Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Amel Niyet By: neslinur Date: 07 Nisan 2010, 15:23:30
Amel-Niyet

Anadolu´da yaþamýþ büyük velîlerden Eþrefoðlu Rûmî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde Ebülleys-i Semerkandî´den naklen þöyle an­lattý: Bir târihte Baðdât´ta, zenginler hacca gidiyorlardý. Peygamber efen­dimizin aþkýyla yanan bir fakîr de, o sene hacca gitmeye niyet etti ve hac kâfilesiyle yola çýktý. Kâfile hareket etmeden önce, her­kes eþi-dostu ile helâllaþtý. Þehir dýþýna çýkýldýðýnda, zenginlerden biri bir fakîrin de hacca gittiðini görünce; "Bineðin yok, azýðýn yok. Sen hacca nasýl gide- ceksin? Bâri cebinde birkaç bin altýnýn var mýdýr?" diye alay etti. Fakîr, bu zengi­nin alaylý sorusuna çok üzüldü ve; "Allahü teâlâ ne güzel vekîldir. Mahlû­kâtýn rýzkýný o vermektedir. Hepimiz O´nun verdikle­rini yiyoruz." diyerek, zenginin bulunduðu yerden mahzûn bir þekilde ay­rýldý. Hac vazî felerini yapana kadar da o zengine hiç görünmedi. Herkes Mekke-i mükerremeden, Medîne-i münevvereye yola çýktýklarý zaman, o zengin, fakîri sað sâlim tekrar karþýsýnda görünce hayret etti ve; "Komþu, sen de buraya kadar gelip hac vazîfeni yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadý.

Fakîr de; "Allahü teâlâya sonsuz hamdü se­nâlar olsun. Yüzümüzün ka­rasýna bakmayýp, bu mübârek makâmý ziyâ­ret etmeyi nasîb et ti. Geldim, Beyt-i þerîfi tavaf ettim. Sað sâlim dönüyo­rum." dedi. Zengin; "Hacý efendi! Acabâ sana da berât verdiler mi?" diye sordu. Fakîr; "Bu ne be­râtýdýr ki?" dedi. Zengin; "Beyt-i þerîfi ziyâret edenlere, Cehennem´den âzâd olduðuna dâir berât kâðýdý verilir." diye­rek, koynundan herhangi bir kaðýt çýkarýp fakîri aldattý. Fakîr, berât kâðý­dýnýn kendisine verilmediðine çok üzüldü. Derhal geriye dönüp Harem-i þerîfe geldi. Ýki gözü iki çeþme hâlinde, kanlý yaþlar akýtarak çok inledi. Allahü teâlâya kýrýk bir gönülle duâlar etmeye, yalvarmaya baþladý: "Ey âlemleri yaratan yüce Rabbim! Sen herþeye kâdirsin, ganî bir pâdiþâh­sýn. Ýhsânlarýn bü- tün kullarýna her ân yaðmaktadýr. Cehennem´den âzâd olup orada in- cinmemeleri için kul­larýnýn bâzýsýna berat vermiþsin. Bu fa­kîr kuluna be- rât verilmedi. Yoksa bu garîb kulun âzâd olmadý mý?" deyip bayýldý. Bay- gýn hâlde iken, mânâ âleminden yanýna bir kimse gelip; "Ey fakîr! Baþýný kaldýr ve þu berâtýný alýp arkadaþlarýna yetiþ!" diyerek elin­dekini ona verdi. O ânda fakîr ken­dine gelerek ayýldý. Elinde, dünyâ kâ­ðýtlarýna hiç benzemeyen, yeþil renkli nûrdan yazýlarý olan ve misk gibi kokan bir berât kâðýdý vardý. Kâ­ðýdý defâlarca öpüp baþýna koyan fakîrin sevin- cinden neredeyse aklý gi­decekti. Þükür secdesine kapandý. Öm­ründe hiç görmediði o berâtý, yü­züne ve gözüne sürdü, baðrýna bastý ve koynuna sokarak arkadaþlarýna yetiþmek için hýzlý adýmlarla yürümeðe baþladý. Arkadaþlarý, geriden fakî­rin geldiðini görünce gülüþmeðe baþla­dýlar. Yanlarýna soluk soluða gelen fakîre alayla; "Cehennem´den âzâd olma berâtýný alabildin mi?" diye sor­dular. Fakîr de koynundan berâtýný çýkara- rak; "Ýþte! Rabbimizin ihsâný olan berâtým!" diyerek, misk kokulu berâtýný zengine sunuverdi. Herkes yerinde donakalmýþtý. Berâtý alan zengin, nûrdan yazýlarla fakîrin Cehennem´den âzâd olduðunu oku­yunca, aklý baþýndan gidip, atýndan düþtü. Bir süre yerde baygýn yatan zengini zor ayýlttýlar. Kendine gelen zengin, kâðýdý öpmeye, misk koku­sunu kokla- maða baþladý.

Kendi ken­dine de; "Vâh, vâh benim boþa ge­çen ömrüme! Keþke ben de bu fakîr gibi sâdýk bir fakîr olsa idim. Onun kavuþtuðu bu saâdete ben de kavuþ­saydým. Bu fakîr, sadâkati sebebiyle bu merte- belere ulaþtý. Ben ise zen­ginliðim sebebiyle gurûra kapýldým ve bundan mahrûm oldum. Bütün malýmý versem, bu kâðýttakilerin bir nok­tasýný alamam" diyerek âh eyledi. Gözlerinden kanlý yaþlar döktü. Fakîr; "Hacý efendi! Berâtým sende kal­sýn. Sakla. Ben öldüðüm zaman kefeni­min arasýna koyun da kabrimde suâl meleklerine onu göstereyim." dedi. Hacý efendi berâtý büyük bir îtinâ ile koynuna koydu. Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaþtýlar. Zengin olan hacý, berâtý sandýðýna koydu. Ara­dan günler geçti. Zengin, ticâret için baþka memlekete gittiðinde, fakir vefât etti. Yýkayýp kefenlediler, fa­kat berâtýný bulup kefenin içine koya­madýlar. Fakîrin cenâzesini kabre defnettiler. Ancak birkaç ay geçtikten sonra, zengin ticâretinden döndü. Fakîri sorduðunda; "Sizlere ömür! Sen gittikten sonra vefât etti." dediler.

Zenginin sanki dünyâsý baþýna yýkýldý. Çok aðladý ve; "O zavallýnýn bende pek kýymetli bir emâneti vardý. Onu yerine getiremedim. Böylece vasiyetini yapamamýþ oldum. O âhirete göçtü, berâtý ise bende kaldý. Be­râtýný yanýna koyamadým." dedi. Hemen sandýðýn yanýna varýp aðzýný açtý. Fakat berâtý koyduðu yerde bulamadý. Tekrar tekrar aramasýna rað- men yine bulamadý. "Kabrine gidip bakayým. Belki, birisi beratý alýp ona vermiþtir." dedi.

Kazma kürek alarak kabre gitti. Mezarýný açmak istedi. O anda; "Kabri açma! Biz ona o berâtý verdik, dýþarýda býrakmadýk!" diyen bir ses iþitti. Nereden geldiði belli olmayan bu ses karþýsýnda zengin, düþüp ba­yýldý. Mânâ âleminde fakîri gördü. Fakîr; "Ey hacý efendi! Allahü teâlâ sana selâmet versin. O berât bana verildi. Hamdolsun. Münker ve Nekîr meleklerine gösterdim. Onu görünce sorgu suâl bile etmediler. Bu berâtý almama hacdan dönerken sen sebeb olmuþtun. Cenâb-ý Hak senden râzý olsun." deyip kayboldu. Zengin ayýldýðýnda, doðru evine gidip, fakir için hatimler okuttu. Yemekler piþirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu."

Anadolu´da yetiþen büyük velîlerden Terzi Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bulunduðu Erzincan´a bir gün seyyah fakirlerden bi­risi geldi. Üzerindeki palto çok eski olduðu gibi, ele alýnmayacak kadar kirli idi. Bu zât paltosunu diktirmek için þehirdeki terzileri tek tek gezdi. Fakat mürâcaat ettiði bütün terziler onun elbisesini dikmek deðil, el sür­mekten bile çekindiler. Terziler o fakir zâta alay yollu; "Þurada Terzi Ba- ba var. Ona götür, o diker." dediler. Zavallý fakir zât, Terzi Baba´yý buldu. Ýstediðini anlattý. Terzi Baba´dan, red yerine hüsn-i kabûl gördü. Terzi Baba ona; "Paltonu býrak, inþâallah yarýna hazýrlarým." dedi. Terzi Baba paltoyu alýp, güzelce yýkadý, kuruttu ve dikti. Ertesi gün o fakire el­bisesini teslim etti. Bütün bu yaptýklarýnýn karþýlýðýnda ücret almadý. O fakir zât paltosunu temizlenmiþ, dikilmiþ görünce çok memnun oldu. Terzi Baba´- ya nazar edip, Allahü teâlânýn sevdiklerinin sohbetine ka­vuþmasý için kal ben duâ etti. Bu günlerde Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî haz­retleri, halî- felerinden Abdullah Mekkî Efendiyi Anadolu´ya göndermiþti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum´a uðramýþ, sonra Erzincan taraflarýna yönelmiþti. Erzincan´a yaklaþýnca, yanýndaki arkadaþlarýna; "Hocamýzýn bize târif eylediði memleket, Allah bilir ya burasýdýr. Burada bir zâtýn bizde emâ- neti vardýr." demiþti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan´ý þeref­lendirince, insanlar akýn akýn ziyâretine geldiler. Gelenler arasýnda Terzi Baba da vardý. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defâ gördüðü Terzi Baba gi­rince ayaða kalktý. Dâvet edip yanýnda yer verdi. Hiç kimseye yapmadýðý iltifâtý Terzi Baba´ya yaptý. "Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinden bizde bir emânet var. O emânete seni müstehak gördüm. Bu emânet sana çok menfaatler saðlar. Kabûl edersen sana teslim edeyim." dedi. Terzi Baba da; "Siz bi- lirsiniz efendim, maddî menfaatse; dünyâ için Allah demem." cevâbýný verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevâbý alýnca; "Oð­lum, sen bulacaðýný buldun. Teslim edeceðim emânet seni dünyâ sevgi­sinden kurtarmaktan baþka bir þey deðildi." buyurarak, Terzi Baba´ya himmetle nazar edip, emâneti tevdî etti. Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yo- lunda terbiye edip, kemâle ermesine vesîle oldu. Terzi Baba´ya hilâfet verip, Allahü teâlânýn kullarýna, Allahü teâlânýn dî­nini öðretmek ve mâri- fetullaha kavuþturmak vazifelerini verdi. Bunun üzerine, Terzi Baba´nýn hâli derhal deðiþti. Mânevî feyzler deryâsýna daldý.

Bu hâdiselerden sonra, Terzi Baba´nýn yüksek derecesi halk ara­sýnda duyulup, yayýldý. Herkes istifâde etmek için ona geldi. Zamanla Terzi Baba´ya baðlý talebelerin sayýsý günden güne arttý. Bu hâli çeke­meyenler, onun hakkýnda dedikodu etmeye baþladýlar. "Ümmî bir câhilin baþýna bu kadar insan toplanmýþ." diyorlardý. Hattâ ilimden biraz nasîbi olanlar da, bu gibi sözleri söylemeye baþlamýþtý. Bunun üzerine beldenin müftîsi, Terzi Baba´yý imtihân için dâvet etti. Maksadý ise, Terzi Baba so­rulan suâllere cevap veremeyince, cehâletini anlayýp, insanlarý irþâd, yol gösterme dâvâsýndan vazgeçmesini temin etmekti. Terzi Baba, müftî efendinin dâvetini kabûl edip gitti. Orada büyük bir ilim meclisinin toplan­dýðýný gördü. Müftî efendiye kendisini niçin dâvet ettiðini sorduðunda, müftî efendi ona; "Biz seni imtihan için dâvet ettik. Hakkýnýzda birçok de­dikodu yapýlýyor. Buna son vermek lâzým geldi. Þimdi bâzý suâller sora­caðýz. Siz cevap vereceksiniz." dedi. Sonra Sýfat-ý sübûtiyyenin kaç tâne olduðunu ve daha baþka suâlleri sordu.Terzi Baba büyük bir hakîkati ortaya çýkarmak için; "Allahü teâlânýn, bu þehirde yaþayanlara göre yedi, diðer beldelere göre sekiz tâne sýfat-ý subûtiyyesi vardýr. Bu beldeye göre Allahü teâlânýn Subûtî sýfatlarý þunlardýr: Ýlim, Semi´, Basar, Ýrâde, Hayât, Kelâm ve Tekvîn. Bu þehre göre Allahü teâlânýn Kudret sýfatý yoktur. Çünkü bu þehir insanlarý Allahü teâlânýn Kudret sýfatýný inkar et­mektedirler. Eðer bu þehrin insanlarý Allahü teâlânýn Kudret sýfatýna inansalardý, Allahü teâlâ bir ümmî kulunda, insanlara doðru yolu gös­terme kâbiliyetini yaratmaya kâdirdir, derlerdi." cevâbýný verir vermez, orada bulunanlar, Terzi Baba´nýn ilm-i ledünnîye sâhip, kâmil bir zât ol­duðuna kanâat getirip, ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ik­râm ve hürmet gösterdiler.

Evliyânýn büyüklerinden Yûsuf bin Abdullah el-Gürânî (rahmetul-lahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin yanýna gelip, dergâhta üç seneye yakýn kalan biri vardý. Bu kimse devamlý Allahü teâlâya giden yolu taleb ederdi. Yûsuf el-Gürânî ona hiç iltifât etmezdi. Bir gün o þahsý yanýna çaðýrarak; ?Ey benim evlâdým! Ben bu gece bir cana kýydým, onun cesedi, bu tor­banýn içindedir. Benim senden isteðim þudur: Bu torbayý alýp, bu gece falan yere götür. Orada bir tepe vardýr. Oraya göm gel. Bu iþi yaparsan sana birçok altýn veririm.? dedi. O þahýs da Yûsuf el-Gürânî?nin dediðini yaptý ve torbayý gömdü. Bu durumdan kimsenin haberi olmadý. Ýki gün sonra Yûsuf el-Gürânî talebelerine, o þahsý dergâhdan çýkarmalarýný em­retti. Bir süre sonra, o þahýs durumu vâliye anlattý. Vâlinin adamlarý Yû­suf el-Gürânî?nin yanýna gelerek; ?Sen birisini öldürmüþsün. Biz öldürdü­ðün kiþiyi gömdürdüðün yeri biliyoruz.? dediler. Bunun üzerine Yûsuf el-Gürânî talebelerinden bir kýsmýna; ?Siz de onlarla gidin ve o tepedeki yeri açýn, bakalým ne çýkacak?? dedi. Talebeleri ve vâlinin adamlarý þikâ­yet edenin gösterdiði yeri kazdýlar. Çýkan torbayý açtýklarýnda, içinde bir koyun olduðunu gördüler. Sonra o þahsý, Yûsuf el-Gürânî?nin yanýna götürdüler. Yûsuf el-Gürânî ona; ?Bir sýrrý saklayamayan, Allahü teâlâya nasýl kavuþur?? dedi.

Evliyânýn meþhûrlarýndan Ahmed bin Âsým Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden nasihat isteyenlere buyurdular ki: Hak olan iþ, insanlara adâletle muâmele, insanýn kendisi için istemediðini baþkalarý için de istememesi, kendisinden aþaðýda olanýn hak olan sözünü kabûl etmesidir.

Evliyânýn büyüklerinden Abdullah bin Hubeyk (rahmetullahi teâlâ aleyh) amel, ihlâs ve sýdk hakkýnda buyurdular ki: "Amelde ihlâs amel­den daha zordur. Kul kendisiyle Allahü teâlâ arasýndaki hususlarda tam olarak sýdk, doðruluk üzere bulununca Allahü teâlâ onu gayb hazînele­rine vâkýf kýlar."

"Allahü teâlâ kalbleri, kendini anmak için yarattýðý hâlde, insanlar onlarý þehvet, istek ve arzû ile doldurmuþtur. Kalplerden þehvetin izini silecek þey yalnýz Allahü teâlânýn korku ve sevgisidir."

Abdullah bin Hubeyk hazretleri iþlediði amele güvenenleri; "Ýþlediðin fazîletli amele güvenerek azâb olunmaktan korkmazsan helâk olursun." diye îkâz edip uyarýrdý.

Abdullah bin Hubeyk hazretleri þöyle anlatýr: Ebû Hüreyre radýyal- lahü anh rivâyet etti. Birisi Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem gelerek: "Yâ Resûlallah! Dünyâlýk elde etmek gâyesi ile ga­zâya giden kimse için ne buyurursunuz?" diye sordu. Resûlullah efendi­miz; "Onun için ecir (sevap) yoktur." buyurdular. Ebû Hüreyre bu durumu Eshâb-ý ki­râm arasýnda anlatýnca onlar; "Belki sen bunu Resûlullah efendimizden iyi anlamadýn." dediler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre haz­retleri tekrar Resûlullah efendimizin yanýna döndü ve bu husûsu sordu. Resûlullah efendimiz üç kerre; "Onun için ecir yoktur." buyurdular.

Evliyânýn büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiþ (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Amellerin en üstünü; doðru amel iþlemek, sünnet üzere hizmete devâm etmektir."

Yine buyurdular ki: "Yaptýðý amellerin, kendisini Cehennem azâbýn­dan kurtarýp, Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþturacaðýný zanneden kimse, büyük hatâ etmiþtir. Allahü teâlânýn fadlý ve ihsâný ile kurtulabileceðini düþünen kimseyi, Allahü teâlâ rýzâ makamlarýnýn en sonuna ulaþtýrýr. Allahü teâlâ Kur´ân-ý kerîmde Yûnus sûresi 58. âyet-i kerîmesinde meâ- len buyurdu ki: "De ki: Allahü teâlânýn ihsâný ve rahmetiyle, iþte yal­nýz bunlarla ferahlansýnlar. Bu, onlarýn toplamakta olduklarýndan (dünya menfaatinden) daha hayýrlýdýr."

Velî ve hadîs âlimi Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) gece sabaha kadar ibâdet etmiþti. Bir ara, uykusu çok geldi. Ya­taðýna yattý, uyuyakaldý. Sabah namazýna uyanamadý. Buna çok üzüldü. Bu yüzden iki ay yataða yatmadý.

Mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm ile Abdülhâdî Bedevânî (rahme- tullahi teâlâ aleyhima) Ýmâm-ý Rabbânî hazretlerinin hizmetinde iken, bir hücrede riyâzet çekerek nefslerini terbiye ediyorlardý. Yâr Muhammed, hep sabahlara kadar namaz kýlar, duâ ederek Allahü teâlâya yalvarýrdý. Abdülhâdî ise çok hasta idi. Ýbâdete gücü yetmeyip namaz kýlamama- sýna üzülür, Mevlânâ´nýn hâline gýpta ederdi. Geceyi ihyâ þerefini kaçýr- dýðýndan gönlünde büyük bir üzüntü duyardý. Bir gün Ýmâm-ý Rabbânî hazretleri onun hakkýnda; "Þeyh Abdülhâdî´nin hasret ve üzüntüsü, Mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm´in nâfile ibâdetine üstün gelip, onu, ondan daha yüksek makâmlara çýkardý. Evet çok ihsân sâhibi olan Allahü teâlânýn iþi böyledir." buyurdu.

Abdülhay Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hayýr yapmanýn öne­mini þöyle bildirdi: Umûma faydasý olacak hayýr býrakmak ne hoþtur. Ha­yat defteri kapanýr fakat amel defteri, ondan menfaat göründüðü müd­detçe kapanmaz, hayýr yazýlýr. Üç þey vardýr ki, sâhibinin hayýrlý amel defterini kapatmaz. Umûma faydasý dokunacak ilim, mârifet, sanat öð­retmek. Bu­nun gibi umûma faydasý dokunacak kuyu kazdýrmak, su ge­tirtmek, has- tahâne, köprü, yol ve bu gibi þeyleri yapýp býrakmak ve yine kendi­sine hayýr duâ edecek sâlih evlâd býrakmak. Öðrenenler öðren­dikçe ve insan- lar faydalandýkça, ilk sebeb olan zât ve hayýrlý evlâdýn nef­sine ve diðer insanlara hayrý dokundukça mensûb olduðu anne ve ba­basý bun­dan dâimâ faydalanýr, namlarý hayýrla anýlýr. Fakat ne çâre ki herkes buna muvaffak olamýyor. Cenâb-ý Hak cümlemizi kendi lütfuyla hayra yakýn ve muvaffak kýlsýn...

Evliyânýn meþhûrlarýndan Ahmed bin Âsým Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: En deðerli amel, yapýldýðýnda zarar getirme­yen ve Allahü teâlânýn katýnda kabûl olandýr. En güzel vekar ve aðýrbaþ­lýlýk, meseleleri enine, boyuna, son noktasýna kadar düþünüp, üzerinde durmaktýr. Bu, yapýlan iþin ne derecede fayda saðlýyacaðýný, herhangi bir zararýn doðup doðmayacaðýný bilmeyi temîn eder. Böyle yapan kimse, günahlardan kendisini koruduðu gibi, kýyamet gününde kendisine gýpta edilen, imrenilen kimselerden olur.

Ahmed bin Âsým Antâkî hazretlerine; "Ey Allahü teâlânýn velî kulu en güzel hasletlere nasýl kavuþabiliriz?" diye sorunca cevâben þöyle buyur­dular: Onun için; Allahü teâlâya, onun ve nefsin þerrinden korumasý için devamlý yalvarmalýdýr. En tehlikeli günah, kiþinin Allahü teâlâ ve Resûlü­nün bildirdiði þekilde deðil de, kendi kafasýna göre, böyle yaparsam, Allahü teâlâ benden râzý olur deyip, Allah ve Resûlünün emirlerine mu­halif olan bir iþi yapmasýdýr. Bu bakýmdan Resûlullah´ýn bildirdiði þekilde ibâdet ve tâatte bulunmak lâzýmdýr. Bu da Ýslâmiyeti öðrenmekle müm­kündür. Dînini lâzým olduðu kadar öðrenmeyen kimse, dînî vazîfelerini yaparken kendi kafasýna göre dînini yaþamaktan kurtulamaz. Bu ise, in­saný, huzûr-ý ilâhide mes´ûl olmaya götürür.

Ahmed bin Âsým Antâkî hazretlerine; "Allahü teâlânýn beðendiði iþ­lerle meþgûl olan kimsenin sakýnmasý gereken nedir?" dendi: Yaptýðý sâ- lih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptýðýný, ibâdet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduðunu düþünerek, günahlarýný unutmaktan sakýnmasý gerekir. Çünkü bunda, amellerinin onu þýmartmasý ve iþlediði günahlarýn azâbýndan emin olmasý vardýr. Böyle bir durum ise tehlikeli­dir." buyurdular.

Kendisine; "Ýnsanlara musallat olan kötülükler nelerdir?" dendikte þöyle cevap verdi: "Ýnsanýn, kendisini alâkadâr etmeyen þeyleri terkedip, kendisini ilgilendiren iþlerle meþgûl olmasý gerekir."

Buyurdular ki: "Tâat ehli, üzerlerinden bir gün bir gece geçtiði za­man, tâat üzere geçip geçmediði husûsunda kendilerini kontrol ederler. Eðer, Allahü teâlânýn rýzâsýna uygun geçmiþ ise, sevinirler. Âzâlarýný, sâlih ameller yapmalarý için zorlarlar. Dünyâ düþüncesini kalblerinden boþal­týrlar. Uzun emel sâhibi olmazlar. Ecellerini yakýn görürler. Dünyâ hýrsýný kalplerinden uzaklaþtýrýrlar. Âhiret düþüncesi onlarýn gönüllerini kapla­mýþtýr. Âhirete, basîretli, gerçekten gören bir gözle bakarlar. Sanki, âhi- reti görmüþ gibi hazýrlanýrlar. Temiz, hâlis ve sâlih amellerle, Allahü teâ- lâya yaklaþmaya çalýþýrlar. Yaþayýþlarýnda Allahü teâlâ ve Resûlünün emrettiði istikâmet (doðruluk) üzere olurlar. Takvâlarý arttýkça dünyâda yaptýklarý ibâdet ve tâatlerin tadýný daha fazla duyarlar. Allah korkusun­dan göz yaþlarý dökerler. Ýbâdetlerini kýrýk ve mahzûn bir kalp ile yapar­lar. Onlar, âhiret gamýyla gamlanmýþlardýr. Fazla ve boþ söz konuþmaz­lar. Allahü teâlâyý anmaktan lezzet duyarlar. Bedenleri dünyâda fakat, kalbleri Allahü teâlâ iledir."

"Âfiyet (sýhhat ve iyi durum) büyük bir nîmettir. Emeli, arzu ve istek­leri kýsa yapmak lâzýmdýr. Makam, mevký kapmak için yarýþ etmek gibi hýrs yoktur. Ýnsanýn, hevâ ve arzularýna uymasý, kendisine büyük bir zu­lümdür. Farzlarý yapmak gibi tâat yoktur. Günahý küçük görmek gibi mu­sîbet yoktur."

Evliyânýn büyüklerinden Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) "Amellerin en iyisi hangisidir?" sorusuna: "Allahü teâlâdan baþka­sýna iltifât etmekten kendini korumaktýr." diye cevap vermiþti.

Horasan´da yetiþen velîlerin meþhurlarýndan, tefsîr, kýrâat, hadîs, fý­kýh ve tasavvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Ýnsan vücûdunda amellerin tohumu, yenilen lok­ma- dýr. Bir kimse lokmayý gaflet içinde yerse, lokma helâlden de olsa, in­sanlarýn ondan fayda görmesi mümkün deðildir."

Tâbiîn devrinin tanýnmýþ hadîs ve tefsîr âlimlerinden Atâ bin Meyse- re el-Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "En gü­vendiðim amel olarak ilim öðretmemi, Allahü teâlânýn emirlerini ve ya­saklarýný in- sanlara anlatmamý görüyorum."

Büyük velîlerden ve tâbiînin meþhurlarýndan Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Allahü teâlâ âhiret için çalýþanýn dünyâ iþlerine kâfi gelir, dünyâsý husûsunda ona yardýmcý olur. Kim Allahü teâlâya karþý hâlini düzeltirse, Allahü teâlâ onunla insanlar arasýný düzeltir, güzel yapar. Ýçini düzeltenin, Allahü teâlâ dýþýný düzeltir, güzel yapar.

Büyük velîlerden Biþr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) amellerin kýymetlisinin üç tâne olduðunu bildirir: "Birincisi mal az olduðunda da cömert olabilmektir. Ýkincisi, tenhâda da verâ sâhibi olabilmek yâni ha­ramlardan kaçýnabilmektir. Üçüncüsü, kendisinden korkulan ve bir þeyler umulan kimsenin huzûrunda da hakký söyleyebilmektir." buyururdu.

Ýstanbul´da yetiþen meþhûr velîlerden Cemâleddîn Mahmûd Hulvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kuluna iyilik mu- râd ederse, ona hayýrlý amel kapýsý açar, söz kapýsýný kapar. Kötülük mu- râd ettiðinde bunlarýn aksini yapar. Kiþinin yaramaz söz konuþmasý bed- bahtlýktýr."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah-ý Rodbârî (rahmetullahi te- âlâ aleyh) bir sohbeti sýrasýnda buyurdular ki: Amel, ihlâs ile kýymetle­nir. Ýhlâs, bir iþi Allahü teâlânýn rýzâsý için yapmaktýr. Bu, Allahü teâlânýn an- layýþ ihsân etmesine sebeb olur."

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin yedincisi olan Ebû Ali Fârmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri anlatýr: Bir gün hocam Ebü´l-Kâsým Kuþeyrî hamamda gusül abdesti alýyordu. Sor­madan ve istemedikleri halde, kuyudan bir kova su çýkarýp hamamýn ha­vuzuna boþalttým. O anda hakîkaten bu mikdâr suya olan ihtiyaçlarýný bilmiyordum. Sonra öðrendim. Hamamdan çýkýnca; "Hamamýn havuzuna su boþaltan kimdi?" diye sordu. Niçin yaptýn? diyeceðinden korktum. Þa­þýrdým. Nihâyet; "Ben idim." dedim. "Ey Ebû Ali! Ebü´l-Kâsým´ýn yetmiþ senede elde ettiði dereceleri, sen bir kova su ile kazandýn. Allah senden râzý olsun." buyurdu. Bir müddet daha hocamýn huzûrunda bulunarak, nefsimin terbiyesi ile meþgûl oldum. Birçok mârifetlere kavuþtum.

Büyük velîlerden Ebû Ali Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) "Allahü teâlâ, amellerden iyi olanýný, iyi olanýnýn da ihlâslý, samîmî olanýný, sa­mîmî olanýnýn da, sâdece sünnete uygun olanýný kabûl eder."

"Saðlam bir dal, ancak saðlam bir kökten çýkar. Þimdi hareketlerin sýhhat ve sünnet üzere olmasýný isteyen kimse, önce kalbindeki ihlâsý sýhhatli hâle getirmelidir. Zîrâ zâhir amellerdeki sýhhat, bâtýn amellerin­deki sýhhattan hâsýl olur." buyurdular.

Niþâbur´da yetiþen velîlerin büyüklerinden Ebû Bekr el-Ferrâ (rah-metullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde, "Kiþinin ameli, o iþi yapmaya ver- diði ehemmiyet mikdârýnca, o ameli iþlerken olan kusurlarýna üzül­mesi mikdârýnca ve iþlediði amelin sünnet-i seniyyeye uygun olmasý için olan gayreti mikdârýnca sahîh ve makbul olur." buyurdular.

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Ameller, kulluk elbisesidir. Allahü teâlâ mahrûm et- tiði kimselerden bu elbiseyi çýkarýr. Kendisine yaklaþtýrmak istediði kim- se­lere þefkat eder, devamlý bu elbise içinde kalmalarýný nasîb eder."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ameline (yaptýðý ibâdet ve iyi iþlere) güvenenleri îkâz edip uyarýr hattâ onlara; "Kim amelinin kendisini kurtaracaðýný zannederse, yolunu þaþýrýr. Çünkü Peygamber efendimiz; "Sizden hiç birinizi ameli kurtara­maz." buyurmuþtur. Ýnsaný korktuðundan kurtarmayan þey, umduðuna nasýl kavuþturur? Kimin Allahü teâlânýn ihsânýna güveni tamsa, onun korktuðundan emin, umduðuna nâil olacaðý ümid edilir." buyururdu.

Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Þâfiî mezhebi fýkýh âlimi EbûTürâb-ý Nahþebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sâdýk kul, daha amel etmeden, hâlis kul, amel edince, amelin tadýný alýr."

Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "En fazîletli ve üstün amel, bilerek yapýlan ameldir." (Bilmeden amel yapan kimsenin, harama düþmesi ihtimâli vardýr.)

Baðdât´ýn büyük velîlerinden Ebü´l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin büyüklüðünü bilen Ýsfehanlý bir genç, kendisini ziyâ­ret için Baðdât´a gitmek istedi. Ýsfehan hükümdârý bu gence, oraya git­memesini, o zâtla görüþmemesini istedi. Bu arzusundan vaz geçmesi hâlinde kendisine bir köþk, bin altýn kýymetinde eþyâ ile, bir câriye ve ay­rýca bin altýn vereceðini bildirdi. Fakat genç, muhabbetinin çokluðu se­bebiyle, yalýn ayak yola çýktý. Baðdat´a yaklaþtýðý sýrada, Ebü´l-Hüseyin Nûrî talebelerine emredip gencin geçeceði yolun bir kýsmýnýn süpürüle­rek temizlenmesini istedi ve "Bu yolun büyüklerinin muhabbeti ile yanan bir genç, yalýn ayak buraya geliyor." buyurdu. Genç geldiðinde; "Nere­den geliyorsun?" diye sordu. O da; "Ýsfehan´dan." deyince; "Þâyet Ýs- fehan hükümdârý; (Eðer oraya gitmekten vaz geçersen sana, içinde bin altýn kýymetinde eþyâ ve bir câriye bulunan çok güzel bir köþkü, içinde­kilerle birlikte vereceðim. Ayrýca bin altýn da hediye edeceðim) deseydi ne yapardýn?" dedi. Bunu duyan gencin muhabbeti daha da fazlalaþtý. Kendini tutamayýp aðladý ve; "Hepsini terkedip geldim efendim." diye­bildi. Hazret-i Nûrî; "On sekiz bin âlemi bir tepsinin üzerine koyup, bu yolda yürümek arzusunda olan bir talebenin önüne sunsalar, bu kimse de, o tepsiye göz ucuyla bir baksa, ona, bu yolda ilerlemek nasîb ol­maz." buyurdular.

Evliyânýn büyüklerinden Fudayl bin Ýyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Amellerin en iyisi, en gizli yapýlanýdýr."

Evliyânýn büyüklerinden Habîb-i Acemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Boþ oturmayýnýz. Çünkü ölüm peþinizdedir.

Zâhirî ilimler kâlden (sözden), bâtýnî bilgiler ise hâlden baþka bir þey deðildir.

Evliyânýn büyüklerinden Hayr-ün-Nessâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yapýlan amelin maksada ulaþtýðýnýn alâmeti, o amelde acz ve kusurdan baþka bir þey görmemektir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâullah Ýskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Amellerin en hayýrlýsý, onunla birlikte Allah korkusu meydana gelendir."

Evliyânýn meþhûrlarýndan ve büyük Ýslâm âlimi Muhammed Ma´- sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sâlih amellerin se- vâbýný bütün müminlerin rûhuna hediye etmek iyi ve makbûldür. Her birine ayrý sevâb ulaþýr. Hakkýnda hediye etmek için niyet edilip okunan ve hediye edilen meyyitin sevâbý hiç eksilmez."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fýkýh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Günümü sefihler gibi, gecemi de câhiller gibi boþa geçirsem, ondan sonra da ilmî eserler yazsam, bunlardan kimse istifâde edemez. Evvelâ baþkalarýnýn istifâdesi için benim hâlim yazdýklarýma uygun olmalý."

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on seki­zincisi olan Ubeydullah-ý Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bizzat sâlih ameller iþlediði gibi, talebelerine ve sevenlerine de sâlih ameller iþleme­lerini tavsiye ederdi. Hattâ insanýn yaptýðý iyi veya kötü iþlerin cansýzlara bile tesir edeceðini bildirerek buyurdu ki: "Ýnsanlarýn amelleri, iþleri ve ahlâký, cansýz þeylere de tesir eder. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin bu hususta çok keþfi vardýr. Bu bakýmdan, kötü iþlerin iþlendiði bir yerde yapýlan ibâdet ile iyi iþlerin iþlendiði yerde yapýlan ibâdet birbirinden kýy­metçe farklýdýr. Bunun içindir ki, Kâbe´de kýlýnan iki rekat, baþka yerlerde kýlýnan namazýn bin rekatýna bedeldir."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür."

Evliyânýn büyüklerinden Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin rivâyet ettiði hadîs-i þerîflerden biri þöyledir: Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Rabbiniz Rahîm´dir. Kim bir iyiliði yapmaya niyet eder, onu yapmazsa onun için bir sevap yazýlýr. Eðer ni­yet ettiði o iyiliði yaparsa, on mislinden yedi yüz misline kadar çok sevap yazýlýr. Bir kimse bir kötülük yapmaya niyet eder ve onu yapmazsa onun için bir sevap yazýlýr. Eðer niyet ettiði kötülüðü iþlerse ona ya bir günah yazýlýr veya silinir."

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Mûsâ aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! Ben seni nasýl bulurum?" diye suâl etti. Cevâbýnda; "Niyetini düzelttiðin an beni bulur­sun." buyruldu.

Suriye´de yetiþen velîlerden Ebû Ýshâk Ýbrâhim bin Müvelled (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýndan birini nefsi için yaparsa, o ameli ya kabûl olunur veya kabûl olunmaz. Ama, o ameli yapmaya kalkarken Allah için niyet ederse, o amelin kabûl olunacaðý muhakkaktýr."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fýkýh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) her yaptýðý iþte niyetinin düzgün olmasýna dikkat eder, Allah rýzâsý için olmayan þeyden sakýnýrdý. Bu hu­susta sevgili Peygamberimizin þu hadîs-i þerîfini rivâyet etti: "Ameller ancak niyetlere göredir. Her kimse için ancak niyet ettiði þey vardýr. Her- kimin hicreti, bulacaðý bir dünyâya ve evleneceði bir kadýna ise, hicreti Allah ve Resûlü için deðil, niyet ettiði þeye âittir. Yâni her amelin hükmü kýymeti, sâhibinin niyetine göre olur." devâm ederek buyurdular ki: "Ýlmi, dünyâ nîmetlerine kavuþmak için vâsýta yapmak niyeti ile öðrenen kim­seye ilim öðretmeyiniz. Çünkü, onun Cehennem´e gitmesine yardým et­miþ olursunuz."

"Ýlmim nefsimi ýslah eder deyip de, kurtuluþu elde etmeye gayret göstermeyenler fâsýktýrlar."

Süfyân bin Uyeyne hazretlerine; "Bir insan, bir iþi yapmaya niyet e- der, sonra yapmazsa, o kimse bu ameli iþlemediði halde, kirâmen kâti­bîn melekleri nasýl yazarlar?" diye sordular. Cevâben; "Ýnsanýn iyiliðini ve kö- tülüðünü yazan melekler, gâibi bilemezler. Lâkin, insan güzel ve ha­yýrlý bir amel yapmayý kalbinden geçirince, ondan misk gibi güzel kokular ya- yýlýr. Melekler bu kokuyu aldýklarý zaman o kimsenin iyilik yapmaya ni­yet ettiðini anlarlar. Kötülük yapmaya niyet ederse o zaman da rahatsýz edici pis bir koku çýkar. Bu kötü kokudan melekler, o kimsenin kötülük yap- maya niyet ettiðini anlarlar. Güzel amel yapmaya niyet edince, kul yapa- masa da melekler yazarlar. Kötülüðe niyet edince ise, o kötülüðü yap madýkça yazmazlar. Bu, Allahü teâlânýn ihsânlarýndandýr." buyurdu­lar.




Ynt: Amel Niyet By: queen Date: 17 Nisan 2010, 19:54:38
el a'malü bin-niyat
Ynt: Amel Niyet By: cerendemir Date: 11 Aðustos 2013, 02:52:05
Neye niyet edersen o gelir karþýna.Allah niyetlerimizi inþallah onun rýza niteliðinde olmasýný nasip eylesin.
Ynt: Amel Niyet By: HALACAHAN Date: 18 Aðustos 2016, 22:42:01
Paylaþýmýn hepsini okuyamadým ..Ama böyle kissalarla örnek hayatlarla  konularýn iþlenmesi daha güzel ve akýlda kalýcý oluyor ..Rabbim hepimize salih niyetler nasip etsin ..
Ynt: Amel Niyet By: Sevgi. Date: 19 Aðustos 2016, 07:43:08
  Aleyna Ve Aleykümüsselăm. Ameller niyetlere göredir. Oyüzden herdaim niyetimiz hayr üzere olsun inþaAllah. Mevlam bizlere hidayet nasip etsin. Amin ecmain

radyobeyan