Haya By: sumeyye Date: 17 Nisan 2010, 14:21:21
Haya
Umumî Açýklama:
Hayâ, lügat olarak, ayýplanan bir þeyin korkusuyla insanda hâsýl olan deðiþme ve inkisâr mânasýna gelir. Mamafih, herhangi bir sebeple bir þeyin mücerred terkine de hayâ dendiði olmuþtur. Aslýnda terk, hayâ deðil, hayânýn gerektirdiði þeylerden biridir. Râðýb: "Nefsin kendini kabih þeyi yapmaktan tutmasýdýr" diye tarif edip açýklar: "Hayâ insana has bir duygudur. Bununla her istediðini yapmaktan kendini alýkoyarak hayvandan ayrýlýr. Ýffet ve hayýrdan mürekkeptir. Bu sebeple hayâ sahibi çok þecaatli olamaz. Nadir þecaat sahipleri utangaçtýr."
Hayâyý, "nefsin, mekruh addedilen þeyi iþlemek korkusuyla kendisini tutmasýdýr" diye tarif edenler de olmuþtur. Burada iþlenmesinden korkulan mekruh dinî bir mekruh olabilir, aklî bir mekruh olabilir, örfî bir mekruh olabilir. Dinî mekruhu iþleyene fâsýk, aklî mekruhu iþleyene mecnun, örfî mekruhu iþleyene ebleh denir.
Bazý âlimler hayâ, haram kýlýnan þeylerde ise vâcib, mekruh þeylerde ise mendub, mübah þeylerde ise örfîdir demiþtir.
Þeriatte, kötü ve çirkin olandan içtinab etmeye, hak sahibinin hakkýna riayetsizlikten men etmeye sevkeden ahlâka denir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Hayânýn tamamý hayýrdýr" demekle, her çeþit çirkinlik, haksýzlýk ve kötülüklerden içtinâb ve kaçýnmanýn hayýr olduðunu belirtmiþtir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hayânýn Ýslâm dininde tuttuðu ehemmiyeti belirtmek için, onun "imandan bir þube" olduðunu belirtmiþtir. Ýnsanlýk tarihindeki yerini de þöyle belirtmiþtir:
إنَّ مِمَّا اَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كََمِ النُّبُوَّةِ اُولَى: إذَا لَمْ تَسْتَح فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
"Ýnsanlýðýn ilk nübüvvetten aldýðý öðüt þudur: "Eðer hayân yoksa git dilediðini yap."
Hayâ duygusu fýtrî mi mukteseb mi?
Bu hususu açýklama sadedinde Ýbnu Hacer, "Hayâ imandan bir þubedir" hadisine atýf yaparak bir sual sorar ve sonra cevabýný verir:
"- Eðer: "Hayâ fýtrattan gelen (garîzî) bir huydur, nasýl olur da imanýn bir þubesi olur?" dersen, cevaben deriz ki:
“- Hayâ bazan garîzî yani fýtrî ve yaratýlýþtan, bazan da tahallukîdir, yani irade ile kazanýlýr. Ancak þeriatýn isteðine uygun olarak kullanýlmasý iktisâba, bilgiye ve niyete muhtaçtýr. Böylece hayânýn niyet ve gayretle kullanýlmasý, taate sevkedici, masiyet iþlemekten menedici olmasý, onu imandan bir parça kýlar. Hiçbir zaman: "Hayâ vardýr, hak söylemekten veya hayýr iþlemekten mani olur" denemez. Zîra böylesi bir hayâ anlayýþý þer´î deðildir."
Ebu´l-Abbâs Kurtubî de þöyle der: "Mükteseb (yani irade ile kazanýlan) hayâ, Þâri´in imandan bir þube kýldýðý hayâdýr. Ýþte kiþinin mükellef olduðu hayâ da bu hayâdýr, garîzî olaný deðil. Ancak kimde garîzî hayâ mevcut ise bu, mükteseb olan hayâya yardýmcý olur. Þu da var ki, mükteseb olan da insan tabiatýna iþleyerek garîzî hayâ hükmüne de geçebilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her iki çeþidi de nefsinde cemetmiþti: Garîzî hayâda bâkire kýzdan daha ziyade ilerde, mükteseb hayâda da zirvede idi."
Örfen hayâ edip utanýlacak bir kýsým meselelerin sorulmasý veya açýklanmasý hususunda dinimiz hayâ aramaz. Bir baþka ifadeyle hayâ gerekçesiyle o çeþit meselelere temas edilmemesini, ihmâl edilmesini hoþ karþýlamaz ve buna hayâ demez. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), yeri geldiði zaman, o çeþit mevzulara þu âyeti okuyarak çekinmeden girmiþtir: وَاللّهُ َ يَسْتَحْيىِ مِنَ الْحَقِّ "Allah gerçeði söylemekten çekinmez" (Ahzâb 53).
Ashâb da, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan öðrendikleri bu metoda uyarak, gerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e ve gerekse birbirlerine, hacâletâver meseleleri sormaktan çekinmemiþler, ayný âyeti okuyarak söze baþlayýp meselelerini sormuþlardýr. Bu davranýþ dolayýsýyla kimse kimseyi ayýplamamýþ, o çeþit meseleler, tedkik, tahlil, ta´lim ve taallüm dýþý býrakýlmamýþtýr.
Nevevî der ki: "(Hakký öðrenme meselesinde hayâ etmek, dinin taleb ettiði) hakikî hayâ deðildir. Zîra hayânýn tamamý hayýrdýr, hayâ hayýrdan baþka bir þey getirmez. Dini ilgilendiren ve fakat utandýrýcý meselelerde sualden vazgeçmek hayýr deðil, þerdir. Öyle ise þer getiren þey nasýl hayâ olur?"
Bediüzzaman, hatýrýmýza gelebilecek bir soruyu cevaplar: Allah´a karþý edeb nasýl olabilir?
"SUAL: Her þeyi bilen ve gören, hiçbir þey O´ndan gizlenmeyen ALLÂMÜ´L GUYUB´a karþý edeb nasýl olur? Sebeb-i hacalet olan hâletler, O´ndan gizlenmez. Edebin bir nev´i tesettürdür. Mucib-i istikrah hâlâtý setretmektir. ALLÂMÜ´L GUYUB´a karþý tesettür olamaz?
ELCEVAP: Evvelâ: Sani-i Zülcelâl, nasýl ki kemal-i ehemmiyetle san´atýný güzel göstermek istiyor ve müstekreh þeyleri perdeler altýna alýyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ý dikkati celbediyor. Öyle de: Mahlukatýný ve ibâdýný sâir zîþuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Lâtif ve Hakim gibi isimlerine karþý bir nevi isyan ve hilâf-ý edeb oluyor.
Ýþte Sünnet-i Seniyye´deki edeb, O Sâni-i Zülcelâl´in esmâlarýnýn hudutlarý içinde bir mahz-ý edeb vaziyetini takýnmaktýr.
Saniyen: Nasýl ki bir tabib, doktorluk noktasýnda bir nâmahremin en mahrem uzvuna bakar ve zaruret olduðu vakit ona gösterilir. Hilâf-ý edeb denilmez. Belki, edeb-i týp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabib, reculiyet unvanýyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sýfatýyla o nâmahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini, edeb fetva vermez. Ve o cihette ona göstermek, hayâsýzlýktýr. Öyle de: Sâni-i Zülcelâl´in çok esmâsý var. Herbir ismin ayrý bir cilvesi var. Meselâ: Gaffâr ismi, günahlarýn vücudunu ve Settâr ismi, kusuratýn bulunmasýný iktiza ettikleri gibi; Cemil ismi de, çirkinliði görmek istemez. Latif, Kerim, Hakim, Rahim gibi esmâ-i cemâliye ve kemâliye, mevcudatýn güzel bir surette ve mümkin vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarýný iktiza ederler. Ve o esmayý cemâliye ve kemâliye ise melâike ve ruhanî ve cin ve insin nazarýnda güzelliklerini mevcudatýn güzel vaziyetleriyle ve hüsn-i edebleriyle göstermek isterler.
Ýþte Sünnet-i Seniyye´deki âdâb, bu ulvî âdâbýn iþaretidir ve düsturlarýdýr ve numûneleridir."[1]
ـ1ـ عن ابن مسعود رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّه #: اسْتَحْيُوا مِنْ اللّهِ حَق الحَيَاءِ. قُلْنَا إنَّا نَسْتَحِى مِنَ اللّهِ يا رَسُولَ اللّهِ وَالْحَمْدُللّهِ. قَالَ: لَيْسَ ذلِكَ ولكِنْ اسْتِحْيَاءَ مِنَ اللّهِ حَقَّ الحَيَاءِ أنْ تَحْفَظَ الرَّأسَ وَمَا وَعَى، وَالْبَطْنَ وَمَا حَوَى وَتَذْكُرَ المَوْتَ وَالْبِلى، وَمَنْ أرَادَ اŒخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الحَيَاةَ الدُّنْيَا، وَآثَرَ اŒخِرَةَ عَلى ا‘ولى،
فَمَنْ فَعَلَ ذلِكَ فَقَدِ اسْتَحْيَا مِنَ اللّهِ حَقَّ الْحََيَاءِ[. أخرجه الترمذى.والمراد »بما وعى الرَّأسُ« السمع والبصر واللسان. و»بما حَوى الْبَطْنُ« المأكول والمشروب. والمراد: الحث على طلب الحل من الرزق، واستعمال هذه الجوارح في مرضاة اللّه تعالى .
1. (1669)- Ýbnu Mes´ud (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah´tan hakkýyla hayâ edin!" buyurdular. Biz: "Ey Allah´ýn Resûlü, elhamdülillah, biz Allah´tan hayâ ediyoruz" dedik. Ancak O, þu açýklamayý yaptý: "Söylemek istediðim bu (sizin anladýðýnýz hayâ) deðil. Allah´tan hakkýyla hayâ etmek, baþý ve onun taþýdýklarýný, batný ve onun ihtivâ ettiklerini muhâfaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatýrlamandýr. Kim âhireti dilerse dünya hayatýnýn zinetini terketmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah´tan hakkýyla hayâ etmiþ olur." [Tirmizî, Kýyâmet 25, (2460).][2]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah´tan hakkýyla hayâ etmek" diye farklý bir mefhumdan söz etmektedir. Farklý diyoruz. Çünkü, halkýn mutad hayâ anlayýþýný kabul etmeyerek, hakkýyla hayâyý yeni baþtan târif ediyor. Buna göre, kiþi dinleyip, görüp öðrendiðinden, yiyip içtiðine kadar her þeyin Allah´ýn rýzasýna uygun olmasýna dikkat etmelidir, gerçek hayâ budur. Zîra baþýn taþýdýklarýndan göz, kulak, lisan gibi maddî ve zâhirî; hâfýza, hayâl, tefekkür gibi ruhî ve görünmez duygu ve hasseler kastedilmektedir. Keza batnýn ihtiva ettiklerinden murad da mide, ferc, kalb, el ve ayaklar gibi batýn ve batna baðlý her þeydir. Bu uzuvlarýn ilgili olduðu bütün fiiller buraya dahildir. Þu halde insan bütün organlarýný helâlde kullanmadýkça hakikî hayâya eremez.
Beyzâvî der ki: "Allah´tan hakkýyla hayâ, sizin zannettiðiniz þey deðildir. Bilakis o, kiþinin nefsini bütün organlarýyla Allah´ýn razý olmayacaðý fiil ve sözlerden korumasýdýr."
Süfyan Ýbnu Uyeyne de þöyle demiþtir: Haya takvanýn en hafif mertebesidir. Kul hayâ etmedikçe Allah’tan korkmaz. Ehl-i takvânýn takvâya, hayâdan baþka girdiði bir kapý var mýdýr?"
Hadîsle ilgili olarak Tîbî de þunu söylemiþtir: “Burada baþ, her çeþit kötü ahlâkýn kab ve zarfý kýlýnmýþ; aðýz, göz, kulak ve bunlara baðlý olan diðer manevî duygularýn hepsi kastedilmiþ ve bunlarýn kötülüklerden korunmasý emredilmiþtir.
Münâvî, hadiste geçen "ölümü ve toprakta çürümeyi hatýrla" ibaresiyle ilgili olarak þu açýklamayý kaydeder: "Kim kemiklerinin çürüyeceðini, azalarýnýn daðýlacaðýný derhatýr eder, aklýna getirirse; dünyevî, fani lezzetler nazarýnda kýymetini kaybeder ve âhireti kazanmada gerekli olan þeyler ehemmiyet kazanýr, Allah´a saygý ve sevgi ile ibadet eder."
Tîbî hadisin sonunda geçen: "Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah´tan hakkýyla hayâ etmiþ olur" cümlesiyle ilgili olarak der ki: "Bu sözle, bütün geçmiþ kaydedilenlere iþaret edilmektedir. Kim bunlardan birini ihmâl ederse hayâ duyma sorumluluðundan kurtulamaz. Bundan þu husus ortaya çýkmýþtýr: Ýnsanýn cibilleti ve baþtan ayaða dahili ve hâricî uzuvlarýyla hilkati, kusur madeni ve rüsvaylýk mahallidir, bunu yegâne bilen de Allah Teâlâ´dýr. Öyle ise, hakikî hayâ, O´ndan utanmak ve yapýldýðý takdirde ayýplanýlacak þeylerden kaçýnmakla hâsýl olur. Bunun da aslý, esâsý, Ýslâm´a göre deðeri olmayan þeyleri yani mâlayâniyâtý terketmek, mânasý, deðeri, sevabý olan þeylerle meþgul olmaktýr. Kim bu söyleneni yerine getirirse Allah ona gerçek hayâyý müyesser kýlar.
Hayânýn pekçok mertebesi vardýr. En üst mertebesi: Zâhiren ve bâtýnen, içiyle dýþýyla kiþinin Allah´tan hayâ etmesidir. Ýþte bu, kiþiye müþâhede makamý kazandýracak olan murâkabe makamýdýr.
el-Mecmû´da Þeyh Ebu Hâmid´den þu kaydedilmiþtir: "Hasta veya saðlam herkes bu hadisi, dilinde pelesenk olacak þekilde çokca zikretmesi lazýmdýr ve bilhassa hastalar!"[3]
ـ2ـ وعن أبى سعيد الخدرى رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رَسولُ اللّهِ # أشَدَّ حَيَاءَ مِنَ العَذْرَاءِ في خِدْرِهَا)ـ1(، وَكَانَ إذَا رَأى شَيْئاً يَكْرَهُهُ عَرَفْنَا ذلِكَ في وَجْهِهِ[. أخرجه الشيخان .
2. (1670)- Ebû Saîdi´l-Hudrî (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çadýrdaki bâkire kýzdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoþlanmadýðý bir þey görmüþse biz bunu yüzünden hemen anlardýk." [Buhârî, Edeb 77, Menâkýb 23; Müslim, Fedâilu´n-Nebi 67, (2320).][4]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn fevkalâde bir hayâya sahip ______________)ـ1( الخدر: ناحية في البيت يترك عليها ستر فتكون فيها الجارية البكر. olduðunu anlatmaktadýr. Bekâr kýzýn hayâsý ile yapýlan mukayese, onun þiddetini ifade içindir. Çünkü, normal olarak en ziyade utanan kimseler bekâr kýzlardýr ve bunlarýn da hususî örtünmelerinin gerisinde veya çadýrlarýnda içerisinde yalnýz olduklarý zamanda, yanlarýna bir yabancýnýn girmesi durumunda duyacaklarý hayâ hâlidir. Ýþte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn hayâsý bu haldeki bâkire kýzýn hayâsý ile mukayese edilerek ondan daha þiddetli bir hayâya sahip olduðu belirtilmiþtir.
Þârihler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan bu hayânýn sudur mahallini "Hududullah´a girmeyen meselelerde" diye belirtmeyi ihmâl etmezler. Hududun sübutunda kinâye tarzý yetmediði, açýklýk gerektiði için, hududla ilgili meselelerde açýk konuþmaya hayâ mâni olmamýþtýr. Nitekim Buhârî´de geçen zinâ itirafýyla ilgili bir vak´ada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mü´terife: أنِكْتَهَا؟ َ تَكْنِى "Sen kadýna temas mý ettin? Kinâyesiz söyle!" demiþtir.[5]
ـ3ـ وعن زيد بن طلحة بن ركانة رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: إنّ لِكُلِّ دِينٍ خُلُقاً، وَخُلُقُ ا“سَْمِ الحَيَاءُ[. أخرجه مالك .
3. (1671)- Zeyd Ýbnu Talha Ýbnu Rükâne (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlâký vardýr. Ýslâm´ýn ahlâký hayadýr." [Muvatta, Hüsnü´l-Hulk 9, (2, 905); Ýbnu Mâce, Zühd 17, (4181, 4182).][6]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada her dinin ehemmiyetiyle üzerinde durup mensuplarýnda öncelikle aradýðý bir seciyye olduðunu belirtmekte, Ýslâm´ýn ýsrarla üzerinde durduðu seciyyenin hayâ olduðunu haber vermektedir. Yani Ýslâm´a kývam veren seciyyesi, güzellik katan mürüvveti hayâ olmaktadýr.
Hayânýn lügat olarak hayat kelimesinden geldiðini belirten Zürkânî: "Kalb, Allah´a imanla hayat bulup canlanýrsa, onda hayâ da artar" der ve ilâve eder: "Görmez misin, utangaç kimse, utandýðý vakit terler. Onun teri, ruhta coþan hayânýn hararetinden ileri gelir. Hayânýn coþmasýndan ruh feveran ederek cesedin ve bilhassa alnýn terlemesine sebep olur. Zîra hayânýn hakimiyeti, yüz ve göðüsle tezâhür eder. Bu da kiþideki Ýslâm´ýn kuvvetli olmasýndan ileri gelir. Zîra Ýslâm nefsin teslimiyetidir. Din zaten nefsin boyun eðmesi ve inkiyâdýdýr. Ýþte bu sebeple hayâ Ýslâm´ýn ahlâký olmuþtur. Müslüman âdeta, fýtrî bir þekilde mütevazi ve hayâ sahibidir. Bu açýklamayý, Hakim Muhammed Ýbnu Ali et-Tirmizî yapmýþtýr. Diðer bazý âlimler de þöyle demiþlerdir: "Öteki din mensuplarýnda hayâ dýþýnda muayyen bir seciyyenin galebesi vardýr. Müslümanlar üzerinde ise galib olan hayâdýr. Çünkü o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn, tamamlamak üzere gönderildiði mekârimu´l-ahlâk´ýn mütemmimidir. Ýslâm dini, bütün dinlerin en þereflisi olmasý haysiyetiyle, Cenab-ý Hakk, ahlâkýn en yüce ve en eþrefini ona vermiþtir..."[7]
ـ4ـ وعن أنس رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال النَّبىُّ #: مَا كَانَ الْفُحْشُ في شَئ إَّ شَانَهُ، وَمَا كَانَ الحَيَاءُ في شَئٍ إَّ زَانَهُ[. أخرجه الترمذى .
4. (1672)- Hz. Enes (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiði þeyi çirkinleþtirir. Hayâ ise girdiði þeyi güzelleþtirir." [Tirmizî, Birr 47, (1975); Ýbnu Mâce, Zühd 17, (4185).][8]
AÇIKLAMA:
Edebsizlik diye tercüme ettiðimiz kelime fuhþ´dur. Fuhþ, günah ve meâsiden çirkinliði fazla olanlara denmiþtir. Söz ve fiilden açýk þekilde çirkin olanlar hep fuhþ kelimesiyle ifade edilmiþtir. Zinâ da günahlarýn en çirkini olmasý sebebiyle fuhþ kelimesiyle ifade edilmiþtir.
Sadedinde olduðumuz hadisteki fuhþtan çirkin ve kaba sözlerin kastedildiði umumiyetle benimsenmiþtir. Ancak, kaba ve sert davranýþýn kastedildiði de söylenmiþtir. Çünkü bu mânayý te´yiden bir baþka hadiste þöyle buyurulmuþtur:
مَا كَانَ الرِّفْقُ فِى شَىْءٍ إَّ زَانَهُ وََ نُزِعَ مِنْ شَىْءٍ إَّ شَانَهُ
"Bir þeye rýfk girdi mi onu güzelleþtirir, bir þeyden de çýkarýldý mý onu çirkinleþtirir."
Tîbî, hadisteki: "Hayâ bir þeye girerse onu güzelleþtirir" ifadesindeki "þey´e" kelimesinde mübâlaða kastý olduðunu söyler ve der ki: "Hayâ veya fuhþ cansýzý güzelleþtirir veya çirkinleþtirebilirse, insaný nasýl güzelleþtirip çirkinleþtirdiði anlaþýlmalýdýr! denmek istenmiþtir." [9]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/333-335.
[2] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/336.
[3] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/336-337.
[4] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/337.
[5] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/337-338.
[6] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/338.
[7] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/338-339.
[8] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/339.
[9] Ýbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Þerhi, Akçað Yayýnlarý:6/339.