki, hakkýnda açýlan medh ü senâ sancaðý meþrikla maðrib arasýnda dalgalandýðý halde Allah indinde bir sineðin kanadý kadar aðýrlýðý yoktur."[4]



ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه # تَعَوَّذُوا بِاللّهِ مِنْ جُبِّ الحَزَنِ. فقَالَُوا يَارسولَ اللّهِ: وَمَا جُبُّ الحَزَنِ؟ قالَ: وَادٍ في جَهَنَّمَ تَتَعَوَّذُ مِنْهُ جَهَنَّمُ كُلَّ يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ. قِيلَ يَا رسُولَ اللّهِ: وَمَنْ يَدْخُله؟ قال: الْقُرَّاءُ المُرَاءُونَ بِأعْمَالِهِمْ[. أخرجه الترمذي .



3. (2004)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün: "Hüzün kuyusundan Allah´a sýðýnýn!" buyurdular. Oradakiler:

"Ey Allah´ýn Resûlü! Hüzün kuyusu da nedir?" diye sordular.

"O, dedi, cehennemde bir vâdidir; cehennem, o vâdiden her gün yüz kere Allah (c.c)´a sýðýnma taleb eder."

"Ey Allah´ýn Resûlü! denildi, oraya kimler girecek?"

"Oraya dedi, amellerinde riya yapan kurrâlar girecektir!..." [Tirmizî, Zühd 48, (2384).][5]



AÇIKLAMA:



Karrâûn kelimesi, karrâ´nýn cem´idir. Karrâ, kýraati güzel olan demektir. Kýrâet, okuma demek ise de, Nihâye´nin açýkladýðý üzere asýl itibariyle cem´etmek mânâsýna gelir.

Kelime, hadislerde karrâ veya kurrâ her iki þekilde de gelmektedir. Kurrâ müfred olduðu gibi kâri´nin cem´i de olabilmektedir. Müfred olduðu takdirde cem´i kurrâûn´dur. Nâsik, müteabbid, yani dindar, çokca ibâdet yapan, günahlardan kaçýnan mânasýna gelir. Mütekarri de ayný mânada kullanýlmaktadýr.

Cehennemin bile Allah´tan günde yüz sefer sýðýnma taleb ettiði hüzün kuyusu, dindarlýk kisvesi altýna girerek dîni tahrib edenler için hazýrlanmýþtýr. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir baþka hadislerinde: اَكْثَرُ مُنَافِقِى اُمَّتِى قُرَّاءُهَا "Ümmetimin gerçek münâfýklarýnýn çoðunluðu kurrâlarý arasýndadýr" buyurmuþtur. Ýbnu´l-Esîr bu hadisi þöyle açýklar: "Yani, münâfýklar (halka tam bir güven vererek foyalarýný gizlemek ve böylece ortaya attýklarý yýkýcý fikir ve faaliyetleri esnasýnda haklarýnda doðabilecek þüphe ve) töhmeti ortadan kaldýrmak için Kur´ân-ý Kerîm´i ezberlerler. Onlar Kur´ân´a bu yolla zarar vereceklerine inanýrlar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde münâfýklar bu vasýfta idiler."

NOT:Bu hadiste olsun, müteakip hadislerde olsun Resûlullah tarafýndan tehdîd edilen kurrâlarýn, hâfýzlarýn, dindarlarýn, samimiyetle Müslüman olmakla beraber zaman zaman beðenilmeyen davranýþlara düþen günahkâr Müslümanlar olmamasý gerektiði kanaatindeyiz. Bunlar dîni yýkmak üzere, kasd-ý mahsusla yetiþtirilmiþ gerçek münâfýklar olmalýdýr. Bu bahsin sonuna yani 2009 numaralý hadisten sonra koyacaðýmýz açýklayýcý kýsýmda, II. Abdülhamid Devri´nde Mr. John, adýnda bir Ýngilizin, Ýbrahim adýyla mahalle mektebinde hafýz yetiþtirilip, sonra devletin kilit noktasýna yükseltilme hikayesini göreceðiz. Mr. John, binlerce örnekten sadece bir tanesi.

Müslümanlar düþmanlarýný iyi tanýmalýdýrlar. Deðilse, düþmaný tarafýndan boy hedefi yapýlýp durmadan kötülenen samîmî dindarlara karþý, hata olarak deðerlendirdiði bâzý davranýþlarý sebebiyle, tavýr alýr, dil uzatýrsa, kendisini küffâr cephesine dâhil etmiþ olur. Ancak: يَكُونُ فِى آخِرِ الزَّمَانِ عُبَّادٌ جُهَّالٌ وَقُرَّاءٌ فَسَقَةٌ "Ahir zamanda câhil âbidler, fâsýk kurrâlar olacaktýr" mânasýnda hadislerin çokluðu, samîmi dindarlarý dikkate dâvet etmeli, manen sýhhati husûsunda Kurtubî gibi büyüklere kanaat veren bu gibi rivâyetlerin tehditlerine mâsadak olmaktan korkmaya, titiz davranmaya sevketmelidir. Cehâlet, feraset noksanlýðý gibi sebeplerle, samimîler de, hizbu´þþeytanýn tuzaðýna düþerek kaþ yaparken göz çýkarabilirler. Mekhûl (rahimehullah) bu çeþit hadislere dayanarak: "Ýnsanlar öyle zamana rastlayacaklar ki, âlimleri eþek cîfesinden berbat kokacaklar" demiþtir.[6]



ـ4ـ وعن أبى هريرة وابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا: ]قال رسول اللّه #: يَكُونُ في أخِرِ الزَّمَانِ رِجَالٌ يَخْتِلُونَ الدُّنْيَا بِالدِّينِ، يَلْبَسُونَ لِلنَّاسِ جُلُودَ الضَّأْنِ مِنَ اللِّينِ، ألْسِتَنُهُمْ أحْلَى مِنَ الْعَسَلِ وَقُلُوبُهُمْ قُلُوبُ الذِّئَابِ. يَقُولُ اللّهُ تَعَالى: أبِى تَغْتَرُّونَ أمْ عَلَىَّ تَجْتَرِؤونَ. فَبِى حَلَفْتُ ‘بْعَثنَّ عَلى أولئِكَ مِنْهُمْ فِتْنَةً تَذَرُ الحَلِيمَ فِيهِمْ حَيْرَانَ[. أخرجه الترمذي.»الختل« الخدع.»وَا“جْتِرَاءُ« الجسارة على الشئ .



4. (2005)- Ebû Hüreyre ve Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ahir zamanda, dinle dünyayý taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onlarý aldatmak) için öyle bir yumuþaklýða bürünürler ki koyun postu yanlarýnda kaba kalýr. Diller de baldan daha tatlýdýr. Ancak kalbleri kurtlarýnkinden vahþidir. Cenâb-ý Hakk (bunlar için) þöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mý çalýþýyorsunuz, yoksa bana karþý cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ý Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çýkacak öyle bir fitne göndereceðim ki, içlerinde halîm olanlar bile þaþkýna dönecekler." [Tirmizî, Zühd 60, (2406, 2407).][7]



ـ5ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: يَقُولُ اللّهُ تَعالى: أنَا أغْنَى الشُّرَكَاء عَنِ الشِّرْكِ. مَنْ عَمِلَ أشْركَ مَعِى فيهِ غَيْرِى تَرَكْتُهُ وَشِرْكَهُ[. أخرجه مسلم .



5. (2006)- Hz. Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ben ortaklarýn þirkten en müstaðnî olanýyým. Kim bir amel yapar, buna benden baþkasýný da ortak kýlarsa, onu ortaðýyla baþbaþa býrakýrým." [Müslim, Zühd 46, (2985).][8]



AÇIKLAMA:




Hadis-i Kudsî´de Cenâb-ý Hakk þunu söylüyor: "Benim hiçbir ortaða ihtiyacým yok. Kim amelini sâdece benim için yaparsa, o amel nazarýmda makbûldür. Kim de ameline bir baþka ortak koþarsa, yani bir baþka mülahazayý da ameline dâhil ederse o ameli kabul etmem."

Burada kastedilen "bir baþka ortak" riyâdýr. Yaptýðý iþte insanlarý memnun etme düþüncesi, dünyevî bir menfaat elde etme duygusudur. Namazý, sýrf Allah´ýn emrini yerine getirerek rýzasýný kazanmak varken bir de spor yapmýþ olmayý veya müþterilerine güven telkin etmeyi düþünerek yapmak gibi. Bu ikinci düþünce, hadiste "þirk koþmak" veya "ortak" olarak ifade edilmiþtir.[9]



ـ6ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: تَجِدُونَ مِنْ شَرِّ النَّاسِ عِنْدَ اللّهِ تَعالى يَوْمَ الْقِيَامَةِ ذَا الْوَجْهَيْنِ الَّذِى يَأتِى هؤَُءِ بِوَجْهٍ وَهؤَُءِ بِوَجْهٍ[. أخرجه الستة إ النسائى .



6. (2007)- Yine Ebû Hüreyre (radýyallâhu anh)´den bir rivâyete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) þöyle buyurmuþtur: "Kýyamet gününde, Allah nazarýnda en kötü olanlardan bir kýsmýný da iki yüzlülerin teþkil ettiðini göreceksiniz. Bunlar bazýlarýna bir yüzle, diðer bazýlarýna da baþka bir yüzle giden insanlardýr." [Buhârî, Edeb 52; Müslim, Fedâil 199, (2526); Muvatta, Kelâm 21, (2, 991); Tirmizî, Birr 78, (2026); Ebû Dâvud, Edeb 39, (4872).][10]



ـ7ـ وعن عَمَّار بن ياسر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ كانَ لَهُ وَجْهَانِ في الدُّنْيَا كَانَ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِسَانَانِ مِنْ نَارٍ[. أخرجه أبو داود .



7. (2008)- Ammâr Ýbnu Yâsîr (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kimin dünyada iki yüzü varsa kýyâmet günü, ateþten iki dili olacaktýr." [Ebû Dâvud, Edeb 39, (4873).][11]



AÇIKLAMA:



Son iki hadiste iki yüzlülük kýnanmakta ve reddedilmektedir. Nevevî´ye göre: "Ýki yüzlü, her tâifeye onlarý memnun edecek tarzda gelip, kendisinin onlardan olduðunu ve muhaliflerine zýd olduðunu izhâr eden kimsedir. Bu kimsenin yaptýðý, bir nifak ve hâlis yalandan ibarettir. Her iki grubun da sýrrýna muttalî olmak ister. Bu davranýþ haram kýlýnan bir müdâhenedir." Nevevî devamla der ki: "Eðer böyle yapmakla insanlarýn aralarýný düzeltmeyi kastetmiþse bu güzeldir, takdîr edilen bir davranýþtýr." Bazýlarý da þöyle demiþtir: "Bu iki davranýþ arasýnda bir fark vardýr. Mezmûm (kötü) olaný, kiþinin her taifeye uðrayýnca amellerini onlara övmesi, öbür tarafa gidince kötülemesi, herbirini diðerinin yanýnda zemmetmesidir. Güzel olan davranýþ ise, her tâifeye, diðerinden hayýrla bahsetmesi, her birine diðerini mâzur göstermesi, birinden diðerine imkân nisbetinde güzel taraflarýný nakledip, kusurlarýný örtmesidir." Âlimlerin yaptýðý bu ayýrýmý ´meþ´ten yapýlan þu rivâyet te´yid eder:

اَلَّذِى يَأْتِى هُؤَُءِ بِحَدِيثِ هُؤٌَءِ بِحَدِيثِ هَؤٌَءِ

"(Zemmedilen) o kimsedir ki, buna öbürünün lafýný getirir, öbürüne bunun lafýný götürür."

Bazýlarý da hadisi þöyle te´vil etmiþtir:

"Hadiste kastedilen kimse, amelinde riyâkâr davranandýr. Ýnsanlara huþu sâhibi ve mâsum gözükerek Allah´tan korktuðu intibâýný verir, hatta halkýn hürmet ve ikramýna mazhar olur. Ancak içi göründüðü gibi olmayýp, tam tersinedir."

Ýki yüzlülüðü, Münâvî, iki düþman taraf arasýnda görür. Der ki: "Ýki düþman taraftan her biri ile dostmuþ gibi davranýr ve her birine yardým vaadeder ve berikini ötekinin yanýnda zemmeder, ötekini de berikinin yanýnda zemmeder. Bir kavme bir yüzle, diðerine fesad sokucu bir baþka yüzle gelir. Dünyada her bir taife yanýnda, bir baþka dil kullandýðý için, Kýyamet günü ceza olarak ateþten iki dil ile gelir." Gazâlî der ki: "Âlimler, bir kimsenin iki ayrý gruba iki ayrý yüzle muhatap olmasýnýn nifak olduðunda ittifak etmiþlerdir. Nifakýn birçok alâmetleri vardýr. Bu söylenen onlardan biridir. Evet, þâyet her birine karþý iyi davransa, her iki tarafla da iyi geçinse, konuþmalarýnda ve davranýþlarýnda samîmi ve sâdýk olsa böyle birisi zemmedilen iki dilli sayýlmaz. Eðer bunlardan herbirinin sözünü diðerine naklederse dil sâhibi olmaktan baþka ayrýca nemmâmdýr da (söz getiripgötüren). Bu nemîmeden yani koðuculuktan da kötüdür." Ýbnu Ömer (radýyallâhu anhümâ)´e bazýlarý: "Biz ümerânýn yanýna girince bir çeþit, çýkýnca baþka çeþit konuþuyoruz" dediler. O: "Biz Mustafa (aleyhissalâtu vesselâm) zamanýnda bunu nifak addederdik" diye cevap verdi.[12]



ـ8ـ وعن أبى وائل قال: ]سمعتُ أُسامة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يقول: قال النبىّ #: يُؤْتى بِالرَّجُلِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ فَيُلْقَى في النَّارِ فَتَنْدَلِقُ أقْتَابُ بَطْنِهِ فَيَدُورُ بِهَا كَمَا يَدُورُ الحِمَارُ بِالرَّحَى فَيَجْتَمِعُ الَيْهِ أهْلُ النَّارِ فَيَقُولُونَ: يَا فَُنُ، ألَمْ

تَكُنْ تَأمُرُ بِالمَعْرُوفِ وتَنْهَى عَنِ المُنْكَر؟ فَيَقُولُ: بَلى. كُنْتُ آمُرُ بِالْمَعْرُوفِ وََ آتِيهِ، وَأنْهى عَنِ المُنْكَرِ وَآتِيهِ[. أخرجه الشيخان.»ا“نْدَِقُ« الخروج.و»ا‘قْتَابُ« جمع قَتَبٍ، وهى ا‘معاءُ .



8. (2009)- Ebû Vâil anlatýyor: "Hz. Üsâme (radýyallâhu anh)´yi iþittim diyordu ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kýyamet günü bir adam getirilip ateþe atýlýr. Karnýndaki barsaklarý dýþarý çýkar. Onlarý, eþeðin deðirmen taþýný dönderdiði gibi dönderir. Derken, cehennem ahâlisi etrafýnda toplanýr ve: "Ey fûlan, sen dünyada iken (bize) ma´rufu emderip, münkerden nehyetmiyor muydun?" derler. O: "Evet, ma´rufu emrederdim ama kendim yapmazdým, münkeri yasaklardým ama kendim yapardým" diye cevap verir." [Buhârî, Bed´ü´l-Halk 10, Fiten 17; Müslim, Zühd 51, (2989).][13]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Üsâme bu hadisi, kendisine Hz. Osman´la konuþup nasihatte bulunmasý için teklifte bulunulduðu zaman hatýrlayýp naklediyor.

Þârihlerden bazýlarýnýn açýklamasýna göre, Hz. Osman (radýyallâhu anh)´ýn anne bir kardeþi el-Velîd Ýbnu Ukbe´nin üzerinde nebîz (içki) kokusu duyulmuþ ve bu halk arasýnda þüyû bulmuþ idi. Halbuki Hz. Osman onu devlet hizmetlerinde âmil olarak istihdam ediyordu. Bazýlarý da Hz. Osman, hep yakýnlarýný devlet iþlerine tayin ediyor, diyordu ve bu bazý rahatsýzlýklara sebep oluyordu. Hz. Üsâme, Hz. Osman´a yakýn biri olmasý sebebiyle bu hususta ona nasihatte bulunmasýndan fayda umdular. Hz. Üsâme onlara: "Ben Resûlullah´tan þu hadisi iþitmiþ biri olarak iki kiþinin baþýna emir tâyin edilen birisine gidip de, "Sen iyi bir insansýn" diyerek müdâhenede bulunacak deðilim" der ve sadedinde olduðumuz hadisi rivâyet eder.

2- Hadis emr-i bi´l ma´rûf ve nehy-i ani´lmünker´de bulunmaya teþvik ettiði gibi, bunu yapanlarýn ma´rufu yerine getirip, münkerden kaçýnmak suretiyle söyledikleriyle amel etmesini emretmektedir.

3- Taberî emr-i bi´lma´rûf mevzuunda özetle þu açýklamayý yapar: "Selef emr-i bi´lma´rûf husûsunda ihtilâf etmiþtir. Bir grup: "Mutlak surette vacibtir" der. Bunlar, Târýk Ýbnu Þihab´ýn rivâyetine dayanýrlar: "Cihadlarýn en efdali zâlim sultana hakký söylemektir." Bunlarýn bir diðer dayanaklarý: "Kim bir münker görürse onu eliyle düzeltsin." hadisinin âmm bir üslubla gelmiþ olmasýdýr.

Bir grup: "Münkeri inkâr vâcibtir, ancak münkire ölüm vs. gibi bir bela getirmemelidir, aksi takdirde vâcib olmaz" der.

Bir baþka grup: "Kalbiyle inkar eder" der ve delil olarak Ümmü Seleme rivâyetini gösterir: "Benden sonra üzerine öyle emîrler gelecek ki, kim onlardan çekinirse kendini tebrie etmiþ olur, onlarý münker addeden selâmette kalýr, kim de râzý ve tâbi olursa helak olur..." Taberî, ilâveten der ki: "Doðrusu, zikredilen þartý nazar-ý dikkate almaktýr. Buna da þu hadis delalet eder: "Bir mü´mine nefsini zillete atmasý uygun olmaz." Sonra bu, kiþinin gücünü aþan bir belâyý defetmeye çalýþmasý olarak açýklanýr.

Bazýlarý da þöyle hükmetmiþtir: "Emr-i bi´lma´ruf buna muktedir olup, nefsi hususunda bir zarar korkusuna düþmeyen kimseye vâcibtir, bu kimse bir kýsým mâsiyetleri iþlemekte olsa bile. Zîra böyle bir kimse icra edeceði emr-i bi´lma´ruf´a mukabil sevabýný alacaktýr, hususan bu kimse itaat edilen biri ise, þahsî günâhýna gelince, o þahsýný ilgilendirir. Allah dilerse maðfiret eder, dilerse o sebeple muâheze eder.

"Emr´i bi´lma´rûfu sadece kusursuz kimseler yapabilir" diyen görüþe gelince, "Böylesinin yapmasý evlâdýr" demek istemiþse, bu görüþe bir diyeceðimiz olmaz, yok "illa da öylesi yapmalýdýr" demek istemiþse buna katýlmak zordur. Zira o evsafta adamýn bulunmadýðý hallerde emr-i bi´lma´rûf kapýsýný kapamak gerekir."

Taberî bu açýklamalardan sonra der ki: "Þayet: "Üsâme hadisinde, ma´rufu emredenler niye ateþ ehlinden olarak gösterildi?" denirse þu cevap verilir: "Onlar emrettikleri þeylere kendileri uymayýp, günah iþlediler, bu günahlarý sebebiyle azaba uðradýlar. Emîrleri de, onlara men ettiði þeyi kendisi yapmasý sebebiyle azab gördü."

Emr-i bi´l ma´rûf bahsi daha önce geniþce açýklanmýþtýr (89-96. hadisler).[14]



ÝÇÝMÝZDEKÝ MÜNAFIKLARA DÝKKAT:



Riya ile ilgili olan bu bahiste geçen hadislerden bir kýsmýnda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âhir zaman Müslümaný olan bizlerin dikkatini bir noktaya çekmekte ýsrar ediyor, ciddî bir mesaj vermek istiyor: "Düþmanlar, din adamý kisvesine soktuklarý münafýklarla tahribâtlarýný icra etmeye ehemmiyet vereceklerdir." Böylece göreceðiz ki, düþmanlarýmýzýn en büyük plâný, dâhilî huzursuzluklar çýkarmaktýr. Bunda da metodu, içimize soktuðu bizden görünümlü kimselerle kafalara yanlýþ fikirler ekmek, Müslümanlarý birbirine düþürmek, birbirlerine itimadý sarsmaktýr.[15]



BÝR VESÝKA:


Ýçten parçalamak husûsunda, hârici düþmanlarýn ne kadar hesaplý ve kararlý olduklarýný anlamada Mehmed Âkif Ersoy´un kaydettiði bir hatýrasýna göz atacaðýz. Der ki:

"Mýsýr-ý Ülyâ´da (Yukarý Mýsýr´da) dolaþýyordum. Orada aklý baþýnda bir Müslümanla görüþtüm. Bahsimiz siyâsete intikal etti. Dedim ki:

"Þaþýyorum. Onbeþ milyonluk koca Mýsýr´da yabancý asker olarak az kuvvet gördüm. Nasýl olur da bu kadarcýk kuvvetle koca bir iklim (memleket) muhafaza edilebiliyor?"

Bu sualim üzerine o zat dedi ki:

"O yabancý devletin ricâlinden biriyle samimî görüþtüm. Sizin aklýnýza geleni ben de düþünmüþ ve demiþtim ki:

"Günün yâhut senenin birinde, mesela Osmanlý Hükûmeti kýrk elli bin kiþilik bir ordu hazýrlayarak Mýsýr´a sevkedecek olursa siz ne yaparsýnýz?"

"Hiç ber þey yapmayýz, muhafaza imkaný olmadýðý için Mýsýr´ý kendilerine teslim eder çýkarýz. Yalnýz þurasýný iyi bilin ki, biz hiçbir zaman Osmanlýlar´ýn Mýsýr´a kýrk bin kiþi deðil, kýrk kiþi sevkedebilecek derecede yakalarýný, paçalarýný toplamalarýna meydan býrakmayýz. Memleketlerinde bitmez tükenmez meseleler çýkarýrýz. Onlar birbirleriyle uðraþmaktan göz açamazlar ki, bir kere olsun Mýsýr´a dönüp bakmaða vakit bulabilsinler."

Bu vesîka bize, Osmanlýlar devrinde Türkçü-Ýslâmcý, Cumhuriyet devrinde inkýlapcýmürteci, gönümüzde solcusaðcý veya devrimcifaþist yaftalarýyla milletimizi kamplara bölüp birbiriyle uðraþtýran oyunlarýn kimler tarafýndan ne maksadla hazýrlandýklarýný, bu iþlere âlet onlarýn kimlere hizmet ettiklerini anlatmaya kâfidir.[16]



SU UYUR DÜÞMAN UYUMAZ:



Yukarýda kaydedilen vesika ve yapýlan açýklamalarýn ýþýðýnda þunu da belirtelim ki, bunca baþarýlarýna raðmen düþman kendisini hedefine ulaþmýþ görmüyor. Batý, bütün dünyayý, -kendi dýþýndakiler "proleterya" yani millî þahsiyetten mahrûm, medeniyete yapýcý bir katký ile iþtirak etmekten uzak, sömürülen zümre olma vasýflarý ve kayýtlarý çerçevsinde- Batý medeniyetine dâhil edip dünya devleti kuruncaya kadar iþinin bitmediðine inanmaktadýr. Her an hesâbýný kitâbýný büyük bir titizlikle yapmakta, hâdisâtýn zikraklarýna, çalkalanmalarýna muvâfýk bir tempo ile, bazan bir ileri iki geri, bazan iki geri bir ileri yaparak yol almaktadýr. Geri gitmesi, yerinde saymasý da daha hýzlý ileriye atýlmak için bir tâlimdir, idmandýr, antremandýr, asla gâyeden vaçgeçmek deðildir. Feleðin deðiþen rengine aldanmayýp, onun aslî renginin deðiþkenlik olduðunu hatýrda tutmak gerek.

Ýslâm düþmanlarý, Cemel Vak´asý´ný hazýrlayan münâfýklardan Þureyh Ýbnu Evfâ´nýn verdiði þu tâlimatý günümüze kadar harfiyen uygulamaya devam etmiþlerdir: "Ortaya çýkmazdan önce iþlerinizi sýký ve tedbirli tutun. Tâcili gerekenleri te´hir etmeyin. Te´hir etmeniz gerekenleri de ta´cil etmeyin. Bilin ki, (münâfýkça, iðrenç iþleriniz sebebiyle) insanlar nazarýnda en kötü kimselersiniz. Yarýn karþýlaþma sýrasýnda ne yapacaklarýný bilemiyoruz (onlarý istediðimiz istikamete sevketmek bizim tedbir, hîle ve þahsî gayretlerimize baðlýdýr).

Bu tedbirlerde iþi ne kadar ileri götürdüklerini göstermek ve etrafýmýzda zaman zaman cereyan eden ve birçoklarýmýzýn büyük ümîd ve heyecanlarýný en son en kritik anda sükût-u hayâle çeviren, iyi niyetli kimselerin beyinleri çatlatan gayretlerine raðmen aklî îzâhýný yapamadýklarý ve "mantýksýzlýk", "delilik" ve daha iyimser bir ifâde ile "acemilik", "aptallýk" diye îzah ettikleri bir kýsým vak´alarý, ömrü boyu iyi olmuþ ve iyiliðine hükmedilmiþ vak´a kahramanlarýný îzahta yardýmcý olacak bir baþka vesikayý daha kaydedeceðiz:

"Protestan misyonerlerin merkezi Londra´da olup, misyonerler bu merkezde yýllarca eðitildikten sonra, gönderileceði ülkelerin durumuna göre sýnýflara ayrýlýyordu. Bu sýnýflama iþi bittikten sonra, gideceði ülkenin dili ve dini en iyi þekilde öðretilirdi. Meselâ II. Abdülhamid devrinde Ýstanbul´a gelen Mr. John´un durumu da böyledir. O, on yaþýnda iken Ýstanbul´a gelmiþ bir misyonerdir. Mahalle mektebinde okuduktan sonra, Ýbrahim adýyla Kur´ân´ý ezberlemiþ, medresede okumuþ ve gerekli imtihanlarý verdikten sonra, Beyazýt´ta müderris bile olmuþtur. Daha sonra Ýngiliz elçisinin çabasýyla Osmanlý Hâriciyesine girmiþ ve Ýngiltere ile ilgili evrak onun elinden geçmiþtir."

Sâdece þu veya bu zümreye, þu veya bu kesime deðil her zümreye, her eve, hattâ her yorganýn altýna kadar giren bu fikrî ayrýlýklar, bu... izmler, bu bölünmeler ve netîcede bu kanlý anarþi baþka nasýl îzah edilebilir?[17]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/305-306.

[2] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/307-308.

[3] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/309.

[4] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/309-310.

[5] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/310-311.

[6] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/311-312.

[7] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/312.

[8] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/312-313.

[9] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/313.

[10] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/313.

[11] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/313.

[12] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/313-314.

[13] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/315.

[14] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/315-316.

[15] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/316-317.

[16] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/317.

[17] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:7/317-318
.


radyobeyan