İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:06:04
İman
BİRİNCİ KİTAP
İMAN VE İSLÂM HAKKINDA
BİRİNCİ BAB
İMAN VE İSLÂM´IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ
BİRİNCİ FASIL
İMÂN VE İSLÂM´IN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
İMÂNIN HAKİKATİ
1- İSLÂM-İMAN TARTIŞMASI
2- İHSAN
3- KIYAMET ALÂMETLERİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
MECÂZ HAKKINDA
İMANIN ŞUBELERİ
Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat´tır
İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller.
Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller.
1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar.
2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler.
3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler.
İKİNCİ BAB
İMAN VE İSLAM´IN HÜKÜMLERİ
BİRİNCİ FASIL
KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ
MÜSLÜMANI KÂFİRLİK, MÜNAFIKLIK VE BENZERİ TÂBİRLERLE İTHAM EDEMEYİZ
Düşülen Mühim Bir Hata
İKİNCİ FASIL.
BİAT AHKÂMI.
Bir İstitrad:
İMAMET VE İTAAT MESELESİ.
Dinimizde İtaate Verilen Ehemmiyet
İtaat Edilecek Üç makam:
Ululemr:
Ululemr Etrafında Birlik:
Biat Şartı İtaat
Hoşa Gitmese de İtaat
Allah İçin Beyat
İmametle Alakalı Hükümler.
İmametin Târifi
Akidedeki Yeri
İmamın Varlığı Dinen Zarurîdir
İmamın Varlığı Hikmeten (Aklen) Zarurîdir
İmam Tayini Farz-ı Kifâyedir
İmamda Aranan Şartlar
Kureyşî Olması Meselesi
İmamete En Liyakatli Olan Kim?.
Liyakatsızın İmamlığı
Zorba İmam
Fasık, Zalim İmam
İyi İmam
Selefin Hassasiyeti:
Fasık Emîre İtaatle Alakalı Bir Hâdise
Fasık Ve Zalim İmama İtaati Emreden Hadisin Tam Metni
Asi İmama İsyan Eden
Facirin Dine Hizmeti
Münkeri Takbih
Hürmetsizlik Etmemek
İmama İtaatin Hududu
Körü Körüne İtaat Yok
İmama Ne Zaman İsyan Edilir?.
Makam Hususunda Nizâ
Azli Gerektiren Tabiî Haller
Azledilen Tekrar Seçilemez
Sebepsiz Azl Mümkün Mü?
İstifa
Neden İtaatte Israr Ediliyor?.
İmamın Tayin Ve Tesbiti
Biat Akdi Alenî Olmalıdır
İmam Tektir
Asker De Sultana İtaat Etmelidir
Ümerâya Karşı Dikkatli Olunmalı
ÜÇÜNCÜ FASIL.
MUHTELİF AHKÂMLAR
Kadının Dövülmesi Meselesi
1- Meşru Sebep:
2- Cezanın Usûl Ve Miktarı
ÜÇÜNCÜ BAB.
İMÂN VE İSLÂM´A GİREN MÜTEFERRİK HADÎSLER
BİRİNCİ KİTAP
İMAN VE İSLÂM HAKKINDA
BİRİNCİ BAB
İMAN VE İSLÂM´IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ
BİRİNCİ FASIL
İMAN VE İSLÂM´IN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
İMANIN HAKİKATI
ÜÇÜNCÜ FASIL
MECAZ HAKKINDA
İKİNCİ BAB
İMAN VE İSLÂM´IN HÜKÜMLERİ
BİRİNCİ FASIL
KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ
İKİNCİ FASIL
BİAT AHKAMI
ÜÇÜNCÜ FASIL
MUHTELİF AHKAMLAR
BİRİNCİ BAB
İMAN VE İSLÂM´IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:06:44
BİRİNCİ FASIL
İMÂN VE İSLÂM´IN FAZİLETİ
ـ1ـ عن عُبادةَ بن الصامتِ ا‘نصارىِّ رضىَ اللّه عنهُ قال: قال رسولُ اللّه # ]مَنْ شَهِدَ أنْ َ إِلَهَ إّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، وَأنّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَأنّ عِيسى عَبْدُ اللّهِ وَرَسُولُهُ وَكَلمتُهُ ألْقَاهَا إلى مَرْيمَ وَروحٌ منهُ، وَالْجَنَّةَ حَقٌ، وَالنَّارَ حقٌ: أدْخَلَهُ اللّهُ الْجَنَّةَ عَلَى مَا كَان عَلَيْهِ مِنَ الْعَملِ[ أخرجهُ الشيخانِ والترمذى.وَفِى أخرى لمسلم ]مَنْ شَهِدَ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ حرَّمَ اللّهُ تَعَالى عَلَيْهِ النَّارَ[.
1. (1)- Ubade İbnu´s-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Kim Allah´tan başka ilâh olmadığına Allah´ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed´in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ´nın da Allah´ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem´e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır."[1]
Müslim´in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
"Kim Allah´tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın elçisi olduğuna şehâdet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır."[2]
AÇIKLAMA:
İmana müteallik en câmi hadislerden biri budur. Hadiste İslâm inancının temel prensipleri beyan edilmekten başka belli başlı batıl inançlar da reddedilmiş olmaktadır:
1- Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´in risâleti: Bu İslâm inancının birinci akidesi sayılabilir. Zira tevhid´e yani Allah´ın birliği inancına İslâm dışında da rastlanabilir.
2- Tevhid inancı: Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´in peygamberliğine inancın en zarûri gereği Tevhîd´dir. Yâni kâinatı yaratan, tedbir ve terbiye eden Bir´dir. Herçeşit yardımcıdan, ortaktan müstağnîdir. Tevhid inancına prensip olarak başka dinlerde ve hatta felsefî sistemlerde bile rastlanabilir. Ancak İslâm´daki mutlak ve saf tevhid inancı başka hiçbir sistemde yoktur. Mutlak tevhid inancı iddia eden Yahudiler bile, Müslümanlardan çok farklıdır: Öncelikle Yahudileri düşünen onları kayıran millî bir ilâh düşüncesi galebe çalar. İslâm ulûhiyete milliyet izâfe etmez. Allah âlemlerin Rabbi´dir: Her millet, her canlı, her cansız bu "âlemler"e dahildir ve onun bir parçasıdır. Hayrı ve şerri, güzeli ve çirkini, ateşi ve soğuğu, arzı ve semâyı büyüğü ve küçüğü yaratan O´dur, tanzîm eden, terbiye eden O´dur.
Sonra Yahudiler, "Üzeyr Allah´ın oğludur" diyerek (Tevbe: 9/30) kaba bir üslubla tevhîdden uzaklaşırlar, iddia ettikleri vahdaniyet inançlarını lekelerler.
3- Bu hadiste, İslâm inancının üçüncü ana rüknü olan âhiret inancı da ifade edilmekedir: "Cennet haktır, cehennem haktır."
4- Hz. İsa´nın şahsiyeti: O´nun babasız yaratılışı, Yahudilerin Hz. Meryem´e iftiralarına sebep olurken Hıristiyanların da, O´nun babasının Allah olduğunu iddia etmelerine sebep olmuştur. Bir tarafta tefrit bir tarafta ifrat.
İslâm, Hz. İsâ (aleyhisselam)´nın yaratılan bir kul olduğunu te´yid ederek, hem Yahudilerin zina iftirasını reddeder, hem de O´na "Allah´ın oğlu" diyerek ifrata giden Hıristiyanları.
Bu hadiste görüldüğü üzere, Hz. İsa (aleyhisselâm) Allah´ın bir kelimesidir, yani "ol!" demesiyle oluvermiştir. Yâ-Sin suresinin 82. ayetinde ifade edildiği üzere Allah birşeyin olmasını dileyince "ol!" der, o şey hemen olur. O şeyin olması için "ol" emrinden başka bir sebebe ihtiyacı yoktur. Normalde herşey yine irâde-i ilâhî ile cereyan etmekte ise de bir kısım sebeplere bağlanmıştır. Aslında müsebbeb dediğimiz neticenin hâsıl olması için sebep zarurî değildir. Allah, müsebbeb´i, sebep perdesi olmadan da yaratır. Fakat, bu imtihan âleminde vukuâta her seferinde bir sebep perdesi koymak âdetullah´tır, ilâhî kanundur. Cenâb-ı Hak bu kanuna bağlı olmadığını Kur´ân-ı Kerîm´de muhtelif âyetlerde ifade etmiştir.
İşte Hz. İsa (aleyhisselâm) bunun müşahhas bir örneğini teşkil eder. Hz. Meryem´de tecelli eden "ol!" emri ile Hz. İsa (aleyhisselâm) babasız olarak yaratılmıştır.
Hz. İsa (aleyhisselâm) için "Allah´tan bir ruh" denmesini de, "Ruh Rabbim´in emrindendir" (İsra: 17/85) âyeti ışığında anlamak gerekir. Çünkü ruh´un yaratılışı "ol!" emrinin tecellisiyle olmaktadır, sebep perdesi yoktur. Hz. İsâ (aleyhisselâm)´nın yaratılışı için de diğer insanların tâbi kılındığı sebep çerçevesinin haricine çıkılarak "ol!" emrinin tecellisi haber verilmiş olunca "Allah´ın Meryem´e üfürdüğü bir ruh" tâbiri uygun düşer. Nevevî´nin kaydettiği üzere, İslâm âlimleri, Hz. İsâ (aleyhisselâm)´ın Ruhullah veya Kelimetullah diye Allah´a izafesi´nin sâdece teşrif yâni Hz. İsâ´nın şerefini belirtmek gayesi güttüğünü belirtmişlerdir. Nitekim başka ayetlerde Nâkatullah (Allah´ın devesi) ve Beytullah (Allah´ın evi) tâbirleriyle deve ve ev teşrîf için Allah´a izâfe edilmişlerdir. Binâenaleyh, bu tabirlerle Hz. İsâ (aleyhisselâm)´nın teşrîfi, O´nun ilahlaştırılmasına veya Allah´ın bir parçası sayılmasına Kur´ânî bir delîl teşkîl etmez. Aksi takdirde bu izafetten hareketle kâinatı da Allah´ın bir parçası görmek gerekir. Çünkü herşey Allah´ındır, O´na izâfe edilebilir.
5- Hadisin diğer bir hükmü, imanlı olarak kabre girildiği takdirde, büyük günah işlemiş bile olsa, kulun ebedî olarak cehennemde kalmayıp, az da olsa yaptığı hayır sebebiyle cennete gideceği inancıdır. Bu ifâdede büyük günah işleyenler hakkında ileri sürülen ifrat ve tefrit fikirler reddedilmiş olmakta, Ehl-i Sünnet inancına esaslı bir açıklık ve delil getirilmektedir.
"Her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır" ifadesini Nevevî "Netice olarak" diye tevil eder. Yâni, "yaptığı kötülüklerin cezasını çektikten sonra, neticede cennete girecektir" demek oluyor.[3]
ـ2ـ وعن أبى سَعيدِ سَعْدِِ بن مالك بنِ سِنانٍ الخُدْرىِّ رضى اللّه تعالى عنهما أن النبي # قال: ]يَخْرُجُ مِن النَّارِ مَنْ كَان في قَلْبهِ مِثقالَُ ذَرَّةٍ مِن إيمانٍ[ قال أبو سعيد ]فَمَنْ شكَّ فليقرأْ: إن اللّهَ يظلمُ مثقالَ ذرَّةٍ[ أخرجه الترمذى وصححه.
2. (2)- Ebu Sa´îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır."
Ebu Sa´îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa: 4/40).[4]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:07:17
AÇIKLAMA:
Önceki hadisle ilgili açıklamanın son kısmında temas edildiği üzere, Ehl-i Sünnet akidesine göre, bir kimse mü´min olarak son nefesini verebildiği takdirde ebedî olarak cehennemde kalmayacaktır. Her günahkâr mutlaka cehenneme gidecektir de denemez, çünkü Allah dilediğini affeder. Affa mazhar olamayanlar günahı miktarınca cezasını çeker. Ancak, mü´min idiyse, yeri ebedî cehennem değildir. Hadisi rivayet eden sahâbî, bu müjdeli haberde tereddüde düşeceklere bir ayeti delil olarak göstermektedir. [5]
ـ3ـ وعنه رضى اللّهُ تعالى عنه قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ قَالَ: رَضِيتُ بِاللّهِ تَعاَلى ربَّاً، وَبِا“سْمِ ديناً، وَبِمُحَمَّدٍ # رسُوً وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّةُ[ أخرجه أبو داودَ.
3. (3)- Yine Ebu Sa´îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Kim: ‘Rab olarak Allah´ı, din olarak İslâm´ı, Resûl olarak Hz. Muhammed´i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)´ derse cennet ona vâcib olur".[6]
AÇIKLAMA:
Bu hadisi de önceki hadislerdeki kayıt ve şartlar çerçevesinde anlamak gerekir:
1- Mü´min olarak kabre girmek.
2- Hususî mağfirete mazhar olmadığı takdirde, kötü fiillerinin cezasını çekmiş olmak.
Bu kayıtlara yer verilmediği takdirde başka naslarla tesbit edilen prensiplere ters düşülür. İslâm´ın emirlerini yerine getirenle getirmeyen arasında fark kalmaz.
Kimler imanlı olarak kabre girer, farzları yapmayanların, yasaklardan kaçmayanların, lafla müslüman olduğunu söylediği halde, İslâm´ın emirlerini yapmakta kibirlenenlerin, meselâ tesettür, miras hukuku gibi bir kısım dinî emirleri "vakti geçmiş" veya "Araplar´a has" telakkî edenlerin kabre imanlı olarak girme şansları ne kadardır? kesin bir şey söylenemez.
Hadis, beşerî muâmelatta, bir kişiyi mü´min kabul etmede asgari bir ölçü vermektedir. O yönden mühimdir. Ayrıca büyük günah işleyenlerin uhrevî durumlarını açıklama meselesinde de önemli bir prensip vazetmiş olmaktadır. [7]
ـ4ـ وعنه أيضاً رضى اللّه عنه قال: قال رسولُ اللّه #: ]إذا أسْلَمَ العَبْدُ فحَسُنَ إسْمُهُ كَتَبَ اللّهُ لَهُ كلُّ حَسنَةٍ كَانَ أزْلَفَهَا، وَمُحِيَتْ عَنْهُ كلُّ سَيئَةٍ كَانَ أزْلَفَهَا، وَكَانَ بَعْدَ ذلِكَ القصاصُ: كلُّ حسَنَةٍ بعشْرِ أمثالها إلى سبعِمائةِ ضِعْفٍ، وَالسَّيئةُ بمثلِهَا إّ أن يتجاوَزَ اللّهُ عنْها[ أخرجه البخارى تعليقاً، والنسائى مسنداً.ومعنى »أزلفها« قرّبها.
4. (4)- Yine Ebu Sa´îd (radıyallau anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Bir kul İslâm´a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muâmele görür: Yaptığı her hayır için en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır."[8]
AÇIKLAMA:
Tercümede geçen "bunda samimi olursa" ifadesinin Arapça aslı "İslâm´ı güzel olursa"dır. Yani: "Kul Müslüman olur, İslâm´ı da güzel olursa..." şeklindedir.
Âlimler, samimi olmayı (veya İslâm´ın güzel olmasını) "itikad ve ihlâsıyla tam olması, zâhiren ve bâtınen İslâm´ın ferde girmesi, ibadet sırasında Rabbinin kendisine yakınlığını hatırlaması, idrak etmesi..." diye açıklamışlardır.
Buhârî´nın rivayetinde, geçmiş günahlarının affedileceği belirtildiği halde hayırlarının da yazılacağı kaydı mevcud değildir. Ancak hadisin Kütüb-i Sitte dışında gelen vecihlerinde de yukarıda kaydedilen şekilde eski günahlarının affedileceği, hayırların hesaba geçeceği tasrih edilir.
Buhârî´nin bu ziyadeyi kasden iskat ettiği çünkü, kâfirken işlenen hayırların Allah´a yakınlık vesilesi olacağı meselesini Buhârî´nin, başka kaideler açısından, müşkilatlı bulduğunu söylemişlerdir. Ancak Nevevî ve Kadı İyâz bu yoruma katılmazlar. Nevevî şunu söyler: "Gerçek olan, muhakkik ulemanın icma ettiği husustur: Kâfir, sadaka, sıla-i rahm gibi hayır ameller işlemiş ise Müslüman olduktan sonra bu onun hayırlar defterine yazılır, yeter ki Müslüman olarak da ölmüş olsun." Kaidelere aykırılığı iddiasını da reddeden Nevevî "Bu iddia müsellem (benimsenmiş) değildir. Çünkü, kâfirin dünyadaki amellerinin bir kısmı muteber addedilmiştir. Mesela kefâretü´zzihâr bunlardan biridir.[9] Kafir, Müslüman olmazdan önce, bu kefâreti yerine getirmiş ise, Müslüman olunca iade etmez" der.
İbnu Hacer, Nevevi´yi haklı bulur ancak o, neticeye bir başka yorumla ulaşır: "Kişinin Müslüman olunca, önceki amellerinin sevab olarak yazılması bir lütfu ilâhidir, bu, onlardan önceden sâdır olan amellerin kâfirken makbul olmasından dolayı değildir. Hadis, işlenen amelin sevabının yazılacağını belirtiyor, o amelin makbul olduğuna temas etmiyor. Kâfirken yapılan iyi amelin makbûl olma keyfiyeti İslâm olma şartına bağlanmış olması da muhtemeldir: Müslüman olursa makbûldür, olmazsa değildir. Bu görüş daha kavî´dir."
İbnu´l-Münîr, "iyi amelden dolayı küfür hâlinde sevab yazılır" iddiasının kaidelere aykırı olduğunu belirtmiştir. Çünkü, Kur´ân ve hadiste gelen naslar, "Kâfir, eski inancı üzerine ölürse, sâlih amellerinden hiçbirisinin kendisine faydası olmaz, hepsi hebâen mensur (faidesiz olarak) gider" diye kesin bir hükme varmıştır.
Hz. Aişe, İbnu Cüd´ân hakkında önceden yaptığı hayırlı amellerin ona faydası olmayacak mı? diye sorunca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "O, hiç bir zaman: "Rabbim, günahlarımı kıyamet günü mağfiret buyur!" dememiştir." diye cevap vermiştir. Bu hadisten de, mü´min olduğu takdirde önceki hayırlı amellerinden istifâde edeceği istidlal edilir. İman olmadıkça, kâfirin hayırlı amellerinden istifâde edemeyeceği istidlal edilir. İman olmadıkça, kâfirin hayırlı ameli makbûl değildir.
Ancak şu söylenebilir: Nasıl ki cennetin mertebeleri var, cehennemin de var. İman derecelere şâmilse küfür de derecelere sahiptir. Kâfir´in zalim ve sefihleri ile mazlum ve hayır sâhipleri aynı derecede yer almayacaktır. Yerleri mekân ve mahal olarak cehennemdir, fakat oradaki dereceleri, mevkileri, azabtan duyacakları hisseleri, bir değildir, farklıdır. [10]
ـ5ـ وعن أبى هريرة: عبدالرحمن بن صَخر الدوسى رضى اللّهُ عنه أن رسول اللّه # قال: ]إذا أحْسَنَ أحَدُكُمْ إسْمَه فكلُّ حسنةٍ يعملُها تُكْتَبُ لهُ بعشرِ أمْثالِها إلى سبعمائة ضعْفٍ، وكلُّ سيئةٍ يعملها تُكتَبُ بمثلها حتى يَلقى اللّهَ تعالى[ أخرجه الشيخان.
5. (5)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı herbir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır. Bu hâl, Allah´a kavuşuncaya kadar böyle devam eder."[11]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:07:46
AÇIKLAMA:
Cenâb-ı Hakk´ın kullarına karşı rahmetinin, mağfiretinin genişliğini ifade eden mühim hadislerden biri budur. Maamafih aynı mâna ayet-i kerîmede de ifade edilmiştir: "Kim bir hayır yaparsa ona on katı verilir, kötülük yapan da misliyle cezalandırılır." (En´âm: 6/160). Hayırların yediyüz misli artırılacağı şu âyette ifade edilmiştir: "Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tânenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah´ın lütfu geniştir" (Bakara: 2/261).
İyi niyetle kulluğa yöneldiğimiz takdirde Cenâb-ı Hak bizlere adaletle değil, mağfiretle muamele etmektedir: Bir suça karşı bir günah, fakat bir hayra karşı en az on olmak üzere 700 misli ve daha fazla sevap! Şühesiz bu, adâlet değil, lütuftur. Halbuki, Cenâb-ı Hak dileseydi yapılan hayırlar için hiçbir şey yazmayabilirdi ve bu gerçek adâlet de olurdu. Çünkü yapılan hayır, Allah´ın vermiş bulunduğu nimetlerin karşılığı olamaz: Hayat, sıhhat, maddî imkânlar gibi nice nimetler vermiş, istifade ediyoruz. Hava, su, güneş, yiyecekler vs. hep O´nun mülküdür. O´nun mülkünü kullanıyoruz, onun mahlukâtında tasarrufta bulunuyoruz. Bunlara karşı minnet, şükür ve kulluk borcumuz var. Yapılan hayırlar hiçbir surette nimetlere bedel olamaz, borcumuzu ödeyemeyiz. Öyle ise, ibadetler, hayırlar temelde geçmiş nimetlerin karşılığıdır. Gelecek nimetlerin yatırımı değildir. Ancak Cenâb-ı Hak lütfuyla gelecekte ücret vâdetmiş, cennet vâdetmiştir. Şu halde gelecek nimetler mahz-ı lütuf ve rahmettir.
Bu lütuf ve rahmetin büyüklüğü hayır amellerin en az on misliyle yazılmasında kendini gösteriyor. İhlâsımız nisbetinde, şartların ağırlığı nisbetinde Rabbimiz hayırları yediyüz ve hadsiz şekilde katlıyacağını da belirtmiştir.[12]
ـ6ـ وعن مُعَاذ بن جبل ا‘نصارى رضى اللّه عنه قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ كَانَ آخِرُ كََمِهِ َ إلَهَ إّ اللّهُ دَخَلَ الجَنَّةَ[ أخرجه أبو داود.
6. (6)- Muâz İbnu Cebel el-Ensârî (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kimin (hayatta söylediği) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider"[13]
AÇIKLAMA:
İslâm uleması, bu ve benzeri hadislerde zikredilen "Lâilâhe illallah" tâbirinden maksadın kelime-i şehâdet olduğunu belirtirler. Yani kişiyi kurtuluşa götürecek şey sâdece Allah´ın birliğini te´yid değildir. Buna Muhammedu´r-Resûlullah cümlesi de dâhil olmalıdır. Bunlar, birini diğerinden ayırmak mümkün olmayan bir bütün teşkil ederler.
Münâvî, ölüm anında, her çeşit dünyevî ve nefsânî arzuların sönmüş olması sebebiyle, kelime-i şehâdeti teluffuzun ihlâslı, içten gelerek olacağını, bu sebeple Allah tarafından kabul göreceğini belirtir.
Bu çeşit müjdeli hadisler, ibadeti, tevbeyi sona bırakmayı gerektirmez. Kulluk edebi her an samimi olarak Allah´a ilticayı âmirdir. Ayrıca nasıl bir son bizi beklemektedir? Normal yaşlanarak, şuuru yerinde olarak can verebilecek miyiz, yoksa beklenmedik bir yaşta, hiç umulmadık bir anda mı ölüm yakalayıverecek? Günümüzde inanan pekçok insan gençlik gafletiyle şeytanın bu iğvasına kapılır. İbadeti, tevbeyi ihtiyarlığa bırakır. Son nefeste ihlâsla yapılacak tevbenin, telaffuz edilecek kelime-i şehâdetin yetebileceği söylenir.
Bektaşivari sözlerle kendini oyalayan nicelerinin umulmadık kazalara kurban gittiğini görmekteyiz.
Şunu da unutmamak gerekir, bu çeşit hadisler, kişinin eksik bıraktığı ibadetler, kul hakkıyla ilgili günahlar sebebiyle mâruz kalınacak azabtan garanti vermiyor. "Cennete gitmek" garantisi veriyor. Ehl-i Sünnet akidesi, az da olsa, bir hayır yapan mü´minin, cezasını çektikten sonra cennete gideceğini kabul eder. Mü´min olarak kabre giren bir kimse ebedî olarak cehennemde kalmayacaktır.[14]
ـ7ـ وعن أبى ذر: جُندب بن جُنادةَ الغِفارىِّ رضى اللّه عنه أن النبى # قال: ]أتانى جبريلُ عليهِ السم فبشَّرَنى أنهُ مَنْ مَاتَ مِنْ أُمَّتِكَ يُشْرِكُ باللّهِ شيئاً دخلَ الجَنَّةَ. قُلتُ: وَإنْ زَنَى وإنْ سرَق؟ قال: وإن زنى وإن سرَق. قُلتُ: وإن زنى وإن سرَق؟ قال: وإن زنى وإن سرَق. ثم قال في الرابعةِ: على رَغم أنف أبى ذرّ[ أخرجه الشيخان والترمذى.»الرغم« الذل والهوان.
7. (7)- Ebu Zerr (Cündeb ibnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah´a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle)
"zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum.
"Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar:
"Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim.
"Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti:
"Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir."[15]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:08:52
AÇIKLAMA:
Bu hadisin Buhârî´nin Kitâbu´l-Libâs´ta gelen vechinde Ebu Zer Gıfarî (radıyallahu anh) hazretlerinin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´i ziyaret sırasında uyumakta olduğu belirtilir. Binaenaleyh Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hadiste ifade buyurduğu müjdeyi Cibrîl (aleyhisselâm)´den rüyasında almış olmalıdır.
Ebu Zer hazretlerinin ziyade hayreti ve tekrar tekrar bu hayretlerini ifadesi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir başka hadislerinden ileri gelmektedir. Orada: "Zâni, zina ettiği sırada mü´min olduğu hâlde zina etmez, içki içen, içki esnasında mü´min olduğu hâlde içki içmez..." buyurmuştur.
İslâm uleması, büyük günahları değerlendirirken Ebu Zerr (radıyallahu anh)´in hatırladığı bu ikinci hadisi te´vil etmiş, öncekini esas almıştır. Yani zina eden kimse iman-ı kâmil sâhibi olarak zina etmez demektir. Böyle te´vil edilmediği takdirde zâhirine göre anlayıp Hâricî görüşü benimsemek gerekir ki; "Büyük günah işleyen kâfir olur" demektir. Ulema büyük günah işleyene kâfir demez. "Günahkârdır, tevbe ederse, Allah affedebilir" der. İmam-ı Âzam bu meselede imanla ameli ayrı mütâlaa eder. İman, kalble tasdik, dil ile ikrardır. Bu oldu mu, amele bakılmadan Müslümanlığına hükmolunur. Büyük günah işlese bile mü´mindir, her an tevbe ile rücu edebilir. Önceki hadiste de ifade edildiği üzere son sözü Lâilâhe illallah olduğu takdirde, günahlarından aff-ı İlâhiye mazhar olmasa bile cezasını çektikten sonra yine de cennete gidecektir.
Hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu kayıtlara yer vermeksizin nihâî durumu ifade etmiştir. Tebliğde bu tarz, âsi kula ümid vermek ve onu tevbeye teşvik etmek gayesini güder.
Bu hadisin, bazılarına, fazla ümid vererek, günaha sevkedeceği şeklindeki mütâlaayı yersiz buluruz. Çünkü kulluk edebini idrâk eden bir insan Allah´ın affına güvenip günah işlemez. O edebi takınamayan idraksize zaten söz te´sir etmez, hevâsının kurbanı demektir. Bu hadis Buhârî ve Müslim´in ittifak ettiği en muteber, en sahih hadislerdendir. Rabbülâlemin adına konuşan Resûlu Ekremimiz (aleyhissalâtu vesselâm) hakikatten, hayırdan başka kelam etmez.[16]
ـ8ـ وعن جابر بن عبداللّهِ ا‘نْصَارِىّ رضى اللّه عنه قال: قال رسول اللّهِ #: ]ثِنْتانِ موجَبتانِ. فقال رجل يا رسُولَ اللّه: ما الموجبتانِ؟ قال: من مَاتَ يُشْركُ باللّهِ شيئاً دخل النَّارَ، ومَنْ مَاتَ يُشْركُ بِاللّهِ شيئاً دَخَلَ الجَنَّةَ[ أخرجه مسلم.
8. (8)- Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İki şey vardır gerekli kılıcıdır!" Bir zat:
- Ey Allah´ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam):
"Kim Allah´a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah´a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi"[17]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tebliğ edeceği bir hakikatı beyan etmezden önce, bu hadiste olduğu gibi, dikkatleri çekecek, merak uyandıracak, soru sorduracak bir üslub kullanırdı. Zihinler böylece hazırlandıktan sonra esas hakikatın tebliğine geçerdi. Böylece öğrenilen mesail unutulmayacak şekilde zihinlerde yer ederdi.
Bu gayenin tahakkuku için, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) çok farklı metodlara, tarzlara başvurmuştur.[18]
ـ9ـ وعن أبى هريرة رضى اللّه عنه قال: ]قلتُ يا رسُولَ اللّهِ: مَنْ أسْعَدُ النَّاسِ بِشَفَاعتِكَ يومَ القِيَامةِ؟ قال: لقد ظننتُ أن يسألَنى عن هذا أوَّلُ منكَ لما رأيتُ من حرصِك علَى الحديثِ: أسعدُ الناس بشفاعتى يوم القيامةِ: مَن قال َ إلَهَ إّ اللّهُ خَالِصاً من قَلبِهِ[ أخرجه البخارى.
9. (9)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e
"Ey Allah´ın Resûlü, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?" diye sormuştum. Bana:
"Hadis´e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını tahmîn etmiştim" açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi:
"Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek ‘Lâ ilâhe illallah´ diyen kimsedir"[19]
ـ10ـ وعن صُهَيْب بن سنان رضى اللّه عنه. أنّ رَسُولَ اللّهِ # قال: ]عجباً ‘مْرِ المُؤْمنِ إنَّ أمْرَهُ كلَّهُ له خيرٌ، ولَيس ذلك ‘حدٍ إّ للمؤمنِ: إن أصَابَتْهُُ سراءُ شَكَرَ فكَانَ خيراً، وإن أصابتهُ ضراءُ صَبَرَ فكَانَ خيراً[. أخرجه مسلم.
10. (10)- Süheyb İbnu Sinân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Mü´min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü´mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır"[20]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:10:26
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mü´minde bulunması gereken iki mümtaz sıfatı bu şekilde beyan etmektedir: Şükür ve sabır. Sağlık, nimet, makam, evlad, başarı gibi hoşuna giden her neye mazhar olursa bunu Allah´tan bilerek şükretmek gerekmektedir. Böylece, ucb, fakr, istiğna gibi mazmum hallere düşmekten korunur. Hastalık, idbâr, musibet, kaza gibi hoşa gitmeyen hâllerle karşılaşınca da bunun bir imtihan olduğunu, bunlarla kendisini Rabbinin imtihan ettiğini düşünür, bağırıp çağırmaz, kendisini düzeltmesinin yollarını arar.[21]
ـ11ـ وعنْ أبى هريرة رضى اللّه عنه: أنّ رَسُولَ اللّهِ # قال: ]وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ َ يَسْمَعُ بى أحدٌُ من هذه ا‘مّة يهودىٌّ وََ نصرانِىٌّ ثم يموتُ ولم يؤمنْ بالذى أُرسلتُ به إّ كانَ من أصْحَابِ النَّارِ[. أخرجه مسلم.
11. (11)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Muhammed´in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır"[22]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in gelmesinden sonra, daha önceki bütün dinlerin neshedilip, hükümden kaldırıldığını açık bir şekilde ifade eder.
2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e inanıp-inanmamaktan dolayı sorumluluk bunu işitmeye bağlıdır. Uzak ve ıssız yerlerde yaşayan ve bu sebeple Risâlet-i Muhammediye´yi işitmeyenler sorumlu tutulamazlar. Nitekim Kur´ân-ı Kerîm´de: "Biz elçi göndermedikçe kimseye azab etmeyiz" (İsra: 17/15) buyrulmaktadır.
Hadiste Yahudî ve Hıristiyanların be-tahsîs zikri -Nevevî´nin belirttiği üzere- İslâm dininin bütün insanlığa şümulünü tebârüz ettirmek içindir. Zira bunlar kitap sâhibi semâvî dinlerdir. "Öyle olmalarına rağmen bu iki din mensubu İslâm´a girmekle mükellef olursa, semâvî aslı tamamen kaybolmuş kitapsız din mensupları daha ziyâde dehâlete mecburdurlar" denmiş olmaktadır.[23]
ـ12ـ وعن وَهب بن مُنبِّه ]وَقِيلَ له: أليسَ إلَه إّ اللّهُ مِفْتاحَ الجَنَّةِ؟ قال: بلى، ولكن ليسَ مِفتاحٌ إّ وله أسنانٌ، فإذا جئتَ بمفتاحٍ له أسنانٌ فُتِحَ لك، وإّ لم يُفْتَحْ لكَ[. أخرجه البخارى معلقاً.
12. (12)- Vehb İbnu Münebbih´in anlattığına göre kendisine:
"Lâilâhe illallah cennetin anahtarı değil mi? dendi de:
"Evet, öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz" cevabını verdi.[24]
AÇIKLAMA:
Vehb İbnu Münebbih "diş" teşbihiyle, ibadet ve dolayısıyla "zahmet"i kasdetmiştir. İbadet olmadan, zahmet çekmeden sâdece lâilâhe illallah demekle cennete gidilemeyeceğini ifâde etmek istemiştir. Ne var ki Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "Lâilâhe illallah cennetin anahtarıdır" buyurduğu gibi, yukarıda 7 numaralı Ebu Zerr hadisinde de görüldüğü üzere bu kelimeyi samimiyetle benimseyen kimsenin de kurtuluşu söz konusudur. Bazı şârihler, Buhârî´nin bu rivayeti koymakla "ölüm ânında ihlâsla söylenen Lâilâhe illallah sözünün önceden işlenen günahları affettireceğine işaret ettiğini" söylerler. Çünkü ihlâs, tevbe ve nedâmeti müstelzimdir. Lâilâhe illallah´ın söylenmesi bu duruma alem olur.
Kişinin, nerede, ne zaman ve nasıl son nefesini vereceği bilinmediği için, bu çeşit rivayetlerden hareketle, "yaşlılık hâlinde yapılacak tevbe´ye güvenmek, günah amellerde ısrar etmek doğru değildir. Kulluk edebine de yakışmaz.
En doğrusu, "dişi bulunmayan bir anahtarın, hiçbir kapıyı açamayan düz bir çubuktan başka birşey olmaması" gibi amelin refakat etmediği Lâilâhe illallah sözüyle de kurtuluşa erişilemeyeceği düşüncesiyle hareket etmek, ibadetsiz vakit geçirmemektir.
Ancak bu ve benzeri hadislerin kullanılma yer ve durumlarını da bilmek gerekir: Ömrünü gafletle geçirenlerin, bir lütf-u ilâhî olarak âniden intibaha ve tevbeye geldikleri zaman, eski günlerin hacâleti altında ezilerek ye´se düşmemeleri için bu çeşit tebşîrata ihtiyaçları vardır. İntibaha gelen gâfil ve günahkârların bu çeşit teselliye olan ihtiyaçlarının şiddetinden olacak ki pekçok hadis ve ayet bu meseleye yer verir ve gönüllerine serinletici su serper:
"Ey Muhammed, de ki: "Ey kendilerine kötülük yapıp aşırı giden kullarım! Allah´ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü o bağışlayıcıdır, merhametlidir" (Zümer: 39/53).
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sıdk ile tevbe eden kimsenin, annesinden doğduğu gün gibi günahlardan temizleneceğini ifâde etmekten başka, Cenâb-ı Hakk´ın, tevbe edenin tevbesi sebebiyle, her eşyası üzerinde bulunan bineğini çöl ortasında kaybeden kişinin çaresizlik içinde bîtap düşüp uyuduğu esnada yanına gelen bineğini uyandığı sırada başucunda bulunca sevincinden ağzından çıkanı bile tartamayıp: "Ey Allah´ım sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim!" demesi anındaki kadar sevindiğini ifade eder.
Kur´ân-ı Kerîm, intibaha gelen günahkârları psikolojik şoktan kurtarmak için tesellide daha da ileri bir ufuk gösterir, önceden işlenen günahların sevaba çevrilebileceğini müjdeler:
"....Tevbe eden, inanıp sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini, iyiliklere çevirir, Allah bağışlar ve merhamet eder" (Furkan: 25/70).
Evet burada günahların silinmesi, yok farzedilmesi mevzubahis değil, Rahmet-i ilâhiyenin bir başka mertebede tecellisi söz konusu: İşlenen günahların sevaba dönüşmesi.
Ulema ayet-i kerîme´ye başka açıklamalar da getirmiş ise de, Râzi´nin kaydettiği dört te´vilden biri de bizim yukarıda kaydettiğimiz mânadır. Bu mânayı esas alan Saîd İbnu´l-Müseyyeb ve Mekhûl, görüşlerine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretlerinin rivayet ettiği şu hadisi de delil olarak zikrederler: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bir kısım kimseler günahlarının çok olmasını temennî edecekler!" buyurmuştu.
"Bunlar kimlerdir?" diye sordular. Şu cevabı verdi:
"Onlar Allah´ın seyyiatlarını sevaba tebdil ettiği kimselerdir."
Bir başka hadiste şöyle anlatılır:
"Adamın birine kıyamet günü küçük günahları gösterilir ve hesaba çekilir. Adamcağız
"büyük günahlarım da ortaya çıkacak mahvolacağım" diye düşünürken Gaffâru´z-Zünûb:
"Şu kulumun işlediği her kötülüğe karşı bir hasene yazın" diyecek. Beklenmeyen bir lütuf karşısında adam tamaha kapılacak ve
"Benim büyük günahlarım da vardı, onları göremiyorum, keşke onlar da ortaya çıksa da karşılığında haseneler verilse" diyecek."
Bu sözleri söylerken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o derece güler ki arka dişleri bile görülür."[25]
ـ13ـ وعن عبداللّهِ بن مَسْعودٍ الهذلى رضى اللّه عنه، وسأله رجلٌ ماالصراطُ المستقِيمُ؟. قال: تركَنَا مُحمَّدٌ في أدناهُ وطرَفُه في الجنّةِ، وعن يمينه جَوادُّ، وعن يساره جوادُّ وثَمّ رجالٌ يَدْعُونَ مَنْ مرَّ بهم، فمنْ أخَذَ في تلكَ الجوادِّ انتهَتْ بِهِ الى النّارِ، ومَنْ أخَذَ علَى الصّراطِ المسْتَقِيم انْتَهى بهِ إلى الجَنَّةِ، ثُمّ قرأ ابنُ مسعود: »وَأنَّ هذا صِراطِى مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ. اŒية«. أخرجه رزين»والجواد« جمع جادة، وهى: الطريق.
13. (13)- Abdullah İbnu Mes´ud el-Hüzelî (radıyallahu anh)´nin anlattığına göre, bir adam kendisine
"Sırat-ı müstakim (doğru yol) nedir?" diye sordu. Ona şu cevabı verdi:
"Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun öbür ucu ise cennete ulaşmaktır. Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar da var. Bunlardan her birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan geçenleri kendilerine çağırıyorlar. Kim bu dış yollardan birine sülûk ederse yol onu ateşe götürecektir. Kim de sırat-ı müstakîme sülûk ederse o da cennet´e ulaşacaktır." İbnu Mes´ud bu açıklamayı yaptıktan sonra şu ayeti okudu: "İşte bu benim sırat-ı müstakimimdir, buna uyun. Başka yollara sapmayın, sonra onlar sizi Allah´ın yolundan ayırırlar...." (En´âm: 6/152)[26]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:11:01
İKİNCİ FASIL
İMÂNIN HAKİKATİ
ـ1ـ عن عبداللّه بن عمر بن الخطاب رضى اللّه عنهما، وقال له رجلٌ: أَ تَغْزُو؟ فقال: إنى سمِعْتُ رسُولَ اللّهِ # يَقُولُ ]إنّ ا“سمَ بُنِىَ علَى خمسٍ: شَهادَةِ أنْ َ إلَهَ إّ اللّهُ، وَأنّ مُحمّداً عَبْدُهُ وَرَسُولهُ، وإقَامِ الصَّةِ، وَإيتاءِ الزَّكاةِ، وَحجِّ البَيْتِ، وصَوْمِ رَمَضَانَ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
1. (14)- Abdullah İbnu Ömer İbni´l-Hattâb (radıyallahu anh)´ın anlattığına göre, bir adam kendisine:
"Gazveye çıkmıyor musun?" diye sorar. Abdullah şu cevabı verir:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´i işittim, şöyle buyurmuştu:
"İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah´tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed´in O´nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe´ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak" [27]
ـ2ـ وعن يحيى بن يَعْمُرَ قال: كَانَ أوّلَ مَن قال في القَدَرِ بالبصرةِ مَعْبَدٌ الجُهَنىُّ، فانطَلَقْتُ أنا وَحُمَيْدُ بنُ عبدِ الرحمن الحِميرىُّ حاجَّيْنِ أو معتمِرَيْنِ. فقلْنا: لو لَقِينا أحداً من أصحابِ رسُولِ اللّهِ # فسألناه عما يقولُ هؤءِ في القدرِ، فَوُفِّقَ لنا عبدُاللّهِ بنُ عمر رضى اللّه عنهما داخً المسجِدَ فاكتنفتُهُ أنا وصَاحِبِى: أحدُنا عن يمينهِ واŒخرُ عن يسارهِ: فظننتُ أنّ صاحبى سَيَكلُ الكَمَ إلىّ. فقلتُ يا أبَا عبدِالرحمن: إنه ظََهَرَ قِبَلنَا أناسٌ يقرؤنَ القرآنَ وَيَتَقَفَّرُونَ العلمَ، وذَكَرَ مِنْ شأنِهِمْ، وأنه
م يزعمونَ أنْ قَدَرَ، وَأن ا‘مْرَ أُنْفٌ فقال: إذا لقِيتَ أولئك فأخْبِرْهُمْ أنِّى برئٌ منهم وأنهم بَرَاءٌ مِنِّى، والَّذِى يَحْلِفُ بِهِ عبدُاللّهِ ابْنِ عُمرَ: لو أنّ ‘حدِهم مثلَ أحُدٍ ذهباً فأنفقَهُ ما قَبلَ اللّهُ منه حتى يُؤمِنَ بالْقَدَرِ.ثُمّ قال: حَدَّثَنِى أبى عُمَرُ بنُ الخطابِ رضى اللّه عنه قال: بَيْنَمَا نَحْنُ جُلوسٌ عِنْدَ رسُولِ اللّهِ # إذْ طَلَعَ عَلينَا رجلٌ شَديدُ بيَاضِ الثِيابِ شَديدُ سوادِ الشّعرِ يُرَى عليهِ أثرُ السفرِ، وَ يعرفُهُ مِنَّا أحَدٌ حتى جلَسَ إلى النبىِّ # فأسندَ ركبَتَيْهِ إلى رُكْبَتَيْهِ، ووَضَعَ كَفّيْهِ عَلى فَخِذَيْهِ. وَقالَ: يامحمّدُ أخْبِرْنِى عنِ اسْمِ. فقال: ا“سْمُ أنْ تَشْهَدَ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ، وأنّ محمّداً عَبْدُهُ ورسُولهُ، وتقِيمَ الصّةَ، وتُؤتِى الزّكَاةَ، وَتَصُومَ رَمَضَانَ، وَتَحُجَّ البَيْتَ إنِ اسْتَطَعْتَ إليهِ سَبِيً. قال: صَدقتَ. فَعَجِبْنَا لَه يَسأَلهُ ويُصَدِّقُهُ. قال: فأخْبِرْنِى عنِ ايمَانِ. قال: أنْ تُؤْمِنَ بِاللّهِ وَمََئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلهِ وَاليَوْمِ اŒخِرِ، وَتُؤمنَ بالْقَدَرِ خيْرِهِ وَشَرِّه. قال: صدقتَ. قال: فأخْبِرْنِى عَنِ ا“حْسانِ. قال: أنْ تَعْبُدَ اللّهَ كَأنّكَ تَراَهُ، فإن لمْ تَكُنْ تَراهُ فإنّهُ يَراكَ. قال: فَأخْبِرْنِى عنِ السّاعةِ. قال: ما الْمَسْؤُلُ عَنْهَا بأعْلَمَ منَ السائلِ. قال: فأخْبِرْنِى عَن أمَاراتِهَا؟ قال: أن تَلِدَ ا‘مّةُ رَبّتهَا، وأنْ تَرَى الحُفَاةَ العُراةَ العالَةَ »وليسَ عندَ مسلم العالَةََ« رعاء الشّاءِ يتطاوَلُونَ في البنيَانِ. قال: ثم انطلقَ فَلَبِثْتُ ملِيّاً. هذا لفظ مسلمٍ، وعندهم: فَلَبِثْتُ ثثاً ثم قال: يا عُمَرُ أتَدْرِى مَنِ السّائلُ؟ قُلتُ: اللّهُ ورَسُولُهُ أعْلمُ. قال: فَإنّّهُ جِبْريلُ عليهِ السّمِ أتاكمْ يُعَلِّمُكُمْ دِينكُمْ؛ أخرجه الخمسة إّ البخارى. وزاد أبو داودََ في أخرى بعد صوم رمضان: واغتسالَ من الجنابةِ.ولهُ في أخرى: وَسألهُ رجلٌ من مُزينَةَ أوجُهينةَ فقال: يا
رسُولَ اللّهِ فيمَ نَعْمَلُ، في شئ خَ وَمَضَى، أو في شئ يُسْتَأنَفُ اŒن؟ قال: في شئ خََ وَمَضى، فقال الرجلُ، أو بعضُ القومِ: ففيمَ العمَلُ؟ قال: إنّ أهلَ الْجَنّةِ يُيَسَّرُونَ لِعَمَلِ أهلِ الْجَنّةِ، وإنّ أهلَ النّارِ يُيَسَّرُونَ لِعَمَلِ أهلِ النّارِ.وأخرجَ البخارى رحمه اللّهُ تعالى نحْوَهُ عن أبى هريرة، وهى روايةٌ لهُمْ إّ الترمذى رحمه اللّه تعالى، وفيه: أن تعبدَ اللّهَ تُشْرِكُ بِهِ شيئاً: مكانَ أن تشْهَدَ.وفيه: فإذا كَانَ الحُفاةُ العُراةُ رؤسَ الناسِ.وزادَ في خمس يعْلمها إّ اللّهُ تعالى وَتََ إنّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ اŒية.وفي أخرى بعد العُراة: الصمّ البُكْمَ ملوكَ ا‘رْضِ.وَعند النسائى رحمه اللّهُ تعالى قال: والَّذِى بعَثَ محمّداً بِالْحَقِّ هادياً وبشيراً مَا كُنْتُ بأعْلمَ بهِِ من رجلٍ مِنْكُمْ، وإنّه لجبريلُ عليه السّمُ نزل في صورةِ دِحيةَ الكلبِىِّ.وَمَعْنى »يَتَقفَّرونَ« يتتبعون، وقوله »أُنُفٌ« بضم الهمزة والنون: أى مُحْدَثٌ لم يسبق علم اللّه تعالى به. وكذَبَ أعداء اللّه تعالى، بل علمُ اللّه تعالى سابقٌ للمعلوماتِ كلِّها.
2. (15) Yahya İbnu Ya´mer haber veriyor: "Basra´da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma´bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umre vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab´tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî´nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)´la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)´a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmîn ederek, konuşmaya başladım:
"Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur´ân-ı Kerîm´i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar." Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: "Bunlar, "kader yoktur, herşey hâdistir ve Allah önceden bunları bilmez" iddiasındalar." Abdullah (radıyallahu anh):
"Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler." Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te´kîd ederek şöyle tamamladı: "Allah´a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez."
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
"İslâm, Allah´tan başka ilâh olmadığına, Muhammed´in O´nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah´a haccetmendir." Yabancı:
"- Doğru söyledin" diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu:
"Bana iman hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
"Allah´a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah´tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine:
"Doğru söyledin!" diye tasdik etti? Sonra tekrar sordu:
"Bana ihsan hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
"İhsan Allah´ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah´a ibadet etmendir. Sen O´nu görmesen de O seni görüyor." Adam tekrar sordu:
"Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:
"Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı:
"Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim´in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir."
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim´deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı:
"Bu, Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi."[28]
Ebu Dâvud, bir başka rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra "cünüblükten yıkanmak" maddesini de ilâve eder.
Yine Ebu Dâvud´un bir başka rivayetinde şu ziyâde vardır: "Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu:
"Ey Allah´ın Resûlü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Olup biten bir işi" dedi. Adamcağız -veya cemaatten biri- yine sordu:
Öyleyse niye çalışılsın ki? Hz. peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamada bulundu:
"Cennet ehli olanlara cenetliklerin ameli müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır."
Benzer bir hadisi, Buhârî (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´den kaydeder. Bu hadise Tirmizî hâriç diğerlerinde de rastlanır. Mevzubahis rivayette, "şehâdette bulunman" yerine "Allah´a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmaman" ifadesi yer alır.
Bu hadiste ayrıca "Yalın ayak, üstü çıplak kimseler halkın reisleri olduğu zaman" ziyadesi de mevcuttur.
Şu ziyade de mevcuttur: (Kıyametin ne zaman kopacağı), Allah´tan başka hiçkimse tarafından bilinmeyen beş gayıptan (mugayyebât-ı hamse) biridir buyurdu ve şu ayeti okudu: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez..." (Lokman: 31/34)[29]
Bir başka rivayette "üstü çıplaklar" tâbirinden sonra "sağır ve dilsizler arzın melikleri (kralları) oldukları zaman" ziyadesi vardır.
Nesâî´nin Sünen´inde şu ziyade mevcuttur: "Dedi ki: Hayır, Muhammed´i hakikatle birlikte irşad ve hidayet edici olarak gönderen zât´a yemin olsun, ben o hususta (kıyametin ne zaman kopacağı hususunda) sizden birinden daha bilgili değilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdı. Dıhyetu´l-Kelbî suretinde inmiştir." [30]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:11:26
AÇIKLAMALAR:
Yukarda kaydedilen rivayet, kader mevzuu üzerine yapılan münâkaşaların, daha Ashâbın sağlığında başladığını göstermektedir. Nitekim ehl-i kitaptan aldığı kaderi inkâr fikrini ilk ileri süren kişi bilinen Ma´bedu´l-Cühenî´nin ölümü hicri 80´dir. Bu devrede henüz birçok sahâbe hayattadır. Öyle ise Ma´bed pekçok sahâbe ile karşılaştı ve görüştü.[31]
1- İSLÂM-İMAN TARTIŞMASI:
Mütekaddimînden olsun müteahhirînden olsun, İslâm âlimleri iman nedir, İslâm nedir, bunların ikisi bir mi, ayrı mı çokca münâkaşa ederler. Meseleye naslardan hareketle çözüm bulmaya çalışanlar da bu müşkilâtı kesinlikle halledememişlerdir. Zira Cibrîl hadisi olarak bilinen yukarıdaki hadiste Hz. peygamber (aleyhissalâtu veselâm) dinin kalbe ve inanmaya taalluk eden esaslarını "iman" olarak, amele taalluk eden esaslarını da "İslâm" olarak açıklamasına rağmen başka hadislerde (meselâ az ilerde gelecek 18 numaralı hadis görülmelidir) de iman açıklanırken amele giren meselelere yer verildiği görülür. Aynı durum âyetler için de söz konusudur.
Nitekim Zührî, "İslâm kelimedir, iman ameldir" diye hükmetmiş, delil olarak da: "Bedevîler ‘iman ettik´ derler, sen ey Muhammed onlara de ki: ‘Hayır siz inanmadınız´ öyle ise ‘boyun eğdik´ deyin henüz iman kalplerinize girmedi" (Hucurât: 49/14) âyetini göstermiştir.
Bazı âlimler İslâm ve imanın aynı şey olduğunu söylemişler, delil olarak da "Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan mü’minleri çıkardık. Zâten orada Müslümanların kaldığı tek ev vardı" (Zâriyât: 51/36) âyetini göstermişlerdir.
Mevzuya temas eden, ilk hadis şârihlerinden Hattabî şu açıklamayı yapar: "Doğru olanı, mutlak hükme gitmeyip kayıtlı ve sınırlı konuşmaktır. Müslüman kişi, bâzı ahvâlde mü´mindir, bazı ahvâlde gayr-i mü´mindir. Fakat mü´min kişi, her durumda Müslümandır. Öyle ise her mü´min mutlaka Müslümandır, ama her Müslüman mutlaka mü´min değildir. Meseleye bu zâviyeden bakınca ayetlerin te´vili düzelir, konunun münâkaşası mutedil bir hâl alır. Naslar arasında ihtilaf da ortadan kalkar.
İmanın aslı tasdîk, İslâm´ın aslı itaat etmek ve boyun eğmektir. Kişi zâhirde itaat eder de içinden boyun eğmez, bazan da içinden boyun eğdiği hâlde zâhirde mutî değildir.
"Keza Hattâbî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: "İman yetmiş küsur şubedir" hadisi ile alakalı olarak şunu söyler: "Bu hadise göre, şer´î iman, şubeleri ve yüksek-alçak cüzleri bulunan bir mânaya isimdir. Bu durumda iman ismi, bu cüzlerin hepsi için kullanıldığı gibi, bazıları için de kullanılmaktadır. Hakikat, bütün şubelerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsine şâmil olur, tıpkı şerî namaz gibi. Nitekim onun da şubeleri ve cüzleri vardır. Bu cüzlerden bir kısmı için de "namaz" ismi kullanıldığı halde hakikat bütün cüzlerin mevcudiyetini gerektirir ve hepsini içine alır. Bu duruma Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in şu sözü delalet eder: "Haya imandan bir şûbedir." Bu hadis, iman noktasında mü´minlerin kimisi üstün, kimisi geri olmak üzere çok farklı mertebelerde bulunduklarını da ifâde etmektedir.
İmam Bağavî hazretleri de şunu söyler: "Cebrail´in İman ile İslâm´dan sorup Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in cevap verdiği hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "İslâm" kelimesini amelden görünenlere isim yapmıştır. İman kelimesini de itikada giren bâtınî şeylere isim yapmıştır. Böyle bir taksîm amellerin imandan bir kısım olmayışından, kalb ile tasdik´in de İslâm´dan olmayışından, ileri gelmez. Aksine bu, hepsi tek birşey olan bir bütün hakkında yapılmış bulunan bir tafsil, bir ayırımdır. Bunların toplamı dîni teşkil eder. Bu sebeptendir ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Size Cebrail gelerek dininizi öğretti."
"İman" ve "İslâm" isimleri tasdik ve amel her ikisini de kuşatırlar. Bu hususa da şu ayet delîl olur:
"Allah nezdinde mûteber din islâm´dır" (Âl-i İmrân: 3/19).
"Size din olarak İslâm´ı uygun gördüm" (Maide: 5/3).
"Kim din olarak İslâm´dan başkasına yönelirse bu ondan kabul edilmeyecektir." (Âl-i İmrân: 3/85). [32]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:11:49
2- İHSAN:
Hadiste "Allah´ı görüyor gibi ibadet etmendir" diye târifi yapılan ihsan, mâneviyatta yüce bir mertebeye alem olmaktadır. İslâm dini, müntesiblerini, bu hedefe ulaşmak için gayret göstermeye teşvik eder. Dinin kemali, sadece farzların ifası ile gerçekleşmiyor. Kul, daha ileri mânevî mertebelerin varlığını bilecek ve onları elde etmek için gayret gösterecektir. Bu hadis, iman ve İslâm´ın ötesinde, tefekkürî bir mertebeye dikkat çekmektedir; İhsan mertebesi...
Nefsi, manevî kirlerden tezkiye ve tathir ile ruhu yücelterek ilahî kurbiyeti elde etmeyi kendine gâye edinen İslâm tasavvufunda geniş tahlîl ve izahlara tabi tutulan ihsan için şu kadarını söyleyebiliriz: Kişi bilhassa ruhî ve fikrî idmanlarla, ilahî murâkabe ve müşâhede altında olduğunu idrak etmeyi zihninde her an canlı ve sâbit kalacak bir alışkanlık hâline getirebilir. Mükerrer âyet ve hadisler söz ve fiil olarak her ne yapmakta isek, an be an kayda geçtiğini, hatta zihnimizden geçip fiile dökülmeyen duygu, düşünce ve niyetlerimizin bile yazıldığını, âhirette ömrümüzün her ânından bu yazılanlara göre hesap vereceğimizi beyan ederler. Hiçbir mü´min bu gerçeği inkâr edemez. Ancak hareketlerini her an bu düşüncenin tesiriyle yönlendiren mü´min çok azdır.
Öyle ise ihsan mertebesi´ne ulaşmak bu ilâhî murâkabeyi her an hissedecek bir idman ve gayrete bağlıdır.
İhsan, kolay görünse de kazanılması oldukça zor bir mertebedir. Ancak zorluğu nisbetinde kıymetli ve yücedir.
Bunu elde etmek için gösterilecek her gayret, atılacak her adım kişiyi yüceltecek, dünyevî ve uhrevî kazancını artıracaktır. Mü´min kişi, herşeye ümitle bakmakla emrolunmuştur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in gösterdiği her hedef beşerî gücün hâricinde değildir. Binaenaleyh ihsan mentebesini kazanmak ümîd ve gayreti hepimizin hem hakkı hem de vazifesidir. Cılız ayaklarıyla hac yoluna düşen karıncaya "Senin bacakların küçük, ulaşamazsın" denilince "Belki varamam bu doğru, ama o yolda ölemez miyim?" demiştir. Bu temsil, gücümüzün dışında görsek bile ihsan mertebesine talib olmanın gereğini anlamada yeterlidir.
Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) yüz kişiyi öldürdükten sonra Allah´a tevbe etmek üzere yola çıkan kâtilin daha tevbe mahalline varmadan yarı yolda ölüş hikâyesini tasvir eden ve attığı her adımın boşa gitmeyip, işine yaradığını ifade eden bir üslubla hâdiseyi anlattıktan sonra, hikâyeyi, tevbe azimlisi azılı kâtilin kurtuluşu ve rahmet-i Rahmân´a mazhar oluşuyla noktalar (Bak. 958 numaralı hadis).[33]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 08 Nisan 2010, 13:12:19
3- KIYAMET ALÂMETLERİ:
Yukarıdaki hadisin anlaşılmasında bir kaç noktanın daha açıklanması gerekmekterdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "Kıyametin ne zaman kopacağı?" gibi normalde herkesi meşgul eden ama pratikte hiçbir faydası olmayan meseleyi kesin bir dille Allah´tan başka hiç kimsenin bilemiyeceğini ifade ettikten sonra alâmetlerine geçiyor:
Köle kadınların efendilerini doğurması: Bundan çıkarılan muhtelif mânalardan, İbnu Hacer tarafından tercîh edilen birine göre kıyamete yakın, ukuk artacak yani evlatlar annelerine, efendinin kölesine yaptığı tarzda, kötü muamele yapacaktır. Bir diğer yoruma göre de köle kadınlardan doğan çocuklar en yüksek makamlara çıkarak, komutan, vâli, sultan... olacaklar. İslâm tarihi böylesi büyüklerin örnekleriyle doludur.
İbnu Hacer, kıyamete yakın ictimaî nizamın iyice bozularak ahvâlin tersine döneceğini, süfelanın (cemiyetteki ayak takımının) itibarlı makamları ele geçirerek hâkim mevkiye geçeceklerini anlar ve bu mânânın hadisten çıkarılabilecek mânâların en doğrusu olduğunu, zira hadisin devamında beyan edilen, çobanların zenginleşip bina yarışına girmesi vaziyetinin de ictimaî bozulmaya delil olarak bunu te´yîd ettiğini söyler.
Davar çobanlarının bina yarıştırması: Bu husus da bizzat hadislerle te´yid edilen istikballe ilgili bir ihbardır, bir mucizedir. Hadisin Kütüb-i Sitte dışında kalan diğer hadis mecmualarında rivayet edilen farklı şekillerinde yer alan başka açıklamaları da nazar-ı dikkate alan âlimler fakir köylülerin zenginleşip, zorla idareyi ele geçireceğini anlar. "Nebat (köylü Araplar) ahalisinin kibarlaşıp şehirlerde köşkler edinmelerini dinin (yani İslâm´ın getirdiği değerler sisteminin) inkılabı (altüst olması) demektir" hadis-i şerifini de nazar-ı dikkate alan Kurtubî, hadis üzerine şu açıklamayı yapar: "Burada ictimaî ahvâlin tebeddül edip değişeceği haber verilmektedir. Bu bilhassa bâdiyede yaşayanların (köylülerin, göçebelerin) devlet işlerini istila edip, zorla memlekete hâkim olmalarıyla gerçekleşir. Bunlar, kurdukları hâkimiyet sonucu zenginleşirler ve bütün himmetlerini binalar dikmeye ve bununla övünmeye sarfederler. Bu duruma içinde bulunduğumuz şu zamanda şâhid olduk.
"Hz. Peygamber´in (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadisinde Batı tipi demokrasi rejimlerinin ihbar edildiğini anlayanlar da mevcuttur.[34]
ـ3ـ وعن أنسِ بنِ مالكٍ رضى اللّه عنهُ قال: ]بيْنا نَحْنُ جلوسٌ مَعَ النبيِّ # في المسْجِدِ إذْ دَخَلَ رجلٌ على جملٍ فأناخَه في المسجدِ ثم عَقَلَهُ. ثم قال: أيُّكُمْ محمدٌ؟ قلنا: هذا الرجلُ ا‘بيضُ المتكئُ.وللنسائى من رواية أبى هريرة: هذا ا‘مْغَرُ المُرْتَفِقُ. قال حمزة: »ا‘مْغَرُ: اَبْيَضُ المشرَّبُ بِحُمْرَةٍ« فقال: ابنُ عبدالمطلب، فقال النبىُّ #: قدْ أجَبْتُكَ. فقال: إنى سائِلُكَ فمشدّدٌ عليكَ في المسألةِ فَ تَجدْ علىّ في نفسِكَ. قال: سلْ عما بدالَكَ، فقال: أسْأَلُكَ بربِّك وربِّ مَنْ قبلك: آللّهُ أرسلك إلى النّاس كلِّهم؟ قال: اللّهم نعم. قال: أنْشُدُكَ باللّهِ تعالى: آللّهُ أمركَ أن تُصَلِّى الصّلواتِ الخمسَ في اليومِ والليلةِ. قال: اللّهم نعم. قَالَ: اَنْشُدك بِاللّهِ تَعالى.آللّهُ اَمَرَكَ اَنْ تَصُومَ هذا الشَّهْر مِن السَّنَةِ. قال اللَّهُمَّ نعم. قال: أنْشُدُكَ باللّهِ تعالى آللّهُ أمرَكَ أن تأخذَ هذهِ الصّدقةَ من أغنِيائِنَا فتَقْسِمَها على فقرائِنا. قال: اللّهم نعَم. قال: الرجُلُ: آمنتُ بمَا جِئتَ بِه، وأنَا رسولُ مَنْ ورائى من قومِى، وأنا ضِمامُ بنُ ثَعْلَبَةَ أخُو بنى سعد ابنِ بكرٍ[. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ البخارى .
وعند مسلم جاء رجلٌ فقال: يا مُحمّدُ أتَانَا رَسُولُك فزَعَمَ أنكَ تزْعم أنّ اللّهَ تعالى أرْسَلَكَ، قال: صدَقَ. قال: فَمَنْ خَلَقَ السّمَاءَ؟ قال: اللّهُ. قال: فَمَنْ خَلَقَ ا‘رْضَ؟ قالَ: اللّهُ. قال: فَمَنْ نَصَبَ هذهِ الجبالَ وجَعلَ فيها مَا جعَلَ؟ قال: اللّهُ. قال: فبالّذى خلقَ السّماء وَخَلَقَ ا‘رْضَ وَنَصَبَ الجِبَالَ آللّهُ أَرْسَلَكَ؟ قالَ: نَعَمْ. قالَ: وَزَعَمَ رسُولُك أنّ علينا خمسَ صلواتٍ في يومِنا وليلتِنا؟ قالَ صَدَقَ. قَالَ فَبِالَّذِى أَرْسَلَكَ آللّهُ تَعالى أمرَكَ بِهَذا؟، قَالَ: نَعَمْ ثُمّ ذََكَرَ الزّكَاةَ. ثمّ الصّيامَ. ثمّ الحجَّ كذلك. قال: والنبىُّ # يَقُولُ في كلِّ سؤالٍ صدَقَ، فَيَقُولُ: فبِالَّذِى أرسلَكَ آللّهُ أَمََرَكَ بهذا فَيَقُولُ نَعَمْ: ثمّ وَلّى وَقال: والَّذِى بََعَثَكَ بالحقِّ َ أزِيدُ علَيْهن وََ أنْقُصُ منهنّ، فقالَ النبيُّ #: لَئِنْ صَدَقَ لَيُدْخُلَنّ الجَنّةَ.
3. (16)- Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ıhıp bağladıktan sonra:
"Muhammed hanginizdir?" diye sordu. Biz:
"Dayanmakta olan şu beyaz kimse" diye gösterdik.
-Nesâî´deki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´ın rivayetinde: "Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse" diye tasvîr mevcuttur.- Adam:
"Ey Abdulmuttalib´in oğlu! diye seslendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Buyur seni dinliyorum" dedi. Adam:
"Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Haydi istediğini sor!" Adam:
"Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mı gönderdi?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kasem olsun evet!" Adam:
"Allahu Teâla adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah´a kasem olsun evet!" Adam:
"Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah´a kasem olsun evet!" Adam:
"Allahu Teâla adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah´a kasem olsun evet!" Bu soru cevaptan sonra adam şunu söyledi:
"Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabîlemin elçisiyim. Adım: Dımâm İbnu Sa´lebe´dir. Benu Sa´d İbni Bekr´in kardeşiyim."[35]
Müslim´in rivayetinde şöyle denir: "Bir adam geldi ve şöyle dedi: ‘Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine inanmaktasın." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Doğru söylemiş" dedi. Adam tekrar:
"Öyleyse semayı kim yarattı?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah" dedi. Adam:
"Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah!" dedi. Adam:
"Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zât adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Evet!" dedi. Adam:
"Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru mudur?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Doğru söylemiştir!" Adam:
"Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Evet!" dedi.
Adam sonra zekâtı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu. Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde "Doğru söylemiş" diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu:
"Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Evet" dedi. Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi:
"Seni hakla gönderen Zât´a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilâve etmem, bunları eksiltmem de." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!" buyurdu.[36]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 09 Nisan 2010, 15:36:06
AÇIKLAMA:
Bu hadis birçok noktadan ehemmiyet arzeder.
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devri Arablarının konuşmada yemine verdikleri ehemmiyet ve yeminin inandırıcı ve ikna edici gücü.
2- Bedevîlerde tahkik esprisi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın gönderdiği elçilerin getirdiği haber ve tebligât, Medine´ye gönderilen elçiler vasıtasıyla tahkîk edilmektedir. Usûl bahislerinde görüldüğü üzere, bazı âlimler bu rivayeti, âlî isnad arama işinde delil olarak kullanmışlar, buna dayanarak, âlî isnad için seyahatler yapmanın sünnet olduğunu belirtmişlerdir.
3- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) soruları ciddiyetle dinleyip teker teker cevaplandırıyor.
4- Dinin sadece farzlarını yapmak, kurtuluş için yeterlidir. Çünkü Bedevî´nin "Bunlar üzerine hiçbir şey ilâve etmem, bunları eksiltmem de" sözüne karşılık Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu kimse sözünde durursa cennetliktir" buyurmuştur.[37]
ـ4ـ وعَنْ طَلْحَةَ بنُ عَبِيدِاللّهِ. قال: جَاءَ رَجُلٌ إلى رَسُولِ اللّهِ # مِنْ أهلِ نَجدٍ ثائِرَ الرَأسِ نَسْمعُ دَوِيَّ صَوْتِهِ وََ نَفْقهُ مَا يَقُولُ. حَتّى دَنا من رسوُلِ اللّهِ # فَإذا هوَ يَسألُ عَنْ ا“سْم. فقالَ رَسُولُ اللّهِ #: خَمْسُ صَلَوَاتٍ في اليَوْمِ وَاللّيْلَةِ، فَقالَ: هَلْ علىّ غَيْرُهُنّ؟ قال َ إّ أن تَطَوّعَ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #:
وَصِيامُ رَمَضَانَ. فَقَالَ هَلْ عَلىّ غَيْرُهُ؟ قال: َ إّ أنْ تَطَوّعَ، وَذَكَرَ لَهُ الزّكَاةَ، فقال: هَلْ عَلىّ غَيْرُهُما؟ قال: إّ أن تَطَوّعَ، فَأدْبَرَ وَهُوَ يَقُول: َ أزيدُ عَلى هذا و أنْقُصُ مِنْهُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أفلَحَ إنْ صَدَقَ، أوْ دَخَلَ الْجَنّةَ إنْ صَدَقَ، أخْرَجَهُ الستة إّ الترمذى، وعندَ أبى داود: أفلحَ وَأبِيهِ انْ صَدَق.
4. (17)- Talha İbnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm´dan soruyormuş. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Gece ve gündüzde beş vakit namaz"demişti ki adam tekrar sordu:
"Bu beş dışında bir borcum var mı?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır ancak istersen nâfile kılarsın" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ramazan orucu da var" deyince adam:
Bunun dışında oruç var mı? diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır! Ancak dilersen nâfile tutarsın" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâtı hatırlattı. Adam:
"Zekât dışında borcum var mı?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır, ama nâfile verirsen o başka!" dedi. Adam geri döndü ve gider ayak:
"Bunlara ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir" buyurdu. Veya "Sözünde durursa cennetliktir" buyurdu.
Ebu Dâvud´da "Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde dursun" şeklinde te´kidli olarak gelmiştir.[38]
ـ5ـ وَعنْ عبداللّهِ بن عبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا، وَسَألَتْهُ اِمْرأةٌ عنْ نَبِيذِ الْجرِّ. فقالَ إنّ وفدَ عبدِالقَيْسِ أتَوْ النبىَّ # فقال: مَنِ الوَفدُ، أو مَنِ القَوْمُ؟ رَبيعَةُ. قال: مرحباً بالقوْمِ أو بالوَفْدِ غَيرَ خَزايَا وَ َنَدَامى: قَالوُا: إنّا نأتِيكَ مِنْ شُقّةٍ بَعِيدَةٍ، وَإنّ بَيْننَا وَبَيْنَكَ هَذا الحىَّ من كفّارِ مُضرَ، وَ نَسْطَيعُ أن نأتِيَكَ إّ في الشهرِ الْحرَامِ فمُرْنا بأمرٍ فصلٍ نُخبرُ بِهِ مَنْ وَراءنا، وَنَدْخلُ بهِ الْجَنَّةَ. فَأمرَهَم بأربَعٍ، ونهَاهُمْ عَنْ أربعٍ. أمَرَهُمْ بِا“يِمَانِ بِاللّهِ تَعَالى وَحَدهُ وَقَالَ: هَلْ تَدْرُونَ مَا ا“يمَانُ؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلمُ. قالَ: شَهَادَةُ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنْ مُحمّداً رَسُولُ اللّهِ، وَإقَامُ الصةِ، وَإيتَاءُ الزّكَاةِ، وَصَوْمُ رَمَضَانَ، وَأنْ تُؤدُّوا خُمساً مِن المَغنَمِ، وَنَهَاهُمْ عَنْ الدُّبَّاءِ، وَالحَنْتَمِ، وَالمزفَّتِ، وَالنَّقِيرِ. قَالَ شُعْبةُ: وَرُبّما قَالَ المقيّر. وَقالَ احْفَظُوهُنَّ وَأخْبِروُا بِهِنّ مَنْ وَراءَكم. وَقَال ل‘شج أشجِّ عبدِ قيس: إن فيكَ خَصْلَتَيْنِ يُحِبُّهُما اللّهُ تعالى: الْحِلْمُ وَاَناةُ، أخرجهُ الخمسةُ، وهذا لفظُ الشيْخَيْنِ.»الدّباءُ« القرع و»الحنْتمُ« جرار خضر كانوا يجعلون فيها الخمر و)النّقيرُ( أصل خشبة يَنْقر. و)المُزَفّتُ( الوعاء المطلى بالزّفتِ من داخل وهوَ المقير. وهذه ا‘وعيةُ ا‘ربعةُ تسرعُ بالشّدةِ في الشّرابِِ وتحدثُ فيهِ القوّة المسْكِرة عاجً، وتحريمُ انتباذ في هذه الظُروف كانَ في صَدرِ اسْمِ ثم نسخ.
5. (18)- Abdullah İbnu Abbas´ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebîz) hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e geldiği vakit:
"Bu gelenler kimdir?" diye sordu.
"Rebîalılar" diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız" buyurdu. Misafirler:
"Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teâla´ya imanı emretti ve sordu:
"İman nedir biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açıkladı:
"Allah´tan başka ilâh olmadığına, Muhammed´in Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabağından yapılmış testiler), nakîr (hurma kökünden ayrılan çanak), müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).[39]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 09 Nisan 2010, 15:36:50
AÇIKLAMA:
Bu rivayet çok farklı tariklerden gelmiştir. Hepsinde birbirini tamamlayan değişik bilgiler mevcuttur. İbnu Hacer Buhârî şerhinde ve bilhassa Kitâbu´l-İman´da hadisle ilgili pekçok teferruatı topluca sunar. Nevevî de Müslim şerhinde aynı şeyi yapar. Bunlardan bir kısmını özetleyeceğiz.
1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e gelen heyete katılanların sayısı ile ilgili olarak bazan 14, 13, 40 gibi farklı rakamlar gelmiştir. Dikkatli tetkikler bu miktarı 45´e kadar çıkarmaktadır. Bir rivayette "13 kişilik süvâri" oldukları belirtilir. İbnu Hacer, heyetin 40 kişi olmakla birlikte 13´ünün reis durumundaki kimseler olabileceği, bu sebeple de binekleri bulunduğu tahminini yaparak te´lif eder. Muhtelif rivayetlerde zikredilen isimleri cemederek bu heyete katılanları ismen belirlemeye çalışır. Yirmiye yakın isim kaydeder.
Bu rivayet, Müslüman olmak için Medine´ye gelen heyetlerin miktarı ile alakalı bir bilgi verir ise de, rakamlara -rivayetlerdeki ihtilaf sebebiyle- fazla değer atfetmemek gerekir.
Heyetin başındaki zât el-Eşeccü´l-Abdî el-Asarî lakabını taşıyan el-Münzir İbnu Âiz (radıyallahu anh)´dir.
2- Bu heyet Medine´ye nisbetle doğu olan Bahreyn taraflarında yaşayan Rebî´a kabilesinin bir kolu olan Abdü´l-Kays karyesine mensubtu. Bunlarla Medîne arasında, henüz Müslüman olmayan Mudar kabilesi mevcut idi. Bunların daha önce İslâm´la şereflenmeleri şöyle izah edilir: Münkız İbnu Hayyan adında bir tüccar, eskiden beri Medine ile ticârî münâsebetlere sahibti. Sıkca gelip giderdi. Böyle bir uğrayışta, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le karşılaştılar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nübüvvet öncesi tanışlarından biriydi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ondan, kavmi ile ilgili bir kısım teferruat sordu, ileri gelenlerini ismen sayarak ne hâlde olduklarını öğrenmek istedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu alâkası Münkız´ın derhal Müslüman olmasına kâfi geldi. Fatiha ve Alak surelerini öğrenerek Medine´den ayrıldı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Münkız (radıyallahu anh)´la Abdü´l-Kays kabilelerine mektup yazarak İslâm´a dâvet etti.
Münkız (radıyallahu anh), dönüşte Müslüman olduğunu hemen ilân etmekten çekindi. Mektubu da veremedi. Ancak Münkız´ın yaşayışındaki değişme, ibadetleri hanımının dikkatini çekmiş ve yadırgamıştı. Bir ara mektup eline geçti. Bu hanım yukarda Abdü´l-Kays heyetinin başkanı olarak ismini kaydettiğimiz el-Eşecc´in kızı idi.
Kız, babasına giderek kocası Münkız´ın kuşkulu durumunu anlattı: "Kocam Medine´den döneli tuhaf bir hâl aldı. Ellerini ayaklarını yıkıyor, -kıbleyi göstererek- şu tarafa yönelerek bir hareketler yapıyor, bazan belini büküyor, bazan yere kapanıyor. Geleliden beri hep böyle yapar oldu."
Babası, Münkız (radıyallahu anh) ile buluştu. Durumu konuştular. Münkız, İslâmiyet hususunda el-Eşecc´i ikna etti. O (radıyallahu anh) da Müslüman oldu.
Hz. Eşecc, kabilesinde İslâm´ı yaydı. Mektubu onlara okudu, toptan İslâm´a girmeye karar vererek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir heyet gönderdiler.
İşte yukarıdaki hadis bu heyetin gelişiyle ilgili bir sahneyi hikâye etmektedir.
Bazı başka rivayetlerde gelen bir tasrîhi de kaydetmek isteriz. Bu heyet, Medîne´ye yaklaşınca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) gâibden ihbar nevine giren bir mûcize olarak, ashabıyla yaptığı konuşmayı keserek: "Şu cihetten az sonra doğuluların en hayırlısı olan bir heyet gelecek" der. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onları karşılamaya gider.
3- Abdü´l-Kays hey´eti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e her zaman gelemeyeceklerini belirterek, cennete girebilmek için gerekli bilgileri, emirleri, yasakları öğretmesini isterler. Her zaman gelememelerinin sebebi aradaki Mudar kabilesidir. Onlar henüz müşriktir. Sadece haram aylarında yol emniyeti mevcuttur.
4- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara hadiste görüldüğü üzere hac hâric İslâm´ın esaslarını öğretir ve bunlara ilâveten ganimetin beşte birinin vergi olacağı tâlim edilir. Hacc´ın niçin zikredilmemiş olabileceği üzerine âlimler çok farklı yorumlar yaparlar. İbnu Hacer hepsini reddederek: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada bütün farzları, haramları saymayı gâye edinmemiştir. Nitekim, haramlardan sâdece içki ile ilgili haram üzerinde durmaktadır..." der.
5- Hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın İman´ı tarif ederken kelime-i şehâdetten sonra namaz, oruç, zekat gibi İslâm´ın şartları´na giren amelleri sayması dikkat çekicidir. Daha önce de temas ettik, İslâm âlimleri çoklukla bu gibi nassî delillere dayanarak İslâm ve İman´ın aynı şey olduğunu söylemişlerdir.
Şurası muhakkak ki, iman daha ziyade kalb ve vicdanın amelidir. Bu ancak dil ile ifâde edilebilir, samimi olup olmadığını ise Allah bilir. İmanın bu yönü kulları ilgilendirmez. İslâm ise, imanın gerektirdiği amelleri ifade eder. Amel, imanın lâzımıdır. Ama imân olmadan da, münafıklarda olduğu gibi, amel olabilir. Kâmil mânâdaki imanla kâmil mânadaki amel birdir, ayrılması mümkün değildir.
6- Hadiste bir kısım kapların kullanılması yasaklanmaktadır. Bunlar cahiliye devrinde şarap yapımında kullanılan kaplardır. Şarap yasağından sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şarap yapılan kapların kırılmasını da -bazı rivayetlerde- emretmiş ise de sonradan temizlenerek kullanılmasına izin vermiştir. Yukarıdaki rivayet daha ziyade şıra yapımında bir kısım kapların kullanılmasını yasaklamaktadır. Çünkü bunlar tahammürü (şaraplaşma) hızlandıracağı için şıra´nın hemen şaraplaşmasına sebep olabilmektedir. Maamafih, İmam Mâlik, Ahmed İbnu Hanbel gibi bazı âlimler şarap yapılan kaplarla ilgili yasağın mensuh olmayıp, hâlâ devam ettiğine inanmaktadırlar.[40]
ـ6ـ وَعَنْ عَلي بنْ اَبِى طَالِبٍ كرّمَ اللّهُ وَجْهَهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]َ يُؤمِنُ عَبدٌ حتّى يُؤمِنَ بأربَعٍ: يَشْهَدُ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنِّى مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ بَعَثَنِى بَالْحَقِّ وَيُؤمِنَ بِالمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بِالْقَدَرِ[ أخرجه الترمذى .
6. (19)- Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü´min olmuş sayılmaz: Allah´tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah´ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak"[41]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 09 Nisan 2010, 15:37:27
AÇIKLAMA:
Aliyyu´l-Kârî buradaki nefyin kemâl´e değil asl´a râci olduğunu belirtir. Yani, bu sayılanlardan birinin eksikliği nâkıs bir mü´minlik ortaya çıkarmaz, "küfr"ü ortaya çıkarır. Bu dört esas birbirinin lâzımıdır, kemâle erdiricisi değil.
1- İki şehâdetin ikrarı: Allah´ın birliği ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bütün insanlığa gönderilmiş olduğu.
2- Ölüme, yâni dünyanın fâni olduğuna iman: Bunda Dehrîlerin iddia ettiği âlemin kıdem ve bekası inancının reddedilmesi söz konusudur. Günümüzde de bu inanç komünizm şeklinde berhayattır. Çünkü komünizm sadece bir ekonomik sistem değil, aynı zamanda bir inanç sistemidir. Temel akidesi dinleri "afyon" kabul edip tevhîd-risâlet-âhiret esaslarına dayanan dinleri reddetmektir. Âlemin terkib-tahlil şeklinde ilânihâye devam edeceğini iddia eder.
Bu nebevî sözle, ölümün de Allah´ın yaratmasıyla (Mülk suresinin baş kısmına bakılsın) olduğunun ikrar edilmesi kastedilmiş olabilir. Çünkü bir kısım tabiatçılar ölümü "biyolojik mizacın bozulması"yla izah etmişlerdir.
3- Ba´sü ba´de´l mevt, yani ölümden sonra dirilmeye inanmak: Bu inancın içine hesap, cennet, cehennem vs. inançları mevcuttur.
4- Kadere inanmak: Yani âlemde cereyan eden herşey Rabbülâlemîn´in takdiriyle, kaderiyle olmaktadır, tesâdüfe yer yoktur.[42]
ـ7ـ وَعَنْ الشِّرِّيدِ بن سويدٍ الثقفِى. قال: قُلتُ يا رَسُولَ اللّهِ إنّ أُمِّى أوصَتْ أنْ أعْتِقَ عَنْهَا رَقَبةً مُؤمِنةً. وَعِنْدِى جَاريَةٌ سَودَاءٌ نَوْبِيةٌ أفأعْتِقُهَا؟ ادْعُهَا فَدَعَوْتُهَا، فَجَاءَتْ فقَالَ: مَنْ رَبُّكِ؟ قَالَتْ: اللّهُ. قَالَ: فَمَنْ أَنَا؟ قَالَتْ رَسُولُ اللّهِ، قالَ: اعْتِقْهَا فَإنَّهَا مُؤمِنَةٌ. أخرجه أبو داود والنسائى .
7. (20)- eş-Şerrîd İbnu´s-Süveyd es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah´ın Resûlü, dedim, annem bana, kendisi adına mü´mine bir cariye âzad etmemi vasiyet etti. Benim yanımda, Sûdanlı (nûbi) siyah bir cariye var, onu âzad edeyim mi?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Çağır, onu (göreyim)" dedi. Çağırdım ve geldi. Cariyeye sordu:
"Rabbin kim?" Cariye:
"Allah!" dedi, tekrar sordu:
"Ben kimim?" Cariye:
"Allah´ın elçisisin!" cevabını verince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunu âzad et, zira mü´minedir" buyurdu.[43]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste, bir kimsenin mü´min olup oladığına hükmetmek için aranması gereken temel vasıflar öğretilmektedir: Allah ve Rasûlüne inanmak. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu esasatın ikrarından sonra başka soru sorarak, tafsîle inmiyor. Sözgelimi Allah´ın isimlerini, sıfatlarını sormuyor. Namaz, oruç gibi amelleri yapıp yapmadığını da sormuyor. Müteâkip hadis de aynı mânayı te´yid etmektedir. Hatta Ebu Dâvud´un bir tahricinde câriye, konuşmaksızın, işaretle aynı şeyleri söylemektedir.
2- Cariyenin mü´mine olup olmadığının araştırılması, kefaret olarak âzad edilecek kölenin mü´min olması gerektiği içindir. İmam Şâfiî, Mâlik ve Evzâî bu çeşit nasslara dayanarak gayr-i mü´min köleyi âzâd etmekle kefâret ödenemiyeceğine hükmetmişlerdir.
Ancak Ebu Hanîfe ve Ashâbı, katl´le ilgili kefaret dışındakilerin gayr-i mü´min köle azad etmek suretiyle de yerine getirileceğine hükmetmişlerdir.[44]
ـ8ـ وَعََنْ مَعَاوِية بن الحَكم السُلَمى. قال ] أتيتُ رسُولَ اللّهِ # فقلتُ: إنّ لى جَارِيةً كَانَتْ تَرْعى غَنَماً لى فَجِئْتُهَا وَقَدْ فَقَدَتْ شَاةً فَسألتُهَا عَنْهَا، فقَالتْ أكَلَها الذِئْبُ فأسِفتُ علَيهَا، وَكُنْتُ مِنْ بَنِى آدَمَ فَلَطَمْتُ وَجْهَها وَعَلَىّ رَقَبةٌ أفأعْتِقُهَا؟ فَقَالَ لَهَا النبىُّ #: أينَ اللّهُ تَعالى؟ قَالَتْ فى السّمَاء، قَالَ فَمَنْ أنَا؟ قَالتْ: أنْتَ رَسُولُ اللّهِ فقَالَ: اعْتِقْهَا فَإنّهَا مُؤمِنةٌ[. أخرجه مسلم ومالك وأبو داود والنسائى .
8. (21)- Muâviye İbnu´l-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e gelip:
"Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye:
"Allah nerede?" diye sordu. O:
"Göktedir" deyince,
"Pekâlâ ben kimim?" dedi. Cariye:
"Sen Allah´ın Resûlüsün" cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek:
"Bunu âzad et, zira mü´minedir" buyurdu.[45]
AÇIKLAMA:
Açıklama için önceki hadisin açıklamasına bakılsın.[46]
ـ9ـ وَعَنْ العباس ابن عبد المطّلب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قَالَ: سمعتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: ذاقَ طعمَ ا“يمانِ مَنْ رَضِىَ بِاللّهِ ربّاً، وبِا“سْمِ دِيناً، وَبِمُحَمّدٍ رَسُوً، أخرجه مسلم والترمذى .
9. (22)- Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (radıyallahu anh)´in şöyle söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah´ı, din olarak İslâm´ı, peygamber olarak Muhammed´i seçip râzı olanlar duyar."[47]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 09 Nisan 2010, 15:38:02
AÇIKLAMA:
Nevevî´nin kaydına göre, Arapça´da râzı oldum demek "ona kanaat ettim, onunla yetinerek başkasına ihtiyaç duymadım" mânasına gelir. Böyle olunca, hadis, İslâm´a tam teslim olup, hayat yolu olarak onu seçmeyen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetini tüm olarak beğenmeyen insanın, îmanın gerçek lezzetini hissetmiyeceğini ihbar etmektedir. Kendisini Müslüman bildiği halde bir kısım emirlerini tenkid eden, beğenmeyen, beşerî veya şahsî mütâlaalar ileri süren kimse, kendini bu hâllerden kurtarmadıkça, imanın halâvet ve lezzetini tadamıyacak demektir.
Kadı İyaz, hadisle ilgili şu kıymetli yorumu yapar: "Hadise göre, bu vasıfları taşıyan bir kimsenin imanı sahîh, nefsi iman hakikatlarında mutmain ve ruhen rahat olur. Zira söylenen hususlardan râzı olması, onlar hakkında kesin bir bilgi sâhibi olduğuna, basîretinin dinî mesâile nüfuz ettiğine, imanî neş´enin kalbine girdiğine delil olur. Zira kim birşeyden râzı olursa, o şey ona kolaylaşır. İşte mü´minin hâli de böyledir. İman gerçek muhtevasıyla kalbine girdi mi Allah´a ibadet ona kolay ve zevkli gelir."[48]
ـ10ـ وَعَنْ عبدِاللّهِ بن مَعاوية الغاضري رَضِىَ اللّهُ عَنْه. قَالَ: قَالَ رسُولُ اللّهِ #: ثَثٌ مَنْ فَعَلَهُنّ فَقَدْ طَعِمَ طَعْمَ ا“يمَان: مَنْ عَبدَاللّهَ وَحدَهُ، وعَلِمَ أنّهُ َإلَهَ إّ اللّهُ، وأعطى زَكَاةَ مَالِهِ طِيبةً بِهَا نَفْسُهُ رافِدةً عَلَيْهِ كُلَّ عامٍ، وَلَمْ يعطِ الْهَرِمَةَ وََ الدَّرِنةَ وََ المريضَةَ وَ الشَّرَطَ اللئيمةَ ولَكنْ مَن وَسطِ أموالكُم فإنّ اللّهَ تَعالَى لمْ يَسْأَلكُمْ خيْرَهُ وَلَمْ يأمُرْكُمْ بِشَرِّّهِ، أخرجه أبو داود.ومعنى »رافدة عليه« أى معينة له على أداء الزكاةَ غير محدّثةٍ نفسهُ بمنعها فهي ترفده وتعينه. ومعنى »الدرنة والشرط واللئيمة« رذال المال وصغاره .
10. (23)- Abdullah İbnu Muâviye el-Gâzirî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Üç şey vardır. Kim onları yaparsa imanın tadını alır: Sadece Allah´a kulluk eden, Allah´tan başka ilâh olmadığını bilen, her yıl gönül hoşluğuyla zekâtını veren! Zekâtını da yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarının orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-ı Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de en adisinden olana râzı olmuştur."[49]
AÇIKLAMA:
Burada da önceki hadiste olduğu gibi imanın tadını nasıl duyacağımız açıklanmıştır. Israrla durulan bir husus zekât olarak verilecek malın evsafıdır. Zekatın malın orta halli olanlarından verilmesi irşad ediliyor: Ne mal sâhibinin gönlünün takılıp kalacağı en iyisinden alınmalı, ne de alan kimsenin haysiyetini rencide edecek derecede en değersizlerinden verilmeli. Zekât toplayanların bu hususa riayet etmelerini emreden başka hadisler de mevcuttur. Söz gelimi, sürüden alınacak bir koyun, sürü sâhibinin hususî itinasına, emeğine mazhar olmuş en gösterişlisi olmamalıdır.[50]
ـ11ـ وَعَنْ بَهز بن حكيم بن معاوية بن حيدة القشيرى عن أبيه عن جده قال ]قُلتُ: يَا نبىًَّ اللّهِ مَا أتيتُك حتّى حلفتُ أكثر من عدد هؤءِ )‘صابع يديه( أن آتيِكَ وَ آتِىَ دِينَكَ، وَإنِى كنْتُ إمْرَأً أعْقَلُ شيئاً إّ ما عَلَّمَنِى اللّهُ تَعَالى وَرسُولُه، وَاِنى سألتُكَ بِوَجْهِ اللّهِ تَعَالى، بِمَ بَعَثَكَ اللّهُ إلينَا؟ قَالَ بِا“سَْمِ. قُلْتُ: وَمَا آياتُ ا“سْمِ؟ قَالَ أنْ تَقُولَ: أسلمْتُ وَجْهِىَ للّهِ تَعَالى، وَتَخلّيْتُ، وتُقِيمَ الصّةَ، وَتُؤتِىَ الزّكاةَ، كلُّ مسلمٍ على مسلمٍ محرّمٌ أخَوَانِ نصِيرانِ، يُقبَلُ من مشركٍ بعدَ ما أسلم عملٌ أو يفارقُ المشركين إلى المسلمين[. أخرجه النسائى .
11. (24)- Behz İbnu Hakîm İbni Mu´âviye İbni Hayde el-Kuşeyrî babası tarikiyle dedesinden şunu rivayet ediyor: "Dedim ki: Ey Allah´ın Resûlü, ben sana gelirken, seni ve dinini benimsemiyeceğim diye şunların (ellerinin parmaklarını göstererek) adedinden fazla yemin ettim. Meğerse, Allah ve Resûlünün öğrettiği dışında hiçbir şey anlamayan bir kimseymişim. Şimdi Allah rızası için senden soruyorum. Allah seninle bizlere ne gönderdi?" Hz. peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"İslâm"ı dedi.
"Pekâla, dedim, İslâm´ın alâmetleri nedir?" Şu cevabı verdi:
"Kendimi Allah´a teslim ettim, başka şeyleri terkettim" demen, namaz kılman, zekât vermendir. Her Müslüman bir başka Müslümana haramdır. İki Müslüman birbiriyle kardeştir ve birbirlerine yardımcıdırlar. Bir kimse Müslüman olduktan sonra müşrikleri terkedip, Müslümanlara karışmadıkça hiçbir ameli (Allah katında) makbul değildir."[51]
ـ12ـ وَعَنْ سُفيَان بن عبداللّه الثقَفِى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قَالَ ]قُلْتُ: يَا رسُولَ اللّهِ قُلْ لِى في ا“سْمِ قَوًْ َ أسألُ عنهُ أحداً بعدَكَ. قَالَ قلْ: آمَنتُ بِاللّهِ تَعَالى ثم استقِمْ[. أخرجه مسلم .
12. (25)- Süfyan İbnu Abdillah es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah´ın Resûlü, bana İslâm hakkında öyle bir bilgi ver ki, bana yetsin ve sizden başka kimseye İslâm´dan sormaya hacet bırakmasın" dedim. Şu cevabı verdi:
"Allah´a inandım de, sonra da doğru ol" buyurdu.[52]
AÇIKLAMA:
Bu hadis Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in Cevâmi´u´l-Kelim denen özlü sözlerindendir. Bir kaç kelimelik bir söz olduğu halde çok geniş ve derin mânaları kucaklamaktadır: Allah´ı bir bil, yalnızca ona inan, sonra dinin gösterdiği doğru yoldan git, tevhidden hiç ayrılma, ölünceye kadar Allah´a itaatten yüz çevirme" demek olup, hadis şu ayete de mutabıktır: "Rabbimiz Allah´tır; deyip sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine, melekler (ölümleri anında) inerler..." (Fussilet: 41/30)[53]
ـ13ـ وَعَنْ أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قَال: ]قَال: رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ صَلّى صَتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبلَتنَا، وَأكَلَ ذَبيحَتَنَا فَهُوَ المُسْلمُ[. أخرجه النسائى وهو طرف من حديث طويل أخرجه البخارى وأبو داود والترمذى، رحمهم اللّه تعالى .
13. (26)- Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, Müslümandır"[54]
Ynt: İman By: sumeyye Date: 09 Nisan 2010, 15:38:39
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, bir kimseyi Müslüman addetmek için ne gibi fiillerin ölçü alınacağı açıklanmaktadır. 7, 8 numaralı hadislerde kişinin mü´min sayılması için aranması gerekecek itikadî durumlar belirtilmiştir.
Hadisin Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî´de gelen vechi biraz farklıdır: "Ben, insanlar Lâilâhe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim bunu söyler, namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimiz şekilde keserse onların kanları, malları bize haram olur..." şeklindedir.
Daha önce de geçtiği üzere, sadece kelime-i tevhid´in zikri, şehâdeti de tazammun ettiği içindir. Değilse, ulemanın ittifakıyla yalnızca Lailâhe illallah" demek bir kimsenin Müslüman sayılması için yeterli değildir. İbnu Hacer: "el-Hamdü´yü okudum" diyerek surenin tamamını kastedmemiz gibi Lâilâhe illallah kelimesiyle Muhammedurrasulullah kelimesini de kastederiz, bunlar ayrılmaz" der. Ancak şu da söylenmiştir: "Hadisin evveli tevhîdi inkâr edenler hakkında vârid oldu. Tevhîdi ikrar etti mi ehl-i kitab´a mensup bir muvahhid gibi olur. Böyle birisinin Müslüman sayılması için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın getirdiklerine inanması gerekir. Bu sebeple hadisin devamında zikredilen fiiller (namaz, kıblemize yönelme, kestiğimiz usulce kesilmesi -veya kestiğimizi yemeleri-) kelime-i tevhide atfedilerek eksiklik tamamlanmış, yanlış anlama ihtimali ortadan kaldırılmıştır. Esasen şerî namazın içinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın risâletine şehâdet mevcuttur. Hadiste, İslâm´ın, sadece birkaç meselenin zikriyle iktifa edilmesindeki hikmet şudur: Ehl-i kitap içerisinde namaz kılma, kıbleye yönelme, hayvanı kesme fiilleri mevcuttur. Ama bizimkinden ayrıdır. Bizim gibi namaz kılmazlar, bizim kıblemize yönelmezler, hatta kestiğimizi yemezler. Bu sebeple mezkur fiilleri bizim tarzımızda yapmadıkça Müslüman olamıyacaklarını ifade etmek için bu fiiller hassaten zikredilmiştir."[55]
radyobeyan